İsrail Saldırganlığına Karşı İslam Askeri İttifakına Doğru

2025 itibariyle ortaya çıkan tablo, İslam dünyasında güvenlik paradigmalarının değişmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Arap ve Müslüman ülkeler, kendi caydırıcılık mekanizmalarını kurmaya ve güvenlikte daha bağımsız hareket etmeye yönelmektedir. İsrail’in tek taraflı saldırıları ise bu süreci hızlandırmakta, geçmişte ayrı kutuplarda duran ülkeleri dahi ortak zeminde buluşturmaktadır. Bu nedenle Doha saldırısı, tarihe sadece bir askeri saldırı olarak değil, aynı zamanda İslam ülkelerinin güvenlikte ortak hareket etmeye başladıkları dönüm noktası olarak geçebilir. Gelecekte bu süreç, belki de uzun zamandır tartışılan İslam ittifakının fiili bir güvenlik mimarisine dönüşmesine yol açabilir.
Eylül 20, 2025
image_print

İsrail’in 20. yüzyıldan bu yana süregelen saldırganlığı, özellikle son yıllarda Gazze’de yürüttüğü yıkıcı operasyonlar ve bölgedeki çeşitli ülkelere yönelik saldırıları, İslam dünyasında eşi görülmemiş bir güvenlik kaygısı ve birlik arayışını tetiklemektedir. Bu gidişat, 9 Eylül 2025’te Katar’ın başkenti Doha’ya düzenlenen ve sivillerin hayatını kaybettiği hava saldırısıyla kritik bir eşiğe ulaştı. Hamas liderlerini hedef aldığı açıklanan saldırı, bir Katar vatandaşının da ölümüyle sonuçlanarak Körfez ülkeleri için ciddi bir şok yarattı. Bu beklenmedik saldırının büyük bir etki bırakmasının temel sebebi Doha’nın on yıllardır Amerikan güvenlik şemsiyesi altında en korunaklı başkentlerden biri olarak görülmesiydi.

İsrail’in Katar saldırısı, Körfez ülkelerinin halihazırda aşınmış olan güvenlik stratejilerini derinden sarstı. Katar, ABD Merkez Komutanlığı’nın ileri karargâhına ev sahipliği yapan, on bin civarında Amerikan askerinin konuşlandığı bir ülke olmasına rağmen İsrail’in hedefi olmaktan kurtulamadı. Washington yönetiminin saldırıya karşı net bir kınama yapmaktan kaçınması, bölgede ABD güvenliğine duyulan güveni ciddi biçimde zedeledi. Uzun yıllardır devasa silah alımları ve Amerikan üsleri sayesinde korunacaklarına inanan Körfez ülkeleri, bu saldırıyla birlikte ABD güvenlik garantilerinin sınırlarını gördüler. Söz konusu İsrail olduğunda Washington’ın ‘müttefiklerini’ dahi korumayacağı net biçimde görülmüş oldu.

Bu nedenle Doha saldırısı sadece Katar’a değil, bütün Körfez’e yapılmış bir saldırı olarak algılandı. Katar’ın çağrısıyla 15 Eylül’de düzenlenen olağanüstü Arap-İslam zirvesinde yaklaşık 60 ülke bir araya gelerek saldırıyı şiddetle kınadı. Zirve sonunda yayımlanan ortak bildiride, Doha’ya yönelik bombardımanın uluslararası hukukun ağır ihlali olduğu vurgulandı ve Katar’la tam dayanışma ifade edildi. Daha da önemlisi, saldırının sadece Katar’a değil tüm İslam dünyasına yapılmış bir saldırı olarak değerlendirildiği ilan edildi. Bu söylem, NATO’nun kolektif savunma anlayışını andırır şekilde “birimize yapılan hepimize yapılmıştır” mesajını verdi. Zirve, İslam dünyasında bugüne kadar görülmemiş bir birlik atmosferi yarattı.

ABD Güvencelerinin Aşınması

Doha saldırısı, Körfez ülkelerinin güvenlik stratejilerinde kırılma noktası oldu. Uzun yıllardır petrol karşılığı güvenlik denklemine dayalı olan ABD-Körfez ilişkisi, İsrail’in saldırısıyla aşınmaya başladı. Körfez başkentlerinde ABD üsleri ve silah anlaşmaları, İsrail’in saldırılarını engellemediği gibi müttefiklerin güvenliğini de garanti altına almadığı kaygıları açıkça dillendirilmeye başlandı. Bu gelişme, Körfez ülkelerini kendi güvenliklerini tahkim etmek için alternatif arayışlara yöneltti. Bu bağlamda, Doha’daki zirvede Körfez İş Birliği Konseyi ülkeleri kendi ortak savunma mekanizmalarını daha etkin hale getirme kararı aldı. Artık Körfez için güvenlik sadece ABD’ye bırakılacak bir mesele değil; Türkiye, Pakistan ve Mısır gibi bölgesel aktörlerle kurulacak iş birlikleriyle güçlendirilecek bir zorunluluk olarak görülmeye başlandı. Tam da bu noktada daha önce Trump tarafından İran’a karşı kurulması planlanan Arap NATO’su fikrinden tamamen bağımsız, İslam orduları fikri gündeme gelmeye başladı.

“İslami NATO” Fikri ve Yeniden Canlanışı

Doha zirvesinde ortaya çıkan atmosfer, uzun süredir zaman zaman gündeme gelen “İslam ülkeleri arasında NATO benzeri bir askeri ittifak” fikrine yeni bir ivme kazandırdı. Daha önce Yemen iç savaşı ya da IŞİD tehdidi sırasında gündeme gelen bu fikir, iç çekişmeler ve öncelik farklılıkları yüzünden hayata geçirilememişti. Ancak Doha saldırısıyla birlikte Müslüman ülkelerin ortak bir savunma mekanizmasına duyduğu ihtiyaç daha güçlü bir şekilde hissedildi.

Bugün için kalıcı ve kurumsal bir “İslam NATO”sunun kurulması kısa vadede kolay görünmüyor. Fakat zirvede dile getirilen birlik mesajları, ortak tatbikatlar ve ikili savunma anlaşmalarıyla bu fikrin bir ağ modeli şeklinde gelişebileceğine işaret ediyor. Suudi Arabistan ile Pakistan arasında imzalanan karşılıklı savunma anlaşması ve Türkiye-Mısır deniz tatbikatı, bu arayışların somut örnekleri oldu.

Türkiye ve Pakistan: İslam Dünyasının Dayanakları

İslam ülkeleri arasındaki olası bir savunma iş birliğinin iki kritik ayağını Türkiye ve Pakistan oluşturmaktadır. Pakistan, Müslüman dünyanın tek nükleer gücü olarak güçlü bir caydırıcılık kapasitesine sahiptir. Ordu tecrübesi ve Güney Asya’daki konumu, onu doğal bir güvenlik ortağı haline getirmektedir. Türkiye ise NATO’nun en büyük ikinci ordusuna, gelişmiş savunma sanayisine ve stratejik bir coğrafi konuma sahiptir. Her iki ülke de Filistin davasına verdikleri kesintisiz destek nedeniyle İslam dünyasında büyük saygı görmektedir.

Türkiye’nin Katar’da 5.000 askere kadar kapasitesi olan askeri üssü, bu dayanışmanın sembolü olarak öne çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu üssü “kardeşliğin ve dayanışmanın sembolü” şeklinde tanımlaması, Türkiye’nin Körfez güvenliğine verdiği önemi gösteriyor. Pakistan ise Suudi Arabistan’la onlarca yıldır süregelen askeri iş birliği sayesinde bölgedeki en önemli güvenlik aktörlerinden biri haline gelmiştir. On binlerce Suudi askeri Pakistanlı eğitmenler tarafından eğitilmiş, iki ülke arasında sıkı bir askeri bağ kurulmuştur.

Savunma sanayii iş birliği de bu ilişkileri derinleştirmektedir. Türkiye’nin Körfez ülkelerine yönelik İHA ve zırhlı araç satışları, sadece ticari değil stratejik sonuçlar doğurmaktadır. Suudi Arabistan’ın Türkiye’den büyük çaplı SİHA alımı, Körfez’in güvenlik kapasitesini güçlendirirken Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunu da artırmaktadır. Katar’ın Türkiye’den zırhlı araç ve muhtemel tank alımları, askeri iş birliğinin çeşitlendiğini göstermektedir. Bu tür anlaşmalar, teknoloji transferi ve ortak üretim kanallarıyla İslam ülkeleri arasında stratejik bir dayanışma oluşturuyor.

Türkiye ve Pakistan’ın İslam orduları kurulması noktasında kritik adımlar attığı biliniyor. Bu noktada bölge ülkeleriyle gerçekleştirilen ortak askeri tatbikatlar dikkat çekici. Türkiye uzun süredir Azerbaycan, Pakistan ve Katar gibi ülkelerle müşterek tatbikatlar düzenlemektedir. Pakistan ise Körfez ordularıyla yakın iş birliği içindedir. Bu tatbikatlar, askeri birliklerin birlikte çalışabilirliğini artırmakta ve gelecekte kurulabilecek bir ittifakın altyapısını hazırlamaktadır.

Suudi Arabistan-Pakistan Stratejik Savunma Paktı

İslam ülkeleri arasındaki güvenlik iş birliği arayışlarının en somut örneği, 17 Eylül 2025’te Riyad’da imzalanan Suudi Arabistan-Pakistan Stratejik Karşılıklı Savunma Anlaşması oldu. Anlaşma, taraflardan birine yönelik saldırının diğerine yapılmış sayılacağını ve ortak savunma mekanizmasının devreye gireceğini hükme bağladı. Bu, İslam dünyasında ilk defa yazılı hale gelen bir kolektif savunma taahhüdü olması açısından tarihi bir dönüm noktasıdır.

Pakistan Dışişleri Bakanlığı anlaşmayı “her türlü saldırganlığa karşı ortak caydırıcılık” sağlayacak bir adım olarak nitelendirdi. Riyad ile İslamabad arasında imzalanan bu pakt Pakistan’ın Soğuk Savaş’tan bu yana yaptığı en kapsamlı savunma ittifakı olarak görülebilir. Anlaşmanın zamanlaması da dikkat çekicidir; Doha zirvesinden sadece iki gün sonra ilan edilmiş olması, gelişmenin bölgedeki güvenlik kaygılarının doğrudan sonucu olduğunu göstermektedir.

Bu anlaşma aynı zamanda Hindistan tarafından yakından izlenmektedir. Pakistan’ın en büyük rakibi olan Hindistan, Körfez’deki gelişmeleri kendi güvenliği açısından değerlendirmektedir. Suudi Arabistan’ın Pakistan’la böylesine güçlü bir pakt kurması, Yeni Delhi’nin diplomatik dengelerini de etkilemiştir.

Türkiye-Mısır İş birliği ve Doğu Akdeniz

İslam dünyasındaki yakınlaşmanın bir diğer örneği, Türkiye ile Mısır arasındaki askeri iş birliği oldu. İki ülke 2013’teki darbeden sonra kesilen ilişkilerini on yıl sonra yeniden inşa etmeye başladı. Bu süreç, 22-26 Eylül 2025 tarihlerinde Doğu Akdeniz’de düzenlenecek ortak deniz tatbikatıyla somutlaşıyor. “Dostluk Denizi” adı verilen tatbikat, on üç yıl aradan sonra iki ülke donanmalarının ilk ortak faaliyeti olarak bölgesel askeri iş birliklerinin İsrail saldırganlığı sonrası arttığının en somut işareti. Diğer bir ifade ile Türkiye ve Mısır’ın bu adımı, İsrail’in bölgesel politikalarına karşı ortak tavır alma arzusunun bir göstergesidir. Her iki ülke de Gazze’deki savaşın durması için çaba sarf etmiş, Doha zirvesinde İsrail’in saldırganlığını açık biçimde kınamıştır. Bu ortak tutum, Doğu Akdeniz’de geleneksel olarak karşıt kamplarda bulunan Ankara ve Kahire’yi güvenlik alanında iş birliğine yöneltmiştir. Tatbikat, İslam dünyasında oluşmakta olan savunma dayanışmasına önemli bir katkı olarak görülmektedir.

Sonuç olarak İsrail saldırganlığı, İslam dünyasında uzun süredir tartışılan askeri iş birliği fikirlerini yeniden canlandırdı. Doha zirvesinde verilen güçlü birlik mesajı, Suudi Arabistan-Pakistan paktı ve Türkiye-Mısır tatbikatı gibi somut adımlar, İslam ülkelerinin sadece diplomatik söylemle değil fiili iş birlikleriyle de güvenlik alanında yeni bir döneme girdiğini gösteriyor. Kısa vadede tam anlamıyla bir “İslam NATO”sunun kurulması kolay görünmese de ikili ve çoklu anlaşmalar üzerinden gelişecek bir ağ modeli giderek daha gerçekçi hale geliyor. Bu süreç, ortak tatbikatlar, savunma sanayii iş birlikleri ve askeri eğitim programlarıyla güçlendirildikçe ittifakın kurumsallaşma ihtimali de artacaktır.

2025 itibariyle ortaya çıkan tablo, İslam dünyasında güvenlik paradigmalarının değişmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Arap ve Müslüman ülkeler, kendi caydırıcılık mekanizmalarını kurmaya ve güvenlikte daha bağımsız hareket etmeye yönelmektedir. İsrail’in tek taraflı saldırıları ise bu süreci hızlandırmakta, geçmişte ayrı kutuplarda duran ülkeleri dahi ortak zeminde buluşturmaktadır. Bu nedenle Doha saldırısı, tarihe sadece bir askeri saldırı olarak değil, aynı zamanda İslam ülkelerinin güvenlikte ortak hareket etmeye başladıkları dönüm noktası olarak geçebilir. Gelecekte bu süreç, belki de uzun zamandır tartışılan İslam ittifakının fiili bir güvenlik mimarisine dönüşmesine yol açabilir.

 

Dr. Mehmet Rakipoğlu

Dr. Mehmet Rakipoğlu, 2016'da Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Doktorasını 'Dış Politikada Korunma Stratejisi: Soğuk Savaş Sonrası Suudi Arabistan'ın ABD, Çin ve Rusya ile İlişkileri' konulu teziyle tamamladı. Mokha Center for Strategic Studies düşünce merkezinde Türkiye Çalışmaları Direktörü olarak çalışan Rakipoğlu, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA