Komünizm kelimesi, insan siyasetine ait bir sancak gibi tarih boyunca sürüklenmiştir. Oysa Latince kökeni olan communis, “herkese ait, paylaşılan” anlamına gelir. Marx ya da Lenin’den çok önce bu, bir ideoloji değil, varoluşun bir hâliydi. Yaşayan her şey, bir tür birlikteliğe katılır.
İnsan merkezli anlatıları bir kenara bıraktığımızda, komünizmin kök anlamı temel bir gerçeği açığa çıkarır: Yaşamın kendisi müşterektir.
Yaşayan Ortak Alanlar
Yeryüzündeki her organizma, başkalarıyla kurduğu ilişkilere bağlıdır. Yalnızca bedeninizde, bakteriler, mantarlar ve arkeler dâhil olmak üzere 100 trilyondan fazla mikroorganizma yaşar; bunlar, insan hücrelerinizden sayıca fazladır ve sağlığınızı, sindiriminizi, hatta bilişsel işlevlerinizi destekler (Sender ve diğerleri, 2016; Gilbert, Sapp ve Tauber, 2012). Onlar olmadan, birkaç gün içinde yaşamınızı yitirirdiniz. Bu durum gezegen ölçeğinde de geçerlidir: toprak mikrobiyomları tarımı mümkün kılar; mercan simbiyozu okyanus yaşamını sürdürür; ormanların ve planktonların toplu solunumu ise atmosfer dengesini korur.
Bu mecazi değil, biyolojik bir komünizmdir: canlı sistemler arasında enerji, madde ve anlamın paylaşımı. Dünya, karşılıklı alışverişlerden oluşan bir ağdır. Yerli akademisyen Robin Wall Kimmerer’in insanlarla canlılar dünyası arasında “karşılıklılık antlaşması” olarak adlandırdığı şey budur (Kimmerer, 2013, s. 383). Yaşam önce rekabet edip sonra iş birliği yapmaz; aksine, karmaşıklık işbirliği temelinden doğar (Margulis ve Sagan, 1995).
Antroposentrik Komünizm: Büyük İndirgeme
Peki, bu gerçeği nasıl gözden kaçırdık? 19. yüzyıl Avrupa’sında Marx ve çağdaşları komünizmi tasavvur ederken, onu Batı sanayi uygarlığının merceğinden gördüler ve insan sömürüsünü düzeltmenin bir yolu olarak değerlendirdiler. Bunu yaparken Marx, Courtney Martin’in (2016) “indirgemeci baştan çıkarma” dediği tuzağa düştü: canlılar dünyasını insan sistemlerine indirgemek ve yalnızca bu sistemlerin zararı onarabileceği düşüncesine kapılmak. Sınıf mücadelesine dair analizi güçlüydü, ancak insan âleminin sınırları içinde kaldı; işçiyi özgürleştirmeyi amaçladı, ancak Dünya’yı değil. Dünya’nın kendisi dışsallaştı, varoluşta bir ortak olmaktan ziyade yönetilecek bir kaynak hâline geldi.
Bu, antroposentrik tuzaktır: adaletin, mülkiyetin ve topluluğun yalnızca insan dünyasında var olduğuna dair inanç. Bu bakış açısında, “ortak alan” orman, nehir ya da mikorizal ağ değil; tarım arazisi, fabrika ya da pazar hâlini alır. Yaşayan dünya kenara itilir, “doğal kaynaklar”a indirgenir.
Yerli felsefeler bu ayrımı her zaman reddetmiştir. Haudenosaunee (İrokua) halkı “tüm ilişkilerimiz”den söz eder; Māori etiği whanaungatanga, yani akrabalık ve ilişkisel sorumluluğa odaklanır; Sámi ren geyiği çobanları ise toprak ve yaşamı siida, yani paylaşılan bir varoluş biçimi olarak tanımlar (Coulthard, 2014; Kimmerer, 2013; Mustonen, 2019). Bunlar ilkel komünizmler değil, mülkiyete değil karşılıklılığa dayanan yaşayan yönetişim sistemleri olan ekolojik komünalizmlerdir.
Gezegensel Bir Tanıma Doğru
Latince köklerine dönersek, “erant illis omnia communia” — yani “her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı” (Elçilerin İşleri 4:32) ifadesine rastlarız. Bu, insan toplumundan çok daha derin bir ilkeye işaret eder: varoluşun kendisinin ilişkisel olduğunu kabul etmek. Yaşam, ayrı bireylerin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir yığın değil; türler, öğeler ve güçler arasındaki sürekli iş birliğinin sonucudur. Biyolog Lynn Margulis’in (1998) ileri sürdüğü gibi, evrimin kendisi rekabetin değil, simbiyozun tarihidir.
O hâlde, yeniden düzenlenmiş bir tanım şöyle olabilir:
Komünizm (21. yüzyıl tanımı): Yaşayan Dünya içerisindeki karşılıklı bağımlılığın doğal durumu; tüm varlıkların, varoluşu sürdüren enerji, madde ve bakım alışverişine katıldığı hâl. Hiçbir yaşam biçiminin, varlığın ortaklığı dışında gelişemeyeceğini kabul eder.
Böylesi bir çerçeveleme, insan ile insan ötesi dünyalar arasındaki sahte ikiliği ortadan kaldırır. Mülkiyeti koruyucu sorumluluk, emeği katılım, zenginliği ise bütünün canlılığı olarak yeniden tanımlar.
Sözcüğü Geri Kazanmak
Bugün komünizmden bahsetmek, başarısız bir siyasal sistemi diriltmek değil; unutulmuş bir hakikati geri kazanmaktır. Dünya’nın kendisi komünisttir — bir ideoloji olarak değil, bir yapı olarak. Mikrobiyal ekolojilerden atmosferik düzenlemeye kadar her şey, yaşamın ortaklığına dayanır.
O hâlde adil yaşamak, ortak yaşamak demektir. Zorlama ya da uyum yoluyla değil; içinde yaşadığımız ortak sistemlerin sağlığının, hayatta kalmamızın koşulu olduğunu fark ederek. Bu farkındalık olmadan her devrim eksik, her adalet yarım kalır.
Referanslar
Coulthard, G. S. (2014). Red Skin, White Masks: Rejecting the Colonial Politics of Recognition (Kızıl Ten, Beyaz Maskeler: Sömürgeci Tanıma Politikasını Reddetmek). University of Minnesota Press.
Gilbert, S. F., Sapp, J., & Tauber, A. I. (2012). A symbiotic view of life: We have never been individuals (Yaşama Simbiyotik Bir Bakış: Asla Birey Olmadık). The Quarterly Review of Biology, 87(4), 325–341.
Kimmerer, R. W. (2013). Braiding Sweetgrass: Indigenous Wisdom, Scientific Knowledge, and the Teachings of Plants (Tatlı Ot Örgüsü: Yerli Bilgelik, Bilimsel Bilgi ve Bitkilerin Öğretileri). Milkweed Editions.
Margulis, L., & Sagan, D. (1995). What Is Life? (Yaşam Nedir?) University of California Press.
Margulis, L. (1998). Symbiotic Planet: A New Look at Evolution (Simbiyotik Gezegen: Evrime Yeni Bir Bakış). Basic Books.
Martin, Courtney. (2016). The Reductive Seduction of Other People’s Problems (Başkalarının Sorunlarının Azaltıcı Cazibesi). Bright Magazine.
Mustonen, T. (2019). Reclaiming the Indigenous Arctic (Yerli Arktik’i Geri Kazanmak). Ambio, 48(1), 1–11.
Sender, R., Fuchs, S., & Milo, R. (2016). Revised estimates for the number of human and bacterial cells in the body (İnsan ve Bakteri Hücrelerinin Sayısı Üzerine Revize Edilmiş Tahminler). PLoS Biology, 14(8), e1002533.
Kaynak: https://www.resilience.org/stories/2025-10-21/lets-talk-about-communism/