Türkiye’nin ekonomik değişimlerinin de müzik üretimini içerik ve teknik olarak etkilediğini söylemek pekala mümkün. Özal dönemi politikalarıyla 1980 öncesinin koşullarından hızla uzaklaşan “yeni Türkiye”nin müziği de buna paralel olarak 70’lerden farklılaştı. Dünyaya açılan Özal Türkiye’sinin imkanları sayesinde müzik stüdyolarına yeni, kaliteli aletlerin girmesi ile saundun değiştiği, duyumun zenginleştiği görülecektir.
Önemli farklardan birisi de canlı müzik icra alanı olarak 1950’lerden 1970’lerin sonuna uzanan gazinoların bu dönemde işlevini yavaş yavaş kaybetmesidir. Kalabalık orkestralar, büyük mekanlar ve ardı ardına sahneye çıkan sanatçılar yerine Özal döneminde “tavernalar”ın daha etkili olduğunu söyleyebiliriz. Gazinolardaki bu gösterişli ve izleyici için aynı zamanda pahalı ortama göre çok daha “işlevsel” imkanlara evrilen küçük ve adına “taverna” denen mekanlarda bir piyano ile saatler boyu tek başına program yapabilen yeni nesil sunumlar çıkar karşımıza. Kuşkusuz bu sunumun öncü ismi Ferdi Özbeğen.
Nurdan Gürbilek özellikle 80 sonrasının Türkiye’sine yönelik çözümlemelerini içeren kitabı “Vitrine Bakmak”ta o yıllar için hem özgürleşmenin hem de uygulanan sıkıyönetim ve devletin bütün aygıtları ile toplum üzerinde kurduğu otoritenin bir aradalığından bahseder. Bir tarafta yasaklar varken, bir tarafta toplum artık özellikle medya üzerinden daha evvel konuşamadığı meseleleri ifşaya yönlendirilmektedir aynı zamanda.
Ancak 1980 sonrasının en önemli özelliğinin, 70’ler boyu toplumsal travmalar ve acılar yaşamış ülke insanının hem geçmiş trajedilerini iyileştirmek hem de normalleşmek adına gösterdiği performans olduğunu söyleyebiliriz. Bu toplumsal performansın en simgesel mekânı ise bahsi geçen “taverna”lardır. 70’lerin ışıltılı gazinoları yavaş yavaş işlevselliğini kaybederken tavernalar tam da 80’li yılların özellikleri ile donanmış gibidir. Eğlenebilmek için gidilen pahalı gazinolara karşı tavernalar hem ucuz hem de icra edilen müzik daha az maliyetlidir. Tıpkı Özal’ın Türkiye’yi ve toplumu 70’lerin despotik devlet anlayışından kurtarıp, her şeyin bir kolayını bulması gibi müzik sektörü de 80’lerde buna bir yanı ile uyum gösterdi. Dolayısıyla tavernalar, gazinolara göre daha gösterişsiz ve küçük mekanlar olarak yeni zamanların gözde eğlence adresleri oldular. Dijital bir mantıkla hafızasında kayıtlı seslerin hepsini çıkartabilen, farklı farklı ritmleri bulunan, bir tek kişinin kolayca kullanabileceği alet biçimindeki orglar 80’lerin gözde müzik enstrümanlarıydı artık.

Ve Cengiz Kurtoğlu
1980 sonrası, 70’lerin şiddet ile iç içe geçmiş acılarını iyileştirmek ve normalleşmek için özdeşlik kurulan sanatçıların başında Cengiz Kurtoğlu gelir. Her ne kadar ilk kasetini 1984 yılında yayınlasa da (Sen Sözden Anlamaz Mısın, Özer Plak) O’nu geniş kitlelere taşıyan çalışmasının “Unutulan” olduğunu belirtmek gerekli. 1986 yılında yayınlanan bu kaset baştan sonra hüzün ve baştan sona melankoli ile donanmış, duygu tonu çok yüksek bir albüm olarak o zamanlardan günümüze bir başyapıt halinde kıymetini hep korudu. Cengiz Kurtoğlu’nun müzikal kimliğinin şekillenmesinde kuşkusuz İstanbul sürecinden evvel memleketi Arhavi’de solistliğini yaptığı “Ciha Dağı Efsanesi” adlı grup vardır. M.Kemal Özyurt’un arhavizyon.com’daki çok önemli yazısından öğrendiğimiz kadarı ile 1974 yılında kurulan grup Arhavi’den Trabzon’a kadar düğünlerde ve özel günlerde aranan nitelikli bir orkestradır. Zaman zaman elemanları değişmekle birlikte 1984 yılına kadar solistliğini Cengiz Kurtoğlu’nun yaptığı bu grubun güncel Batı müziğinden Anadolu Pop’a, farklı türlerde sahne performansı sergilediklerinden bahsediyor Özyurt.
Anadolu’nun hemen bütün şehirlerinde böyle grupların varolduğunu biliyoruz. Ve bu gruplardan, günümüz Türk müziğinin farklı icra türlerine önemli katkılar sunmuş sayısız müzisyenin çıktığını da.. Bas gitar, bateri, elektro gitar ve klavyeden oluşan bu tür grupların 1980’lerin başlarına kadar, kent merkezlerinden köylere, toplumun eğlence ihtiyacını gideren son orkestralar olduğunu söylemek mümkün. Teknolojinin imkânları gelişmeye ve ritm box’lar çıkmaya başlayınca bu gruplar da müthiş bir dönüşüm geçirmek zorunda kaldılar. Ciha Dağı Efsanesi grubu da değişim yaşayarak 80’lerin başına org ve gitar ikilisi halinde girdi. Kemal Özyurt gitar çalarken, Cengiz Kurtoğlu hem klavyededir hem de solist. İşte bugün Cengiz Kurtoğlu gibi devasa ismin ortaya çıkışının tarihsel köklerini bir bakıma, 1980’lerin başında dönüşüm geçirmiş Ciha Dağı Efsanesi grubunun deneyiminde aramak lazım. Kurtoğlu 1984 yılında bu işin merkezi İstanbul’a gitme kararı alınca zaten, O’nu geniş kitlelere taşıyan sürecin kapısı da aralanmış oluyordu.
2 Milyon Satan Kaset
80’lerin ilk yarısı müziğimiz adına genel anlamda durağan yıllar olmasına karşın özellikle ortalarından itibaren çok önemli çalışmaların sunulduğunu görürüz. Bu hem arabesk, hem Türk pop müziği hem de Türk sanat ve halk müziği için geçerli. Bir bakıma 70’lerdeki Anadolu pop/rock deneyiminin, Gencebay’ın getirdiği açılımın geç kalmış uzantıları biçimindedir 80’ler. Tabi, yazının başında belirttiğimiz gibi o yıllar arayışların ve baskıların bir arada yaşandığı zamanlardır.
Bahsettiğimiz ortam içerisinde “Sen Sözden Anlamaz Mısın” (1984) kasetini yayınlayan Kurtoğlu’nun bu çalışması günün popüler şarkı ve türkülerinden meydana gelir. Dolayısıyla özgün karakter taşıyan bir çalışma olmadığını hemen belirtelim. O özgünlük 1986 yılında çıkan “Unutulan” ile başlar. “Unutulan” kasetindeki şarkıların aranjeleri Metin Alkanlı’ya ait. 70’li yıllar dahil olmak üzere 80’leri de için alan zaman diliminde yayınlanmış birçok albüme orkestrasyon mantığı ile kimlik vermiş olan Alkanlı’nın, “Unutulan”ndaki aranjeleri için “Kurtoğlu’nun sesinin naifliğine uygun, abartısız bir form üretmiştir” diyebiliriz. Bir bakıma elektro gitar ve orgun birlikteliğinden meydana gelen Ciha Dağı Efsanesi’nin son dönemindeki sentezin uzantısı gibidir “Unutulan”da elde edilen saund.

Ancak bu albümde bir araya getirilen repertuarın da en az ortaya çıkan naif aranjeler kadar etkili olduğu tartışma götürmez. Selami Şahin, Selahattin Cesur, Selahattin Sarıkaya, Rıfat Şanlıel, Suat Sayın, Burhan Bayar ve Cengiz Coşkuner gibi Türk müziğinin modern yorumlarına sayısız besteler vererek katkı sunmuş isimlerin eserleri vardır çünkü. Özellikle Coşkuner’in “Gelin Olmuş Gidiyorsun”, “Duvardaki Resim” şarkıları birer başyapıttır. Aynı şekilde “Önce birkaç damla yaş gözlerimden süzüldü” sözleri ile başlayan ve kasete ismini veren “Unutulan” şarkısı da unutulmaz eserler arasındadır. Kurtoğlu’nun sonraki çalışmalarında ismine rastlayamadığımız ve 70’li yıllarda Arhavi’deki orkestralarda zaman zaman solistlik yapan Cabir Özkazanç’ın (M.Kemal Özyurt’un ilgili yazısından) bestesi olan bu şarkı 80’li yıllarda ve hatta 90’larda gençlik dönemini yaşamış milyonların duygularıyla özdeşleşen klasik bir eserdir. Unkapanı’nın önemli söz yazarı Ahmet Selçuk İlkan’ın aynı zamanda kendi bestesi olan “Liselim” de öyle.
“Unutulan” kaseti tam 2 milyon adet sattı. Çocukluğu ve gençliği 1980’li yıllarda geçip de bu şarkıyı dinlemeyen adeta yok gibidir. 70’lerin toza dumana karışmış heyulası içerisinde kendi acılarını yaşayamamış, murad ettiği ve her okul çıkışı yolunu lise önünde gözlediği yavuklusuna duygularını bir türlü açamamış, hislerini anlatabilmenin yollarını bulamamış, bu yüzden gece sabahlara kadar gözüne uykular girmemiş milyonlarca taşralı çocuğun tercümanı olan bu şarkılar kuşaklar üzerinde öyle bir iz bıraktı ki, kaybetmenin, tutunamamanın, kenarda kalmanın resmi marşı haline geldi.
Sokakların, mahallelerin siyasal ve aynı zamanda silahlı gruplar tarafından bölündüğü, şiddetin adeta olağanlaştırıldığı, sevmek’ten bahsetmenin sol gruplar tarafından burjuva alışkanlığı, sağcılar için ise mahrem, utanılacak bir mesele şeklinde yorumlandığı 1970’lerden sonra 80’ler bir bakıma sevmeyi öğrenmeye çalıştığımız yıllardır. 70’lerde vakit bulunamadığı, daha doğrusu imkan verilmediği için tecrübe edilemeyen bu duygunun pratiği karşısında çokça bocaladığımız, kimi zaman elimize yüzümüze bulaştırdığımız da oldu. Ama bütün bunlar yaşanırken Cengiz Kurtoğlu’nun “Unutulan” kaseti teyplerimizin içerisinde sürekli hazır tutularak kırılmış kalplerimize her daim teselli verdi.