İsrail İstihbarat Eski Başkanı: İsrail Kazanamayacağı Bir Savaş Veriyor

İsrail iç istihbarat örgütü Şin-Bet’in eski başkanı Ami Ayalon, açık kaynaklara yansıdığı kadarıyla en az on yıldır savunduğu “iki devletli çözüm” görüşünü Foreign Affairs dergisinde yazdığı makalede tekrar gündeme getirdi. Fransa, Kanada, İngiltere gibi ülkelerin eylül ayına kadar Filistin devletini tanıyacaklarını adeta “zafer” havasında anlatan Ayalon, Filistin devletinin kurulmasının İsrail’in “güvenliği” için olmazsa olmaz olduğunu düşünen birisi.
Ağustos 6, 2025
image_print

Gazze’deki Felaketi Durdurabilecek Tek Yol Filistin Devleti’nin Kurulmasıdır — ve Dünya Bu Yolda Öncü Olmalıdır

Ami Ayalon

5 Ağustos 2025, Foreign Affairs

Tercüme ve Takdim: Cengiz Sözübek

İsrail iç istihbarat örgütü Şin-Bet’in eski başkanı Ami Ayalon, açık kaynaklara yansıdığı kadarıyla en az on yıldır savunduğu “iki devletli çözüm” görüşünü Foreign Affairs dergisinde yazdığı makalede tekrar gündeme getirdi.

Fransa, Kanada, İngiltere gibi ülkelerin eylül ayına kadar Filistin devletini tanıyacaklarını adeta “zafer” havasında anlatan Ayalon, Filistin devletinin kurulmasının İsrail’in “güvenliği” için olmazsa olmaz olduğunu düşünen birisi.

Nisan’2025’te The Guardian gazetesinde de benzer şeyler yazmıştı:

“Birkaç hafta önce, hayatlarını İsrail’in güvenliği ve refahına adamış 17 meslektaşımla birlikte, Yahudi ve demokratik bir devlet olarak İsrail’in geleceğinin o kadar tehdit altında olduğuna karar verdik ki, alarmı çalmak sadece benim sorumluluğum değil, aynı zamanda yükümlülüğümdür.

18 kişiyle birlikte, iki büyük İsrail gazetesinde tam sayfa ilan verdik. Bu ilanda, İsrail devletinin temel yapısının ve kuruluş değerlerinin aşındığını açıkça belirttik. Gerçek şu ki, Gazze’deki rehinelerimiz, hükümetin mesihçi ideolojisi ve kendi kişisel çıkarları için iktidara tutunmaya çaresiz olan Başbakan Benjamin Netanyahu tarafından terk edildi. Hükümetimiz, kendi iktidarını korumak ve güçlendirmek için devletin demokratik işleyişini baltalıyor. Bizi, ulaşılabilir hiçbir askeri hedefi olmayan ve sadece daha fazla can kaybı ve nefretle sonuçlanabilecek sonsuz bir savaşa zorluyor.

Karşı karşıya olduğumuz kriz varoluşsal bir krizdir. Eğer rotayı düzeltmek için yeterli ivme oluşturamazsak, İsrail’in Yahudi ve demokratik bir devlet olarak varlığı tehdit altında olacaktır.

İsrail’in geleceği için mücadele eden ben ve birçok kişi, Birleşik Krallık Yahudi topluluğunun en büyük temsilci organı olan İngiliz Yahudileri Temsilciler Kurulu üyelerinin seslerini bizimle dayanışma içinde ve yürüttüğümüz varoluş mücadelesine destek olarak duyurmasından büyük memnuniyet duyduk.”

Ami Ayalon Filistin devletinin kurulmasının gerekliliğiyle ilgili bu görüşünün arka planı için, HAMAS’ın kurucusu Şeyh Admed Yasin’in 1997 yılında verdiği bir röportajda söylediklerine atıf yapıyor:

Şeyh Ahmed Yasin, 2027 yılına kadar Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında şeriat kanunlarıyla yönetilen birleşik bir İslam devletinin kurulacağını öngören tüyler ürpertici bir tahminde bulunmuştu. Bunu neyin engelleyebileceği sorulduğunda, “Tek korktuğum şey, Filistinlilerin Yahudilerin İsrail’in yanında bir Filistin devletinin varlığına izin vereceğine inanmasıdır” yanıtını vermişti.

Bu itiraf, temel bir gerçeği ortaya çıkardı: Hamas’ın gücü umutsuzluğa bağlıdır. Alternatiflerin yokluğundan beslenir. Ancak Filistin devleti için uluslararası destek gören, inandırıcı bir yol sunulursa, Hamas’ın çekiciliği yok olur.”

On yıllardır süren katliamlarına Gazze’yi yok ederek devam eden İsrail için geri sayımın hızlandığını gören Ayalon, Filistin devletinin kurulması durumunda tüm bu vahşetlerin unutulacağını, İsrail’in Likudnik İsrail kuyruğunu bırakıp kaçarak var olmaya devam edeceğini düşünüyor.

Filistin devletinin garantörlüğü için önerdiği Suudi Arabistan’ın prensinin “Filistin meselesini kişisel olarak önemsiyor muyum? Hayır, ama halkım önemsiyor” sözünden yola çıkarak hem müslüman halklardaki İsrail öfkesinin hem de Filistin halkının HAMAS desteğinin “İki Devletli Çözüm”le biteceğini zannediyor.

Ami Ayalon “fakir tavuk yiyorsa, ikisinden birisi kusurludur” yahudi atasözünü muhtemelen biliyordur. Ne kendisinin ne de kovuldukları Avrupa başkentlerinin “Filistin devleti desteği”nin niyetinin sahih ve insani olmadığını tüm dünya halkları biliyor.

2016’da “Obama Parametreleri” başlıklı yazısında Obama’nın önderliğinde “İki Devletli Çözüm”ün formülasyonunu hazırlayan Ayalon unutmamalı ki “1967 sınırlarına geri dönelim” gibi en makul bir talebi bile kabul etmeyen İsrail’i ve “bizi de yahudiler yönetiyor zaten” yalanına sarılanları hiç kimse unutmayacak.

İsrail için yeni bir “Osmanlı”nın kurulmasından daha korkuncu, yahudilerin sığınacakları bir Osmanlı’nın artık olmayacak olması olacak.

Tarih yatağına doğru geriye akarak ilerlemeye başladığında o kadar hızlanır ki, karşısında kimse duramaz: önce 1967, biraz sonra 1948 ve biraz daha sonra da Sibirya’nın derinliklerinde “Seneye Kudüs’te”

İsrail İstihbarat Eski Başkanı: İsrail Kazanamayacağı Bir Savaş Veriyor

Gazze’deki Felaketi Durdurabilecek Tek Yol Filistin Devleti’nin Kurulmasıdır — ve Dünya Bu Yolda Öncü Olmalıdır

Ami Ayalon

5 Ağustos 2025, Foreign Affairs

7 Ekim 2023’te Hamas’ın önderliğinde gerçekleştirilen operasyonun ardından patlak veren savaş, Arap Baharı’ndan bu yana Orta Doğu’da yaşanan en dönüştürücü çatışma haline geldi. Ancak İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Hamas’ı yok etmek için başlattığı kampanyadan 22 ay sonra, İsrail hâlâ belirli bir siyasi sonuca ulaşamadı. Gazze’de ateşkes müzakereleri başarısızlıkla sonuçlandı ve İsrail’in savaşın “sonrası” için bir vizyon geliştirememesi, bölgedeki insani felaketi derinleştirdi ve açlık sorunu da giderek kötüleşiyor. Çatışma giderek ölümcül bir bölgesel ve uluslararası soruna dönüşürken, İsrail dışındaki aktörler çözüme ulaşmak için devreye giriyor: Geçen pazartesi, Fransa ve Suudi Arabistan, çatışmaya daha kesin bir son vermek için Birleşmiş Milletler’de bir plan başlattı ve diğer ülkeleri Filistin devletini tanımaya ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına dayalı olarak 1967’de belirlenen sınırlar boyunca devletlerin kurulmasını desteklemeye çağırdı. Kanada, Fransa ve Birleşik Krallık, savaş sona ermedikçe Eylül ayına kadar Filistin devletini tanıyacaklarını açıkladı.

İsrail’in mevcut hükümeti, Hamas’ın altyapısını ortadan kaldırma hedefini büyük ölçüde gerçekleştirilmiş olmasına rağmen yaklaşımını değiştiremiyor gibi görünüyor. İsrail’in uzun vadeli bir vizyonunun olmaması, İsrail, Gazze ve daha geniş bölgeyi uzun süreli bir kaos içinde bırakmıştır. Net bir siyasi hedefi olmayan savaşlar kazanılamaz. Sonlandırılmaları da mümkün değildir. İsrail’in planlama boşluğu ne kadar uzun sürerse, şu anda yaşanmakta olan felaketten daha kötüsünün yaşanmasını önlemek için uluslararası aktörlerin bir araya gelmesi o kadar gerekli hale gelecektir. Bunu sadece İsrailliler ve Filistinliler için değil, bölgenin istikrarı ve kendi çıkarları için de yapmaları gerekmektedir. Hamas’ın 7 Ekim’deki operasyonunun ardından başlayan savaş haklıydı. Bugün ise adaletsiz, ahlaka aykırı ve ters etki yaratır hale gelerek Gazze’deki insani felaketin sorumluluğunu Hamas’tan İsrail’e kaydırmaktadır.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ

Yirmi birinci yüzyılda Ortadoğu’nun stratejik manzarasını yeniden şekillendiren iki olay vardır: Arap Baharı ve 7 Ekim saldırıları. 2010 sonlarında başlayan Arap Baharı, birçok Ortadoğu rejiminin iç dinamiklerini kökünden değiştirmiştir. Sokak hareketlerini güçlendirdi ve otokratların geleneksel meşruiyetini zayıflattı, en otoriter liderleri bile halklarının duygularına daha duyarlı hale gelmeye zorladı. İsrail ve ABD liderleri, uzun vadede Arap Baharı’nın çeşitli bölgesel aktörlerin İsrail-Filistin çatışmasına nasıl tepki vereceğini etkileyeceğini anlamalıydı. Filistin davası, uzun süredir Sünniler ve Şiiler, Araplar ve Persler, İslamcılar ve milliyetçiler gibi birbirinden farklı aktörleri birleştiren bir bayrak görevi gördü. Bu mesele, İran’ın “ateş çemberi” için ideolojik bir yapıştırıcı görevi gördü: Lübnan’daki Hizbullah, Gazze’deki Hamas, Yemen’deki Husi milisleri ve Irak ve Suriye’deki Şii milisler. Bu gruplar genellikle birbirleriyle çatışmışlardır ancak Filistin davası, daha geniş Müslüman dünyasında bir toplanma noktası ve meşruiyet kaynağı olarak işlev görmüştür.

Bu gerçeği görmezden gelmek, hem bölgesel hem de küresel politika yapıcılar tarafından yapılan kritik bir hataydı. 7 Ekim katliamı sadece barbarca bir terör eylemi değildi. On yıldan fazla bir süredir Başbakan Benjamin Netanyahu’nun İsrail politikasını belirleyen “çatışma yönetimi” doktrinine doğrudan meydan okuyan kasıtlı bir siyasi mesajdı. Aynı zamanda, Arap devletlerinin İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için ciddi çaba sarf etmeden İsrail ile diplomatik ilişkilerini normalleştirmeye devam edeceği yönündeki ABD’nin varsayımlarına da bir tokat oldu.

Bu yanılsama 2023 sonbaharında paramparça oldu ve diplomatik pragmatizmle bir arada tutulan, ancak çözülmemiş şikayetlerle çalkalanan bölgenin kırılganlığını ortaya çıkardı. ABD’nin arabuluculuğunda 2020 yılında imzalanan İbrahim Anlaşmaları, diplomatik bir zafer olarak kutlandı. Bu anlaşmalar, İsrail ile başta Bahreyn, Fas ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere birçok Arap ülkesi arasında barışı resmileştirdi. Ancak bu anlaşmalar, Filistin sorununun bölgede önemsiz hale geldiği ve Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme arzusu göz ardı edilerek daha fazla normalleşme anlaşması yapılabileceği şeklindeki tehlikeli ve yanlış inanca dayanıyordu. Bu stratejik hesap hatası, İsrail’i yerleşim yerlerini genişleterek ve Filistin topluluklarını mülksüzleştirerek Batı Şeria üzerindeki kontrolünü derinleştirmeye ve Filistin Yönetimi’ni zayıflatmaya cesaretlendirdi. Bu durum, Hamas’ın Gazze’deki siyasi boşluğu daha da doldurmasına ve engellenmiş Filistin Yönetimi’ni kenara iterek kendisini Filistin haklarının tek savunucusu olarak göstermesine olanak sağladı.

Eylül 2023’te ABD Başkanı Joe Biden, Hindistan’ı İsrail, Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden Avrupa’ya bağlayacak iddialı bir ekonomik plan olan Hindistan-Orta Doğu Koridoru’nu açıkladı. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne stratejik bir karşı ağırlık oluşturması amaçlanan bu proje de Filistinlileri marjinalleştirerek onlara sadece sembolik jestler sundu. Hamas ve özellikle lideri Yahya Sinwar için önerilen koridor, Arap liderlerin ve uluslararası aktörlerin ihaneti anlamına geliyordu. Artık, ABD ve Suudi Arabistan’ın öncülüğündeki planın Sinwar’ın 7 Ekim saldırısını başlatma kararında merkezi bir faktör olduğu anlaşılıyor.

7 Ekim ve sonrasında İsrail’in başlattığı askeri harekat, Körfez monarşileri de dahil olmak üzere diğer bölgesel liderlerin siyasi hesaplarını yeniden tanımladı. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Eylül 2024’te ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’e açıkça şöyle dedi: “Filistin meselesini kişisel olarak önemsiyor muyum? Hayır, ama halkım önemsiyor.” Bu açıklama, daha geniş bir gerçeği ortaya koydu: Otokrasilerde bile kamuoyu, liderlerin görmezden gelemeyeceği bir güç haline geldi.

SERT ÇATAL

Eşi görülmemiş askeri başarılarının ardından İsrail, tarihi bir dönüm noktasında bulunuyor. Bir yol – İsrail’in şu anda izlediği yol – ülkeyi Mısır ve Ürdün ile mevcut barış anlaşmalarının aşınmasına, iç kutuplaşmanın derinleşmesine ve uluslararası izolasyona götürecek. Bu yol, bölgede daha fazla radikalleşmeyi, kaostan beslenen küresel cihatçı örgütlerin daha fazla dini-milliyetçi şiddet eylemlerini, ABD’li politika yapıcılar ve Amerikan vatandaşları arasında desteğin azalmasını ve dünya çapında antisemitizmin artmasını teşvik edecektir. Diğer yolu seçmek, yani İsrailliler ve Filistinliler için güvenliği artıran ve Orta Doğu’da istikrar ve refahı teşvik eden yolu seçmek için İsrail, uygulanabilir bir iki devletli çözümü içeren bölgesel bir anlaşmaya doğru ilerlemelidir.

Bu savaş, kimlik, tarih ve aidiyet üzerine süregelen, köklü bir mücadelenin parçasıdır. Asimetrik güç ama simetrik korku tarafından şekillenen bir çatışmadır. Çözümü, her iki tarafın da zafer öyküsünü yazmasına olanak sağlamalıdır. Bu da aktif uluslararası katılım ve liderlik gerektirir. Herhangi bir kalıcı çözüm, sadece siyasi ve toprakla ilgili değil, aynı zamanda psikolojik ve sembolik de olmalıdır. Sadece uluslararası desteğin birleştiği bir bölgesel çerçeve, her iki tarafın uzlaşması için gerekli dış meşruiyeti, daha geniş teşvikleri ve siyasi korumayı sağlayabilir.

Suudi Arabistan tarafından başlatılan ve Arap Birliği tarafından desteklenen 2002 Arap Barış Girişimi, çözüm için en kapsamlı ve yeterince kullanılmayan çerçeve olmaya devam etmektedir. Önceki diplomatik çabaların aksine, bu girişim iki kritik unsura sahipti: net bir nihai hedef (1967 sınırları temelinde, toprak takası konusunda mutabakat sağlanmış iki devlet) ve müzakere sürecine tüm bölgenin katılımı. Bu girişim, Arap Birliği’nin 1967 Hartum Deklarasyonu’nun tersine bir yaklaşımı temsil ediyordu ve bu bildirideki meşhur “üç hayır”ı (barış yok, tanıma yok, müzakere yok) kolektif bir bölgesel “evet”e dönüştürüyordu.

Ard arda gelen İsrail hükümetleri bu öneriyi görmezden geldi. Ancak İsrailliler için bu girişim artık stratejik bir zafer olarak anlaşılabilir: Yahudi devletinin var olma hakkının Arap dünyası tarafından geniş çapta tanınmasıyla sonuçlanan on yıllar süren diplomatik ve askeri çabaların doruk noktası. Siyonizmin kurucularından ve İsrail’in güvenlik doktrininin kilit mimarlarından Ze’ev Jabotinsky, 1923 yılında Arap dünyasıyla gerçek müzakerelerin ancak Yahudi halkının bölgede kalıcı olduğunu kabul ettiğinde mümkün olacağını yazmıştı. Filistinliler için ise 140 yılı aşkın bir mücadelenin, 1948’deki nakba‘nın, işgale karşı sivil ayaklanmaların ve arka arkaya gelen savaşların ağır bedelinin ardından, Arap Barış Girişimi’nin önerdiği çerçeve, uzun süredir reddedilen ulusal kimlik ve devletin tanınmasını sağlayacaktır. Bu çerçeve, sadece sınırlar ve egemenlik meselelerini değil, aynı zamanda kalıcı barış için gerekli olan bölgesel güvenlik mimarisini de ele almaktadır.

KENDİ KENDİNE VURMAYIN

Ne yazık ki, mevcut İsrail hükümeti Filistin devletine aktif olarak karşı olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, uluslararası aktörlerin Arap Barış Girişimi’nden ve Mısır ile daha yakın zamanda Fransa ve Suudi Arabistan’ın önerilerinden esinlenerek gerçekçi ve aşamalı bir süreç başlatma zamanı gelmiştir. ABD, Suudi Arabistan ve ılımlı Arap devletleri de dahil olmak üzere mümkün olan en geniş ülke grubu ortak bir bildiri yayınlamalıdır: Hedef, İsrail ve Filistin’in barış içinde ve karşılıklı tanıma içinde yan yana yaşayan iki egemen devlettir. Böyle bir bildirinin sağlayacağı netlik, İsrailliler ve Filistinliler arasındaki güvensizlik sisini ortadan kaldırabilir ve her iki tarafın da uğruna çabalamaya değer bir gelecek hayal etmesini sağlayabilir.

İlk pratik adım, Gazze’de ateşkesin sağlanması ve kalan tüm İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasıdır. ABD ve Suudi Arabistan’ın denetimi altında geçici bir teknokratik Filistin hükümeti Gazze’deki sivil işleri yönetebilir, Arap Birliği veya çok taraflı bir görevlendirme altında bir bölgesel Arap güvenlik gücü ise düzeni sağlayabilir. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, büyük uluslararası kuruluşlarla birlikte Gazze’nin büyük çaplı yeniden inşasını yönetebilir. Hamas, bölgesel destekle Filistin Yönetimi Güçleri tarafından kademeli olarak silahsızlandırılabilir.

Ateşkesin ardından 18 ila 24 ay içinde, nihai statü müzakerelerinde halkını temsil edebilecek meşru ve birleşik bir Filistin hükümeti oluşturmak amacıyla Batı Şeria ve Gazze’de uluslararası gözetim altında seçimler yapılmalıdır. Arap Barış Girişimi’ne dayanan, mevcut BM kararları tarafından yönlendirilen ve güçlü uluslararası arabuluculukla yürütülen nihai bir anlaşma, güvenlik, demografi ve toprak bütünlüğüne dayalı toprak takaslarını içeren kalıcı sınırları belirleyecektir. Anlaşma ayrıca güvenlik düzenlemelerini belirleyecek, Filistin’de ikamet etmek isteyen İsrailliler ve İsrail’de yaşamak isteyen Filistinliler için çözümleri müzakere edecek, Filistinli mültecilerin ve Kudüs’ün statüsünü belirleyecek ve karşılıklı tanınmayı teyit edecektir.

Buna paralel olarak, İsrail ve ABD’nin askeri başarıları, İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemek için kapsamlı müzakereler başlatmak amacıyla kullanılmalıdır. AB, BM, Çin, İsrail, Suudi Arabistan (Arap Birliği’ni temsil eden);  Birleşmiş Milletler bu süreci koordine etmeli ve sağlam uluslararası denetimler oluşturmalıdır.

GÜÇTEN GÜCE

1997 yılında verdiği bir röportajda, Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin, 2027 yılına kadar Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında şeriat kanunlarıyla yönetilen birleşik bir İslam devletinin kurulacağını öngören tüyler ürpertici bir tahminde bulunmuştu. Bunu neyin engelleyebileceği sorulduğunda, “Tek korktuğum şey, Filistinlilerin Yahudilerin İsrail’in yanında bir Filistin devletinin varlığına izin vereceğine inanmasıdır” yanıtını vermişti.

Bu itiraf, temel bir gerçeği ortaya çıkardı: Hamas’ın gücü umutsuzluğa bağlıdır. Alternatiflerin yokluğundan beslenir. Ancak Filistin devleti için uluslararası destek gören, inandırıcı bir yol sunulursa, Hamas’ın çekiciliği yok olur.

İsrail’in askeri caydırıcılığı yeniden sağlandı. Kendini savunma ve düşmanlarını caydırma kapasitesini gösterdi. Ancak güç tek başına İran’ın vekil ağını ortadan kaldıramaz ve İsrail’e gelecek nesiller için kalıcı barış ve güvenlik sağlayamaz. Sadece güçlü uluslararası desteğe sahip ve nihayetinde uygulanabilir bir iki devletli çözüme yol açan bölgesel bir anlaşma, İsrail’in güvenliğini ve Yahudi-demokratik kimliğini koruyabilir, şiddet döngüsünü sona erdirebilir ve Orta Doğu’yu bir savaş alanından işbirliği bölgesine dönüştürebilir. Bu ütopik bir idealizm değildir. Bölgesel ve uluslararası aktörlerin çıkarınadır. Ve İsrail için stratejik bir zorunluluk haline gelmiştir.

Ami Ayalon, İsrail donanmasının eski komutanı, İsrail’in iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in eski başkanı ve Friendly Fire: How Israel Became Its Own Worst Enemy and Its Hope for the Future (Dost Ateşi: İsrail Nasıl Kendi En Büyük Düşmanı ve Geleceğin Umudu Oldu) kitabının yazarıdır.

 

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA