Güney Afrika kıyılarındaki bir mağarada bulunan taş aletler, Buzul Çağı’nın sonundaki yaşamı anlatıyor
Son Buzul Çağı’nda (yaklaşık 26.000 ila 19.000 yıl önce) Dünya, bugünkü dünyadan oldukça farklıydı.
Kuzey yarımkürede, 8 kilometre yüksekliğe ulaşan buz tabakaları Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’nın büyük bir bölümünü kaplarken, güney yarımküre ise kuzeydeki buzulların içine çekilen su nedeniyle daha kurak hale gelmişti.
Gittikçe daha fazla su buza dönüştükçe, küresel deniz seviyesi bugünkü seviyesinden yaklaşık 125 metre kadar düştü ve okyanus altında kalmış kara parçaları ortaya çıktı.
Afrika’nın en güneyinde ise çekilen kıyı şeridi, Paleo-Agulhas Ovası olarak bilinen kıta sahanlığını ortaya çıkardı. En geniş haliyle bu ova, günümüz Güney Afrika’sının güney kıyıları boyunca yaklaşık 36.000 km²’lik bir alanı kaplıyordu.
Artık var olmayan bu ekosistem, bol çayırlara, sulak alanlara, kalıcı su drenaj sistemlerine ve mevsimsel taşkın ovalarına sahip son derece verimli bir manzaraydı. Paleo-Agulhas Ovası, muhtemelen günümüz Doğu Afrika’sındaki Serengeti’ye en çok benzeyen yerdi. Büyük göçmen hayvan sürülerini ve onları avlayan insanları besleyebilecek kapasitedeydi.
Bu insanların nasıl yaşadıklarına dair daha fazla bilgiye, Knysna Eastern Heads Cave 1 adlı yeni bir arkeolojik alandan elde edilen veriler sayesinde sahibiz.
Bu alan, Güney Afrika’nın güney kıyısında, Hint Okyanusu’na bakan 23 metre yükseklikte yer alıyor. Bugün buradan balinaları izleyebilirsiniz, ancak Buzul Çağı sırasında okyanus görünürde değildi. Onun yerine, alan geniş çayırlara bakıyordu; kıyı hattı 75 kilometre uzaktaydı.
Mağaranın arkeolojik araştırması, 2014 yılında Teksas Üniversitesi’nden Naomi Cleghorn liderliğinde başlatıldı. Bu çalışmalar, insanların son 48.000 yıl boyunca bu alanı kullanmış olduğunu gösteriyor. Yerleşim izleri, Güney Afrika’da yaklaşık 40.000 ila 25.000 yıl önce gerçekleşen Orta Taş Devri’nden Geç Taş Devri’ne geçiş dönemini kapsıyor.
Bu geçiş, insanların kullandığı teknolojilerde dramatik değişimlerin görüldüğü bir dönemdir; bunlar arasında alet yapımında tercih edilen hammaddelerdeki değişiklikler ve daha küçük aletlere yönelme yer almaktadır. Bu değişimler, o döneme ait yerleşim alanlarının azlığı nedeniyle hâlâ tam olarak anlaşılamamıştır. Knysna Eastern Heads Cave 1, güney kıyısında, Pleistosen (Buzul Çağı) sonlarına ait kesintisiz bir yerleşim kaydı sunan ilk alandır ve Paleo-Agulhas Ovası’nın kenarında yaşayan insanların yaşamının nasıl değiştiğini belgelemektedir.
Buzul Çağı’ndan önce, kıyı şeridi mağaraya yakınken insanlar deniz kabukluları gibi deniz kaynaklarını topluyorlardı. Ancak iklim soğumaya ve deniz seviyesi düşmeye başladığında, odaklarını kara kaynaklarına ve av hayvanlarına kaydırdılar.
Burada çalışan arkeologlardan biriyim. Yakın zamanda yaptığımız bir çalışmada, meslektaşlarımla birlikte mağarada bulunan ve yaklaşık 19.000 ila 18.000 yıl öncesine tarihlenen taş aletleri analiz ettik. Bu aletlerin yapımında kullanılan tekniklerin, tarih öncesi insanların nasıl seyahat ettiklerine, etkileşim kurduklarına ve zanaatlarını nasıl paylaştıklarına dair ipuçları sunduğunu tartıştık.
Bu analizlere dayanarak, mağaranın birincil yerleşim yeri olmaktan çok, geçici bir kamp olarak kullanılmış olabileceğini düşünüyoruz. Ayrıca, bu aletlerin diğer alanlardaki örneklerle olan benzerliği, insanların geniş bir coğrafyada birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve tıpkı bugün olduğu gibi fikirlerini birbirleriyle paylaştıklarını gösteriyor.
Güney Afrika’nın Robberg teknolojisi
İnsanlık tarihinde aletler, belirli zaman ve mekânlara özgü çeşitli biçimlerde (“teknolojiler” veya “endüstriler”) icat edilmiştir ve bu biçimler, aletlerin ne zaman, nerede yapıldığını ve ne amaçla kullanıldığını gösterebilir.
Robberg, Güney Afrika’nın en ayırt edici ve en yaygın taş alet teknolojilerinden biridir. Knysna bölgesinde bulduğumuz Robberg aletlerinin, muhtemelen ok saplarına yerleştirilen çengeller gibi, bileşik aletlerdeki değiştirilebilir parçalar olduğu ve Paleo-Agulhas Ovası’ndaki göç eden hayvan sürülerini avlamak için kullanıldığı düşünülmektedir.
Robberg teknolojisinin Güney Afrika’da ilk kez, Son Buzul Çağı’nın zirvesine yakın bir zaman olan yaklaşık 26.000 yıl önce ortaya çıktığını görüyoruz. İnsanlar bu aletleri, iklimin daha sıcak olduğu yaklaşık 12.000 yıl öncesine kadar üretmeye devam etmişlerdir.
İnsanların aletlerini yapmak için kullandığı belirli yöntemler ve işlem sırası, öğretilen ve öğrenilen bir şeydir. Eğer birden fazla alanda aynı taş alet üretim yöntemleri görülüyorsa, bu durum insanların birbirleriyle fikir paylaştıklarını gösterir.
Knysna’daki Robberg yerleşimleri, deniz seviyesinin en düşük olduğu ve kıyı şeridinin çok uzakta bulunduğu 21.000 ila 15.000 yıl öncesine tarihlenmektedir.
Elde ettiğimiz Robberg aletleri, çoğunlukla mağara çevresinde bulunan taşlardan yapılmıştı. Aletlerin çoğu, çok keskin kenarlar oluşturabilen ancak öngörülemeyen şekillerde kırılabilen kuvarstan yapılmıştı. Üretim, küçük ve uzun aletler olan “bıçakçıklar” (bladelet) üzerinde yoğunlaşmıştı; bunlar muhtemelen av silahlarının değiştirilebilir parçalarıydı.
Bazı aletler, “silcrete” adı verilen bir hammaddeden yapılmıştı. Güney Afrika’da insanlar bu malzemeyi, alet yapım kalitesini artırmak için 164.000 yıl öncesinden itibaren ısı işlemine tabi tutuyordu. Knysna’daki silcrete aletler, bölgeye getirilmeden önce ısı işleminden geçirilmişti. Bu, Robberg teknolojisinde ısı işleminin kullanıldığı yalnızca ikinci belgelenmiş örnektir.
Silcrete, Knysna yakınlarında bulunmamaktadır. Bölgedeki erişilebilir yatakların çoğu, en az 50 kilometre iç kesimlerdeki Outeniqua Dağları’nda yer almaktadır. Knysna bölgesini kullanan insanların bu hammaddelere kendilerinin mi gittiği, yoksa başka gruplarla mı ticaret yaptığı henüz net değildir.
Robberg aletlerinin bulunduğu arkeolojik siteler Güney Afrika, Lesoto ve Esvatini’de de bulunmuştur; bu da teknolojinin Güney Afrika genelinde yaygın biçimde benimsendiğini göstermektedir. Knysna’daki aletler, diğer alanlardakilerle birçok ortak özellik paylaşmaktadır; bu da, insanların kıtanın tamamını kapsayan sosyal ağlar aracılığıyla bilgi paylaştığını düşündürmektedir.
Yine de Knysna alanına özgü bazı farklılıklar da vardır. Daha yeni katmanlarda, daha derin katmanlara kıyasla daha az sayıda alet bulunmuştur. Bu durum, insanların mağarayı zamanla daha seyrek kullandığını düşündürmektedir. Bu da, Buzul Çağı sırasında mağaranın birincil yerleşim yeri değil, geçici bir kamp olarak kullanıldığını gösterebilir.
Yanıt bekleyen sorular
Taş aletler bize ancak sınırlı ölçüde bilgi verebilir. Knysna Eastern Heads Mağarası 1 gerçekten geçici bir kamp mıydı? Eğer öyleyse, insanlar bu mağaraya neden geliyordu? Bu soruları yanıtlayabilmek için taş aletlerden öğrendiklerimizi, alandan elde edilen diğer verilerle birleştirmemiz gerekiyor.
Kesin olarak söyleyebileceğimiz bir şey var: Tür olarak çok uzun ve zengin bir geçmişe sahibiz ve yenilikçi ile sosyal doğamız, çoğu insanın sandığından çok daha eskiye dayanıyor. Son Buzul Çağı’nda yaşayan insanlar, sorunlarını çözmek için karmaşık teknolojilere sahipti, sanat ve müzik üretiyor, diğer topluluklarla bağlantı kuruyor ve bazı bölgelerde evcil köpekleri bile vardı.
Çevremizdeki dünyada yaşanan dramatik değişikliklere rağmen, Buzul Çağı insanları bugünkü insanlardan çok da farklı değildi.
* Sara Watson, Field Doğa Tarihi Müzesi ve Indiana Eyalet Üniversitesi’nde görev yapmaktadır.