İsrailli doktorlar, kötü şöhretli “kara site” Sde Teiman’da tutulan Filistinli tutukluları tedavi ederken yaşadıkları çelişkili hikayelerini anlatıyor
Sohbetimizin sonunda Nathan (takma ad), neredeyse kendi kendine şöyle tekrarlayıp duruyordu: “Belki daha fazlasını yapmalıydık. Belki daha fazlasını yapabilirdik. Belki kampın kendisiyle ilgili bir şeyler yapabilirdik. Köpeklerle ilgili. Köpeklerin sesini sürekli duyuyorduk. Her gece.”
İsrail’in büyük hastanelerinden birinde kıdemli cerrah olan Nathan, 7 Ekim 2023’te İsrail’e yönelik saldırının ardından Gazze’den gelen tutukluların tutulduğu bir gözaltı merkezine dönüştürülen, İsrail’in güneyindeki Negev Çölü’nde yer alan Sde Teiman kampından bahsediyordu.
Başlangıçta bu kamp, İsrail’in güneyindeki katliamı yöneten Hamas birimi Nukhba gücünün üyelerini hapsetmek için kullanılıyordu. Ancak o zamandan bu yana ve İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden saldırıları boyunca, Sde Teiman, İsrail ordusu tarafından Gazze içinde yakalanan Filistinlilerin tutulduğu bir “kara site” (gizli gözaltı merkezi) hâline geldi. Bu kişiler arasında, çatışmalara katılmadığını söyleyen çok sayıda kişi de vardı.
Eskiden gizli olan bu kamp, içinde yaşandığı bildirilen benzeri görülmemiş şiddet, istismar ve zulüm iddialarının ardından kötü şöhret kazandı. Orada görev yapmış bir asker, burayı “sadist bir işkence kampı” olarak tanımladı.
Nathan bu kampa hiç adım atmadı. Ancak, Sde Teiman’dan gelen en ağır yaralı tutukluların tıbbi tedavi gördüğü, kampın hemen yanında faaliyet gösteren bir sağlık tesisinde gönüllü çalışan az sayıdaki İsrailli doktordan biriydi. Bu tesis, 7 Ekim katliamına katıldığı şüphesiyle ağır yaralı şekilde getirilen birçok kişinin, pek çok İsrail hastanesi tarafından kabul edilmemesi üzerine kuruldu.
Nathan, bu tesiste görev yapma kararının kolay alınmadığını bize anlattı. Kamptaki tutukluları tedavi etmekte hiçbir tereddütü olmadığını, kim olursa olsun (özellikle başka kimse tedavi etmiyorsa) hastaları tedavi etmeyi doktor olarak görevi saydığını belirtti. Ancak Sde Teiman’daki bu sağlık tesisinde yaptığı iş – ki bunu ailesinden ve meslektaşlarından gizli tutmuş – hâlâ onu rahatsız etmeye devam ediyor. “Sonuçta,” dedi, “bu beni bir savaş suçlusu yaptı.”
İsrail’de işkence üzerine yazmakta olduğumuz bir kitap için Nathan’la röportaj yaptık. İsrailli insan hakları örgütü Public Committee Against Torture in Israel (Pcati) ile birlikte son beş yıldır yürüttüğümüz araştırmada, 7 Ekim saldırılarından bu yana daha yaygın ve acımasız hale gelen işkence süreçlerinde sağlık sistemlerinin ve diğer sivil kurumların ne ölçüde suç ortağı hâline geldiğini inceledik.
Tıbbi tesisten gelen yürek burkan anlatımlar ortaya çıkmaya başlayınca, bu tesisi ayrıca araştırmaya karar verdik. Bu tesisten gelen hikâyeler, aşağılayıcı ve küçük düşürücü koşullarda tutulan hastaları, sürekli kelepçelenme gibi uygulamalar nedeniyle tıbbi komplikasyonlara (gereksiz ampütasyonlar dâhil) yol açan yetersiz sağlık hizmetlerini ve ihmâl sonucu ölen hastaları konu alıyordu.
Nathan ve orada çalışmış olan iki doktor daha, hem sağlık tesisinin içindeki koşullara hem de genel olarak 7 Ekim saldırılarının ardından İsrail sağlık sisteminin işleyişine dair yeni bilgiler sundu. Anlattıkları hikâyeler, onların da çeşitli şekillerde açıkça ifade ettiği gibi, en iyi niyetli insanların bile nasıl savaş suçlarına ortak olabileceğini gözler önüne seriyor.
“Hepsi dayanılmaz acılar içindeydi”
7 Ekim 2023 saldırılarından kısa bir süre sonra, Nathan İsrail Sağlık Bakanlığı’ndan bir telefon aldı. Kendisine, bu vahşetleri gerçekleştirenlerden bazılarını tedavi edip etmeyeceği soruldu. Bakanlık, İsrail’de yaygın biçimde vahşi teröristler olarak görülen bu kişileri birçok İsrail hastanesi ve bazı doktorlar tedavi etmeyi reddettikten sonra, az sayıda doktora başvurdu.
Doktorlar, kim oldukları ya da ne yaptıkları fark etmeksizin tüm hastaları tedavi etmekle etik olarak yükümlüdür. Nitekim İsrail sağlık sistemi, düşman savaşçılar, intihar bombacıları ve Hamas liderleri dâhil olmak üzere tüm hastaları eşit şekilde tedavi etme konusundaki uzun geçmişiyle gurur duymaktaydı. Ancak 7 Ekim saldırılarından sonra –aşağıda ele alacağımız nedenlerden ötürü– hastaneler bu tür hastaları geri çevirmeye başladı.
Sde Teiman’daki sağlık tesisi, ana kampta tutulan tutukluların kamu hastanelerine yatırılmadan tıbbi tedavi alabilmeleri için kuruldu. Nathan, tesisi ilk kez ziyaret ettiğini hatırlayarak bize şöyle anlattı: “Nereye gittiğimi ya da neyle karşılaşacağımı hiç bilmiyordum.” Bunun yalnızca geçici bir çözüm olacağını düşünmüştü – ve kesinlikle orada aylarca çalışacağını hayal etmemişti.
İlk birkaç hafta boyunca, yeterli ekipman, uygun ilaçlar, işleyen bir lojistik sistem ve hatta doğru düzgün bir kurumsal bağlılık olmaksızın doktorlar doğaçlama yapmak ve kendi becerikliliklerine güvenmek zorunda kaldılar. Nathan, “Sonunda bu tesis bir sahra hastanesiyle karşılaştırıldığında iyi donanımlı hâle geldi… Ama mesele şu ki,” diye ısrar etti, “bir sahra hastanesi geçici olmalı; çölün ortasında bir çadırda ameliyat yapamazsınız.”
2024 yılının sonunda kendisiyle buluştuğumuzda, Nathan huzursuzdu ve çok endişeli görünüyordu. Sohbetimiz sırasında birkaç kez, “Kimse Nathan’ın kim olduğunu bilmemeli,” dedi. Ne kadar ifşa olmaktan korktuğunu görünce, röportaj yapmayı kabul etmesine şaşırdık. Ancak bizim bilmediğimiz bir şey vardı: Bizimle iletişime geçmeden birkaç gün önce, İsrail’in yürüttüğü işkence uygulamalarına ilişkin yaptığımız kamuya açık bir konuşmaya katılmıştı. Muhtemelen bu yüzden, kendisine ulaştığımızda hemen görüşmeyi kabul etti.
Nathan ve tesiste çalışmış olan diğer iki doktorun yanı sıra, bu tesisin işleyişine bir şekilde dâhil olmuş başka kişilerle de röportaj yaptık: İsrail Tabipler Birliği etik kurulunun iki üyesi, Sde Teiman tesisinde çalışan doktorlara danışmanlık yapan bir tıp etiği uzmanı ve tesisi araştıran insan hakları savunucuları. Ayrıca, İsrail’in en büyük yedi hastanesinden tıbbi personel ve sağlık uzmanlarının yanı sıra, sağlık sistemi ve Adalet Bakanlığı’nda görevli bazı İsrailli hükümet yetkilileriyle de görüştük.
Görüşme yaptığımız kişilerin çoğu ismini vermemek koşuluyla konuşurken, Nathan özellikle temkinliydi. En çok da, “teröristleri” tedavi ettiğini öğrenmeleri hâlinde sağcı İsrailli aktivistlerin kendisini veya ailesini hedef alacağından korkuyordu. Ancak aynı zamanda, meslektaşlarının tepkilerinden de endişeliydi – doğrudan amiri bile, askeri yedek görevine çağrıldığını bilmesi dışında ne yaptığını bilmiyordu.
Dahası, Nathan, Sde Teiman tesisinde görev almış herkesi birer savaş suçlusu olarak gören sol görüşlü çevrelerden gelecek eleştirilerden de kendini korumak istiyordu. Yine de, kendisi de bu sağlık tesisinin varlığını bir suç olarak görüyordu – her ne kadar oradaki hastalara mümkün olan en iyi bakımı sağlamaya çalışmış olsa da.
Nitekim Nathan, orada çalıştığı süre boyunca sağlık tesisinin kapatılması için defalarca girişimde bulunduğunu söyledi. “Oradaki hastalar ihtiyaç duydukları tedaviyi alamıyorlardı. Hepsi normal bir hastaneye yatırılmalıydı.”
Aylar sonra, “artık acil bir durum kalmadığında” ve tesisin kapatılması yönündeki çabalarının boşa olduğunu fark ettiğinde, Nathan “artık orada kalamayacağını” hissetti ve istifa etti.
Kelepçeli, gözleri bağlı ve bez giymiş
Başka bir insan hakları örgütüyle olan bağlantısı nedeniyle Ben’e (o da takma ad) röportaj yapmak üzere ulaştık ve 7 Ekim saldırılarının ardından İsrail hapishanelerindeki Filistinlilere yönelik tıbbi uygulamalar hakkında sorular sorduk. Ancak ancak sohbetimiz sırasında, Sde Teiman’daki sağlık tesisi hakkında yazdığımızı duyunca, 2023’ün sonlarında kendisinin de orada görev yapmak üzere çağrıldığını söyledi.
Röportaj yaptığımız diğer doktorlara kıyasla çok daha kıdemsiz olan Ben, İsrail’in kamu hastanelerinden birinde çalışıyor. Daha önce tedavi ettiği Gazze’li bir hastaya yönelik bir prosedüre yardımcı olup olamayacağını soran bir meslektaşının talebini hatırladı. Hemen arabasına atlayıp, telefonla verilen talimatları izleyerek Sde Teiman’a gitti – tam olarak nereye gittiğini bilmeden.
Sağlık tesisine vardığında gördükleri karşısında hayrete düştüğünü anlattı. Aralık ayının sonları olmasına ve tesisin iki aydan fazla süredir faaliyette olmasına rağmen, “hastalar hâlâ yalnızca bez giyiyordu.” Tıbbi tedavi aldıkları anlar da dâhil olmak üzere, her zaman yataklarına kelepçeli ve gözleri bağlıydılar. Yataktan kalkmalarına izin verilmediği için tuvalet ihtiyaçlarını yatakta gidermek zorundaydılar.
Ben, kendisine verilen işlemi yerine getirdi. Ancak eve döndüğünde, tanık olduklarının gerçekliğiyle yüzleşti: “O tesise bir daha asla adım atmama kararı aldım.”
Hastalar kelepçeli olduğundan, hemşireler onlar için her şeyi yapmak zorundaydı. Onları yıkıyor, bezlerini değiştiriyor ve hatta bazılarına sıvı gıdayı pipetle içirmek zorunda kalıyorlardı. Bu anlatılar, tesiste çalışmış ve bizimle röportaj yapan diğer iki doktor tarafından da doğrulandı.
Nathan, bize birkaç kez şunu söyledi: “Hemşirelerin gösterdiği özen ve adanmışlığı mutlaka vurgulamalısınız.” Bu hemşireler, başka kimsenin bakmak istemediği insanları yıkıyor, besliyor ve onlara bakıyordu. Ancak bu elbette özellikle bu koşullarda dikkate değer olsa da, bu hastaların çoğu, 24 saat boyunca yataklarına kelepçelenmemiş olsalardı kendi başlarına tuvalete gidebilir, duş alabilir ve yemek yiyebilirlerdi. Hastalarda bu tür kısıtlamaların ayrım gözetmeksizin kullanılması İsrail yasalarına aykırıdır ve hem İsrail’in hem de uluslararası etik kuralların tanımına göre bir işkence biçimi olarak kabul edilir.
Nathan, “[Kelepçeleme] başta gerekli olabilir; çünkü çok tehlikeli insanları tedavi ediyorduk,” diye açıkladı. Kendisiyle birlikte çalışan bir kadın personele yapılan ciddi bir saldırıya tanık olduğunu anlattı ve “Bazı hastaların personele saldırdığı birkaç vaka yaşadık,” diyerek durumu doğruladı.
Ancak şöyle devam etti: “İlk birkaç haftadan sonra bunun hiçbir gerekçesi kalmamıştı. O noktada başka güvenlik önlemleri uygulanabilir, kimlerin personele tehdit oluşturabileceğini belirlemek için değerlendirmeler yapılabilirdi.”
Nathan, sonunda doktorlar ve hemşireler tarafından muayene edilen hastaların çoğunun tehlikeli olmadığını söyledi. “Bu hastaların İsrail’deki genel bir hastanede tedavi edilebilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıydı.”
2024 yılının Şubat ayının sonlarında Sde Teiman sağlık tesisini ziyaret eden İsrail Sağlık Bakanlığı etik komitesi üyeleri, tüm hastaların hâlâ dört uzvundan yataklarına zincirlenmiş olduğunu bildirdi. Oysa İsrail ordusu, Aralık 2023’te, Sde Teiman’da tutulan kişilerin çoğunun Hamas ya da diğer militan gruplarla bağlantılı olduğundan artık şüphelenilmediğini kabul etmişti. Sde Teiman’da tutulanların birçoğu – aylarca gözaltında kalanlar ve yataklarına zincirlenmiş olanlar da dahil – sonunda herhangi bir suçlama olmaksızın serbest bırakıldı.
“Elimizden gelen her şeyi yaptık”
Nathan’ın anlatımları, üçüncü görüşmecimiz Yoel Donchin tarafından da desteklendi. Donchin, aynı tesiste aylarca görev yapmış kıdemli bir anestezi uzmanıydı. Donchin, 2024 yılının Haziran ayında New York Times’a verdiği demeçte, tedavi ettiği bazı hastaları anlattı: birinin felçli, bir diğerinin ileri derecede obez, üçüncüsünün ise çocukluğundan beri solunum tüpü kullanmak zorunda olduğunu belirtti. Donchin, bu kişilerin herhangi bir çatışmaya katılmış olmasının “oldukça düşük bir ihtimal” olduğunu ifade etti. İsrail ordusunun Gazze’deki eylemlerine atıfla, “Herkesi alıyorlar,” dedi.
Donchin daha önce bu tesisteki deneyimlerini kamuoyuyla paylaştığı için kendisine ulaşmamız kolay oldu. Nathan ve Ben’in aksine, gerçek adının kullanılmasından memnundu ve orada görev yapmış olmaktan ötürü herhangi bir çekincesi yoktu.
Ancak Donchin, tesiste görev alma kararını kamuoyunda savunduktan sonra, Pcati yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere insan hakları örgütleri tarafından eleştirildi. Bu hastaları orada tedavi etmenin, doktorların uyması gereken “ahlaki bir utanç ve her türlü etik ilkenin ihlali” olduğu öne sürüldü.
Fakat, Tel Aviv banliyösündeki sessiz evinde yaptığımız uzun sohbetin birkaç saati içinde, Sde Teiman hakkında bildiğimiz gerçekleri Donchin’in sağlık tesisindeki çalışma dönemine ilişkin anlatımlarıyla bağdaştırmaya başladık. O, 7 Ekim sonrasında İsrail’deki durumu “çok sayıda yaralının olduğu bir olay” olarak nitelendirdi ve bu tür koşullarda “tıbbi etiğin farklılaştığını” söyledi. Saldırıların ardından geçen ilk birkaç haftalık kaos ortamında, “kimse ne yaptığını bilmiyordu. Hastaneler hastalarla dolup taşmıştı ve sistem çökmüştü,” dedi.
Donchin, Hamas saldırısında yaralanan bazı İsrailli askerlerin bile ihtiyaç duydukları tam bakımı alamadıklarını belirtti. 7 Ekim’in hemen sonrasında bize şöyle dedi: “Tüm [İsrail] sağlık sistemi tam bir dağınıklık içindeydi. İlk ayda, devletten söz etmek mümkün değildi.”
Bu kaos ortamında, Donchin bize şunları söyledi: “Elimizden gelen her şeyi yaptık.” Hastaların ihtiyaç duyduğu besinler temin edilmediğinde personelin bunları kendi cebinden satın aldığını anlattı. Bir hastanın bir uzmana görünmesi gerektiğinde, gerekli uzmanlığa sahip meslektaşlarını kişisel ağları üzerinden ya tesise getiriyorlar ya da bu mümkün değilse video görüşmesi yoluyla tavsiye alıyorlardı.
Ancak bunlar etkili acil durum önlemleri olsa da, “bu tür çözümler kalıcı hâle gelmemeliydi.” Donchin, sonunda bu “uzlaşmalar ve doğaçlamaların”, doktorların “yasadışılığın kara bayrağı” altında çalıştıkları anlamına geldiğini ifade etti.
Sde Teiman tesisinde çalışan doktorlara danışmanlık yapan tıp etiği uzmanına göre: “İlk ayda, katliama yeni katılmış olanları tedavi etmek özel zorluklar yaratıyordu,” çünkü bazıları gerçekten çok tehlikeli ve saldırgandı. “Genel hastaneler, personele bu tür tehditler oluşturan hastaları tedavi etmeye uygun altyapıya sahip değil.”
Ancak uzman, aynı zamanda şunu da belirtti: “İsrail’in böyle bir senaryo için detaylı acil durum planları vardı; bu planlar, ana hastanelerden birinde düşman savaşçılar için özel bir koğuş hazırlanmasını da içeriyordu. Ancak bu planlar asla uygulanmadı.”
“Çürümeye bırakılmalı”
7 Ekim saldırılarına katılan ve İsrail içinde yakalanan yaklaşık 200 Hamas militanının çoğu, çatışmalarda yaralandı. Başta genel hastanelere götürüldüler, ancak bu haber kısa sürede yayıldı ve hastane koğuşlarına baskın düzenleyen, Filistinli olduğundan şüphelenilen personele ve hastalara saldıran kalabalıklarla ilgili yaygın haberler çıktı.
Hem hastaların hem de sağlık personelinin güvenliğini korumak adına, İsrail hastaneleri bu hastaları kabul etmeyi reddetmeye başladı. Ancak bazı sağlık personelleri, 7 Ekim’deki vahşetleri gerçekleştirdiğinden şüphelendikleri kişileri tedavi etmenin yarattığı “zorluklardan” da söz etti.
11 Ekim 2023’te, dönemin İsrail Sağlık Bakanı Moshe Arbel, genel hastanelerin “Gazze’den gelen teröristleri” tedavi etmemesi gerektiğini belirten bir genelge yayınlayarak bu isteksizliği resmen onayladı. Bu talimat, İsrail hastanelerinin herhangi bir cezaevi veya gözaltı merkezinden gelen Filistinlilere tedavi sunmayı reddetmelerine de olanak tanıdı.
Bu hastanelerde çalışan bazı personeller, bize olayların ardından meslektaşlarından “Gazze yok edilmeli” ya da “bana kalırsa Gazze’deki tüm bebekler teröristtir ve ölebilirler” gibi ifadeleri sık sık duyduklarını anlattı – bu sözlerin zaman zaman resmi personel toplantılarında ve Filistinli meslektaşlarının önünde sarf edildiğini belirttiler.
Ayrıca, Hamas’ın Nukhba gücüne üye olduklarından şüphelenilen kişilerin yaralarına ve sağlık durumlarına açıkça kayıtsız kalan tıbbi personelle ilgili hikâyeler de duyduk – ve bazı durumlarda daha genel anlamda Gazze’den gelen Filistinli tutuklulara yönelik bu tür kayıtsızlıklar da söz konusuydu.
Örneğin Nathan, Sde Teiman’daki tutuklulardan birinin tedavisi için acil bir uzmana danışması gerektiğinde, kıdemli bir uzmana ulaştığını; ancak aldığı cevabın şu olduğunu aktardı: “Bana kalırsa, çürümeye bırakılmalı.” Ben ise şunu anlattı: “8 Ekim’de, bir doktorun Nukhba gücünden bir hastanın akciğerlerine anestezi yapmadan tüp taktığını gördüm. Muhtemelen başka benzer vakalar da vardı.”
Ben bize şunu söyledi: “Paradoksal biçimde, Sde Teiman’daki sağlık tesisindeki doktorlar, bu hastalara bakım sağlama sorumluluklarına çok daha derin bir bağlılık ve anlayış gösteriyorlardı.” Genel hastanelerde ise daha fazla “sözlü şiddet, daha az bakım” ve bazı fiziksel istismar vakalarıyla karşılaştığını söyledi.
Sde Teiman’da çalışmış olanların aktardığına göre, yetersiz ekipman ve personelle işletilen bu geçici tesis, bir hastanın yerinde sağlanamayan acil tedaviye ihtiyaç duyması hâlinde zaman zaman İsrail’in genel hastanelerinden birine sevk edilmesini gerektiriyordu. Nathan, her seferinde hastayı kabul edecek bir hastane bulabilmek için saatlerce telefon başında kaldığını anlattı. Ancak bu hastaların görünürde zaten bir yerde tedavi görüyor olması, Sde Teiman sağlık tesisinin varlığının, birçok hastanenin sorumluluktan kaçmasına olanak sağladığını gösteriyordu.
Ve bir hastane prosedürü uygulandığında, hastalar hızla Sde Teiman sağlık tesisine geri gönderiliyordu. Tesiste görev yapan bir doktorun İsrail Sağlık Bakanlığı’na gönderdiği sızdırılmış bir mektupta bu durum şöyle anlatılıyordu:
“Bağırsak rezeksiyonu gibi büyük ameliyatlardan çıkan hastalar, ameliyat sonrası yalnızca yaklaşık bir saat gözlem altında tutulduktan sonra, günün büyük bölümünde yalnızca bir doktorun görev yaptığı ve bazılarının sadece sağlık görevlisi eğitimi aldığı hemşirelerden oluşan bir ekip tarafından yürütülen Sde Teiman sağlık tesisine geri getiriliyordu.”
Zamanla, Sde Teiman sağlık tesisindeki personel bazı hastaların dört uzuvlarından yataklara kelepçelenmesine son verilmesini ve bebek bezi yerine hastane önlüğü giymelerini sağlamayı başardı. Ancak daha iyi bakım sunmak için gösterilen çabalara, verilen mücadelelere ve kısmi başarılara rağmen, Sde Teiman sağlık tesisinde insanları tedavi etmek, birçok gözlemcinin ve bazı doktorların da görüşüne göre, uluslararası ve İsrail hukukunun ihlaline ortak olmak anlamına geliyordu.
İsrail Sağlık Bakanlığı’na gönderilen isimsiz bir mektupta, tesisin koşullarının sıklıkla “komplikasyonlara, hatta bazen hastanın ölümüne” yol açtığı öne sürülüyordu:
“Bu durum, bizleri – sağlık ekiplerini ve… sağlık ve savunma bakanlıklarında bizden sorumlu olanları – İsrail yasalarının ihlaline ortak yapıyor. Ve belki de bir doktor olarak benim için daha da acısı, 20 yıl önce mezun olurken ettiğim, hastalar nerede olursa olsun onlara bağlı kalacağıma dair yemini ihlal etmiş olmamdır.”
Doktorların ikilemi
Ben, Sde Teiman sağlık tesisini yalnızca bir kez ziyaret etti; ancak bu pişmanlık onu uzun süre terk etmedi. “Hastaların çıplak ve yataklarına kelepçelenmiş şekilde tedavi edildiğini gördüğüm anda geri dönmeliydim,” dedi bize. “Orada hasta tedavi etmek, sadece doktorlar olarak etik kurallarımızı ihlal etmekle kalmıyordu; savaş suçlarına, hatta insanlığa karşı suçlara ortak olmak anlamına geliyordu. Bu, benim kabul edebileceğim bir şey değildi.”
Şöyle devam etti: “Orada görev almak, hiçbir doktorun kabul etmemesi hâlinde ortaya çıkacak krizi fiilen bertaraf etmiş oldu. Tıbbi personelin varlığı, Sde Teiman’daki tesisin faaliyetlerini sürdürmesine imkân tanıdı ve bu tesisin varlığı da hastanelerin bu hastaları tedavi etmeyi reddetmesini mümkün kıldı.”
Sde Teiman gözaltı kampında yüzlerce tutuklu uzun süreler boyunca tutulurken, tıbbi tesis aynı anda 15 hastadan fazlasını tedavi edemiyordu. Genellikle yalnızca ciddi yaralanmaları olan tutuklular kabul ediliyordu – çoğu zaman, sağlık durumları zaten kötüleşmiş olduktan sonra. Görüşmecilerimizin aktardığına göre bu durum, yaraların sıklıkla enfekte olmasına ve kolayca önlenebilecek uzuv kayıplarına yol açıyordu.
Ana gözaltı kampında, tedavi edilmeyen hastalıklar komplikasyonlara, zayıflamaya ve bazı durumlarda ölüme neden oluyordu. En güncel kamuya açık verilere göre, Ekim 2023 ile Temmuz 2024 arasında Sde Teiman’da en az 36 tutuklu hayatını kaybetti. Bakımın geri çekilmesi, daha az ölçüde olmakla birlikte, Filistinlilerin tutulduğu diğer cezaevi ve gözaltı merkezlerinde de standart hâline geldi. İnsan Hakları İçin Doktorlar (İsrail) kuruluşundan elde ettiğimiz (henüz yayımlanmamış) en güncel verilere göre, Ekim 2023 ile Temmuz 2025 arasında 52 Filistinli askerî tesislerde, 41 Filistinli ise İsrail hapishanelerinde hayatını kaybetmiştir.
Hapsedilmiş bir kişiye tıbbi bakım sağlamamak başlı başına işkence anlamına gelebilir. İşkence çoğunlukla birinin kemiklerini kırmak, tırnaklarını sökmek veya elektrik şoku uygulamak gibi şeyler olarak hayal edilse de, işkence başka birçok biçimde gerçekleşebilir. Bir kişi hasta ya da yaralıyken, ihtiyaç duyduğu tedavinin sağlanmaması ve ağrısını dindirecek önlemlerin alınmaması, ona dayanılmaz acılar ve gereksiz ıstıraplar çektirmenin bir yolu olabilir.
Donchin için, hastaları tedavi etmeyi reddetmek bu suça ortak olmak anlamına gelirdi. “Benim için diğer seçenek – yani hiç bakım sağlamamak, hiçbir merhamet göstermemek – imkânsızdı,” dedi ve bu tür soruları teorik olarak düşünmekle, karşınızda acı çeken bir insanı görmek arasında büyük fark olduğunu ekledi.
Buna karşılık, Ben için yapılabilecek tek doğru şey, Sde Teiman’daki geçici sağlık tesisinde çalışmayı reddetmekti – özellikle de son teknolojiyle donatılmış hastaneler yalnızca kısa bir araba yolculuğu mesafesindeyken. Bize şöyle dedi: “Orada hasta tedavi etmek onları kurtarmaz, çünkü bu onları, gerçekten ihtiyaç duydukları hayat kurtarıcı tedaviyi sunabilecek sağlık sisteminin dışında bırakır.”
Ancak sohbetimizi bitirirken şunu da ekledi: “Burada doğru bir cevap yok. Hangi açıdan bakarsanız bakın, bu büyük bir trajedi.”
Sde Teiman sağlık tesisi, Pcati ve İnsan Hakları İçin Doktorlar (Physicians for Human Rights) dâhil olmak üzere birçok insan hakları örgütünün İsrail Yüksek Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun ardından, ana gözaltı kampındaki nüfusun önemli ölçüde azaltılmasıyla birlikte Ekim 2024’te nihayet kapatıldı.
Nathan bizimle konuşmak için oturduğunda, sağlık tesisi birkaç aydır kapalıydı. Ancak karşımızda gördüğümüz adam hâlâ tamamen yenilmiş, gözle görülür şekilde yıkılmış durumdaydı. Kendisine yeterince çaba gösterip göstermediğini, daha fazlasını yapması gerekip gerekmediğini ya da yapıp yapamayacağını sorup duruyordu. O sırada şu sonuca vardı: “Belki de kampın kendisiyle ilgili yapabileceğimiz bir şeyler vardı.”
Ana kampa hiç adım atmamış olmasına rağmen, köpeklerin havlamalarını ve çığlıkları çok net duyabildiğini söyledi. “Belki kampın kendisiyle ilgili daha fazlasını yapabilirdik.”
Ben ve Donchin, (farklı sonuçlara varmış olsalar da) doğru olanı yaptıklarına dair bir miktar teselli bulmuş gibi görünürken, Nathan bu inancı paylaşmıyordu. Bir yandan, suçlara ortak olduğu kendisi için açıktı. Sağlık tesisindeki koşullar, İsrail’in bu insanlara bakım sağlamak için uyguladığı ve onun deyimiyle “basitleştirilmiş yasa”ya bile uymuyordu – uluslararası insan hakları hukuku ve tüm tıbbi etik kuralları ise zaten hiç söz konusu değildi.
Ancak aynı zamanda, Nathan bu hastaları terk edemeyeceğini hissediyordu. Onunla görüştüğümüzde, yaptığı şey hakkında hâlâ kararsızdı ve doğru kararları verip vermediğini hâlâ sorguluyordu.
İşkence Mirası
İsrail’in işkence uygulamaları Ekim 2023’te başlamadı. Yürüttüğümüz araştırma kapsamında, Pcati tarafından son 25 yıl içinde kaydedilmiş 1.500’den fazla işkence vakasını analiz ettik. Bu vakaların tamamı, Birleşmiş Milletler’in İşkenceye Karşı Sözleşmesi’nde yer alan tanıma uygunluğu açısından titizlikle incelendi.
Son iki yılda ortaya çıkan tanıklıklarla elde ettiğimiz bulguları karşılaştırdığımızda, İsrail güvenlik güçlerinin işkence kullanımının hem kapsam hem de şiddet açısından arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz – her ne kadar bu durum İsrail hükümeti ve ordusu tarafından reddedilse de.
Doğruluğu teyit edilmiş çok sayıda rapora göre, Sde Teiman’daki tutukluların birçoğu cinsel şiddete maruz kaldı; bu, zorla çıplak bırakılma ve aşağılanmadan tecavüze kadar uzanıyordu. Sürekli kelepçelenme nedeniyle yaralanmalar yaşandı ve bazı durumlarda uzuvların kesilmesine yol açtı. Coplar, metal çubuklar, silah kabzaları ve botlarla dövüldüler; bazıları bayılana kadar dövüldü.
7 Ekim saldırılarının ardından Filistinlilerin tutulduğu neredeyse tüm İsrail hapishaneleri ve gözaltı merkezlerinde benzer uygulamaların bildirildiği kayıtlara geçti.
Sde Teiman’da çalışan doktorların hikâyeleri, bu daha geniş çaplı istismar ve işkence gerçeğinin ciddiyetinden dikkati başka yöne çekmemelidir. Ancak doktorların karşılaştığı ikilemler ve bu durumun hayatları üzerindeki etkisi, 7 Ekim saldırılarının ardından Gazze’de (ve Batı Şeria’da) İsrail’in işlediği zulümlere karşı koymaya çalışan İsraillilerin yaşadığı karmaşık –hatta imkânsız– durumları gözler önüne sermektedir.
İnsan Hakları İçin Doktorlar İsrail, Temmuz 2025 tarihli raporunda, “Gazze’nin sağlık sisteminin daha geniş kapsamlı hedef alınmasının”, “mevcut yaşam koşullarının ortadan kaldırılması” anlamına geldiğini ve bu nedenle BM’nin 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’nin ihlali olarak değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdü.
Sde Teiman tesisinde tanıştığımız doktorlar ve diğer sağlık personeli, soykırımları mümkün kılan insanlıktan çıkarma ve yaşamı terk etme süreçlerine karşı durmaya çalıştı. Önlerinde gelişen vahşeti durdurmaya ve bunu mümkün kılan koşulları iyileştirmeye gayret ettiler. Ancak yine de, kendi görüşlerine göre, engellemeye çalıştıkları suçlara ortak hâle geldiler.
Bu hikâye, bu doktorların karşı karşıya kaldığı imkânsız ikilemlerin hikâyesi olduğu kadar, aynı zamanda bu neredeyse kaçınılmaz suç ortaklığına karşı en azından ellerinden geleni yapmaya çalışan insanların hikâyesidir. Sadece önlerindeki insanların insanlığını –dolayısıyla kendi insanlıklarını– savunmakla kalmayıp, aynı zamanda sessiz kalmayı da reddederek.
Bu Makaleye Yanıt
İsrail Tabipler Birliği (IMA), bu makalenin düzenleme sürecinde The Conversation tarafından bilgilendirilmiştir. Makalenin nihai versiyonunda yer alan yanıtında şu açıklamalara yer verilmiştir:
İsrail Sağlık Bakanlığı yönergelerine göre, Sde Teiman sağlık tesisindeki tüm hastalar, İsrail’in standart tıbbi uygulamaları doğrultusunda tedavi edilmiştir; bu da, söz konusu hastaların Gazze’de alabileceklerinden daha yüksek kalitede bakım aldıkları anlamına gelmektedir.
İsrail tıbbi etiği açısından ayrım gözetmeksizin uygulanan fiziksel kısıtlamaların (kelepçeleme) etik dışı olduğu doğrudur. IMA etik komitesi bu konuyu birden fazla kez gündeme getirmiştir; örneğin Eylül 2023’te bir açıklama ve Şubat 2025’te İsrail Sağlık Bakanlığı’na gönderilen bir mektup ile.
IMA, savaş boyunca insani konular hakkında sürekli açıklamalarda bulunmuştur ve bu yöndeki çalışmalarına devam edecektir. 5 Ağustos 2025 tarihinde, silahlı çatışmalar sırasında tıbbi bakım sağlama konusundaki uzun süredir geçerli olan politikamız yeniden teyit edilmiştir.
Gazze’deki sağlık sisteminin tahrip edilmesi trajiktir, ancak İnsan Hakları İçin Doktorlar – İsrail’in Temmuz 2025 tarihli raporunda belirtildiği gibi, sağlık çalışanlarına yönelik kitlesel öldürme, gözaltı, işkence ve istismar gibi bir durum söz konusu değildir. Bazı sağlık çalışanları terörist olmakla suçlanmış veya bu iddialar kanıtlanmıştır. IMA, tüm hastalara eşit şekilde tedavi uygulanması gerektiğini çok net bir şekilde ortaya koymuştur.
İsrail ordusu, bu makaledeki bulgularla ilgili olarak The Conversation tarafından iletişime geçilmesine rağmen bir yanıt vermemiştir. Daha önce BBC tarafından Sde Teiman sağlık tesisindeki işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında sorular yöneltildiğinde, ordu şu açıklamayı yapmıştır: “Gözaltındaki kişilere sistematik kötü muamele yapıldığına dair suçlamaları tamamen reddediyoruz.”
İsrail hükümeti de, Sde Teiman gözaltı merkezinde geniş çaplı kötü muamele ve işkence yapıldığı yönündeki suçlamaları reddetmiş ve “uluslararası hukuk standartlarına tam olarak bağlı olduğunu” beyan etmiştir.
* Merav Amir, İnsan Coğrafyası Okutmanı, Queen’s University Belfast
*Hagar Kotef, Siyaset Kuramı Profesörü, Siyaset ve Uluslararası Çalışmalar Bölümü, SOAS – University of London