İnsanı Vampire Çeviren Tamahkârlık

Umut, doğrudan doğruya kapitalizme savaş açmak, üretim araçlarına el koymakta değil, insanın maneviyatındadır. Bizi önce vampire şimdi de zombiye çeviren haset ve tamahkârlıktan kurtulmak için yakıp yıkıp yeni bir dünya kurma hayalinden vaz geçip maneviyata ve derin düşünceye, tefekküre dönmek gerekir. Maddi yaşam pratiklerinin müthiş gücü, insan tamahkârlığının en yalın biçimde gözüktüğü ekonomik işleyişteki adaletsizlikler ancak insanın derununda sakladığı maneviyatla ve onun yol gösterdiği akılla aşılabilir.
Haziran 14, 2025
image_print

 “Örnek bir yurttaş olabilirsin, belki de Hayvanları Koruma Derneği üyesisindir ve hatta dindarlığınla da tanınıyorsundur, fakat senin bana karşı temsil ettiğin şeyin göğsünde kalp yoktur. Onda atar gibi görünen şey, benim kendi kalbimin atışıdır. Diğer her satıcı gibi metamın değerini istediğim için, normal bir iş günü talep ediyorum.” (s.231) Bu sözler Karl Marx’ın ünlü Kapital’inden alınmıştır.

Doğrudur; ilk gençlik yıllarımdaki düşüncelerimde Marx’ın belirleyici bir etkisi vardır ama daha 23 yaşımı doldurmadan onunla işimi bitirdiğim daha doğrudur. Doğrudur; Marx, insanın zihninden bir anda koparılıp atılacak kadar basit bir düşünür değildir ama hayatımın her döneminde, gerektiği her zaman onunla hesaplaştığım daha doğrudur. “Marx ile yolculuğum” boyunca yaptığım bu hesaplaşmaları Hece Dergisi’nin Karl Marx Özel Sayısı’nda yazmaya çalıştım. Geçenlerde burada da özetledim. (https://kritikbakis.com/marxta-eksik-kalan/ )

Kanaatimce, Marx’ın insan ve toplum ile ilgili birçok eksik ve hatalı kavrayışına rağmen en çok haklı olduğu yan, insanın zihnine ve bilincine maddi yaşam pratiklerinin mutlaka etkide bulunacağı idi. Yazının başındaki alıntı da bu haklı ifadelerinden birisi. Ona göre bir sarayda ve bir kulübede yaşamak doğrudan doğruya insan zihnini değiştirici bir etkiye sahipti; bir sarayda ve bir kulübede aynı şekilde düşünülemezdi. Marx’ın bu fikri, Hz. Ali’nin “Neye inandığımız nasıl yaşadığımızı belirlemez. Nasıl yaşadığımız neye inandığımızı belirler” (Nehcü’l Belaga) sözüyle birlikte düşünüldüğünde çok geniş ve derin bir anlam kazanır ama şimdilik konumuzdan ayrılmayalım…

Kapitalizm, insanlık tarihinde üretim ilişkilerinin yepyeni bir hali; öncekilerle kıyaslayarak onu anlamamız, mesela efendi-köle diyalektiğinden giderek kapitalist-işçi ilişkisini çözümlememiz mümkün değil. İster işçi ister patron ister ikisi birden dindar olsun, üretim sürecinin kendine has işleyen bir kuralı var. Ancak “doymak bilmez tamahkârlık ve büyüme isteği”yle açıklayabileceğimiz bu kuralı anlamadan sürece müdahil olmak, dönüştürebilmek imkânsız. Yanlış anlaşılmasın, sadece kapitalizmde sistem insanı, içinden çıkamayacağı şekilde biçimlendiriyor demek istemiyorum. Kapitalizm insana bir tür format attığı gerçek ama insanın içeriğinin, arzu akışının da buna uygun olması lazım. Bence kapitalizm insanda zaten var olan haset ve tamahkârlık yanlarının (dileyen şeytani yanlar diye okuyabilir), tarihte olmadık biçimde önünü açıyor, daha önceki toplumsal formasyonlarda sadece küçük bir azınlık için geçerli olan işleyişi tüm toplum kesimlerine yaymayı başarabiliyor. O yüzden toplumda yaşayan herkesi içerebilen bu heves ağının içinden çıkmak imkânsıza yakın hale geliyor. Bu öylesine bir güç ki, muhalif olan, isyan eden güçleri bile bir süre sonra kendisine benzetiyor, tüketim zincirine dâhil ediyor.

Marx, kapitalistin doymak bilmez tamahkarlığını “vampir metaforu” ile açıklamaya çalışır ve bu metafor başta “Kapital” olmak üzere onun tüm eseri için temeldir. Sözünü ettiğim Hece Dergisi’nin Karl Marx Özel Sayısı’nda Mustafa Ertürk, vampir metaforunun Marx’taki anlam katmanlarıyla ilgili şunları söylüyor: “Birinci düzlemde kapitalist ve burjuvaziyi temsil eder; ikinci düzlemde sermayenin bizatihi kendisini temsil eder; kapitalist ve sermayenin yaşayan-ölü veya “emekle yaşayan-ölü” olma halini temsil eder ve son olarak kapitalist ve sermayenin genişleme nosyonunu temsil eder. Toplumsal gerçekliği ekonomik gerçeklik dolayımıyla aslında metaforlaştıran Marx, döngüsel ve görünmez olan ekonomik gerçekliğin sermaye, emek ve sömürü ilişkisini görünür kılmaktadır.”

Vampirden Zombiye

Gerçekten de vampir metaforu, kapitalist sermayenin ancak düzenli biçimde artarak yaşamını sürdürebileceği gerçeğine tıpatıp uygun. Ama tam da burada durmak ve şu soruyu sormak gerekiyor. Peki, bu üretim ilişkilerinin içinde bu süreci tersine çevirmenin yegâne yolu, işçilerinin üretim araçlarına el koyarak onları kamulaştırması mıdır, yok mudur bu işin başka çaresi? Marksistlere göre yoktur.

Portföy Toplumu (Açılım Kitap) yazarı Ivan Ascher çok daha umutsuzdur. Ascher, Marx’ın Kapital’de yaptığı meta fetişizmine dair analizleri bugünün finans dünyasına uygulamanın sonucunda vampir metaforunun bile yetersiz kaldığı, “vampir”in artık “zombi”ye dönüştüğü sonucuna ulaşır. Zombilerden kaçıp kurtulmaktan başka kimsenin çaresi kalmamıştır.

Ascher’e göre günümüzde finans piyasaları, toplumları allak bullak etmektedir, zira kapitalist üretim tarzı, kapitalist öngörü tarzına dönüşmüş, ekonomiye hükmedenler, üretimden öngörüye kaymışlar, ekonomiyi ve toplumsal alanı bir kumar salonuna çevirmişlerdir. Artık bir şeyler üretmenin veya doğrudan hizmet sağlamanın zorluklarıyla kimse uğraşmamaktadır. İnsanlar günümüzde risk toplumunun alt katmanlarına iştirak etmek, riski ve disiplini aşağı doğru dağıtırken işleyişini gizleyen bir sistemi desteklemek zorunda bırakılıyorlar. Günümüzün finans kapitalizmi, Marx’ın çözümlemeye çalıştığı zamanlardan çok daha hızlı ve derin karmaşıklık içeriyor, kendi çelişkilerini toplumu büyüleyerek örtüyor. Ascher, günümüz portföy toplumunda herkesin piyasaları, borsayı, dünya paralarını, petrol ve altın gibi değerli madenleri ve bitcoin fiyatlarını takip etmekten, sözüm ona en karlı olana yatırım yapacağım derken asla denetleyemeyeceği bir süreçte oradan oraya atlayıp durduğunu ve âdeta zombileştiğini öne sürüyor.

Evet, bende aynı kanaatteyim; herkes gibi biz de adeta insanlıktan çıkıyor, zombileşiyoruz. Yaşadığımız toplum, piyasaları; moda, reklam ve halkla ilişkiler sektörleri aracılığıyla hayat planlarımızı, kararlarımızı ve seçimlerimizi yaparken neredeyse şans oyununa benzer bir zihin işleyişine bizi zorluyorlar.  Hayatlarımız her geçen gün giderek daha fazla kumar oyununa, zihinlerimiz her geçen gün giderek daha fazla kumarbazın zihnine benzemeye başlıyor.  Hayat Oyunu (Kapı Yayınları) kitabımda piyasa yüzünden farkında varmadan hepimizin nasıl kumarbaz zihnine sahip olmaya başladığımız anlatmaya çalıştım. Zihinlerimiz temelde aynı türden bir işleyişe sahipse “faizsiz bankacılık” vs. gibi direniş yolları da elbette yetersiz kalacaktır.

Çıkış yok mu bu tünelden?

Marksistlerin ve umutsuzların görüşlerine yine de bir noktaya kadar katıldığımı söylemeliyim. Zira biz insandan ve umuttan yana olanlardan, umutsuzluğu büyük günah olarak görenlerdeniz. Marx, her yıl yeni baştan Shakespeare okuyacağına, keşke daha çok insan varoluşu ve psikolojisi üzerine kafa yorsaydı, kapitalizm altında dünyanın neden kalpsizleştiğini düşünseydi, “kalpsiz bir dünyanın kalbi” dediği din üzerine biraz daha kafa yorsaydı diye hayıflanıyorum elbette. Ama bu noktada çakılıp kalmamamın,  umuda imkân aramam gerektiğinin de bilincindeyim.

Umut, doğrudan doğruya kapitalizme savaş açmak, üretim araçlarına el koymakta değil, insanın maneviyatındadır. Bizi önce vampire şimdi de zombiye çeviren haset ve tamahkârlıktan kurtulmak için yakıp yıkıp yeni bir dünya kurma hayalinden vaz geçip maneviyata ve derin düşünceye, tefekküre dönmek gerekir. Maddi yaşam pratiklerinin müthiş gücü, insan tamahkârlığının en yalın biçimde gözüktüğü ekonomik işleyişteki adaletsizlikler ancak insanın derununda sakladığı maneviyatla ve onun yol gösterdiği akılla aşılabilir. Gerçeklikten kopmadan, bilimsel bakıştan ayrılmadan bu yolda ilerlemek gerekir. Geçenlerde bir yazımızda (https://kritikbakis.com/sermaye-devlet-ve-adam-smith/ ) ele aldığımız Adam Smith’i ve onun ekonomi politik bakışını, hakikate ve çözüme Marx’tan daha yakın görüyorum. Biraz daha konuşmalıyız…

Prof. Dr. Erol Göka

Prof. Dr. Erol Göka:
1959 yılında Denizli’de doğdu. Evli ve 5 çocuk babası. 1992’de psikiyatri doçenti, 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi oldu. Halen Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi Psikiyatri Kliniği Eğitim ve İdari sorumlusu. Türkiye Günlüğü dergisinin yayın; birçok tıp ve beşerî bilimler alanındaki derginin danışma kurullarında bulunuyor. Türk Grup Davranışı kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya, 2008 yılında da Türk Ocakları “Ziya Gökalp İlim ve Teşvik Ödülü” verilmiştir.

Web: erolgoka.net
Mail: [email protected]

Yayınlanan kitapları içinde öne çıkanlar:

-Türklerin Psikolojisi (2008; 2017)
-Kadınlar, Erkekler, Âşıklar (Dr. Sema Göka ile birlikte, 2008)
-Yedi Düvele Karşı: Türklerde Liderlik ve Fanatizm (2009),
-Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları (2009; 2018)
-Türk’ün Göçebe Ruhu (2010; 2019)
-Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi Kolaylaştırma Kitabı (Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte, 2011; 2019)
-“Gerçek” İnsanın Yüzünde Yazar mı: Batı, İslâm ve Bilim Dünyasında Kişiliği Yüzden Tanımak (Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte, 2012; 2020)
-Hayatın Anlamı Var mı? (2013; 2019)
-Yalnızlık ve Umut: Günümüzde Varoluşsal Çaresizlikler ve Çıkış. (2020)
-Mutedil Müslümanların Günümüzdeki Düşmanları (2016)
-İnternet ve Psikolojimiz: Teknomedyatik Dünyada İnsan (2017)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA