İsrail, Suriye’yi parçalamaya yönelik kendi çıkarına hizmet eden bir girişimde Trump’ı gafil avladı
Amerikan özel temsilcisi, Şam’a düzenlenen saldırının “çok kötü bir zamanda gerçekleştiğini” söyledi.
İsrail’e ait F-35’lerin Şam semalarında çığlık çığlığa uçmasından sadece birkaç gün önce, neredeyse imkânsız görülen bir ihtimal gerçekleşmeye çok yaklaşmıştı. ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack, hem Türkiye Büyükelçisi hem de Suriye konusunda baş sorumlu olarak sahip olduğu ikili rolü kullanarak, iki tarihi düşman arasında büyük bir titizlikle gizli arka kapı diplomasisi yürütüyordu.
Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara liderliğindeki Suriye hükümeti—eski bir İslamcı militan olup sonradan devlet adamına dönüşen bir isim—İsrail’le bir saldırmazlık anlaşmasına açık olduğunu belli etti. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar da Suriye’yi kamuoyu önünde “Orta Doğu’daki barış ve normalleşme çemberine” kabul ettiğini duyurdu.
12 Temmuz’a gelindiğinde, basına sızan bilgiler bir anlaşmanın artık yakın olduğunu gösteriyordu: Şara ve Dışişleri Bakanı Esad Şeybani’nin, güvenlik garantileri, yeniden inşa yardımı ve yatırım karşılığında hızla harekete geçmek zorunda kalarak Azerbaycan’da İsrailli yetkililerle doğrudan görüştükleri bildirildi. Nobel Barış Ödülü arayışını sürdüren ABD Başkanı Donald Trump ise Şara ile Riyad’da yüz yüze görüşmüş, ardından Suriye’nin yeniden yapılandırılması ve bölgesel entegrasyonuna büyük bir bahis oynayarak onlarca yıllık yaptırımları kaldırma sürecini başlatmıştı.
Bu Amerikan vizyonunun merkezinde, istikrarlı ve tek yapılı (üniter) bir Suriye devletinin güçlendirilmesi yer alıyordu. Bu zorlu görevin öncülüğünü Tom Barrack üstlenmişti; ülkedeki olası parçalanma kaynaklarını ortadan kaldırmak için çalışıyordu. Şu anda en kritik ve aynı zamanda en tartışmalı görevi ise, IŞİD’e karşı ABD’nin kara müttefiki olan Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG), yeni kurulan Suriye ulusal ordusuna katılımını sağlamaktı. Barrack, bu ayın başlarında Şam’da yapılan gergin görüşmelerde SDG komutanı Mazlum Abdi’ye net ve tavizsiz bir mesaj verdi: “Tek ülke, tek ordu, tek halk.”
Barrack, Kürtlerin federasyon ya da özerk askerî yapılar yönündeki taleplerini açıkça uygulanamaz ve istikrarı bozucu buldu. “Bu ülkelerin hepsinde edindiğimiz deneyim şu ki, federalizm işe yaramıyor,” diyerek görüşünü savundu.
Birleşik bir askerî komuta yapısı oluşturma çabası, ABD’nin Suriye’nin Balkanlaşmasını (parçalanmasını) önlemeye ve İsrail ile normalleşme de dâhil olmak üzere bölgesel barış için uygun bir ortak yaratmaya yönelik stratejisinin temel taşı niteliğindeydi.
Ancak 11 Temmuz’da Suriye’nin Dürzi kalbi olan Süveyda’da patlak veren şiddet olayları, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya bu kırılgan ilerlemeyi rayından çıkarma konusunda mükemmel bir fırsat sundu.
Dürzi milislerle Bedevi kabileleri arasında çatışmalar patlak verdiğinde, Suriye hükümeti düzeni sağlamak üzere devreye girdi — ve iddialara göre, askerî birliklerin hareketiyle ilgili olarak İsrail’i önceden bilgilendirerek, bu hamlenin güney komşusuna yönelik bir tehdit anlamına gelmediğini açıkça belirtti. Gelen haberlere göre Suriye hükümeti durumu yanlış değerlendirmişti; ABD’nin Suriye’nin merkezî bir devlet olarak yönetilmesi gerektiğine dair verdiği mesajlardan ve İsrail ile başlayan güvenlik görüşmelerinden cesaret alarak, hem ABD’nin hem de İsrail’in askeri konuşlanmaya onay verdiğini düşündü. Ancak İsrail, bu durumu bir tırmanma fırsatı olarak yorumladı.
İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, Suriye tanklarına ve ardından doğrudan Şam’a yönelik yıkıcı hava saldırılarını ahlaki bir zorunluluk olarak tanımladı: zulme uğrayan Dürzi azınlığı korumak. Bu topluluk, İsrail’de — İsrail ordusu da dâhil olmak üzere — hem belirgin hem de kayda değer bir varlığa sahip. “Rejim [Suriye hükümeti], Şam’ın güneyine asker gönderdi… ve Dürzileri katletmeye başladı,” diyerek Netanyahu, İsrail bombalarının Suriye Ordusu Genel Komutanlık karargâhını vurmasından bir gün sonra açıklamada bulundu.
İsrail’in eylemleri — Esad’ın düşüşünden bu yana Suriye topraklarına girerek yüzlerce hava saldırısı düzenlemesi ve şimdi de hassas müzakerelerin sürdüğü bir dönemde Şam’ı bombalaması — ABD’nin, güneyini yeniden kontrol altına alarak egemen ve birleşik bir devlet hâline gelmesini hedeflediği Suriye vizyonunu doğrudan baltalayarak, bu politikanın hayata geçmesini engelliyor.
İşin en dikkat çekici yanıysa, Netanyahu’nun koruduğunu iddia ettiği Dürzi topluluğunun bizzat kendisinin bu dıştan dayatılan himayeyi büyük ölçüde reddetmesidir. Suriye’deki Dürzi toplumunun üç ruhani liderinden ikisi — Şeyh Hamoud el-Hanavi ve Şeyh Yusuf Cerbuh — Suriyeli kimliklerini vurgulamakta ve dış güçlerden değil, Suriye devletinden korunma talep etmektedir. Şeyh Cerbuh, Süveyda’da son dönemde yaşanan gelişmelere atıfla, çözümün mutlaka Suriye’nin içinden gelmesi gerektiğini vurguladı ve İsrail’e “Suriye devletine yönelik her saldırı, bize yönelik bir saldırıdır… biz Suriye’nin bir parçasıyız” mesajını gönderdi.
Suriye’deki Dürzi liderler arasında yalnızca Şeyh Hikmet el-Hicri İsrail’in müdahalesine destek veriyor ve hükümeti “terörist suç çeteleri” olarak nitelendiriyor — ancak bu görüş, kendi toplumu içinde bile geniş ölçüde reddediliyor. Bu yalnızlığı, etkili “Rical el-Kerame” (Onurlu Adamlar) milis grubunun lideri Laith el-Balus açık biçimde dile getirdi. Suriye iç savaşında, Dürzileri hem devrik Esad rejimine hem de aşırılıkçılara karşı savunmak amacıyla kurulan bu grup adına konuşan el-Balus, El Cezire’ye verdiği demeçte el-Hicri’ye sert şekilde karşı çıktı: “Toplum liderlerinden biri mezhebi başka bir yöne sürükledi. Biz, Süveyda vilayetinin halkı olarak bunu reddediyoruz ve kabul etmiyoruz,” dedi. Ardından şu çağrıyı yaptı: “Suriye halkının yanında durmalıyız.”
İsrail’in, Suriye’deki Dürzi topluluğunun güvenliğinin tek garantörü olarak hareket edemeyeceği gerçeği, cuma günü açıkça ortaya çıktı. Zira İsrail’in Suriye Savunma Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı sarayını bombalamasından sadece birkaç gün sonra, bir İsrailli yetkili, Şam yönetiminin krizi tek başına istikrara kavuşturabileceğini zımnen kabul etti. İsmi açıklanmayan yetkili, Reuters’a yaptığı açıklamada, “Devam eden istikrarsızlık göz önüne alındığında,” İsrail’in “önümüzdeki 48 saat boyunca Suriye iç güvenlik güçlerinin Süveyda bölgesine sınırlı girişine izin vereceğini” söyledi.
Bu geri adım, İsrail’in hedef aldığı Suriye hükümetinin — yani askerleri ve komuta yapısı bombalanan yapının — aslında savaş halindeki Bedevi kabileleriyle Dürzi milisleri arasında düzeni sağlamak ve tampon rolü oynamak için vazgeçilmez bir aktör olduğunu dolaylı biçimde kabul ettiğini gösterdi. Nitekim bu yerel çatışmalar, Suriye hükümet güçlerinin olaya müdahale etmesine yol açmış, bu müdahale de İsrail tarafından hava saldırılarına gerekçe olarak kullanılmıştı.
İsrail’in bombardımanları karşısında hazırlıksız yakalanan ABD yönetimi, yaşananların etkisini sınırlamak için acilen harekete geçti. Amerikalı yetkililer, İsrail’e açıkça “geri çekilmesini ve bir nefes almasını” söylediklerini, bombalar yerine Şam’la doğrudan görüşmeler yapılması gerektiğini ilettiklerini açıkladı. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, saldırıları kamuoyu önünde, “barışçıl ve istikrarlı bir Suriye” inşa etme çabasına yönelik tehlikeli bir engel olarak nitelendirerek, Şara hükümetine ABD’nin aylardır yatırdığı siyasi sermayeyi sekteye uğrattığını ifade etti. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tammy Bruce ise, “Amerika Birleşik Devletleri son İsrail saldırılarını desteklememektedir,” diyerek durumu net biçimde ortaya koydu.
Son olarak, ABD Özel Temsilcisi Barrack bir adım daha ileri giderek açıkça Suriye hükümetinin yanında yer aldı ve hükümetin “farklı bir toplumu bir arada tutmak için elinden geleni yaptığını” belirtti. Ayrıca İsrail’in hava saldırısının “çok kötü bir zamanda gerçekleştiğini” sözlerine ekledi.
İsrail’in saldırıları, ABD ile İran arasındaki nükleer müzakereleri sabote etme geçmişini hatırlatan alaycı bir kalıbı yeniden gözler önüne seriyor. Netanyahu, nasıl ki zamanında ABD-İran diplomasisine karşı amansız bir lobi faaliyeti yürüterek İsrail’in tek taraflı saldırılarına zemin hazırlamış ve sonrasında Washington’u çatışmaya çekmeyi başarmışsa, şimdi de ABD ile Suriye arasındaki yakınlaşmayı baltalıyor. Buradaki çelişki ise özellikle dikkat çekici: İsrail, son haftalarda kamuoyu önünde Suriye’yi İbrahim Anlaşmaları’na katılmaya çağırırken, aynı zamanda ortak olarak görmek istediğini iddia ettiği hükümet güçlerine doğrudan saldırıyor.
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar — daha önce Şara hükümetini “bir grup cihatçı” olarak küçümseyerek dışlayan kişi — Şubat 2025’te Suriye’nin federalleştirilmesini açıkça savundu. Ülkenin, farklı yaşam tarzlarına saygı gerekçesiyle mezhepsel çizgiler boyunca bölünmesi gerektiğini ısrarla vurguladı. Bu vizyon; Suriye’yi merkezsiz bir yapıda tutmak, Türkiye’nin etkisini dengelemek amacıyla da Rusya’nın Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki üslerini elinde tutmasına Washington’un izin vermesi için lobi yapılmasını içeriyordu. Ancak bu yaklaşım, Suriyelilerin, komşu ülkelerin ve Trump yönetiminin inşa etmeye çalıştığı birleşik ve istikrarlı devlet hedefiyle doğrudan çelişiyor.
İsrail’in Suriye’deki tırmanışı, ABD’nin yaptırımları kaldırmaya ve Suriye toprakları üzerinde birleşik bir askerî kontrol kurmaya yönelik çabalarıyla garip bir şekilde çakışıyor ve Trump yönetimini ciddi bir çıkmaza sürüklüyor. İsrail, son manevralarıyla ABD stratejisine vereceği zarardan bağımsız olarak, Suriye’nin kaderini kendi ellerinde tutmak istediğini açıkça ortaya koydu.
Şam’a atılan her bombayla İsrail yalnızca Suriye’nin altyapısını hedef almıyor. Aynı zamanda, istikrara ve entegrasyona dayalı, egemen devletlerden oluşan olası bir bölgesel düzenin temellerini de parçalıyor. Bu da Washington ve daha geniş bölge açısından giderek daha maliyetli hâle gelen temel bir ayrışmayı açığa çıkarıyor.
Trump yönetimi için asıl sınav, İsrail’in saldırgan tutumunu dizginleyip dizginleyemeyeceği ve birleşik, istikrarlı bir Suriye vizyonunun filizlenmesine gerçekten izin verip vermeyeceği olacak.
* Elfadil Ibrahim, Orta Doğu ve Afrika siyaseti üzerine, özellikle Sudan’a odaklanan bir yazar ve analisttir. Yazıları The Guardian, Al Jazeera, The New Arab, Open Democracy ve diğer yayın organlarında yer almıştır.
Kaynak: https://responsiblestatecraft.org/israel-syria-2673539957/