Türkiye’de müzik ve toplum ilişkisi bakımından 90’lı yılların özellikle etnik arayışlara kapı araladığını söylemek mümkün. Buna bağlı olarak daha evvelki yıllarda TRT’de temsiliyet bulan “Karadeniz Müziği”nin de yeniden biçimlenmeye başladığını, resmi sunumun görünmez kıldığı bir başka öykünün varlığının kendisine yaşama alanı açmaya başladığını görürüz. Kazım Koyuncu ve Birol Topaloğlu bu “gayrı resmi” müzik havzasını yeniden biçimlendiren iki önemli isim.
Koyuncu kentin, Topaloğlu kırın belleğini müziğe taşıdı
Topaloğlu, Karadeniz’in derinliklerinde duran “Laz müziği”nin -tam kaybolmaya ve unutulmaya doğru hızla evrilirken- otantik halini son temsilcilerinden devralıp kayda geçirirken, Koyuncu bu müziğin modern yorumu konusunda kıymetli bir örneklem ortaya koyarak sonraki kuşaklara ufuk açıcı bir birikim bıraktı. Bir anlamda Birol Topaloğlu kırın, Kazım Koyuncu ise kentin belleğinden hareket etti de denilebilir. “Kentin belleğinden” diyorum çünkü Koyuncu’nun ilk çalışmaları bütünüyle kent, modernleşme ve modernleşirken onun ürettiği meselelere dair itirazlarda bulunan rock müzikten beslenerek Türkiye’de daha evvel kimsenin yapmaya yönelmediği yeni bir müzikal dil ortaya koydu. Yani “Lazca rock müzik” yapmak gibi kendisinden öncesi olmayan bir deneyimden bahsediyoruz.
Kır merkezli bir toplumsal kümeye, kent merkezli bir müzik türü üzerinden seslenmenin karşılığı olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu biçiminde ele alınmaya müsait gözükse de bunun büyük bir özgüven içerisinde sergilenmesi yine de manidardır. Ki bu özgüven kendisinden sonra gelecek olan benzer üretimlere büyük bir kapı araladı. Daha, solo albümler yapmadan evvel “etnik-rock” türünde değerlendirebileceğimiz grupları (Mehmedali Barış Beşli ile beraber Mart 1993 tarihinde kurdukları) Zuğaşi Berepe bu anlamda salt Laz müziği içerisinde özel bir önem taşımakla beraber Türk rock tarihi açısından da kendisine çoktan bir başlık açmıştı bile.
Lazlar için lazca rock müzik yapmak
Ben Zuğaşi Berepe’yi ilk önce 1998 yılına ait bir müzik dergisinden, Müzikalite’den öğrendim. Müzikalite Ankara’da çıkan bir dergi idi ve ben düzenli biçimde her sayısını alıyordum. Derginin 5.sayısında grupla bir söyleşi yayınlandı. Söyleşinin tam başında “Zuğaşi Berepe” ve parantez içinde “Denizin Çocukları” yazıyordu. Söyleşide, yaptıkları müziğin bölgede bir karşılığının bulunup bulunmadığı sorusuna verilen cevap önemliydi: “Bizi biliyorlar; ancak çok fazla dinlemiyorlar. Daha çok kentli lazlar ve genç kuşak dinliyor bizi. İsterdik ki her laz evinde, bir Zuğaşi Berepe albümü olsun. Çünkü, daha çok onlardan besleniyoruz. Bu yaklaşımlarını da yadırgamıyoruz. Yine kulakla ilgili bu. Halkımızın kulağına çivi soktuk” (Müzikalite dergisi, Kış 1998, Sayı 5). Bu söyleşi ile beraber Zuğaşi Berepe de artık benim ilgi alanıma girmiş oldu. İlk kasetlerinden itibaren bütün çalışmaları -hatta sınırlı sayıda basılan bir konser kaydı dahil- grubun bütün üretimleri arşivimdeki yerini aldı.
Ancak Kazım Koyuncu’nun çok daha geniş kitleler tarafından tanınması grubun 1998’de dağılması ardından ortaya koyduğu solo albümleri ile biçimlendi diyebiliriz. İlk solo çalışması “Viya” bu açıdan bir eşik. Bu albümü ile ilgili bir söyleşide Koyuncu’nun “Peki şarkıların lazların hoşuna gitti mi?” sorusuna verdiği cevap 1998 yılında grup iken verilen cevabın devamı gibidir adeta. Şöyle diyor orada Koyuncu: “Sanırım Türkçe müzik yapsam çok daha mutlu olurlardı. Hatta popüler, saçma sapan bir şeyler yapsaydım, belki coşkuyla karşılarlardı.” (Öküz dergisi, Ekim 2001, Sayı 10). Buradan şunu anlamak mümkün ki Kazım Koyuncu aslında yaptığı müzik ile başlangıçta çok büyük bir algıyı kırmak durumunda kalıyor.
“Gülbeyaz” dizisiyle gelen popülarite
Bu algının kırılmasında Koyuncu’nun taviz vermeyen tutumu yanında yaptığı müziği sıra dışı bulan televizyon dizilerinin ilgi göstermeye başlamasının da etkili olduğunu iddia etmek mümkün. Özellikle “Gülbeyaz” isimli televizyon dizisinde enstrümantal olarak kullanılan şarkıları… Yine dizi için Şevval Sam ile beraber seslendirdikleri birkaç şarkısı ardından Koyuncu’yu artık bütün Türkiye tanımaya başlıyor. Gerçi benim için o ta başından, Zuğaşi Berepe’den itibaren kıymetli ve özgün bir alan aralamıştı kendisine ama bu dizi müzikleri sayesinde kazandığı tanınmışlık, müziğe tutkuyla emek vermiş ve ahlaki pozisyonunu korumayı başarmış modern bir ozanın hak ettiği bir durumdur her şeyden evvel. Bir andaki tanınma karşısında O’nun, popüler kültürle bezeli yalan dünyaya ait olmadığını ise sadece kot montuna bakarak anlamak mümkün. Ben şahsen ürettikleri yanı sıra popüler kültürün bir nesnesi olmaya karşı naif kişiliği ile beraber taviz vermez tutumunun da çok kıymet taşıdığını, bir rol model geliştirdiğini düşünmüşümdür her daim.
Müzikal anlamda olgunluk döneminin başında kaybettiğimiz bir sanatçı için merak ettiğim ilk konu her zaman, “bundan sonra yapacağı albümlerde ne tür çalışmalar dinleyecektik” sorusudur. Karadeniz müziğinin modern zamanlardaki öncü isimlerinin başında gelen Kazım Koyuncu gerek Zuğaşi Berepe ve gerek solo albümleri ile hatırı sayılır bir müzikal birikim bıraktı geriye. Bu birikim müzikal olarak hem ona bir alan araladı hem de ondan sonraki müzisyen kuşağına çok kıymetli bir deneyim gösterdi.