İsrail Ve Yeni ‘Çatışma Doktrini’

İsrail'de yükselen bu Siyonist zihniyet, bölgede sürekli savaşlar peşinde koşmaktadır ve bunlar yine savaşların yol açtığı bedelleri ve sosyal, ekonomik ve hatta jeopolitik düzeylerdeki büyük maliyetleri görmezden gelmektedir. Önemli olan bir diğer husus da, bu kişilerin İsrail'in küçük bir varlık olduğunu ve sürekli savaşlarda dayanma gücünün büyük devletlerinki kadar olmadığını görmezden gelmeleridir. Amerika'yı kendileriyle birlikte savaşa sürüklemenin sonsuza kadar garanti edilebileceğini düşünmektedirler. Oysa Amerika'nın katılımıyla ya da katılımı olmadan, İsrail toplumunda, ekonomisinde ve ordusunda görünen ve görünmeyen kayıplar önümüzdeki aylarda açıkça ortaya çıkacaktır.
Haziran 23, 2025
Several automatic rifles raised up on the background of the Venezuelan flag. High quality photo
image_print

İsrail işgal devletinde ortaya çıkan yeni bir düşünce biçimi var: Herkesle çatışmak isteme, ya da “çatışma doktrini” olarak adlandırılan şey. İsrail’in son olarak Tahran’a yaptığı ani saldırıda, İran’ın nükleer programında çalışan çok sayıda askeri lider ve bilim insanını öldürüp bazı tesisleri tahrip etmesinin ardından, bazı İsrailli düşünürler bu eylemin doğru olduğunu ve normalleşme ve sükunet yoluyla istikrarı sağlamaya çalışmanın tehlikeli bir yanılsama olduğunu savunmaya çalışıyor.

Bu düşünceye sahip olanlar, Gazze’deki Hamas hareketiyle çatışmaktan duyulan korkunun 7 Ekim saldırısına yol açtığını düşünüyorlar. Tabii ki bu kişiler, İsrail hükümetinin Aksa Mescidi’ne saldırması, Kudüs’ü Yahudileştirme, Batı Şeria’da yerleşim yerlerini çoğaltma, Gazze’ye uygulanan ablukayı sıkılaştırma, İsrail hapishanelerinde binlerce Filistinli tutukluya zarar verme ve Filistin sorununu çözmeden birçok Arap ülkesiyle ilişkileri normalleştirerek Filistin sorununu ufuksuz hale getirme politikalarını görmezden geliyorlar. Bu kişiler, İsrail’in tüm suçlu işgal uygulamalarını mevcut durumun nedeni olarak görmüyorlar, aksine önceki uygulamaların çatışma durumundan daha az olduğunu düşünüyorlar.

Bu düşünceye sahip olanlar, İsrail’in 7 Ekim’den sonra Lübnan’daki Hizbullah’a karşı başlattığı topyekûn savaşın, Hizbullah’ı İsrail’e karşı herhangi bir eylemde bulunmaktan caydırıcı bir örnek olduğunu düşünmektedirler. Oysa İsrail’in 2006’dan beri Hizbullah’a uyguladığı politika, partinin güçlenmesine ve 150 binden fazla füzeye sahip olmasına izin vermiştir.

Dolayısıyla bu görüşün sahipleri, İran’a saldırının düşmanın güçlenmesine izin vermeyen çatışma doktrininin bir parçası olduğunu söylemeye çalışıyor ve bu davranışın 7 Ekim ve Lübnan’daki Hizbullah ile savaş gibi önceki derslerden öğrenildiğini gösteriyor. Onların görüşüne göre, düşmanları caydırmak için sınırlama politikası ve saldırı tehdidiyle yetinmek etkili değildir.

Bu kişiler, Siyonist toplumun iki yıllık savaşlar boyunca büyük bedeller ödeyebilme kapasitesinin, çatışma politikasını sürdürmede önemli ve temel bir faktör olduğunu ve bunun uzun ve maliyetli savaşlara girilmesine izin verdiğini düşünmektedir. Bu sadece, Gazze’deki Hamas’ı destekleyen Husi’lere karşı İsrail’in Yemen’deki mevzilerini bombalaması gibi bir misilleme kapsamında değil, aynı zamanda İsrail’e tehdit oluşturabilecek diğer taraflarla çatışmaya girişme girişimi de olabilir, tıpkı İran’da olduğu gibi.

Bu değerlendirmenin erken olduğunu düşünüyorum, çünkü İran ile çatışma politikası uygulanmaya başlanalı birkaç gün oldu ve bu politikanın nihai sonuçları henüz belli değil. Basitçe söylemek gerekirse, İran Hamas değil, Hizbullah da değil. Ayrıca bu teorisyenler, 7 Ekim’den bu yana 600 günden fazla bir süredir İsrail’in bu savaşı sürdürme kabiliyetini göz ardı ediyorlar.  Diğer bir açıdan bakıldığında, bu teorisyenler Hamas’ın Gazze’de yenilmediğini ve Hizbullah’ın 8 aydır kabiliyetlerini onarmaya ve kendini yeniden inşa etmeye çalıştığını göz ardı ediyorlar.

Jonathan Adiri gibi bu teorisyenler, Yedioth Ahronoth gazetesindeki makalelerinde, güçlü devletlerin sükunet ve istikrar değil, sürekli çatışma peşinde olduklarını, çünkü bu onların için tek üstünlük yolu olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Bu arada, bu doğru değildir, çünkü tarih boyunca güçlü devletler savaşları bir araç olarak kullanmış olsalar da, uzun süre hüküm süren tüm devletler politikalarını uzun vadeli istikrar üzerine inşa etmişlerdir.

Dolayısıyla, İsrail’de yükselen bu Siyonist zihniyet, bölgede sürekli savaşlar peşinde koşmaktadır ve bunlar yine savaşların yol açtığı bedelleri ve sosyal, ekonomik ve hatta jeopolitik düzeylerdeki büyük maliyetleri görmezden gelmektedir. Önemli olan bir diğer husus da, bu kişilerin İsrail’in küçük bir varlık olduğunu ve sürekli savaşlarda dayanma gücünün büyük devletlerinki kadar olmadığını görmezden gelmeleridir. Amerika’yı kendileriyle birlikte savaşa sürüklemenin sonsuza kadar garanti edilebileceğini düşünmektedirler. Oysa Amerika’nın katılımıyla ya da katılımı olmadan, İsrail toplumunda, ekonomisinde ve ordusunda görünen ve görünmeyen kayıplar önümüzdeki aylarda açıkça ortaya çıkacaktır.

Dr. Mahmud Alrantisi

Mahmut Alrantisi, İstanbul Medipol Üniversitesinde Siyaset Bilimi bölümünde öğretim üyesidir. Filistin meselesi ve Türkiye'deki gelişmeler konusunda uzmanlaşmış bir araştırmacıdır ve çok sayıda kitabı ve hakemli çalışması bulunmaktadır. Lisansını Gazze İslam Üniversitesinde tamamlayan Alrantisi yüksek lisans derecesini El-Aksa Üniversitesi Diplomatik ve Uluslararası İlişkiler bölümünden ve doktora derecesini de Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden almıştır.
SETA tarafından Arapça yayımlanan Ru’ye Türkiyye dergisinin editör yardımcılığını yürüten Alrantisi, Türkiye ve Arap Körfezi ülkeleri arasındaki ilişkiler üzerine çalışmalar yapmaktadır. Aljazeera Center for Studies tarafından yayımlanan 'Katar’ın Arap Baharı Ülkelerine Yönelik Dış Politikası ve Filistin Meselesi 'başlıklı bir kitabı bulunmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA