İsrail’in En Büyük Varoluşsal Tehdidi Kendi Hükümetidir

Eğer siz bir İsrail destekçisiyseniz ve size 8 Ekim 2023’te biri şöyle deseydi: Neredeyse iki yıl içinde 60.000’i aşkın Filistinli (çoğunluğu sivil) ölecek, İsrail en yakın müttefiklerinden bazılarını kendisinden uzaklaştırmış olacak ve Hamas hâlâ İsrailli rehineleri elinde tutuyor olacak — bu tabloyu, Netanyahu’nun İsrail tarihinin en büyük güvenlik zaafının ve en kanlı gününün ardından vaat ettiği “mutlak zafer” olarak mı adlandırırdınız?
Ağustos 2, 2025
image_print

Gazze’de yaşanan açlık ya da savaşın sürdürülmesi için hiçbir rasyonel gerekçe yok. İsrail’in destekçileri, bunun sona ermesini talep etmelidir.

Tarih, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Gazze’deki savaş süresince sergilediği tutuma hoşgörüyle yaklaşmayacaktır. Ve kendilerini İsrail’in destekçisi olarak gören herkes – ki ben de İsrail’in var olma ve kendini savunma hakkına sahip olduğunu düşünen, ayrıca rotasını düzeltip kalıcı barışa ve liberal demokrasisini yeniden inşa etmeye çaba göstermesini isteyen biri olarak kendimi bu gruba dahil ediyorum – ayağa kalkıp bunu dile getirmelidir.

İsrail’in en ateşli destekçilerinin, özellikle Amerikalıların, Netanyahu hükümetinin Gazze’nin sivil nüfusu üzerinde kasıtlı olarak yarattığı yıkımı inkâr etmeyi artık bırakmasının zamanı çoktan gelmiştir. İsrail’in uzun vadeli güvenliği ve ahlaki meşruiyet iddiasını korumak için bu yıpratma savaşı derhal sona erdirilmelidir. Ve bunu talep edecek olanlar, yine İsrail’in destekçileri olmalıdır.

İsrail’in güvenliği adına sivillere yönelik yaşanan korkunç gerçekliği rasyonalize etmenin bir yolu yok. İsrail Savunma Kuvvetleri’nin savaşı acımasız biçimde sürdürmesi, Hamas’a karşı herhangi bir stratejik kazanç da sağlamıyor. Eski İsrail askeri istihbarat yetkilisi Michael Milstein bu hafta The New York Times’a yaptığı açıklamada şöyle dedi: “Ana savaş hedefimiz olan Hamas’ın askeri ve siyasi kapasitesini ortadan kaldırmaya hiç yaklaşamadık ve Hamas daha esnek hâle gelmedi.” Milstein, mevcut durumu şöyle özetledi: “Tam bir felaketin içindeyiz.” Onun Bibi’nin savaşına dair yorumu: “tam bir başarısızlık.”

Muhalefet lideri ve eski Başbakan Yair Lapid de aynı görüşü paylaştı ve Gazze’deki savaşın mevcut hâlini “stratejik bir başarısızlık; operasyonel ve diplomatik başarısızlığı da beraberinde getiren bir durum” olarak tanımladı. Lapid şöyle ekledi: “İsrail hükümeti artık Gazze’de askerlerin neden ölmeye devam ettiğini nasıl açıklayacağını bilemiyor.”

Gazze’de açlık ve kıtlık yaygın — ve eğer İsrail Miras Bakanlığı’nın başkanı gibi yetkililere inanılacaksa, bu durum bilinçli bir stratejinin parçası. Amichay Eliyahu geçen hafta bir radyo röportajında hükümetin “nüfusu kovmakta” olduğunu söyledi ve “düşmanlarını besleyen bir ulus yoktur” diyerek bu tanıma Gazze’deki her erkek, kadın ve çocuğu da dahil etmiş oldu.

Gerçekten de, Benjamin Netanyahu’nun Gazze’deki savaşının en ateşli savunucularının birçoğu, Hamas yalnızca rehineleri serbest bıraksa bu insan eliyle yaratılmış açlığın sona ereceğini savunuyor. Bu düşünce biçiminin çarpıcı bir örneği olan bir X (eski Twitter) paylaşımında, Florida Cumhuriyetçi Kongre Üyesi Randy Fine şöyle dedi: “Rehineleri serbest bırakın. O zamana kadar açlıktan ölün.”

Holokost’tan sağ kurtulan milyonlarca insanın torunlarının yaşadığı bir ülke, sivil nüfusu kasten aç bırakmanın bir savaş suçu olduğunu ve tamamen etkisiz hâle getirilmiş bir Hamas’a karşı savaşın sürdürülmesinin kabul edilemez bir bedel olduğunu artık kabul etmelidir.

Ancak İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasının savaşı otomatik olarak sona erdireceği fikri bir yalandır. Çok sayıda hükümet bakanı, Knesset üyesi ve siyasi açıdan güçlü aktivist, Gazze’yi Gazzeliler olmadan istediklerini — başka bir deyişle, etnik temizlik — açıkça dile getirmiştir.

Daha bu hafta, İsrail’in aşırı sağcı maliye bakanı Bezalel Smotrich — Başbakan Netanyahu savaşı sona erdirirse koalisyon hükümetini yıkmakla defalarca tehdit etmiş biri — Gazze’deki İsrail yerleşimlerinin geri dönüşünün artık “gerçekçi bir çalışma planı” olduğunu söyledi. Ha’aretz gazetesinin, “Netanyahu’nun bakanlarla yaptığı görüşmelerde sunduğu ayrıntılar”a dayandırdığı haberine göre Netanyahu, ulusal güvenlik kabinesine Gazze’nin tamamen ilhakını içeren bir plan sunmayı planlıyor — ve bu planın Trump yönetiminin desteğini aldığını öne sürüyor. (Ben de Şubat ayında, Başkan Donald Trump’ın Gazze’nin “ele geçirilmesi” ve nüfusunun yerinden edilmesine destek verdiği açıklamalarıyla, Overton Penceresi’ni — yani kamuoyunun kabul sınırlarını — daha önce düşünülemez görülen yerlere taşıdığını savunmuştum.)

Netanyahu’nun bir anlaşma yapmak, rehineleri geri almak ve savaşı sona erdirmek için pek çok fırsatı olduğu belgelerle sabittir. Ancak o her seferinde bunu yapmamayı tercih etti. Bu sırada, sevdiklerini geri isteyen ve savaşın sona ermesini talep eden rehinelerin aileleri Netanyahu tarafından görmezden gelindi, Knesset’e girişleri engellendi ve Netanyahu’nun pek çok destekçisi tarafından vatan haini ilan edildiler. Hatta bazıları Bibi yanlıları tarafından sokakta fiziksel saldırıya uğradı.

7 Ekim 2023’te 1.100’den fazla vatandaşı vahşice katledildikten sonra, İsrail’in Hamas’a karşılık vermesi ve örgütün geniş tünel ağı ile diğer terör altyapısını yok etmeye çalışması meşruydu. Ancak sivillerin ayrım gözetmeden öldürülmesi, Gazze’nin neredeyse tüm altyapısının kasten yok edilmesi ve insan eliyle yaratılmış kıtlıkla adım adım işkence uygulanması kesinlikle savunulamaz.

Bibi’nin savaşına destek verenler, bunun düşmanca bir bölgede yaşamanın bedeli olduğunu; İsraillilerin güvenliğini sağlamanın tek yolunun bu olduğunu öne sürecektir. Ancak bu bakış açısı meseleyi tersine çeviriyor. İsrail hükümeti, ülkeyi uluslararası alanda bir parya devlet konumuna sürüklemiş durumda; öyle ki artık ABD’nin kararlı desteğinin geleceği dahi risk altında.

Bu hafta yayımlanan bir Gallup anketine göre, Amerikalıların %60’ı İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonunu onaylamıyor. Yalnızca %32’si destekliyor. Ve artık her iki partiden bazı Kongre üyeleri, ABD’nin İsrail’e savunma amaçlı silah transferlerini bile durdurmak istiyor.

Netanyahu’nun savaşını destekleyenler, tüm uluslararası eleştirileri doğası gereği İsrail karşıtı önyargılarla açıklama eğiliminde. Tarihsel olarak bunun bir ölçüde doğruluk payı olabilir. Yıllar boyunca Birleşmiş Milletler’in İsrail’i kınayan kararlarının sayısı — özellikle Çin ve İran gibi kötü şöhretli insan hakları ihlalcileriyle karşılaştırıldığında — orantısızdı.

Ancak İsrail’in uzun süredir müttefiki olan Fransa ve Birleşik Krallık gibi ülkeler, büyük ölçüde bu bitmek bilmeyen savaşa bir tepki olarak ve belki de iki devletli çözüm çabalarını yeniden canlandırma yönünde hayalci bir umutla, Filistin devletini tanıma planlarını açıkladı. Çünkü İsrail’in karşı karşıya olduğu tercih budur: milyonlarca insanı topraklarından zorla süren bir apartheid devleti olarak mı yoksa hukukun üstünlüğüne dayanan, kusurları olsa da kalıcı barış arayışında olan bir demokrasi olarak mı geleceğini inşa edeceği.

Gazze kuşatmasının sürmesini destekleyen pek çok kişi, savaş sırasında İsrail’in davranışlarına yönelik verilere dayalı eleştirileri toptan antisemitik olarak damgalamaya çalışacaktır. Ancak bu eleştirmenlerin arasında, 2000’li yılların sonunda İsrail Başbakanı olarak görev yapmış, yerleşimlerin genişletilmesini desteklemiş ve onlarca yıl boyunca Netanyahu’nun sağcı Likud Partisi’nde yer almış Ehud Olmert de bulunuyor. Olmert, İsrail’in Gazze’de savaş suçu işlediğini söyledi ve Batı Şeria’daki Filistin köylerini yakarak bazen de sakinlerini öldüren İsrailli aşırılıkçı yerleşimci çetelerin gerçekleştirdiği pogromları kınadı — üstelik çoğu zaman bu olaylar IDF güçlerinin gözü önünde gerçekleşti. Olmert bu yıl şöyle yazdı: “Kendine saygısı olan bir insan, bu olguyu görmezden gelme veya etkilerini, risklerini ve İsrail toplumunun karakterine ve değerlerine yönelik tehdidini görmezden gelme lüksüne sahip değildir.”

Açlık ve kıtlık ortamında, kısıtlı besin yardımına ulaşabilmek için kilometrelerce yol kat eden silahsız Gazzelilere ateş açma emri aldıklarını söyleyen IDF askerleri ve subayları da var. (Birleşmiş Milletler’e göre, mayıs ayından bu yana IDF’nin faaliyetine izin verdiği dört uluslararası yardım dağıtım merkezinde yardım arayan 1.000’den fazla Filistinli öldürüldü. IDF ise yardım arayanların yakınına yalnızca “uyarı ateşi” açtığını iddia ediyor.)

İsrailli insan hakları örgütü B’Tselem kısa süre önce yayımladığı bir raporda İsrail’in şu eylemlerde bulunduğunu belirtti: “kitlesel zorla yerinden etme, etnik temizlik girişimleri ve bunu resmî bir savaş hedefine dönüştürme; ayrıca mülteci kamplarının kasten yok edilmesi yoluyla Filistin kimliğine saldırı.” (Bir İsrail hükümeti sözcüsü, rapordaki iddiaları “asılsız” diyerek reddetti.)

Eğer siz bir İsrail destekçisiyseniz ve size 8 Ekim 2023’te biri şöyle deseydi: Neredeyse iki yıl içinde 60.000’i aşkın Filistinli (çoğunluğu sivil) ölecek, İsrail en yakın müttefiklerinden bazılarını kendisinden uzaklaştırmış olacak ve Hamas hâlâ İsrailli rehineleri elinde tutuyor olacak — bu tabloyu, Netanyahu’nun İsrail tarihinin en büyük güvenlik zaafının ve en kanlı gününün ardından vaat ettiği “mutlak zafer” olarak mı adlandırırdınız?

İsrail’in destekçileri artık ‘Yeter’ deme sorumluluğunu üstlenmeli. Bu çıkış, çoktan yapılmış olmalıydı — ama bugün bile çok geç sayılmaz.

*Anthony L. Fisher, MSNBC Daily’nin kıdemli editörü ve yazarıdır. Daha önce The Daily Beast’te kıdemli görüş editörü ve Business Insider’da siyaset yazarı olarak görev yaptı.

Kaynak: https://www.msnbc.com/opinion/msnbc-opinion/israel-gaza-starvation-netanyahu-hamas-idf-palestine-rcna221851