İkinci Dünya Savaşı sonrası kurallara dayalı uluslararası düzen, Rusya, İsrail ve hatta Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerin küresel normları göz ardı eden tek taraflı askeri eylemlerde bulunmalarıyla giderek daha fazla sınanmaktadır.
1651 yılında, İngiliz filozof Thomas Hobbes “doğa durumu”ndaki yaşamı —yani yönetim kurumları ve denetleyici önlemlerin bulunmadığı bir dünyayı— hayal etti. Bu dünya, sürekli bir savaş hâliyle kuşatılmış, yaşamı “çirkin, vahşi ve kısa” hâle getiren kasvetli bir yerdi. Hobbes, bu doğa durumunu dizginlemenin tek yolu olarak, tüm gücü elinde tutan bir egemen olan Leviathan’ı öngördü. Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanımlanan ve yönetilen, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurallara dayalı düzen ise bunun modern bir alternatifiydi.
Bugün, söz konusu kurallardan uzaklaşmanın etkilerini test eden büyük bir deneyimden geçiyoruz. Son zamanlarda ayrıntılı biçimde tartıştığım üzere, bildiğimiz şekliyle küresel ticaret sisteminin sona erişine zaten tanıklık ettik. Ancak kurallara dayalı sistemden uzaklaşma yalnızca ticaretle sınırlı değil. Bu durum, askeri güç kullanımında da açıkça görülüyor.
Geçtiğimiz birkaç hafta içinde gerçekleşen üç tek taraflı askeri eylem örneği özellikle öğretici niteliktedir:
İlk olarak, salı gecesi geç saatlerde Rusya, bir düzineden fazla tek yönlü saldırı dronu fırlattı; bu dronlar Polonya hava sahasına girdi ve Polonya topraklarına düştü — bu topraklar, NATO Anlaşması uyarınca korumakla yükümlü olduğumuz topraklardır. Yanılmayın: Rusya, 2014’te Kırım’ı işgal ettiğinden ve 2022’de Ukrayna’ya yönelik kapsamlı işgalini başlattığından beri, kurallara dayalı sistemi —ve bu sistemin temel ilkesi olan, devletlerin sınırları değiştirmek ve toprak kazanmak amacıyla askeri güç kullanmaması gerektiği kuralını— ısrarla test etmektedir. Yine de bu hafta, ittifak tarihinde ilk kez, NATO savaş uçakları, NATO hava sahasında düşman hava unsurlarını vurmak üzere havalandı. Saldırının kasıtlı mı yoksa kazara mı olduğu fark etmeksizin, Ruslar bir açıklama ya da özür sunmadı; bunun yerine, Belaruslu askeri yetkililer, Ruslar adına, Ukrayna’nın elektronik harp sistemlerinin dronların rotasından sapmasına neden olduğunu iddia etti. Sebep her ne olursa olsun, Rusların sessiz tepkisi, kurallara dayalı sistemin sınırlarını test etmeye her zamankinden daha fazla cesaret ettiklerini açıkça ortaya koyuyor.
Bu da beni ikinci örneğime getiriyor: İsrail. İsrail, İran’ın Hamas (büyük ve giderek artan bir insani bedel karşılığında), Lübnan’daki Hizbullah ve Yemen’deki Husiler dâhil olmak üzere bölgesel vekil ağını yok ederek ya da ciddi şekilde zayıflatarak Orta Doğu’nun güvenlik manzarasını yeniden şekillendirdiğinde, bu durum Amerika Birleşik Devletleri için uygun olmuştu. Elbette, İran’ın nükleer tesisleri de dâhil olmak üzere, İran’a yönelik İsrail (ve Amerika Birleşik Devletleri) saldırıları da vardı. Ancak bu hafta İsrail’in, Katar’da Hamas’ın siyasi liderliğini suikast amacıyla tek taraflı bir hava saldırısıyla hedef alması, Amerika Birleşik Devletleri açısından çok daha az uygun oldu. Katar, bölge genelinde karmaşık ilişkilere sahip bir ülke olmakla birlikte, İsrail ile Hamas arasında bir arabulucu rolü üstlenmiş ve bölgede yer alan en büyük ABD askeri üssü olan Al Udeid Hava Üssü’ne ev sahipliği yapmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin bu konuda ne bildiği ve ne zaman bildiği belirsizdir, ancak Trump yönetiminin İsrail’e yönelik nadir görülen azarlaması, ülkeler kuralları ya da teamülleri hiçe sayıp işleri kendi ellerine aldığında ve başkalarının zararına tek taraflı hareket ettiğinde bunun doğuracağı risklerin farkında olunduğunu göstermektedir.
Güç kullanımı konusunda sınırları zorlayan sadece Rusya ve İsrail değil. Geçtiğimiz hafta, Amerika Birleşik Devletleri, Başkan Donald Trump’ın “ABD’ye doğru ilerleyen” uyuşturucu taşıdığını iddia ettiği bir tekneyi vurdu ve teknede bulunan 11 kişinin tamamı öldü. (Teknenin zaten geri döndüğüne dair haberler mevcut.) Bu saldırı, Trump’ın yarımküredeki hakimiyetini pekiştirme arzusunun muhtemelen en güçlü örneği olarak dikkat çekti ve iddia edilen uyuşturucu kaçakçılarını kolluk kuvvetlerinin hedefleri değil, savaşçı muamelesiyle ele alması bakımından öne çıktı. Amerika Birleşik Devletleri Venezuela ile savaş halinde değil; uyuşturucu kaçakçılığı tarihsel olarak acil ulusal güvenlik tehditleriyle aynı şekilde değerlendirilmemiştir; ayrıca Kongre böyle bir eyleme onay vermemiştir.
Trump, Kongre’ye yazdığı mektupta, her yıl binlerce Amerikalının uyuşturucu aşırı dozundan öldüğünü belirterek, Amerika Birleşik Devletleri’nin kendini savunmak zorunda kaldığını savundu. Ancak meşru müdafaa, genellikle acil bir tehdit ya da fiilî bir zarar durumunda geçerli bir gerekçedir. Bu eylem, ABD sınırları dışındaki şüpheli uyuşturucu kaçakçılarına karşı ölümcül güç kullanmayı içeren sürdürülebilir bir politikanın başlangıcı mıdır? Bu durum “uyuşturucuya karşı savaş”a yeni bir anlam mı kazandırmaktadır? Peki, Rusya, Çin ya da başka bir fırsatçı güç benzer bir gerekçeyle Karadeniz, Tayvan Boğazı ya da başka bir bölgede bir gemiye saldırırsa Amerika Birleşik Devletleri nasıl tepki verecektir? Misilleme, taklit ve yayılma riskleri bu kadar kolay göz ardı edilebilecek şeyler değildir.
İşte gerçek Hobbesçi tehlike budur. Bu eylemlerin her biri tekil birer vaka olarak görülebilir, ancak bir, iki ya da üç ülke tek taraflı olarak kinetik eylemlerde bulunursa, diğerlerinin kendilerini kısıtlayacak hiçbir denetleyici unsurun kalmadığını hissedeceği bir izin yapısının oluşma riski doğar. Bu durum, kurallara dayalı sistemin —özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin merkezinde yer alan güç kullanımına getirilen kısıtlamalar dâhil olmak üzere— daha geniş ölçekte aşındırılmasına yol açabilir.
Elbette, kurallara dayalı sistemi sürdürmek pahalı ve zaman zaman çetin bir çaba olabilir. Trump’ın Amerikan dış politikası konusundaki düşüncesinin temel önermelerinden biri, Amerika Birleşik Devletleri’nin “sonsuz savaşlara” sürüklendiği ve Soğuk Savaş sonrası dönemde dünyanın fiilî polisi rolünü üstlendiği hâlde bunun karşılığında yeterli tazminat almadığıdır. Trump’ın bu değerlendirmesinde bir nebze doğruluk payı bulunsa da, eski düzene meydan okuma biçimi kendi içinde önemli maliyetler barındırmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kurallara dayalı uluslararası sistemi sürdürme konusundaki taahhüdü zayıfladıkça, yük oluşturan normlardan sıyrılabilir ve gücü eskisinden daha hızlı ve tek taraflı biçimde kullanabiliriz. Ancak aynı durum, müttefiklerimiz, rakiplerimiz ve düşmanlarımız için de geçerli olabilir. Kontrol altına alınmazsa, orman kurallarıyla tanımlanan bir sistem, dünya genelindeki çıkarlarımız göz önüne alındığında, en azından belli ölçüde daha fazla ABD müdahalesi talebi doğurabilir.
Tarihçi Robert Kagan, kurallara dayalı bir sistemle tanımlanan İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin liberal uluslararası düzeninin, dünya siyasetinin doğal hâli değil; yalnızca kasıtlı Amerikan gücüyle sürdürülebilen, kırılgan ve yapay bir sapma olduğunu ileri sürmüştür. Hobbes da kesinlikle buna katılırdı ve orman her zaman yeniden büyüyebilir. Orada yaşama cazibesini anlayabiliyorum —zira kirası oldukça ucuz— ama ekosistemi pek misafirperver değildir. Yirminci yüzyılın ilk yarısına bir bakın yeter.
Kaynak: https://www.cfr.org/article/israel-russia-and-united-states-are-testing-boundaries-global-order