Kur’an Tarihsel, Kapitalizm Evrensel mi?

Modern düşünce, zamanı doğrusal bir çizgi, ilerlemeyi kaçınılmaz bir kader ve insanı tarih yapan bir özne olarak kavradı. Kapitalizm bu düşüncenin ekonomik rejimi, modernleşme ise onun sosyolojik kisvesi oldu. Oysa her tarihsel hadise, kendi bağlamına, sınırına ve sürekliliğine sahiptir. Kapitalizm bir “tarihsel durum”dur; onun evrensel sayılması, ideolojik bir yanılsamanın ürünüdür. Öte yandan Kur’an, yalnızca tarihsel bir döneme inmiş bir metin değil, aynı zamanda insanlığa seslenen evrensel bir kelamdır. O, “insanlık” adına konuşur; çağlar üstü bir hitabın, zamanlar ötesi bir mesajın taşıyıcısıdır.
Ağustos 20, 2025
image_print

 

Ekonomi’nin yaratılışı aslında Yaratılış’ın ekonomisidir. “Cennetten geri çevrildik”, “ne ölümsüzlüğe ne de sınırsız doyum kaynaklarına sahibiz”; onun yerine, kıtlıklarla dolu bir yaşam, iyi olan bir şeyi seçerken kendimizi bir başka iyi şeyden mahrum bıraktığımız. Ekonominin kasveti aslında Âdem’le Havva’nın cennetten kovuluşundan sonraki durumla ilgili bir bilim oluşundan geliyor. Ekonominin Genel Prensipleri başlıklı ders kitaplarının (hemen hepsinin) ilk sayfasını ele geçiren Ekonomik Âdem ise Adam Smith.

(Marshall Sahlins, Foucault’yu Beklerken, “Âdem’in (Adam Smith) Düşüşüyle Hepimiz Günaha Girdik” s. 28)

Bir soru formatında başlığımıza aldığımız “Kur’an tarihsel, kapitalizm evrensel mi” sorusu, hem modern dünya hem de bu dünyaya angaje olmuş pek çok Müslüman bilinç için artık sorgulanacak, hesaplaşılacak bir mesele olmaktan çıkmış, sorgulanması teklif dahi edilemeyen bir amentüye dönüşmüştür. Artık dünya böyle bir soruyu bile soramaz haldedir. Bugün içinde bulunduğumuz ahval göz önünde bulundurulursa, sorulması, sorgulanması ve hesaplaşılması gereken en acil meselelerimizden birisi ise budur. İlahi olanı tarihe/bağlama hapsetmek, dünyevi olanı aşkınlaştırmak hem modernliğin hem de sosyal bilimlerin, ontolojik çarpıtmasının epistemolojik çelişkisinin ve etik ikiyüzlülüğünün belki de yüzsüzlüğünün en açık göstergesidir. Modern dünya, bir çelişki üretmektedir. İlahi olan tarihselleştirilmekte, beşerî olan aşkınlaştırılmaktadır. Kur’an’ın tarihsel oluşu vurgulanarak evrensel mesajı görünmez kılınırken; kapitalizmin tarihsel oluşu örtbas edilerek evrensel bir yapı/model gibi sunulmaktadır. Bu, yalnızca epistemolojik değil, ahlâka ve hakikat anlayışına da sirayet eden bir düalitedir. Ama bundan daha vahim olan vuku bulmuştur. Günümüz Müslüman bilinci itikadi /de jure olarak değil belki ama ameli/de facto olarak vahim olanı eyleme geçirmektedir. Aslında batı merkezli dünya bu minval üzerine gitmektedir, Müslümanlar da batıya müstağni kalmak yerine mahkûm olmayı seçmektedir. Zaten paranın satın alamayacağı şeylerin azalması veya satın alabileceği şeylerin artması da bir anlamda Kur’an’ın tarihsel, kapitalizmin evrensel olduğunun de facto itirafından ibaret değil midir? Bugün paranın satın alamayacağı şeylerin azalması, kapitalist ideolojinin kültürel dokulara nüfuz ettiğinin en görünür işaretidir. Aslında bu durum, kapitalizmin evrensellik iddiası ile ilahi olandan rol çalması gibi çok daha derin bir soruna işaret eder.

Türkiye’de Kur’an’ın tarihselliği başta ilahiyat çevrelerinde olmak üzere, çeşitli ortam ve bağlamlarda tartışıldı, konuşuldu, hakkında önemli bir literatür birikti. Konu hakkında en marjinal tezler kolaylıkla dile getirildi, yazılamayacak denilen şeyler bile yazıldı, söylendi. Peki ya kapitalizmin tarihselliği, liberal veya neo-liberal tezlerin tarihselliği? En azından Kur’an’ın tarihselliği düzeyinde tartışıldı mı? İsterseniz ilgili literatürü bir tarayın. Kur’an tarihselliği meselesi ile ilgili literatüre bir bakın, bir de kapitalizmin tarihselliği ile ilgili literatüre bir bakın. Göreceğiniz manzara, arada devasa bir fark olacaktır. (Tahsin Görgün’ün Tarihselcilik kitabı bu durumun farkında olan nadir çalışmalardandır) İlahiyat fakültelerinde Kur’an’ın tarihselliği meselesinin tartışıldığı kadar İktisat fakültelerinde kapitalizmin tarihselliği tartışılmış mıdır? Yoksa arada devasa bir fark mı vardır? Tabii Kur’an’ın tarihselliğini tartışmak çok kolay, ne de olsa arkasında küresel bir tahakküm yok. Ama kapitalizmin tarihselliğini tartışmak (hem de insanlık tarihinde bir istisna olsa da) bütün bir küresel sistemi karşına almak anlamına geliyor. Cesaret savunmasız olana saldırmak olmasa gerektir.

Seküler dünya ve bilim literatürü, kendine ait her türden kavram, teori ve olguyu evrenselleştirirken, kendisine zıt ya da muhalif her bir kavram, teori ve olguyu tarihselleştirmektedir. Liberal/kapitalist dünya tasavvurunun bir ideoloji, hem de tarihin belli döneminde, belli aktörler tarafından, tahrik ve tazyik edilerek tasarlanan bir ideoloji olduğu, Karl Polanyi’nin büyük dönüşüm adını verdiği, tarihsel bir dönüşümün sonucunda ilan edilmiş bir model olduğu tartışıldı mıdır? Modernlik karşısında duran her şeyi tarihselleştirirken nasıl oluyordu da kendisini evrenselleştirebiliyordu? Dahası buna neden, tam da bu noktadan herhangi bir itiraz yükselmiyordu? Anlaşılan o ki, Kur’an’ın tarihselliği meselesi gerçekte Kur’an’ın tarihsel ortamını, bağlamını anlamak, otantik anlamın izlerini keşfetmek meselesi olmaktan ziyade, modernliğin kendi evrenselliğini, kendisi dışında her şeyi tarihselleştirerek temellendirme stratejisinin bir parçası olmaktan bir başka bir şey değilmiş. Daha işin başında modernliğe teşne, postkolonyal amaçlara ram olmuş zihinlerin Kur’an’ın tarihselliği meselesi etrafında yaptıkları şey, modernliğin evrenselliğini tahkim etmekmiş.

Tarihsellik ve evrensellik kavramları sosyal bilimler literatüründe özellikle günümüz meselelerinin anlaşılması bağlamında anahtar kavramlardandır. Tarihsellik, bir düşünce, kurum, pratik veya metnin, tarihsel bağlama, döneme, topluma ve koşullara bağlı olarak oluşmuş ve anlaşılmış olduğunu ifade eder. Buna göre düşünmeye konu edilen varlığın, içinden çıktığı tarihsel bağlama göreli olduğunu, dönemin koşulları içinde bir anlam taşıdığını belirtir. Tarihsellik, zamanla değişebilirlik, toplumsal ve kültürel koşulların belirleyiciliği ve göreli anlam üretimini merkeze alması açısından bir olgunun, değerin ya da ilkenin mutlak ve zorunlu olmadığını ifade eder. Evrensellik ise, her zaman, her yerde ve her toplumda geçerli olduğu varsayılan, tarihin ve kültürün üstünde değerler, normlar ya da yapılar ifade eder. Bu düzlemde baktığımızda Kur’an evrensel mesajları tarihsel bağlam ve koşullar dikkate alınarak anlaşılabilir. Buna göre Kur’an tarihsel bir hitap, evrensel mesajdır. Kapitalizm ise evrensellik iddiasında bulunan ama tamamen tarihe ve dönemsel şartlara göreli bir oluşumdur.

Kapitalizm, Adam Smith’in görünmez elinden günümüz küresel piyasa düzenine kadar, evrensellik söylemiyle sunulmuştur. Ancak Karl Polanyi (Büyük Dönüşüm), Immanuel Wallerstein (Tarihsel Kapitalizm, Kapitalizmin Geleceği Var mı?), Samir Amin (Avrupa Merkezcilik Bir İdeolojinin Eleştirisi, Liberal Virüs Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaşması) gibi düşünürler kapitalizmin tarihsel olarak Batı Avrupa’da özgül koşullarda ortaya çıktığını ve küresel ölçekte yayılışının şiddet, sömürgeleştirme ve ideolojik hegemonya içerdiğini ortaya koymuşlardır. Buna rağmen, kapitalizm bir “doğa yasası” gibi sunulmakta; ekonomik rasyonalite, kültürel farklılıkların üzerinde bir “zorunluluk ilkesi”ne indirgenmektedir. Teolojinin görünmeyen tanrısı sorgulanırken, Adam Smith’in görünmeyen el’i sorgulanmamaktadır. Görünmeyen tanrı ve onun gönderdiği kitap bir mit, piyasaları “kendiliğinden” düzenleyen görünmeyen el ise “bilimsel” bir gerçek olarak kabul edilmektedir.

Bugünün ekonomi bilimine Kur’an’dan bazı ilkeler hatırlatıldığında, söylenecek ilk şey; “ama Kur’an’ın indiği dönemdeki iktisadi şartlar farklı” iddiası olacaktır. Müslümanlara hatırlatıldığında ise “o başka”, “bu başka” arasında bir yerden bizlere seslenecektir. Kur’an’a göre hareket edersek, piyasa koşullarında tutunamayız, işçilerimize hak ettiği ücreti verirsek büyüyemeyiz, infak, sadaka ve zekatımızı verirsek marjinal faydayı sağlayamayız cümleleri, piyasa, büyüme ve marjinal fayda kavramlarının artık itikadi bir amentüye dönüştüğünü, Kur’an’ın ise tarihin arkaik nesnesine dönüştüğünün itirafından başka bir şey değildir.

Kur’an’a göre hareket edersek, piyasa koşullarında tutunamayız, işçilerimize hak ettiği ücreti verirsek büyüyemeyiz, infak, sadaka ve zekatımızı verirsek marjinal faydayı sağlayamayız cümleleri salt pragmatik bir yakınma değil; aynı zamanda çağdaş Müslüman zihnin içinde bulunduğu itikadi dönüşümün itirafıdır. Kur’an’ın indiği zamandaki şartların farklı olduğu bahanesiyle vahyin evrenselliği askıya alınmakta; infak, zekât ve sadaka gibi ilkeler “duygusal ve nostaljik” bir alanın sembolleri haline getirilmektedir. Bu bağlamda modern ekonomi, yalnızca bir bilim değil, bir inanç sistemidir. Piyasa, görünmeyen bir el değil, görünmeyen bir ilâh haline gelmiştir. Marjinal fayda, seküler aklın takva ölçüsüdür artık. Büyüme ise mahşeri ertelenmiş bir kurtuluş vaadidir. Kur’an ise bu yeni inanç rejimi içinde “tarihin arkaik nesnesi”ne indirgenmiştir.

Max Weber’in Protestan Ahlakı ile başlayan kapitalist meşrulaştırma, bugün Müslüman zihin için de geçerlidir. İktisadi başarı, artık takva göstergesidir. İyi Müslüman, helal kazanan değil; çok kazanandır. Zenginlik, Allah’ın lütfu değil; iş zekâsının, becerinin, kabiliyetin ve çok çalışmanın alametidir. Paylaşmak değil; tutmak ve artırmak erdem haline gelmiştir. Kur’an ise bu nevzuhur ahlaka karşı hâlâ ısrarla şunu ifade eder: “Onların mallarında yoksulların hakkı vardır.” (Zâriyât 19) Bu ayet, bugün Müslüman ekonomistlerin elinde romantik bir ifadeye, Müslüman iş adamlarının elinde ise maliyet analizine dönüşmüştür. Artık hak değil; bağış söz konusudur. Hakkı vermek zorunluluktu; bağış ise bir “lütuf”tur.

Kur’an, ne bir tarihsel belge ne de soyut bir ahlak kitabıdır. O, iktisadi, sosyal ve siyasal alanları da kuşatan kapsayıcı bir hayat düzeni önerir. Bugün Müslüman zihin, bu düzeni terk etmiş; yerine modern iktisadın yeni amentüsünü benimsemiştir. “Piyasa yanılmaz. Büyüme gereklidir. Marjinal fayda esas olandır.” Oysa bu yeni amentü, insanı yalnızlaştırmakta, adaleti metalaştırmakta ve Kur’an’ı “başka bir zamana” havale etmektedir. Artık bambaşka, yeni bir iktisat inşa etmemiz gerekiyor. Ancak yeni bir iktisat, yeni bir tevhid gerektirir. Yeni bir tevhid ise zekâtı yük değil hak, infakı zarar değil rahmet, adaleti hayal değil zulmü muhal olarak gören bir akıl inşa etmelidir.

Kapitalizmin evrensellik iddiası neyse ki çok sınırlı da olsa, bilhassa postkolonyal düşünürlerce tartışmaya açılmıştır. Bu minvalde mesela Dipesh Chakrabarty Avrupa’yı Taşralaştırmak adlı eserinde kapitalizmin evrensellik iddiasını ve bu iddianın arkasındaki tarihsel ve epistemolojik varsayımları tartışmaktadır. Chakrabarty, Avrupa-merkezli tarih yazımının ve modernlik anlatısının, kapitalizmi aşkın ve evrensel bir yapı olarak sunduğunu, ancak bu yaklaşımın tarihsel farkları, kültürel özgünlükleri ve kolonyal şiddeti bastırdığını savunur. Chakrabarty’ye göre kapitalizm, Batı’nın özgül tarihsel bağlamında ortaya çıkmış bir olgu olmakla birlikte, Avrupa düşüncesi kendisini evrenselleştirerek diğer tüm tarihleri kendi gelişim çizgisine tabi kılmıştır. Kapitalizm, modern düşüncenin en köklü anlatılarından biri olarak, çoğu zaman evrensel, kaçınılmaz ve gelişimin doğal sonucu olan bir yapı gibi sunulmuştur. Bu hikâye, Batı dışı toplumların tarihlerini “gecikmişlik”, “eksiklik” ve “yetersizlik” terimleriyle tasvir ederken, Avrupa’yı evrensel tarihin normatif modeli hâline getirmiştir. “… tarih, kapitalizme geçişin her yerde ve her zaman zaruri kıldığı bir bekleme odası olarak anlaşılmaya devam edecektir” (s. 118) Chakrabarty’nin Avrupa’yı Taşralaştırmak adlı eseri, bu anlatıyı radikal biçimde sorgulayan bir postkolonyal müdahale olarak dikkat çeker.

Chakrabarty, kapitalizmin ve modernliğin evrensel olmadığını, aksine tarihselliği ve kültürel bağlamı bastırarak kendini doğallaştırdığını savunur. Çünkü “Küresel erişime sahip olsa bile hiçbir tarihsel sermaye biçimi evrensel olamaz.” (Avrupa’yı Taşralaştırmak, s. 125) Ayrıca, “Sermaye felsefi-tarihsel bir kategoridir; tarihsel fark sermayeye dışsal olmak bir yana onun kurucu öğesidir. … evrensel olan, ancak bir vekil ya da tikel tarafından talepkâr ve egemen bir jestle yeri gasp edildiğinde kaypak çerçevesi kabaca görünür olan boş bir konumdur” (s. 125) “Sermayenin küreselleşmesi sermayenin evrenselleşmesiyle aynı şey değildir.” (Avrupa’yı Taşralaştırmak, s. 126)  Chakrabarty’nin temel argümanı, Avrupa’nın kendi tarihsel deneyimini insanlığın normatif tarihsel güzergâhı olarak sunduğu yönündedir. Bu modelde tarih, Rönesans, Reform, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi gibi belirli aşamalardan geçerek modern devlete ve kapitalist üretim biçimine ulaşır. Bu çizgi dışındaki tüm tarihsel deneyimler “henüz oraya varamamışlık”la, bir tür “geri kalmışlık”la tanımlanır. Chakrabarty, bu yaklaşımı “evrenselliğin metafiziği” olarak adlandırır. Bu metafiziksel yapının kurucu unsuru ise kapitalizmdir. Kapitalizm, bu bağlamda yalnızca bir ekonomik sistem değil, aynı zamanda bir zaman ve tarih rejimidir. Avrupa-merkezli anlatıda kapitalizm, her toplumun kaçınılmaz olarak geçeceği bir aşama, tarihin teleolojik zirvesi olarak sunulur. Oysa Chakrabarty’ye göre bu yaklaşım, diğer tarihsel deneyimlerin özerkliğini, farkını ve anlamını iptal eder.

1.Wright Mills, Sosyolojik Tahayyül adlı eserinde sosyal bilimlerin, “bilimsel” oldukları kadar ahlaki, düşünsel olduğu kadar da siyasi olduğunu ifade eder. Çeşitli sosyal bilim ekollerinin problem ve yöntemleri üzerinde bir yargıda bulunabilmek için siyasi meselelerde de bir karara varmak gerekiyor. “…çünkü bir problemi ifade edebilmek bunun kimin problemi olduğunu da bilmeyi gerektirmektedir.” (Sosyolojik Tahayyül, s. 105) Kur’an’ın tarihselliği meselesi kimin problemidir, kapitalizmin evrenselliği kimin problemidir? Mevzu ile mevzi kelimeleri arasındaki etimolojik ilişki bize neyi konu ettiğimizin, bulunduğumuz konumla derin bağları olduğunu gösterir. “Hayatını toplumu incelemek ve bulgularını yayımlamakla geçiren herkes, bunu istesin ya da istemesin, farkında olsun ya da olmasın, aynı zamanda hem ahlaki hem de büyük oranda siyasi bir eylemde bulunmaktadır. Asıl mesele, bu gerçekle yüzleşerek kendi kararlarını bilinçli bir biçimde kendisi mi veriyor, yoksa bu gerçeği hem kendisinden hem de başkalarından saklayarak ahlaki yönden bilinçsizce sürükleniyor mu bununla ilgilidir. Günümüzde Amerika’daki birçok sosyolog -belki de hemen hemen hepsi demeliyim- siyasi açıdan ister istemez liberal bir konumda bulunmaktadır. Her tür tutkulu adanmışlığa karşı duyulan genel korkuya uyup gitmektedirler. ‘Değer yargısında bulunulmasından’ yakınan bazı kimselerin gerçekten talep ettiği şey de ‘bilimsel nesnellik’ değil, işte budur.” (Sosyolojik Tahayyül, s. 109) Buna göre kapitalizmin evrenselliği tezinin bilimsel nesnellik altında talep ettiği şey, bir tarihsel kategori olarak kapitalizmi her türlü tartışmalı zeminden azat etme girişimidir.

Kur’an’ın tarihselliği tartışması, yalnızca bir metin yorumu problemi değildir; aynı zamanda otorite, tarih, ilahi hitap ve toplumsal iktidar arasındaki ilişkilerin belli bir konumdan okunuşudur. Bu mesele, salt bir tefsir meselesi olarak sunulduğunda, onu yorumlayanların hangi toplumsal konumdan (mevzi) hareket ettiği sıklıkla göz ardı edilir. Oysa Mills’in uyarısı tam da buraya dikkat çeker. Problemin ifade edilişi, onun kimin problemi olduğuna, yani hangi mevziden (konumdan) bakıldığına bağlıdır. Bu çerçevede Kur’an’ın tarihselliği tartışması, modernleşmeyle yüzleşen İslam toplumlarının kendi epistemik öznelliklerini kurma mücadelesi olarak da görülebilir. Kur’an’ın tarihselliğini savunan veya reddeden yaklaşımlar, sadece metne dair değil, aynı zamanda modernliğe, otoriteye ve toplumsal dönüşüme dair siyasi ve ahlaki kararlar içermektedir. Bu kararlar, araştırmacının “sosyolojik tahayyülünü” nasıl yapılandırdığına göre biçimlenir.

Mills’in “sosyolojik tahayyül” çağrısı, araştırmacıyı yalnızca gözlemleyen değil, kendi ahlaki ve siyasi konumunu da hesap veren bir özne olarak düşünmeye zorlar. Kur’an’ın tarihselliği ya da kapitalizmin evrenselliği gibi meseleler, bu hesaplaşmanın doğrudan örnekleridir. Bu meselelerin kim için sorun, kim için çözüm olduğu; kimin adına, kim için konuşulduğu; konuşanın nerede durduğu gibi sorular, her türlü bilimsel faaliyetin merkezine yerleştirilmelidir. Bilimsel nesnellik, konumsuzluk değil; konumun farkındalığıdır. Bu nedenle, “tutkulu adanmışlıktan” korkmayan, hakikati bir konumdan dile getiren, hem düşünsel hem ahlaki hem de siyasi olarak sorumluluk üstlenen bir sosyal bilim tahayyülüne her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Kapitalizmin evrenselliği fikri, modern dünya tahayyülünün temel bir sütunudur. Ancak Dipesh Chakrabarty’nin ifadesiyle Avrupa’yı taşralaştırmak, yani Batı-merkezli evrensellik iddialarını sorgulamak, kapitalizmin yalnızca ekonomik değil, tarihsel ve kültürel olarak konumlanmış bir sistem olduğunu ortaya çıkarır. Kapitalizmin evrenselliği, kimin tarihidir? Kim için evrensel bir çözüm, kim için bir krizdir? Mills’in çizdiği çerçevede kapitalizmi analiz etmek, yalnızca iktisadi değil, aynı zamanda siyasi ve ahlaki bir konum alış içerir. Kapitalizmin “doğal” bir durum olarak değil, belirli toplumsal ilişkilerin sonucu olarak sunulması, araştırmacının mevzisinin (konumunun) açıklığıyla doğrudan ilişkilidir. Kapitalizmi evrensel bir model olarak kabul eden her analiz, farkında olmadan ya da bilinçli bir biçimde, belirli bir ideolojik çerçeveyi yeniden üretir. Araştırmacı özne, burada da ya bu gerçeğin farkındadır ve sorumluluğunu üstlenmiştir ya da bu gerçeği “bilimsel nesnellik” adına gizleyerek siyaseten edilgin bir konum alır.

Kur’an tarihsel bir hitaptır; fakat onun mesajı evrenseldir. Kapitalizm evrensel bir yasa değil; belirli bir tarihsel, kültürel ve ideolojik bağlamın ürünüdür. Hatta tarihin doğal bir sonucu da değildir. Bilakis tazyik ve tahrik edilerek ortaya çıkmış, tahakküm ederek yerleşmiş bir ekonomi modelidir. Modernliğin epistemik çelişkisi, bu iki yapıyı yer değiştirerek sunmaktır. Bu çelişki yalnızca akademik bir mesele değil, aynı zamanda Müslümanların ontolojik duruşunu, ibadet biçimlerini, emek ve zaman ilişkisini, kutsal ile dünyevi arasındaki dengeyi belirleyen hayati bir kriz alanıdır. Bu nedenle “Kur’an tarihsel, kapitalizm evrensel mi?” sorusu artık sorulamıyorsa, bu yalnızca bir entelektüel korkaklık ya da yüzsüzlük değil; aynı zamanda kutsalı inkâr, ahlaki kayıtsızlık ve epistemolojik tahakkümün vuku bulduğu anlamına gelir.

Kapitalizm, modernitenin doğurduğu tarihsel bir hadisedir; somut bir zaman-mekân içerisinde ortaya çıkmış ve hâlen gelişmekte ve dönüşmekte olan bir süreçtir. Avrupa’da 16. ve 17. yüzyıllarda sermaye birikimi, sömürgecilik ve ticaretin dönüşümüyle doğmuş, Aydınlanma’nın ilerleme mitiyle güçlenmiş bir sistemdir. Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm eserinde belirttiği gibi, kapitalizm doğallık değil, “piyasa toplumu” fikrinin icadıdır. Yani insanlık tarihi kapitalizmle başlamamış, kapitalizm bir tür tarihsel sapma olarak ortaya çıkmıştır. Oysa Kur’an, evrensel bir hitap olarak zamanları aşan bir çağrıdır; tarihin içine konuştuğu kadar tarihin ötesine de yönelir. Kapitalizm, bir tarihsel dönemin ve sınırlı bir kültürün ve tarihin doğurduğu ve inşa ettiği iktisadi-toplumsal bir rejimdir. Dahası Georges Bataille’nin yerinde ifadesiyle sermayenin üzerindeki “lanetli pay”dır. Evrensellik iddiası, onun tarihselliğini perdelemek için inşa edilmiştir. Kur’an ise hakikati zamanlar ötesinden dile getiren bir çağrıdır; evrenselliği, hem ontolojik hem epistemolojik hem de ahlaki düzeyde temellenmiştir. Modern düşünce, zamanı doğrusal bir çizgi, ilerlemeyi kaçınılmaz bir kader ve insanı tarih yapan bir özne olarak kavradı. Kapitalizm bu düşüncenin ekonomik rejimi, modernleşme ise onun sosyolojik kisvesi oldu. Oysa her tarihsel hadise, kendi bağlamına, sınırına ve sürekliliğine sahiptir. Kapitalizm bir “tarihsel durum”dur; onun evrensel sayılması, ideolojik bir yanılsamanın ürünüdür. Öte yandan Kur’an, yalnızca tarihsel bir döneme inmiş bir metin değil, aynı zamanda insanlığa seslenen evrensel bir kelamdır. O, “insanlık” adına konuşur; çağlar üstü bir hitabın, zamanlar ötesi bir mesajın taşıyıcısıdır.

 

Prof. Dr. Mehmet Ulukütük

Mehmet Ulukütük. Bursa Teknik Üniversitesi'nde akademisyen. Felsefe, sosyoloji, ilahiyat ve edebiyat kavşağında çalışıyor. Evli ve iki çocuk babası.
[email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.