Savaş ve geçiş dönemlerinde, zorunluluk erdemin önüne geçer. Bu hep böyle olmuştur.
2020’de yaşanan ölümcül sınır çatışmasının ardından Pekin ile yıllardır süren gerilimin ardından Yeni Delhi son dönemde üst düzey temasları yeniden başlattı; uçuşlar tekrar başladı ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşmek üzere Çin’e seyahat etmeye hazırlanıyor.
Bununla eş zamanlı olarak Hindistan, Washington’la güvenlik iş birliğini sağlam biçimde sürdürüyor; en son Çin’i hedef alabilecek menzile sahip Agni-V füzesini test etti. Bu ikili yol çelişkili görünebilir, ancak Hindistan Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar’ın sıkça tanımladığı şekilde, “çoklu hizalanma” (multi-alignment) olarak adlandırılan bir dış politika yaklaşımını yansıtıyor: ulusal çıkarı en üst düzeye çıkarmak amacıyla aynı anda birbiriyle rekabet hâlindeki güçlerle çalışmak.
Eleştirmenler bu durumu fırsatçılık olarak görüyor. Hindistan ise bunu bir zorunluluk olarak görüyor. ABD’nin ticaret tehditleri ve Rus petrolüne yönelik baskısı, Yeni Delhi’yi seçeneklerini daraltmak yerine genişletmeye itti.
Makyavelci terimlerle ifade edersek, Hindistan “zamanın ruhuna” uyum sağlıyor; ideallere değil, “etkili gerçekliğe” — yani ulusal gücü korumaya yarayan pratik gerçekliğe — odaklanıyor.
Filipinler benzer bir örnek sunuyor.
Devlet Başkanı Ferdinand Marcos Jr., Manila’nın savunma pozisyonunu ABD, Japonya ve Avustralya’ya dayandırdı; hatta Hindistan ile ortak deniz tatbikatları dahi gerçekleştirdi. Ancak Marcos, aynı zamanda Çin yatırımlarını aktif şekilde cezbetmeye çalışıyor ve Pekin’le diyaloğa açık olduklarını vurguluyor. Makyavelci bir ifadeyle Manila hem “tilki” hem de “aslan” — Washington’un caydırıcılığına yaslanıyor ama Pekin’i açık bir düşman hâline getirmeyecek kadar yakın tutuyor.
Bu bir ikiyüzlülük değil. Bu, rakip güçlerin gölgesinde yaşayan küçük devletlerin ders kitaplarında yer alan riskten korunma (hedging) stratejisidir.
Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) bütünüyle bu mantığı yansıtıyor: Birlik arayışında, ancak gelecekteki seçenekleri kapatabilecek bağlayıcı taahhütlerden kaçınarak. Körfez ülkeleri de aynı pragmatizmi sergiliyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Çin’le uzun vadeli enerji anlaşmalarını derinleştiriyor; böylece petrol arzına güvenli bir talep sağlıyorlar. Aynı zamanda her ikisi de ABD’nin kritik askeri ortakları olarak kalıyor ve BAE örneğinde olduğu gibi, Batı yaptırımlarına rağmen Rusya ile artan ticaretini sürdürüyor.
Burada da görünüş önem taşıyor. Makyavel’in şu gözlemi, Körfez liderlerinin yürüttüğü dengeleme oyununu mükemmel biçimde özetliyor: “Herkes senin neye benzediğini görür, ama gerçekten ne olduğunu pek azı deneyimler.” Onlar tüm taraflara güvenilir bir imaj sunarken, kendi güvenlik ve ekonomik çıkarlarının peşinden gidiyorlar.
Avrupa bile, çoğu zaman değerlere dayalı dış politikanın kalesi olarak gösterilse de, kolaycılığın siyasetini benimsemek zorunda kaldı. Ukrayna işgalinin ardından Rus boru hatlarına bağımlılığını yüksek sesle azaltmaya çalışırken, Avrupa’nın Rus sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ithalatı sessizce artış gösterdi. Enerji güvenliği, tutarlılığı gölgede bırakıyor. Rahatsız edici gerçek şu ki; savaş ve geçiş dönemlerinde, zorunluluk erdemin önüne geçer.
Bu örnekler birlikte ele alındığında daha geniş bir dönüşümü ortaya koyuyor. Müstesna ittifaklar ve katı bloklar çağı yerini esnek hizalanmalar çağına bırakıyor. Özellikle orta güçler, kendilerini tek bir kampa sıkı sıkıya bağlamak yerine riskten korunmayı, denge kurmayı ve manevra yapmayı öğreniyor. Tutarsız gibi görünen bu yaklaşım aslında soğukkanlı bir rasyonaliteye dayanıyor.
Makyavelci dersler burada büyük yankı buluyor. Makyavel, siyaseti etik ilkelerden ayırmış; hükümdarlara, hayatta kalmanın çoğu zaman geleneksel ahlakın aksine hareket etmeyi — ancak erdemli görünmeyi — gerektirdiğini hatırlatmıştı. İnsanların “nankör, kaypak, yalancı ve aldatıcı” oldukları bir dünyada, “sevilmektense korkulmak daha güvenlidir” diye uyarmıştı. Günümüz devletleri de, tıpkı Rönesans İtalyası’nın prensleri gibi, aynı mantıkla hareket ediyor: Önce hayatta kalmayı güvence altına al, sonra görünüşü yönet. Kolaycılığın siyaseti, yüce retorikler üretmeyebilir ama belirsiz bir dünyanın gerçekliğini yansıtır. Washington ile Pekin, Moskova ile Brüksel arasında kalan orta güçler için hayatta kalma, sadakatten değil esneklikten geçer.
Asıl soru, bu eğilimin küresel düzen için ne anlama geldiğidir. Kolaycılığa dayalı devlet zanaatının yükselişi, rekabeti istikrara mı kavuşturur? Orta güçlere daha fazla manevra alanı mı sağlar? Yoksa müttefikler arasındaki güven ve dayanışmayı zayıflatarak parçalanmayı mı hızlandırır?
Gerçekte, Makyavelci siyaset hiçbir zaman ortadan kaybolmadı. Devletler her zaman riskten korundu, denge kurdu ve avantaj sağlayabilecekleri her yerde fırsat kolladı. Bugün farklı olan, bu davranışların varlığı değil; stratejik rekabetin, ekonomik sarsıntıların ve teknolojik değişimlerin, bu davranışları çok daha görünür ve belirleyici hâle getirmiş olmasıdır. Esneklik ve fırsatçılığın mantığı, uluslararası siyasetin daima bir parçasıydı. Bugünkü dönem, sadece onu daha belirgin ve daha etkili kılıyor.
Öyle ya da böyle, çıkarılacak ders açık: 2025 yılında en geçerli stratejist hâlâ Makyavel olabilir — liderler artık dünyayı istedikleri gibi değil, olduğu gibi kabul ettikleri için; bu da onları daha az değil, daha gerçekçi kılıyor.
* Shameek Godara, Avustralya’daki Norveç Büyükelçiliği’nde danışman olarak görev yapmaktadır. Uzmanlık alanları uluslararası ilişkiler, ticaret, kültür ve politikadır.
Kaynak: https://www.lowyinstitute.org/the-interpreter/age-alliances-ending-hedging-rule-order