İran’a Yönelik Saldırılar ABD’nin Latin Amerika’daki Güvenilirliğine Zarar Verdi

Bu son saldırılar, stratejik çıkarları bakımından hayati önemdeki bir bölgede ABD’nin nüfuzunu zayıflattı. Latin Amerika’yı yabancılaştırmakla Washington, yalnızca güveni değil, aynı zamanda bu yarımküredeki etkinliğini de kaybetme riski taşıyor.
Temmuz 6, 2025
image_print

La Paz’ın bohem Sopocachi mahallesinde, ülkenin yeni kurulan uzay ajansında çalışmış, sakin mizaçlı bir Bolivyalı mühendisle bir kafede karşılaştım. İthal kahvesinden yudumlarken, suç örgütlerini izleme konusundaki yeni yeteneklerinden bahsetmeye başladı: insansız hava araçları sayesinde koka tarlalarını denetleyebildiklerini, Chapare’deki kartel hareketlerini izleyebildiklerini ve Chaco sınırındaki birliklere destek sağlayabildiklerini söyledi. “Peki bu dronları kim yaptı?” diye ısrar edince önce gülümsedi, duraksadı; sonra birkaç kelimeyle yanıt verdi: “Dronların çoğu İran malı.”

Oysa altı yıl önce, geçici Áñez hükümeti “solcu terörle” mücadele için İsrail Savunma Kuvvetleri’nden (IDF) yardım istemişti. Daha sonra Arjantinli istihbarat yetkilileri, Bolivya’nın fiilen İran destekli grupların bölgesel merkezi hâline geldiğini; Hizbullah ve İslam Devrim Muhafızları Kolordusu’nun (IRGC) militanlarını barındırıp desteklediğini ve bunların da Yahudi ile İsrail hedeflerine yönelik çok sayıda saldırıdan sorumlu olduğunu aktardılar.

Bu vak’alar, sık sık yabancı müdahaleyle alevlenen Orta Doğu çatışmalarının Latin Amerika’ya da yansıdığını ve bölge halkı üzerinde genellikle şiddetli sonuçlar doğuran jeopolitik rekabetlere sürüklediğini gösteriyor.

Latin Amerikalıların çoğu, haksız yere vekâlet savaşlarının bir parçası muamelesi görmekten artık haklı olarak usanmış durumda. ABD ile İsrail’in İran’a düzenlediği son saldırılar, bölgedeki temkinli liderlere çatışmadan geri adım atma, askeri olmayan çözümleri öne çıkarma ve Orta Doğu’daki aşırı şiddet ve tırmanışı sert biçimde eleştirme imkânı tanıdı.

Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, Meksika Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum, Şili Devlet Başkanı Gabriel Boric ve Uruguay Devlet Başkanı Yamandú Orsi, saldırıları bir tırmanış olarak kınadı ve ihtiyat çağrısında bulundu. Bölgedeki neredeyse tüm ülkeler Gazze’de ateşkes talep ederken, Kolombiya, Şili ve Bolivya çoktan İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesti.

Bazı şahin yorumcuların ima ettiği gibi bu durum, İran’la ideolojik bir yakınlaşma meselesi değil. Lula gizli bir Hizbullah ajanı değil. Burada asıl tartışma, Batı’nın uluslararası hukuk ve normları son derece seçici ve keyfi kullanmasına dair artan hayal kırıklığı etrafında dönüyor.

Latin Amerika’da bu saldırılar, kışkırtılmamış, orantısız ve Irak’taki kitle imha silahları iddialarını andıran tartışmalı gerekçelere dayanmaları nedeniyle geniş çapta tepki çekti. Aynı zamanda Gazze’deki İsrail’in acımasız kampanyasını ve Batı Şeria’daki yayılmacı tutumunu destekleyen daha geniş bir çifte standardın parçası olarak görülüyor.

ABD’li yetkililer, İran’ın uluslararası arenada terörizme desteğini kınarken; insani normları ihlal eden, güvenlik ve ekonomik çıkarlarını korumak adına yabancı grupları ve rejimleri silahlandıran, hatta Suudi Arabistan, Pakistan ve Mısır gibi terör örgütlerine destek verdiğine dair bolca kanıt bulunan otoriter devletlerle yakın işbirlikleri kuran İsrail’in eylemlerini görmezden geliyor. Bölge halkı bu ikiyüzlülüğü çok iyi görüyor.

Bu arada Amerika Birleşik Devletleri, insan hakları, demokrasi ve uluslararası hukuk konularında dünyayı küçümsüyor; bazen bunu fiilen güç kullanarak da yapıyor.

Latin Amerika ülkeleri—özellikle müdahaleciliğe karşı duran liderlerin yönetimindekiler—artık Lula’nın önerdiği gibi daha pragmatik bir dış politika mı izlemeli, yoksa Gustavo Petro’nun savunduğu gibi ilkeli bir hümanist dış politika mı tercih etmeli? İşte bölgedeki asıl tartışma burada düğümleniyor.

Bu şüphecilik yalnızca geleneksel “kötü niyetli” aktörlere (Küba, Venezuela, Nikaragua) yönelik değil. Neredeyse tüm Latin Amerika ülkeleri ve Barbados gibi bazı Karayip devletleri bile ABD ile İsrail’in Orta Doğu politikalarını eleştirerek tutumlarını değiştirdi.

Bölgeyi dolaşırken, yerel diplomatlardan siyasetçilere, hatta istihbarat görevlilerine kadar herkes, kendi inisiyatiflerine dayanan benzersiz bir jeopolitik rota izlemek istediklerini ve ABD ile İsrail’in uluslararası arenadaki tutumundan ciddi endişe duyduklarını sık sık dile getiriyor. Saldırılardan hemen sonra, bir Brezilyalı diplomat WhatsApp üzerinden şöyle yazdı:
“Amerikalılarla İsrailliler böyle davranmaya devam edip yanlarına kar mı bırakacaklar? Kurallar onların üzerine işlemiyor sanıyorlar ve her soruna bomba atabileceklerini zannediyorlar. Birilerinin buna dur demesi şart.”

Bu ülkeler giderek, Çin, Rusya veya İran’ın ABD liderliğine makul alternatifler olarak görüldüğü çok kutuplu bir düzene yöneliyor. ABD ve İsrail çifte standart uyguladıkça, bu alternatiflere dair eleştiriler de etkisiz kalıyor.

ABD’nin çıkarları bundan zarar görecek. Latin Amerika, yalnızca önemli bir enerji ve ticaret ortağı değil; Batılı demokratik etki alanının da temel direklerinden biri. Birleşik Devletler, uyuşturucu kaçakçılığını engellemek, göçü yönetmek, rakip nüfuz odaklarını dengelemek ve uzun yıllar boyunca inşa etmeye çalıştığı uluslararası normları korumak için bölgesel müttefiklerine muhtaç. Latin Amerika hükümetlerinin güvenini ve iş birliğini kaybetmek ise ciddi sonuçlar doğurur.

Tarih boyunca pek çok Latin Amerika ülkesi, darbeler, baskı veya ABD’nin doğrudan müdahaleleri sonucunda Amerikan ideallerine destek vermişti. Bugünse aynı ülkeler, ABD’nin askeri müdahale tehdidi olmadan koruma vaadeden rakip güçlerle alternatif stratejik ortaklıklara yöneliyor. Uzun vadede bu eğilim, bölgenin ABD’den daha da uzaklaşmasını derinleştirecek.

Bu süreç çoktan başladı: Çin, pek çok Latin Amerika ülkesi için artık birincil ticaret ortağı konumunda. Birçoğu, Ukrayna’ya yönelik işgal nedeniyle Rusya’yı yaptırım listesine almayı reddediyor; bazıları İsrail ile ilişkilerini yeniden gözden geçiriyor; büyük çoğunluğuysa Kuşak ve Yol Girişimi ile diğer çok taraflı iş birliği projelerine imza atıyor.

İşte bu gelişmeler, Latin Amerika’da yeni bir jeopolitik rota çizme iradesinin ve Batı’ya duyulan mesafenin somut göstergeleri niteliğinde.

Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri—İsrail de dâhil—bu değişen gerçekliği kabul etmek zorunda: Latin Amerika, Soğuk Savaş dönemindeki gibi Washington’un dünya görüşüne sorgusuz sualsiz uyacak pasif bir blok değil artık.

Burası, kendi inisiyatifine sahip, karmaşık dinamiklerle örülü ve Batılı ülkelerin ikiyüzlülüğüne dair artan bir hayal kırıklığı yaşayan bir bölge. Liderlerini tırmanışa karşı çıktıkları için terör sempatizanı ilan etme, izole etme veya itibarsızlaştırma girişimleri ters teper.

Bu son saldırılar, stratejik çıkarları bakımından hayati önemdeki bir bölgede ABD’nin nüfuzunu zayıflattı. Latin Amerika’yı yabancılaştırmakla Washington, yalnızca güveni değil, aynı zamanda bu yarımküredeki etkinliğini de kaybetme riski taşıyor.

* Joseph Bouchard, Latin Amerika’da güvenlik ve jeopolitik konuları izleyen bir gazeteci ve araştırmacıdır. Yazıları Reason, The Diplomat, Responsible Statecraft, Le Devoir ve The National Interest gibi yayınlarda yer almıştır. University of Virginia’da Siyaset Doktora programına kabul edilmiş olup, SSHRC Latin Amerika Siyaseti Doktora Bursu sahibidir.

Kaynak: https://www.realclearworld.com/articles/2025/07/05/strikes_on_iran_hurt_us_credibility_in_latin_america_1120877.html

SOSYAL MEDYA