Bronwen Maddox’a göre, sembolik açıdan önemli bu adımı atmak için doğru zaman geldi. Ancak bu adım, Gazze’ye insani yardım ulaştırılması gibi en acil görevlerden dikkati uzaklaştırmamalıdır.
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, bu hafta kabinesiyle bir araya gelerek İngiltere’nin Filistin devletini tanıyıp tanımaması gerektiğini tartışacak. Ne kadar temkinli olsa da, Starmer bu konuda bir uzlaşmaya öncülük etmelidir. Tanıma, tamamen sembolik bir adımdır; ancak bu sembolün değeri artmıştır. Bu, İngiltere’nin Gazze’deki ölümleri, yerinden edilmeleri ve neredeyse kıtlık düzeyine ulaşan durumu sona erdirmek için İsrail üzerindeki uluslararası baskıyı artırmak adına atması gereken birkaç adımdan biridir.
Başbakan, Filistin’i tanımanın doğurabileceği sakıncaları görmekte haklı. Öncelikle, bir devleti tanımak yalnızca bir kez yapılabilecek bir işlemdir. 140’tan fazla ülke bu adımı zaten attı. Tanımaya karşı çıkanların da belirttiği gibi, bu şimdiye dek bir Filistin devletinin kurulmasına yol açmadı. Ancak bu hafta, iki devletli çözüme yönelik pratik adımları görüşmek üzere Birleşmiş Milletler’de, New York’ta bir konferans için delegeler toplanıyor.
Filistin devletinin tanınması İsrail’i öfkelendirecektir. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, “Avrupa ülkeleri bizi etkilemeyecek ve temel hedeflerimizden vazgeçmemize neden olmayacak” açıklamasını şimdiden yaptı. Bu adım, şu anda İngiltere’yi ziyaret etmekte olan ABD Başkanı Donald Trump’ı da muhtemelen kızdıracaktır ve İngiltere’nin ekonomik büyümesi açısından önemli olan transatlantik ticaret anlaşmasını riske atabilir.
Başbakanın kendi ülkesindeki siyasi hesapları da göz ardı edilemez. Starmer, antisemitizmi ortadan kaldırmayı İşçi Partisi liderliğinin merkezine yerleştirmekte haklıydı. Ancak başbakanlık görevine geleli yalnızca bir yıl olmasına rağmen, otoritesi şimdiden zayıflamış durumda. Bu nedenle, tanımanın onun açısından taşıdığı siyasi risk, Filistin’i Eylül ayında tanıması beklenen ve Mayıs 2027’de görevini kalıcı olarak bırakacak olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’dan daha büyüktür.
Tüm bunlara rağmen, bu adımı atmak için doğru zamandır.
İlk olarak, tanıma; Washington’a, İsraillilere, Filistinlilere ve Orta Doğu’ya, Birleşik Krallık’ın, Filistin devletinin İsrail’le yan yana kurulmasının her iki halkın geleceğini güvence altına alacak tek çözüm olduğu yönündeki açık mesajıdır.
Bu adım, İsrail’in iddia ettiği gibi, 7 Ekim 2023’teki saldırılar ve rehinelerin hâlâ tutulması nedeniyle Hamas’ı ödüllendirmek anlamına gelmez. İki devletli çözüm, daha önceki barış süreçlerine açıkça ve şiddetle karşı çıkan Hamas açısından istenmeyen bir sonuçtur. Eğer sıradan Filistinliler ulusallaşmaya ve kendi kaderini tayin etmeye giden barışçıl bir yol görebilirse, Hamas zayıflar ve ılımlı kanat güçlenir. Ayrıca, tanıma İsrail’in halkını öldürmek isteyenlere karşı güvenlik ihtiyacını da göz ardı etmez.
Ancak tanıma, Britanya hükümetlerinin uzun süredir benimsediği şu görüşü açıkça ortaya koyacaktır: Filistin devletinin kurulmasına bir alternatif, İsrail’in güvenliğini ve uluslararası desteğini; aynı zamanda bölgenin istikrarını ve geleceğini tehlikeye atan, sonu gelmeyecek bir çatışmadır.
İkinci olarak, tanıma; Filistin devletinin kurulmasına yönelik adımların Gazze’deki barış çabalarından ayrı düşünülemeyeceğini savunan Suudi Arabistan ve diğer Orta Doğu ülkelerinin argümanlarını güçlendirecektir.
Suudi Arabistan bu bağlamda önemlidir. ABD ve İsrail’in yanı sıra, barışın nihayet sağlanabilmesi umuduyla en kritik rolü oynayabilecek ülke belki de Suudi Arabistan’dır. Onlarca yıl süren başarısız bölgesel girişimlerin ardından, Suudi Arabistan’ın bu süreçte aktif rol alma isteği kayda değer ve yeni bir gelişmedir. Riyad’ın Trump yönetimiyle olan iyi ilişkileri, Hamas’ın yerine geçebilecek güvenilir bir alternatif ortaya koymak gibi en zor meseleleri ele alma konusunda ülkeyi uygun bir konuma yerleştiriyor.
Ancak yalnızca Suudi Arabistan değil, başka aktörler de yeni bir Filistin liderliği üzerine görüşmeleri başlatabilir. Ayrıca Filistinliler de kendi gelecekteki hükümetlerinin şekillenmesinde belirleyici bir rol üstlenmelidir. Aksi takdirde, bu hükümetin sahada hiçbir meşruiyeti olmayacaktır.
Ancak Riyad, Ürdün, Mısır, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi uzun süredir bu konuda görüşleri olan ve diplomatik temaslar kurmakla meşgul olan bölgesel güçlerle yürütülecek görüşmelerde arabuluculuk yapabilir. Ayrıca barışın sağlanması durumunda, bölgenin Gazze’nin yeniden inşasına nasıl katkıda bulunabileceğine dair yürütülmesi gereken hayati müzakerelere de öncülük edebilir.
Ateşkes hâlâ görünürde yokken İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi şu an için gündemde değil; ancak bu, İsrail için dönüştürücü potansiyele sahip bir kazanç olmaya devam ediyor. Bu süreç yalnızca bölge içindeki ilişkileri değil, Endonezya ve Malezya gibi daha uzak Müslüman ülkelerle kurulacak daha iyi ilişkilerin de önünü açabilir. Birleşik Krallık’ın Filistin’i tanıması, doğrudan İsrail ile olmasa bile, Suudi Arabistan’ın Washington ile yürüttüğü müzakerelerde argümanlarını güçlendirebilir.
Üçüncü olarak, tanıma kararı İsrail’e açık bir mesaj niteliğindedir: Gazze’deki davranışları—Batı Şeria’daki yerleşimci saldırıları ve yerleşimlerin devlet tarafından yasallaştırılmasıyla daha da ağırlaşan—uluslararası toplum tarafından kesinlikle kabul edilemez bulunmakta ve en eski ve en yakın müttefikleri tarafından dahi tiksintiyle karşılanmaktadır. Belki de en önemlisi, gelecek yıl genel seçimlerde oy kullanacak olan İsraillilere şu mesajı net bir biçimde iletir: İsrail’in dostları bile, bu eylemlerin ülkeyi bir parya devlet hâline getirme riski taşıdığını düşünmektedir.
Filistin devletinin şu anda tanınmasının küçük bir riski vardır: Bu sembolik adım, Gazze’deki saldırılarını sona erdirmesi için İsrail’i ikna etmeye yönelik acil görevden dikkati uzaklaştırabilir. İsrail’in, bölgede neredeyse kıtlık yaratmadığını ve İsrail denetimindeki sistem aracılığıyla gelen az miktardaki gıdaya ulaşmaya çalışan Filistinlilerin vurulmasından sorumlu olmadığını iddia etmesi artık akla ve mantığa aykırı hâle gelmiştir.
Altyapının ve konutların tahribatı öylesine kapsamlı, nüfusun tekrar tekrar yerinden edilmesi ise hayatta kalma koşullarını öylesine bozucu bir etki yaratıyor ki, bu korkunç koşulların yalnızca askeri hedeflerin bir sonucu değil de, başlı başına bir amaç olmadığını İsrail’in ileri sürmesi artık inandırıcılığını yitirmiştir.
İsrail’in, Ekim 2023’teki sınır ötesi saldırının ardından Hamas’ı hedef alması için tartışmasız bir gerekçesi vardır ve neredeyse iki yıl içinde örgütün mevcut lider kadrosunun büyük kısmını etkisiz hale getirmiştir. Ancak İsrail’in, örgütü tamamen yok etmeye yaklaştığını söylemek güçtür. Aksine, bu savaş, Gazze’deki diğer Filistinliler grubu suçlasa bile Hamas’a yeni militanlar kazandırabilir.
Net Bir Mesaj
Birleşik Krallık geçen hafta Fransa ve Almanya ile birlikte, Avrupa’daki İsrail müttefiklerinin Gazze’deki savaşın yol açtığı acı ve ölümleri artık katlanılamaz bulduğunu açık bir şekilde beyan etti.
Starmer hükümeti, İsrail’deki bazı kişilere yönelik hedefli yaptırımlar uygulamaya koydu. Bu yaptırımlar, silah bileşenlerine yönelik kontroller de dahil olmak üzere genişletilebilir.
Verilmesi gereken mesaj nettir: Acil bir ateşkese ulaşılması elzemdir; uluslararası toplumun giderek artan bir kesimi, Filistinliler için ulusal bir geleceğe dair taahhüt görmek istemektedir ve İsrail’in en yakın müttefikleri dahi bunun, tarafların hepsinin savaşa sürüklendiği bir gelecekten daha fazla İsrail’in çıkarına olduğuna inanmaktadır.
Bir devleti tanımak sadece semboliktir. Ama bu mesajı netleştirir.
Kaynak: https://www.chathamhouse.org/2025/07/uk-should-recognize-palestinian-state-now