‘Gözetleme kulesindeki adam’: Malleson ve Türkistan’a gönderilen İngiliz askeri misyonu, 1918-1920

Eski bir İngiliz istihbarat şefinin, hükümeti tarafından kendisine yapılan geçmişteki haksızlıklara ilişkin öfkesini kamuoyuna açık bir şekilde dile getirmesi ve bunu yaparken son istihbarat operasyonlarını ifşa etmesi pek sık rastlanan bir durum değildir. Bunun öğretici bir örneği, 24 Ocak 1922'de Orta Asya Derneği'nde verdiği bir konferansta, 1918-1920 yılları arasında komutasındaki Türkistan'daki İngiliz askeri misyonunun personelinin kuşkusuz etkileyici hizmetlerini takdir etmediği için Hindistan'daki İngiliz hükümetini sert bir şekilde eleştiren Tümgeneral Sir Wilfrid Malleson'dur.
Ağustos 8, 2025
image_print

Saul Kelly

Middle Eastern Studies

Tercüme: Cengiz Sözübek

ÖZET

Eski bir İngiliz istihbarat şefinin, hükümeti tarafından kendisine yapılan geçmişteki haksızlıklara ilişkin öfkesini kamuoyuna açık bir şekilde dile getirmesi ve bunu yaparken son istihbarat operasyonlarını ifşa etmesi pek sık rastlanan bir durum değildir. Bunun öğretici bir örneği, 24 Ocak 1922’de Orta Asya Derneği’nde verdiği bir konferansta, 1918-1920 yılları arasında komutasındaki Türkistan’daki İngiliz askeri misyonunun personelinin kuşkusuz etkileyici hizmetlerini takdir etmediği için Hindistan’daki İngiliz hükümetini sert bir şekilde eleştiren Tümgeneral Sir Wilfrid Malleson‘dur. Malleson haklı öfkesiyle bölgedeki İngiliz askeri ve istihbarat operasyonlarını, özellikle de 1919-1920 yıllarının kritik döneminde Afganistan’ı etkileyen ve Üçüncü Afgan Savaşı ve sonrasını kapsayan operasyonları büyük ölçüde ifşa etti. Bu makalede, nispeten ihmal edilmiş olan ve bu dönem ve bölgedeki İngiliz istihbaratının doğası hakkında bize çok şey anlatan bu konunun incelenmesine odaklanılması önerilmektedir.

Güçlü inançlara sahip dobra bir adam olan Malleson, Hindistan hükümetinin sadece Afganistan’a karşı değil, Orta Asya’nın eski Çarlık topraklarındaki sürekli değişen duruma karşı da yaptığı ölümcül hataları ortaya çıkarmaktan çekinmedi. Bunu yaparken, kendi misyonunun istihbarat başarılarını abartmaktan da çekinmedi. Bu, Hindistan hükümetinin itibarına yaptığı algılanan haksızlık için kamuoyu önünde intikam almaktan başka bir şey değildi. Ancak bu, Hindistan ordusu istihbaratının eski başkanı olarak görevlerini yerine getirme konusunda yıllarca maruz kaldığı gereksiz kısıtlamalara duyduğu hayal kırıklığını dile getirmesi anlamından daha da ötesine geçiyordu. Malleson’un ifşaatlarının arka planını araştırırken, onun İran’ın Horasan eyaletindeki Meşhed üssünden Hindistan hükümeti aracılığıyla Londra’daki Hindistan Ofisi’ne gönderilen kapsamlı raporlarına erişebilmek büyük bir şans. Bu raporlar, Hindistan Ofisi’nin kullanımı için bir dizi memorandum halinde özetlenmişti. Bu memorandumlar diğer gizli kaynaklardan elde edilen bilgileri de içeriyordu: özellikle Taşkent, Türkistan’daki askeri üsler ve Moskova’daki “Merkez” arasında geçen Bolşevik telsiz mesajlarının dinlenerek elde edilen bilgileri. Böylece, Orta Asya’daki İngiliz istihbarat ağının kritik bir dönemine ve istihbaratın nasıl toplandığı, değerlendirildiği ve Hindistan ve Londra’daki “müşterilerine” dağıtıldığına dair bir fikir edinmek mümkün oluyor. Bu bilgilerin en üst düzeyde yani İngiliz kabinesine rapor veren Orta Doğu İşleri Bakanlıklar Arası Konferansı’nda politika belirlemede yardımcı olduğu kanıtlanmıştır.

Tarihçiler, Malleson’un misyonunun 1918 Eylülünden 1919 Nisanına kadar Transhazar’da (Sovyetler’in Hazar Denizi’nden Afganistan’a uzanan bölgesi; bugünkü Türkmenistan toprakları – çn) aktif askeri operasyonlar yürüttüğü ve ardından Meşhed’deki üssüne çekildiği döneme odaklanmayı tercih ederek bu olayı ihmal etme eğiliminde olmuştur. Ancak Malleson’un konferansında da belirttiği gibi “misyonun şüphesiz en önemli ve ilginç görevi” 1919 Nisanından 1920 Mayısına kadar geçen on iki ayda gerçekleşti ve bu tarihte Malleson misyon başkanlığından alındı. Malleson, biraz şüpheli bir şekilde görevinden ayrıldı ve bunun onu çok rahatsız ettiği ve birkaç yıl sonra Orta Asya Derneği’nde seçkin bir dinleyici kitlesi önünde intikamını almasına neden olduğu açıktır. Bu makalede, 1919-1920 yılları arasındaki bu son dönemde Orta Asya’da yürütülen İngiliz askeri istihbarat operasyonlarına odaklanılması önerilmektedir, zira bu dönem nispeten ihmal edilmiştir ve bu dönemde ve bölgede İngiliz istihbaratının doğası hakkında bize çok şey anlatabilir.

Malleson ve Orta Asya

Malleson’un geçmişi Hindistan ordusu istihbaratında idi. 1904-1905 yıllarında Hindistan sınırları ötesinde istihbarat toplamak amacıyla Hindistan’da bir istihbarat biriminin çekirdeğinin oluşturulmasında önemli rol oynamıştı. Bu birim başlangıçta, bir İngiliz subayın komutası altında yerli subaylar ve astsubaylardan oluşan yirmi kişiden oluşacaktı. Bu adamlar, sınır ötesi ve Orta Asya kabilelerinden Rehber Alayı’na alınacaktı. Ayrıca, her yıl Afganistan üzerinden Hindistan’a gidip gelen çok sayıda Afgan, Orta Asya ve Hintli tüccar da bilgi kaynağı olarak kullanılacaktı. Malleson’un girişimi, Hindistan hükümetinin Dışişleri Bakanlığı ve genel vali Lord Curzon tarafından onaylandı. Ayrıca, başkomutan Lord Kitchener de bu girişimi destekledi. Afganistan’da Rusya ile olası bir savaşa hazırlık amacıyla Hint ordusunu hazırladığı için, Orta Asya’daki Rus silahlı kuvvetlerinin hazırlık durumu hakkında istihbarat istiyordu. 1905’te Rusya’nın Japonya’ya yenilgisi ve 1907’de İngiliz-Rus ittifakının kurulmasıyla durumun aciliyeti azaldı. Ancak Malleson, Orta Asya ve daha uzak bölgelerdeki Rus askeri faaliyetlerini ve Afganistan sınırındaki durumu izlemeye devam etti. Bu, sınırlar içinde ve ötesinde istihbarat ajanları çalıştırmayı içeriyordu. Ayrıca, Muskat’tan İran’ın Mekran kıyılarına, oradan da Belucistan ve Afganistan’a ve Hindistan’ın kuzeybatı sınırındaki kabilelere uzanan silah kaçakçılığını takip etti. 1906’da Basra Körfezi ve Türk Arabistanı’nı (Mezopotamya) gezdi ve ertesi yıl Hayber Geçidi’ne (Pakistan’ın Afganistan sınırındaki geçit – çn) gitti. Malleson, 1906-1908 yılları arasında Genelkurmay Başkanı’nın istihbarat bölümünde Genelkurmay Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Malleson, 1918’de Meşhed’e gönderilen misyonun başına getirildiğinde, istihbarat toplama deneyiminden yararlanacaktı. Aktif askeri komuta deneyimi yalnızca 1915-16 yıllarında Doğu Afrika’da idi ve bu deneyimi, yeteneklerinin savaşan bir askerden çok istihbarat çalışmalarının gizemli sanatlarında olduğunu gösterdi. Mantıklı bir şekilde, bu görevi Transhazar’daki daha yetenekli komutanlarına bıraktı.

Malleson, daha sonra istihbarat subaylarından biri tarafından “inatçı, asosyal, işine gömülü ve aşırı titiz” olarak tanımlandı. Görüşleri “sık sık alışılmışın dışında ve otoriteye karşı eleştirel, hatta alaycıydı. Kendi değerinin yeterince takdir edilmediğini hissettiği hissediliyordu. Bir başkası ise Malleson’un ”en önemli özelliğinin, insanların zekasını kullanma ve başkalarının çalışmalarını kendi lehine çevirme becerisi” olduğunu düşünüyordu. Bu, daha önceden de bilinen bir özelliğiydi ve Meşhed ve Transhazar’daki komutanlığı sırasında da kesinlikle doğrulandı.

Malleson Haziran 1918’de İran’ın Horasan eyaletindeki Meşhed’de üslenen Türkistan misyonunun başına atandı. Malleson daha sonra şöyle anlatmıştır: “Misyonun amacı, Türkistan’ı kontrol altında tutan Bolşeviklerin aktif yardımı veya zımni onayıyla, Bakü ve Krasnovodsk üzerinden Afganistan sınırına sızarak Afganlar ve kabile halkları üzerinde baskı kurarak Hindistan’daki İngilizlere karşı dini bir savaş başlatmak isteyen Türk ve Alman planlarını mümkün olduğunca engellemekti.” Simla’daki ( Hindistan’daki Simla şehri İngiliz sömürge idaresinin yazlık başkentliğini yapmıştır – çn)  Hindistan hükümeti, İngiltere’nin Fransa’dan Orta Asya’ya kadar uzanan bölgede Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savunma pozisyonunda olduğu bir dönemde bu tehditten çok endişeliydi. Malleson Misyonu (“Malmiss” olarak adlandırıldı), bu kritik duruma karşı alınan önlemlerden sadece biriydi.

Başka bir misyon da Albay F. M. Bailey, Binbaşı P.T. Etherton ve Yüzbaşı L.V.S. Blacker’dan oluşan bir heyetle Kaşgar’a gönderildi. Malleson, genel vali Lord Chelmsford ve siyasi departman başkanı John Shuckburgh gibi bazı Hindistan Ofisi yetkililerinin Orta Asya’ya bu misyonların gönderilmesine karşı olduklarını bilmiyor gibi görünüyor. Kabine’nin doğu komitesinde bunu ısrarla savunanlar Savaş Bakanlığı ve Hindistan Bakanı Edwin Montagu’ydu. Misyonlar başlangıçta pasif ve bilgilendirme amaçlı olacaktı. Meşhed ve Kaşgar’da kalacaklardı. Meşhed’e yeni gelen subaylar, mevcut istihbarat çabalarını çok eleştiriyorlardı. Bunlardan biri olan Reginald Teague Jones, konsolos general, “sinirli” Yarbay Grey ve “huysuz” askeri ataşesi Albay Redl’in, Transhazar sınırında neler olup bittiği hakkında hiçbir gerçek bilgisi olmadığını, çünkü orada sadece ilkel bir istihbarat ağına sahip olduklarını tespit etti. Bu durum daha sonra Malleson tarafından da doğrulandı. Malleson, CAS konferansında şöyle dedi: “İstihbarat doğaçlama yapılamaz. Yavaş yavaş oluşturulması gerekir. Ancak biz birkaç ajandan başka hiçbir şeyimiz olmadan başladık ve sonunda çok şey başardık. Bu sistemin organizasyonu, misyonumdaki bazı subaylar tarafından mükemmel bir şekilde yürütüldü.”

Çok sayıda dil biliyorlardı ve 1000 mil uzaklıktaki, hatta Taşkent’teki Bolşevik hükümetinin ofislerinde bile ajanları vardı. Ajanları, genellikle demiryolu ile ilgi alanlarına gidip geliyordu ve ayrıca yolcularından da bilgi topluyorlardı. Londra, Türk-Alman propagandasına ve İngiliz Hindistanı ve Orta Asya’ya karşı düşmanın saldırgan operasyonlarına karşı gerekli önlemleri almak için yerel girişimlere önemli ölçüde serbestlik tanıdı. Bu, Kaşgar’daki Etherton ve Meşhed’deki Malleson’un Orta Asya’da aktif önlemler almasını sağladı. Albay Bailey ve Yüzbaşı Blacker, Bolşevik hükümeti hakkında daha fazla bilgi edinmek için Kaşgar’dan Taşkent’e giderken, Malleson Ağustos 1918’de Bolşevik öncülünü deviren Transhazar’daki Menşevik Türkistan Birliği hükümeti ile bir anlaşma imzaladı. Malleson, Türk ve Almanlara karşı Bakü ve Krasnovodsk’u savunmayı ve Aşkabat demiryolu işçileri hükümetinin gerekirse Transhazar demiryolunu hizmet dışı bırakma yetkisini kullanmayı kabul etmesi şartıyla sübvansiyon sağlamayı kabul etti. Böylece Malleson misyonu, Türkler ve Almanlara karşı pasif ve bilgilendirme amaçlı bir tutumdan aktif ve Bolşevik karşıtı bir tutuma geçti. Bunu vurgulamak için Malleson, Hint birliklerini Doğu İran kordonundan Transhazar’a nakletti. Burada Menşevik güçleri ve Türkmen süvarilerini desteklediler ve Aşkabat’a doğru demiryolu üzerinde ilerleyen Bolşevik birliklerine karşı bir dizi başarılı askeri harekat düzenlediler. Malleson, bunun Bolşeviklere karşı bir savaş eylemi olduğunu biliyordu ancak Simla/Delhi’nin bunun farkında olup olmadığını ve bunun İngiliz hükümetinin politikasına uygun olup olmadığını bilmiyordu. Yine de bu eylemi gerçekleştirdi.

Malleson’un Hindistan hükümetini bağlamaya çalıştığı Orta Asya’da çok bağımsız bir politika izleyen, kontrol edilemeyen bir kişi haline gelip gelmediği sorusu ortaya çıkıyor. Birçok gözlemci, Malleson’un Britanya’nın destek ve etkisi altında olacak ayrı bir Müslüman devlet veya devletler federasyonu kurulmasını teşvik etmek istediği sonucuna varmıştır. Kuşkusuz, Britanya İmparatorluğu’na katılmak için haykırışlar içinde olan Türkmenlerin Britanya yanlısı açıklamalarını büyük ölçüde kullanmıştır. Malleson’un daha sonra Bolşeviklere karşı muhalefeti teşvik etmek için Buhara Emiri’ne silah gönderdiği de belirtilmiştir. Malleson daha sonra Simla/Delhi’yi Londra’ya karşı kullanarak Merv’de (subaylarının Çar’ın yazlık sarayında konforlu bir şekilde kalabileceği) kuvvetlerini kışlatma başarısından büyük memnuniyet duydu. Ancak bu fırsatı Seyhun’a (Siri Derya) ve Ceyhun’a (Amu Derya) askeri ilerleme ve Aşkabad hükümeti için güvenli bir sınır oluşturulmasını savunmak için kullandığı da gözlemlenmiştir. Bu böyle bir ilerlemeyi onaylamayı reddeden ve Londra’daki Hindistan Ofisi, Dışişleri Bakanlığı ve Orta Doğu İşleri Arası Konferansı (IDCMEA, doğu komitesinin halefi) ‘ni Malleson’un kuvvetlerinin Transhazar’dan çekilmesi gerektiğine ikna etmeyi başaran genel vali için çok fazla oldu. Hindistan devlet sekreteri Edwin Montagu, Malmiss hakkındaki tutumunu tersine çevirdi. Çekilmeyi onaylayan Montagu, Malleson’un kuvvetleri için daha fazla para talep etmesini sert bir şekilde eleştirdi. “Bu kuvvetlerin karşı karşıya olduğu düşman kimdi? Tek olası düşman Bolşeviklerdi ama bu bölgelerde ne zarar verebilirlerdi? Bolşeviklerin İran ve Afganistan’a sızma tehlikesi nasıl olabilirdi?” Kendi bakanlığının Bolşeviklerin Hindistan’a yönelik yıkıcı faaliyetleri ve amaçları hakkındaki ifşaatları göz önüne alındığında bu durum tüm zamanların en büyük hafife almalarından biri olarak kabul edilmelidir!

Belirleyici faktör, Bolşeviklerin Orenburg’u ele geçirmesi oldu. Bu, Moskova’dan Transhazar cephesine demiryolu ile doğrudan asker göndermelerinin sadece an meselesi olduğu anlamına geliyordu. Malleson misyonu bu güce karşı koyamayacaktı. Orta Doğu işleri departmanlar arası konferansının başkanı Lord Curzon, Malleson’u eleştirdi. “Uyanmış olan tüm beklentiler boşa çıkmıştı. Malleson, Bolşeviklerin içler acısı bir durumda olduğunu ve çöküşün eşiğinde olduğunu defalarca söylemişti; ancak durum bunun tam tersiydi, Orenburg düşmüştü ve Taşkent’te [Osipov tarafından] başlatılan devrim girişimi kolayca bastırılmıştı. Malleson her zaman Ceyhun’a gitmek istemişti. Bu, öncelikle güçlü bir askeri güç anlamına geliyordu ve ikinci olarak da Transhazar’da pratikte bir İngiliz hükümetinin kurulması anlamına geliyordu.

Konferans, Şubat 1919’da, Malmiss’in sorumluluğunu Hindistan hükümetinden devralan ve durumu kendi gözleriyle görmek için Transhazar’ı ziyaret eden İstanbul’daki başkomutan General Milne’in raporunun ardından geri çekilme kararı aldı. Malleson daha sonra, 1919 yılının Nisan Şakası Günü’nde Hint birliklerinin Transhazar’dan çekilmesini gizlemek için Bolşeviklere karşı gerçekleştirdiği başarılı aldatma operasyonunu büyük bir başarı olarak gösterdi (İngiliz birlikleri daha sonra Krasnovodsk, Bakü ve Batum’a çekildi). CAS konferansında Malleson, Türkmenlerin minnettarlığı ve Tümgeneral Sir George Milne’in yardımseverliğiyle, hiçbir zaman Malleson’u ziyaret etmeye tenezzül etmeyen ve onun etkili operasyonlarını övmeyen Simla/Delhi’nin ihmalkarlığını karşılaştırdı. Malleson, “bu konuda kötü bir üne sahip” olan Simla/Delhi’yi sert bir dille eleştirdi. Ordudan her zamankinden daha fazla kopuk, övmek için yavaş, eleştirmek ve suçlamak için hızlıdır.“ Malleson Meşhed’e döner dönmez, ”bir kez daha Simla’nın meşhur vahşi ve acımasız resmi mesajlarını almaya başladık…” Malleson’un Simla/Delhi ile mücadelesi 1919 Nisanında sona ermedi. Takip eden on iki ayda, daha sonra görevinin “en önemli ve ilginç” kısmı olarak nitelendirdiği bir aşamaya taşındı.

Malleson’un istihbarat operasyonları, Nisan 1919-Mayıs 1920

Malleson Meşhed’e döndüğünde, Pencap ve Hindistan’ın diğer bölgelerinde ayaklanmalar olduğu ve ardından Afganistan ile savaşın patlak verdiği haberini aldı. Malleson daha sonra, Herat’taki Afganlar daha saldırgan olsalardı, Meşhed’deki kendisine gerçek bir tehdit oluşturabileceklerini düşündüğünü belirtti. Bunu, Afganların kendisinden daha çok kendisinden korktukları için yaptıklarını düşündü. Ayrıca, Simla/Delhi’nin farkında olmadığını iddia ettiği bir şekilde, Afganistan’ın batısındaki Şiilerin, özellikle Kandahar’daki katliamlardan sonra, Kabil’deki Sünni zalimlerin liderliğini takip etmeye isteksiz olduklarına inanıyordu. Malleson daha sonra Afgan tehdidini kamuoyuna önemsiz gösterdi. “Herat garnizonu bizim için hiçbir zaman tehlike oluşturmadı.” Ancak o döneme ait kanıtlar, Malleson’un Afganlar ile Bolşeviklerin birleşerek Meşhed’den Hindistan sınırına kadar uzanan (yaklaşık 538 mil) aşırı uzamış iletişim hattını kesme olasılığından endişe duyduğunu ortaya koymaktadır. Duzdap’taki demiryolu istasyonuna çekilmeyi önerdi. Ancak Londra’da, Orta Asya meselelerini izleyen Lord Curzon ve Orta Doğu meseleleriyle ilgili bakanlar ve yetkililerden oluşan konferans, Haziran ayında Malleson’un Meşhed’de kalmasında ısrar etti. Komite, Afganistan’daki gelişmelerin düşmanlıkların sona ermesine işaret ettiğini ve Bolşeviklerin Afganlarla askeri olarak birleşmesi tehlikesinin azaldığını düşünüyordu. Ancak komite, Afganlar ile Bolşevikler arasında İngiliz Hindistan’a karşı askeri-siyasi işbirliği olasılığının yaratacağı tehdidi ele almadı. Malleson misyonu (Malmiss) tarafından Hindistan genelkurmayına ve oradan da Londra’ya gönderilen istihbarat belgelerinde bu tehdidin kanıtları yer alıyordu.

Hindistan hükümeti, Afganistan ile barış müzakereleri yürütürken, bu müzakereler sonunda İngiliz egemenliğinin sona ermesi ve Afganistan’ın bağımsız bir devlet olarak tanınmasıyla sonuçlanacaktı ancak Malleson’dan yeni Afgan emiri Emanullah’ın Bolşevik Rusya ile diplomatik temas halinde olduğunu da öğrenmişti. Afganistan’ın bağımsızlığının Bolşevik lider Lenin tarafından resmen tanındığını ve iki tarafın kalıcı ve dostane ilişkiler kurma arzusunu belirten mektuplar gönderilmişti. Afgan heyeti Moskova’ya giderken, Bolşevik heyeti de Kabil’e gitti. Malmiss, telsiz dinlemeleri ve ajanların raporları aracılığıyla her iki tarafın ilerleyişini takip etti. Hatta, başına ödül konulan ve yerel komiserlerden saklanan Albay Bailey tarafından Taşkent’ten Kaşgar’a gizlice gönderilen bir teyit mesajı bile vardı. Malmiss, 8 Ekim 1919’da, Bolşeviklerle yakın bağlantıları olan ancak şu anda Buhara Emirinin hizmetinde bulunan bir Sart kabile üyesinin, Malleson’un Merv’deki gizli ajanına, Afganistan’ın Moskova misyonunun amacının “Asya’da Bolşevik-Müslüman dayanışması sağlamak ve Yakın ve Orta Doğu’daki gücünü yok ederek İngiliz İmparatorluğunu yıkmak” olduğunu bildirdiğini rapor etti. Moskova’dan döndükten sonra, bu misyonun başkanı General Vali Muhammad Han, Afganistan topraklarının iadesi ve bol miktarda silah, mühimmat ve para temini içeren Bolşevik hükümetiyle kesin bir ittifak sağladığını ilan etmekte istekliydi. Aslında, İngilizlerin Rus iç savaşına müdahalesi nedeniyle Bolşevikler, Afganistan’a askeri ve teknik yardım sağlamaya hazır olsalar da, İngiltere’ye karşı bir saldırı-savunma ittifakından kaçınmışlardı. Ancak Malmiss’in Hindistan’a bildirdiği gibi, K. Bravin başkanlığındaki Bolşevik heyeti, Afganistan’ı İngilizlere karşı savaşa yeniden başlamadan önce uçak ve makineli tüfekler de dahil olmak üzere bu hayati yardımı beklemeleri konusunda ısrar etti. Herat valisine, uçak parçaları ve mekanik parçalar da dahil olmak üzere 500 deve yükü mühimmatın yakında Kuşk sınır karakoluna ulaşacağını ve oradan da Kabil’e gönderileceğini garanti etti. Malleson’un Merv ajanı 8 Eylül’de Orenburg’dan Taşkent’e yedi uçak geldiğini bildirdi. Bu iki şehir arasındaki demiryolu bağlantısı tamamen yeniden kurulur kurulmaz (Amiral Kolçak’a karşı yapılan savaş nedeniyle kesintiye uğramıştı), silahlar Moskova’dan Kuşk’a sevk edilecekti. Bu sevkiyatları hızlandırmak için Bravin, Herat’a bir demiryolu hattı inşa edilmesini istedi ancak bölgedeki Rus karşıtı duyguların artmasından endişe duyan yerel valiyi ikna edemedi. Bravin’in görevinin (bir Alman subay ve on Avusturyalı zırhlı, hepsi savaş esiri, ve 120 midilli yükü mühimmat içeren) Afgan süvarilerinin eşliğinde başkentten ayrılmasının ardından, Bravin’in gitmesine sevindi ve Kabil’e giden yolu kapattı. Bravin’in Afgan emiri Emanullah ile yaptığı müzakereler daha verimli geçti ve bir anlaşma taslağı hazırlandı ancak imzalanmadı. Anlaşma, Rusya’nın Pandjeh bölgesindeki toprakları (1885’te İngiliz-Rus krizi sırasında ele geçirilmişti) iade etmesini ve Afganistan’ın Hindistan’da ve sınır kabileleri arasında İngiliz karşıtı kışkırtmaları yeniden başlatmasına karşılık silah, mühimmat, teknik yardım ve mali destek sağlamayı öngörüyordu. Bolşevikler, Hindistan ile Afganistan arasında Rawalpindi’de sağlanan geçici barışın kalıcı hale gelmesini engellemeye çalıştılar.

Ancak Bravin’in görünürdeki başarısı, Bolşevikler arasında Afgan askerlerinin, konsoloslarının ve ulema‘nın Rus Orta Asya’sında, özellikle de Afganların hak iddia ettiği bölgelerdeki faaliyetlerine ilişkin artan endişelerle zayıfladı. Bu Afgan elçiler, Bolşevik yanlısı ve Pan-İslamcı propaganda yaptıklarını açıkladılar, ancak Bolşevikler bu konuda şüpheleri vardı. Genel olarak yerel Bolşevik komiserinden daha önemli bir şahsiyet olarak görülen Merv’deki Afgan konsolosunun saldırgan tavırları, Herat türbe bekçilerinin ve Afgan albay Mirza Muhammed’in Tedzen vahasındaki Türkmen kabileleri arasında yürüttüğü askere alma faaliyetleri, Bolşeviklerin Merv ve Kuşk’a acilen takviye birlikler göndermesine neden oldu. Hatta Buhara’daki Afgan konsolosunun, Emir’i Bolşeviklerle barıştırmak değil, Orta Asya’da Afganların önderliğinde bir Müslüman devlet kurmak için onlara karşı bir ayaklanmada desteklemek istediği şüphesi bile vardı.

Malleson, takip ettiği Bolşeviklerin telsiz konuşmalarından ve ajanlarının raporlarından hem Afganların hem de Bolşeviklerin “hainlik” yaptığını çok iyi biliyordu. CAS konuşmasında, “uygun kanallardan” her iki tarafın gizli amaçlarını ifşa ederek aralarında anlaşmazlık çıkarmayı başardığını ve “oyunun böyle devam ettiğini” vurguladı. Ancak Malmiss’in bir istihbarat subayı, bu siyasi savaş taktiğinin “ortaya çıkan karmaşık durumda İngilizlerin rolüne dair birçok efsaneye yol açacağını ve bunların çoğunun, tarafsız tarihçiler orijinal kayıtlara erişip gerçekleri propagandadan ayırana kadar şüphesiz güncelliğini koruyacağını” belirtmiştir. Mevcut belgelerde, Malleson’un Afganlar ile Bolşevikler arasında gerçek amaçları hakkında suçlayıcı bilgiler ifşa ederek onları birbirine düşürmeye çalıştığına dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Bu, onun bu oyunu oynamadığı anlamına gelmez, sadece belgelerde kayıtlı olmadığı anlamına gelir. Hindistan ve Londra’ya siyasi savaştaki çabalarını açıklamamış olması mümkündür. Eğer öyleyse bu durum daha yüksek makamların kısıtlamalarına karşı istihbarat şefi olarak yerel inisiyatif gücünü korumak için duyduğu ihtiyaçtan ve ‘uygun kanallardan’ rakip taraflara bilgi aktarmak için kullandığı aracılarının isimlerini korumak için olduğu kadar, onun için de geçerliydi. Belki de daha yerinde bir soru, bu oyunu oynamasına gerek olup olmadığıdır. Sonuçta, hem Bolşevikler hem de Afganlar birbirlerinin faaliyetlerinden haberdardı ve bu da karşılıklı şüpheye yol açarak ilişkilerinin niteliğini etkilemişti. Bu dönemde Orta Asya’nın, bu sahnedeki tüm aktörler hakkında söylentiler ve şüphelerle dolu olduğunu söylemek bir gerçektir.

Londra’da, Dışişleri Bakanı Vekili ve Orta Doğu İşleri Bakanlıklar Arası Konferansı Başkanı Lord Curzon, Kasım 1919’da Orta Asya’daki durumu inceleyerek, Afganların niyetleri hakkında kesin bir fikir edinmenin imkansız olduğunu düşündü. Malmiss’ten de dahil olmak üzere çeşitli kaynaklardan gelen çelişkili raporlardan, Afganların kesin bir politika çizgisi belirlememiş oldukları ancak ana motivasyonlarının kendi güçlerini artırmak olduğu anlaşılıyordu. Ancak Curzon, Afganistan’ın “durumun ekseni” olduğuna inanıyordu. Afganistan, Asya’da bir toplanma noktası oluşturabilecek tek Müslüman devlet idi. Buhara ve Hiva çok küçük ve nispeten önemsizdi ancak tutumları dikkate alınmalıydı. Curzon, hırslı Emanullah’ın kendisini Müslümanların lideri olarak konumlandırmak ve Müslüman dünyasına İngilizlere karşı direndiği izlenimini vermek istediğini düşünüyordu. Curzon, Emanullah’ın Bolşevikleri kullanma konusundaki olağanüstü zekasını takdir ediyordu. Bu, Afganları güçlü bir konuma getirmişti. Kaybettiği toprakları geri kazanıyorlardı ve Afganistan’ın Orta Asya’daki büyük Müslüman konfederasyonunun merkezi olarak yeniden kurulması için çalışıyorlardı. Curzon, Afganistan’ın Bolşeviklerle ilişkilerinin şu anda bu amaçla onlarla pazarlık yapmaya hazır olduklarından başka bir anlamı olmadığını düşünüyordu. Buhara’ya gelince, siyasetini ulema kontrol ediyordu ve bunlar esasen Bolşevik karşıtıydı. Uzaktaki Hiva, durum üzerinde fazla bir etkiye sahip değildi ancak onlar da Bolşeviklere karşı olarak kabul edilebilirdi. Türkmenler korkmuş ve itaatkârdı ancak İngiliz yanlısıydılar ve Bolşeviklerin üstün güçleri tarafından bastırılmışlardı.

Arka planda, şiddetli bir İngiliz karşıtı olan ve Pan-İslam ile Bolşevizm ittifakı için şiddetli propaganda yürüten Kâzım Bey’in (Kâzım Özalp – çn) “korkunç figürü” dolaşıyordu. 1916’da Niedermayer’in (Oskar von Niedermayer. Almanya ordusu tarafından 1914’te Afgan kültürünü “keşif” için  Afganistan’a gönderilen casus, “Alman Lawrance” – çn)  Afganistan seferine katılmış, üç yıl sonra Hiva ve Buhara’ya taşınmış ve Temmuz 1919’da Bolşevikler tarafından işgal edilen Aşkabad’a yerleşmişti. Burada fiili hükümdar olduğu söyleniyordu (Malleson’un ajanlarından biri tarafından röportaj yapılmıştı). Afganistan’ın Moskova misyonuna eşlik etmiş ve Ekim ayında Kagan’a yerleşerek “Genç Buhara” partisine Emir’e karşı siyasi kışkırtma taktikleri konusunda eğitim vermişti. Afganlarla düzenli iletişim halindeydi ve Herat valisine, Bolşeviklerin ve Pan-İslamistlerin birleşik kuvvetlerinin Enver Paşa’nın önderliğinde İngilizleri kovmak için yakında İran’a gireceğini bildirmişti (gezileri Malmiss tarafından takip ediliyordu). Bu durum Curzon’u, Bolşeviklerin Horasan’ı işgal edip Hindistan’a tehdit oluşturması halinde neler yapıldığını ve neler yapılabileceğini düşünmeleri için meslektaşlarına çağrıda bulunmaya sevk etti. Curzon, Hindistan hükümetinin 26 Temmuz 1919 tarihli bir yazışmasına atıfta bulunarak, Hindistan sınırlarının “casuslara ve şüpheli yabancılara kapatılması ve Bolşevik ajanlarının ve yayımlarının ülkeye girmesinin engellenmesinin” öneminin farkında olduğunu belirtti. Meşhed, Orta Asya’da Bolşevik faaliyetlerini izlemek için en aktif merkezdi ve Doğu İran’dan geçen yolu kapatmak için elinden geleni yapıyordu. Ancak, Hindistan’ın devasa kara sınırlarında “gelip gidişler” o kadar sürekliydi ki, İngilizler kısmi bir başarıdan fazlasını umamıyordu. Karşı önlem olarak, Hindistan dışında kablosuz yayımlarla ve Hindistan basınında Bolşevik karşıtı propaganda yayıldı. Ancak Hindistan’ın geniş sınırları nedeniyle, “esas olarak Bolşevik faaliyetlerinin tüm önemli merkezlerinde istihbarat sistemleri aracılığıyla kaynağında kötülüğün ortadan kaldırılmasına güvenmek, böylece ajanların ve planların tespitini kolaylaştırmak, önleyici tedbirler almak ve uygun karşı propaganda hazırlamak” zorundaydı. Hindistan hükümeti, Hindistan’a karşı yıkıcı propagandanın en aktif üssü olduğu için Taşkent’te bir istihbarat merkezi kurmayı düşünmüştü. Bolşevikler, Pan-İslamistler ve Mevlevi Bereketullah ve Mahandra Pratap (“Hindistan’dan 1914’te İngilizlerden kaçıp bir daha Hindistan’a dönmeyen bir milliyetperverdir. Mayıs 1918’de Balkan treniyle İstanbul’a gelişinde Tanin, kendisiyle bir mülakat yaptı. “Hint Racasıyla Mülakat”, Tanin” – çn) gibi Hintli devrimcileri burada ağırlamıştı. Hintlilere ve diğer Asyalılara siyasi savaş taktikleri öğretmek için okullar kurmak ve Bereketullah’ın “Bolşevizm ve İslam” gibi (“İslâmiyetle Bolşevizm arasında hiçbir çelişki yoktur. Müslümanlık Bolşevik usullerini 1400 yıl önce söylemiştir” – çn) İngiliz karşıtı propaganda yayımlamak için basım evleri kurmak için çok zaman, para ve çaba harcanmıştı. Onlara, ahlaksız yaşam tarzı nedeniyle Bolşeviklerin şantajına açık olan Afgan konsolosu yardım ve yataklık etti. Malmiss, telsiz dinlemeleri ve aralarında bir Rus avukat ve bir Polonyalı kimyagerin de bulunduğu ajanları aracılığıyla bu faaliyetleri izledi. Ancak Hindistan’ın orada tek bir İngiliz istihbarat subayı vardı: Bailey. İç güvenlik güçleri tarafından hareketleri o kadar kısıtlanmıştı ki, etkili bir istihbarat toplama ajansı yürütmesi imkansızdı. Yine de, bazı yararlı bilgiler elde etmeyi başardı ve bunları Kaşgar ve Meşhed üzerinden Hindistan’a iletti. Hatta, Kagan’da tesadüfen karşılaştıklarında, Pratap’ın Hindistan’da devrim planlarını onunla tartışmayı bile başardı.

Ancak Curzon, Hindistan hükümetinin dış istihbarat sisteminin iyi çalıştığına ikna olmamıştı. Montagu’nun Ağustos ayında Hindistan hükümetine, istihbarat toplamak ve karşı propaganda organize etmek için Buhara’ya gizli bir Hindistan misyonu gönderilmesi ve aksi takdirde Bolşevik ajanları haline gelebilecek Hintli sakinlere özel dikkat gösterilmesi önerisini hatırlattı. Bu öneri, genel vali ve Malleson tarafından dikkatle değerlendirilmiş ve Curzon’un akıllıca bulduğu bir kararla, öneriye devam edilmemesi kararlaştırılmıştı. Malleson, öneriyi özellikle kınamıştı. Böyle bir misyonu Buhara’ya sokmanın zor olacağını belirtmişti. Bunu başarabilirlerse, şehirde bir temsilcisi ve birçok casusu bulunan Bolşevikler kısa sürede onların varlığından haberdar olacaktı. Dahası, bir Hint misyonu Emir’i tehlikeye atacaktı. Malleson, “Emir’in zor koşullar altında çok iyi davrandığını ve benim de tavsiye ettiğim gibi, dikkatli bir dış tarafsızlık ve her türlü kışkırtmaya karşı hoşgörüsüzlük politikası izlediğini” belirtti. Amir, ona silahlı yardım sağlayamayacağımızı anlıyor ve bu koşullar altında bizim için makul olarak bekleyebileceğimiz her şeyi yapıyor. Bolşevikler misyonun varlığından haberdar olursa, kesinlikle misyonun teslim edilmesini talep edecek ve bu da Amir’i zor bir duruma düşürecektir. Sırf bu nedenle bile Amir’in misyonu kabul etmek istemeyeceğini düşünüyorum ve bunu ondan istemenin adil olmadığını düşünüyorum. Malleson, Amir ve Buhara’daki diğer bağlantıları ile iletişim halinde olduğunu da ekledi. “İstihbaratın oldukça iyi olduğunu düşünüyorum. Propaganda konusunda ise biz üstün durumdayız. Afgan ve Bolşevik yalanlarına kimse inanmıyor. Buhara’nın mollaları Bolşeviklerden nefret ediyor ve Pan-İslam kışkırtıcılarına hiçbir destek vermiyor.” Malleson’un silah yüklü bir deve kervanıyla oraya gönderdiği birkaç sadık Hintli tüccar ve iki asker dışında, şehirde Hintli sakin veya kışkırtıcı olduğunu bilmiyordu. Böyle bir misyonun varlığının istihbarat servisine zarar vereceğini ve Bolşeviklerin Buhara’ya giden ve oradan gelen kuryelerini durdurmaya çalışmasına yol açacağını uyardı. Ayrıca Hindistan’dan kendisine “Orta Asya istihbarat çalışmalarına uygun, gerçekten sıra dışı ve güvenilir ajanlar” göndermesi için ricada bulundu.

Malleson, daha önce yaptığı gibi bu fırsatı Orta Asya’nın geleceği hakkındaki fikirlerini Simla ve Londra hükümetlerine kabul ettirmek için kullandı. Onları, Paris Barış Konferansı’nda Buhara’nın bağımsızlığı ve Transhazar ve Türkistan’ın özerkliği lehinde lobi yapmaya çağırdı. Bunun Orta Asya’daki Müslümanları Britanya’nın tarafına çekeceğini ve Pan-İslamistlerin desteğini keseceğini düşünüyordu. Bu Bolşeviklerin devrimci gündemlerini ilerletmelerini zorlaştıracaktı. Açlık çeken Türkmenleri kurtarmak için yardım çağrısında bulundu, böylece onların Bolşeviklere ve Pan-İslamcılara sığınmalarını önlemek istedi.Türkmenlerin iyi niyeti, istihbarat açısından bizim için özellikle önemlidir, çünkü onların yardımı olmadan Orta Asya’nın çeşitli yerlerinden haber almak neredeyse imkansızdır.” Bolşeviklerin iletişim hatlarına baskınlar düzenlemek için Türkmenlerden asker toplamayı önerdi. Her şeyden önce, Britanya’nın bu düzenlemelere uyması gerekiyordu, çünkü Transhazar da dahil olmak üzere Rusya’nın bazı bölgelerinden çekilmesi, “bizi bencil ve istikrarsız göstererek, acil amaçlarımızı gerçekleştirdikten sonra müttefiklerimizi yarı yolda bırakmış” gibi bir izlenim yaratıyordu. Son olarak, Bolşevik işgal tehdidine karşı İngiliz prestijini ve konumunu korumak için, Meşhed’de 5.000 kişilik güçlü bir kuvvetin ve hava kuvvetlerinin muhafaza edilmesi için lobi faaliyetlerinde bulundu. Bu, Horasan’ı sakin tutacak, Batı Afganistan’ı etkisiz hale getirecek ve “Orta Asya’daki dostlarımızın” moralini yükseltecekti.

Hindistan hükümeti ve Londra’da düzenlenen Orta Doğu meseleleri konulu bakanlıklar arası konferans, Malleson’un siyasi önerilerine ilgi göstermedi ancak onun takviye kuvvetlerini desteklemeye hazırdı. Curzon, Malleson’un Meşhed’de güçlü bir güce sahip olduğu sürece Bolşeviklerin askeri tehdidini önemsemedi. Malleson’un bir piyade taburu ve bir süvari alayından oluşan gücünün, bir dağ topçu bataryası ve bir piyade taburu ile takviye edilmesi gerektiğine katıldı. Bu takviye Hindistan’dan çoktan gönderilmişti. Ancak Malleson’un uçak ve Duzdap’tan Neh’e demiryolunun uzatılması talepleri konferansta tartışıldı. Montagu, Transhazar’daki olayların Bolşevizm ve Pan-İslamizm’e atıfta bulunulmadan neden tartışılamayacağını sorgulayarak uyumsuz bir tavır sergiledi. Pan-İslamizm’in neden her zaman İngiliz çıkarlarına bir tehdit olarak görüldüğünü gerçekten anlamıyordu. İngiltere, Afganların Bolşeviklerden topraklarını geri almaya çalışmasını engelleyemezdi. Transhazar’da Hindistan’ın ileri savunmasını mı, yoksa Hindistan sınırında yakın savunmayı mı tercih etmenin daha iyi olacağı konusunda askeri görüş istedi. Ayrıca, “General Malleson’un gerçek amacının ne olduğunu” öğrenmek istedi. Sadece bayrak gösterisi mi yapıyordu, yoksa İran’ın savunması için bir sıçrama tahtası mıydı? Eğer sadece bir haber merkeziyse, demiryolunun Neh’e uzatılması, durumun gereklilikleri ile gerekçelendirilemezdi. Savaş Bakanlığı’ndaki Askeri İstihbarat Direktörü’nün (DMI), “gönderilmeden önce yeterince dikkatli bir şekilde değerlendirilmediği” Malleson’un raporlarının güvenilirliği hakkında görüşünü istedi.

İmparatorluk Genelkurmay Başkanı (CIGS) Mareşal Sir Henry Wilson, saldırının Hindistan’dan ne kadar uzak bir yerde karşılanırsa o kadar iyi olacağına inanıyordu. Ancak İngilizler, Transhazar’dan gelen Bolşevik tehdidine ancak Afganlarla işbirliği içinde karşı koyabilirdi. Malleson’un Meşhed’de sadece “bir tür istihbarat ajansı” olarak tutulduğunu söyledi. Curzon ise bunun “bundan daha fazlası” olduğunu düşünüyordu. [Malleson] Bolşeviklerin İran’ı işgal etmesini engellemek için caydırıcı bir rol oynamak üzere görevlendirilmişti ve önemli bir kuvvetle birlikte orada bulunması, bu amaca şu ana kadar kesinlikle ulaşmıştı. Daha da ileri giderek, takviye alırsa orada kalmaya devam etmesinin aynı etkiyi yaratacağına inandığını söyleyecekti. Malleson, düşman unsurların batıdan İran’ı işgal etmesini önlemek için, Bağdat’tan Kasvin’e uzanan İngiliz hattının kuzeydoğusunda benzer bir konumda bulunuyordu. İran’ın korunması şu anda İranlılar kadar İngilizlerin de çıkarınaydı. General Malleson’un bir süre, muhtemelen bir veya iki yıl Meşhed’de kalması gerektiğine dair çok az şüphesi vardı. Eğer öyleyse, demiryolunun Duzdap’tan Neh’e uzatılması gerekiyordu.

Montagu, kararın tamamen Hindistan’a ait olsaydı Malleson’u geri çekeceğini ve demiryolunun uzatılması sorununun gündeme gelmeyeceğini belirtti. Malmiss’e sağlanan finansmanın, İran’daki temsil görevleri için harcamaların bölüşülmesi ilkesine göre İngiliz ve Hint hükümetleri arasında paylaşılması gerektiğini düşünüyordu (Malmiss o tarihe kadar askeri operasyonlar için görevlendirilmişti ve bu nedenle masrafları tamamen İngiliz hükümeti tarafından karşılanıyordu). Curzon, Malmiss’in geri çekilmesi halinde Bolşeviklerin iki hafta içinde Meşhed’e ulaşacağı uyarısında bulundu. “Onların İran’ın başlıca eyaletlerinden birini işgal etmesi, onun görüşüne göre, büyük bir felaket olurdu.” Montagu’nun sorusuna yanıt olarak, DMI’dan General Thwaites, Savaş Bakanlığı’nın elindeki bilgilerin çok parçalı ve çelişkili olduğunu, bu nedenle Malleson’un raporlarının doğruluğu hakkında güvenilir bir değerlendirme yapmanın zor olduğunu söyledi. CIGS Wilson, Emanullah’ın işbirliğini sağlamanın önemli olduğunu düşünüyordu, çünkü Bolşevik saldırısı durumunda Afgan desteği olmadan Malleson Meşhed’deki konumunu koruyamayacaktı. Politika yapıcıların istihbaratı kullanma örneği olarak Montagu, Kabil’den Bravin’in gönderdiği ve Afganların İngilizlere karşı savaşı yeniden başlatmayacaklarını ve Waziristan’daki kabilelere sorun çıkarmamalarını söylediklerini bildiren bir mesajı okudu (İngiliz raporlarına göre Afganlar sınır kabilelerine tam tersini söylüyorlardı). Curzon, Afganistan ile imzalanan Rawalpindi antlaşmasının şartlarına göre, altı aylık deneme süresi boyunca (yani 8 Şubat 1920’ye kadar) Emanullah’a hiçbir konuda yaklaşılamayacağını söyledi. Curzon, başkan olarak, Malleson’un şimdilik Meşhed’de kalmasına karar verdi, ancak Duzdap’tan Neh’e demiryolu uzatılmayacaktı ve ona uçak sağlanmayacaktı.

Curzon, Malmiss’ten aldığı istihbarata dayanarak, “Rusya Cumhuriyeti’nin Olağanüstü Temsilcisi olarak tanımlanan Suric adlı bir haydutun Ekim sonunda Taşkent’ten Herat’a gittiğini” de kaydetmişti. Malmiss, onu Orta Asya’da takip etti ve bir ajanı, “4 Kasım saat 16.00’da üç vagonlu özel bir trenin Kuşk’a doğru geçtiğini” bildirdi. Bu trende Bolşevik Bakanı Suric, Afgan Serdar ve Moskova’dan gelen diğer kişiler bulunduğu söyleniyordu.” Serdar, Afgan general Mirza Muhammed Han’dı ve “diğerleri” arasında üç Rus (bir albay, bir doktor ve bir sekreter), bir Alman, üç Avusturyalı, on dört Kazak ve “Hindular”, Mohendra Pratap ve kimliği belirsiz bir Madrasi Brahmin ile Maulvi Abdur Khan vardı. Malleson, Suric’in grubunu Yulatan’ın güneyinde kaçırmak için bir Türkmen şefi göndermiş ancak Afgan askeri devriyeleri tarafından engellenmişti. Suric, Herat’ın birkaç tapınak muhafızı ve yüz kişilik Afgan süvari eskortu eşliğinde Kuşk’tan Herat’a girişinde, altmış top atışı ve tüm garnizonun katılımıyla karşılandı. Tüm yerel mollalar ve hanların katıldığı bir jirga (özellikle Afganistan ve Pakistan’ın bazı bölgelerinde geleneksel bir danışma ve karar alma sürecini ifade eden,  kabile liderleri ve yaşlıların bir araya geldiği ve toplumsal sorunları tartıştığı, anlaşmazlıkları çözdüğü, cezaları belirlediği ve önemli kararlar aldığı bir toplantıyı ifade eden terim. – çn) düzenlendi ve ardından Çarbağ’da (Farsça “dört bahçe” anlamına gelen bir bahçe düzeni – çn) bir ziyafet verildi. Z. Suric, valiye Kızıl Yıldız Nişanı takdim etti ve karşılıklı ticaretin kârlılığından ve Tapınak Muhafızlarına hediyeler vermekten bahsederek kendini sevdirmeye çalıştı. Konukseverliğin sınırını aşmamak için, garnizonun aşırı gösterilere karşı mırıldanmaya başlaması üzerine Suric ve heyeti, 18 Kasım’da Maymana ve Mezar-ı Şerif üzerinden Kabil’e doğru yola çıktı. Suric, başkente ancak 1920 yılının Ocak ayında ulaşabildi. Bravin’in bıraktığı yerden devam ederek Rusya ile Afganistan arasında bir ticaret antlaşması taslağı hazırladı (Bravin, Taşkent Sovyetleri tarafından atanmıştı ve Moskova’nın talimatıyla Suric tarafından yeniden yapılanma sırasında Kabil’deki baş müzakereci görevinden alınmıştı. Daha sonra kaçarak sığınma talep etti ve suikasta kurban gitti). Daha genel bir dostluk ve karşılıklı yardımlaşma antlaşması da bunu izleyecekti. Malmiss, Simla/Delhi’deki Hindistan hükümeti ve Londra’daki Hindistan ofisi, telsiz dinlemeleri ve ajan raporları aracılığıyla müzakereleri yakından takip etti. Suric, Afganistan’ın şartlarını kabul etmeye hazır olduğunu belirtmesine rağmen, silah ve teknik yardım (telgraf ve telsiz tesisleri dahil) tedariki ve toprakların iadesi konusundaki aşırı talepleri kabul etmedi. Afganistan’ı, birbirlerinin çıkarlarını tehdit edecek hiçbir anlaşma yapmama karşılığında tarafsızlaştırmaya kararlı görünüyordu; Taşkent’i, Rusya’yı etkileyebilecek İngilizlerle yapılacak müzakerelerin tüm yönleri hakkında bilgilendirmeyi; Kabil’de bir Rus temsilcisinin atanmasına ve Kandahar, Gazni ve Celalabad’da ticaret “fabrikaları” kurulmasına izin vermeyi kabul ediyordu. Bu, Moskova için çok fazlaydı ve müzakereleri askıya aldı. Emanullah, gerekli askeri teçhizat sağlanması halinde Hindistan’a karşı savaşı yeniden başlatmaya hazır olduğunu açıklamış olsa da, Moskova, İngiltere ile bir savaşa girebilecek bir anlaşma imzalamaya isteksizdi. Daha büyük öncelik, İngiltere ile diplomatik tanınma ve ticaret anlaşması sağlamaktı. Afganistan konusunda Moskova, bu ülkeyi İngiltere’den uzaklaştırmayı ve doğudaki Bolşevik hedefleri için Afganistan’ın desteğini kazanmayı amaçlıyordu. Moskova’nın bu manevrasının farkında olan Hindistan hükümeti, İngiliz hükümetine, her iki tarafın da Afganistan’ı birbirlerine karşı desteklememeyi taahhüt ettiği bir antlaşma imzalamasını önerdi. Bu antlaşma, Afganların bölücü oyunlarını oynamasını engelleyecekti. Rusya’nın Orta Asya’daki stratejik konumu, 1920’de Krasnovodsk’un ele geçirilmesi, Fergana vadisi ve Semirechia’daki isyanların bastırılması ve Hiva Hanı ile Buhara Emiri’nin tahttan indirilmesiyle güçlendi. Afganlar da yavaş yavaş Pandjeh ve Merv’den çıkarılmıştı. İngiltere ile bir anlaşma sağlayamayan ve Orta Asya’daki pan-İslam hayallerinin yok oluşunu şimdilik isteksizce kabullenmek zorunda kalan Afganlar, Rusya ile bir antlaşma imzaladı ve bu antlaşma 1921’de onaylandı. Aynı yıl içinde İngiltere ile de bir antlaşma imzalandı ve bu antlaşma ile İngilizlerin üstünlüğü terk edildi ve Afganistan’ın bağımsızlığı tanındı. O zamana kadar Malleson Meşhed’den emekli olmuştu.

Malleson’un Meşhed’den gönderdiği istihbarat raporlarının güvenilirliği, 1920’nin başlarında Londra’da giderek artan eleştirilere maruz kalmıştı. Orta Doğu meseleleriyle ilgili bakanlıklar arası konferans toplantısında, Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Lord Hardinge, Savaş Bakanı Winston Churchill’e Malleson’un Meşhed’deki faaliyetlerinden memnun olup olmadığını sormuştu. Churchill, Malleson’un telgraflarının genel tonunu alarmist bulmuştu. Meşhed’deki başkonsolos Lancelot Oliphant, İngiltere’ye yeni gelen Meşhed Başkonsolosu Yarbay Grey’in “General Malleson’un raporlarının gereksiz yere karamsar olduğu” görüşünde olduğunu bildirmişti. Hindistan Bakanlığı’nın daimi müsteşarı Sir Arthur Hirtzel, Malleson’un raporlarına verilecek önemin konusunda şüpheleri vardı ve Hindistan hükümetinin görüşünü sordu. Hindistan hükümeti, “bu öneride bir miktar haklılık olduğunu” kabul etmiş, ancak genel olarak Malleson’un sağladığı istihbarattan memnun olduklarını belirtmişti. Grey, Malleson’un “güvenilmez ajanları tarafından kötü hizmet gördüğü” görüşündeydi.

Churchill, Malleson’un en azından tutarlı olduğunu belirtti. “Bolşevik tehdidinin gerçek bir tehlike olduğuna karar verdikten sonra, bu görüşü destekleyen her türlü bilgiyi iletti, ancak aldığı raporların güvenilirliğine kendisinin de bağlı kalmayacağını belirtti. Daha çok bir dedikodu muhabiri gibi davranıyordu ve bu dedikodulara ne ölçüde inanılacağına karar vermeyi HMG’ye bıraktı.” Başkan Austen Chamberlain (Paris’te bulunan Curzon’un yerine), Malleson’un bilgilerinin güvenilirliği konusundaki farklı görüşlerin Curzon’a iletilmesini önerdi. Malleson daha sonra CAS konferansında şu yorumu yaptı: “Başka merkezlerden sık sık aldığım gibi, hiç de yanlış raporlar verdiğimizi sanmıyorum. Öte yandan, sorumlu olduğumuz devasa bölgenin her yerinden sürekli bilgi akışı sağladık. Aklımda olan subaylar [ve Simla’dan ve daha sonra Londra’dan takdir beklediği kişiler] için, bu kadar kısa sürede böylesine mükemmel bir istihbarat sistemini organize etmek ve bu kadar verimli hale getirmek gerçek bir tur de force (önemli beceri, güç veya zeka gerektiren eylem – çn) idi.” Buna karşılık, Malleson ile Meşhed’de birlikte görev yapan Teague-Jones, görevinin “büyük bir şaka” olduğunu düşünüyordu ve Residency’deki şifre memurlarının, onları sürekli meşgul eden Hindistan’a gönderdiği telgraflarından nasıl korktuklarını anlatıyordu. “Pazar yerindeki herhangi bir ajan veya deve sürücüsünün yaptığı herhangi bir açıklama, uzun bir telgrafın konusu olacağı biliniyordu.”

Bolşeviklerin 1920 Şubatında Hazar’ın doğu kıyısındaki önemli liman Krasnovodsk’u ele geçirmesi, Transhazar’daki stratejik durumu değiştirdi ve kabinenin önemli üyelerinin zihninde Malleson misyonunun gerekçesini ortadan kaldırdı. 11 Şubat’ta kabinenin maliye komitesi, Malleson’un kuvvetlerinin Meşhed’den çekilmesini istedi. Başbakan Lloyd George, Hindistan hükümetinin itiraz etmesi halinde Malmiss’in bakım masraflarının Hindistan tarafından karşılanması gerektiğini açıkladı. Curzon, Ortadoğu meseleleriyle ilgili bakanlıklar arası konferansa, Malleson’un Meşhed’de sadece 1.500 kişilik bir kuvveti olduğunu ve bu kuvvetin Pers’in doğu sınırında uzanan bir iletişim hattı boyunca destek aldığını hatırlatarak, arka cephede mücadele verdi. “Orada askeri komutan olmaktan çok bir öncü karakol görevi görüyordu. Bir gözetleme kulesinde duran adama benzetilebilir.” Curzon, Malleson’un pozisyonunun üstün bir kuvvet tarafından ciddi şekilde tehdit edilmesi halinde geri çekileceğinin her zaman öngörüldüğünü belirtti. Curzon, Kabine’nin son zamanlarda Orta Doğu’daki çeşitli taahhütlerin maliyetinden endişe duyduğunu ve bazı aceleci kararlar aldığını, bunlardan birinin de Malleson’un kuvvetlerini tamamen geri çekmek olduğunu belirtti. Curzon, Hindistan hükümetine danışılmasını istemiş ve genel vali, Horasan’da bir kuvvet bulundurmanın siyasi önemini vurgulamıştı. Curzon, bu aşamada Malleson’un geri çekilmesinin “aşırı bir aptallık” olacağı ve Hindistan hükümetinin masrafları İngiliz hükümetiyle eşit olarak karşılamaya hazır olması koşuluyla, Kabine’yi kuvvetlerin kalması yönünde ikna etmeye niyetli olduğu görüşünü korudu. Hindistan Ofisi, Malleson’un ciddi bir Bolşevik saldırısına karşı savunma yapmasının beklenmediğini, sadece yıkıcı faaliyetlere karşı koyması ve yerel hoşnutsuzluğu kontrol altında tutması gerektiğini belirtti. Bu nedenle, Meşhed ve iletişim hattındaki kuvvetler azaltılırsa Malleson görevini başarıyla yerine getirebilirdi.

Montagu, Nisan ayında düzenlenen bakanlıklar arası konferansta, Malleson’un Meşhed’deki başkonsolos Yarbay Grey ile yaşadığı bazı yerel sürtüşmeler nedeniyle (bu sürtüşmelerin nedeni, Malleson’un Hazar’a yönelik Bolşevik tehdidi hakkında verdiği “alarmist” raporlar gibi görünüyor) yerine General Lesslie’nin atandığını bildirdi. Curzon, Meşhed ve iletişim hattındaki askeri gücü (yıllık maliyeti 6 milyon sterlin olan ancak azaltılabilen) korumak istiyordu. Bu karara, Malmiss ve iletişim hattındaki birliklerin geri çekilmesi ve “mevcut askeri istihbarat sistemimizi” sürdürmek için yeterli olacak konsolosluk muhafızları ile askeri ataşe ve birkaç İngiliz subayın Meşhed’de kalması yönündeki kabine kararını destekleyen Hindistan Ofisi ve Hindistan hükümeti karşı çıktı. Hindistan Ofisi, askeri harcamalara katkıda bulunmaya hazır değildi, sadece siyasi maliyetleri üstlenmeyi kabul ediyordu. Montagu, “Malleson’un kuvvetlerinin Hindistan’a ne gibi bir faydası olacağını kendisi de anlayamadığını” söyledi. Bu kuvvetler yalnızca İranlıların moralini yüksek tutmak için kullanılıyordu. Bolşevikler bu kuvvetleri kendilerine karşı operasyonlar için bir üs olarak görüyordu. Hindistan hükümeti çok parasızdı ve Bolşevikler gerçekten ilerleyecek olsaydı, kendi sınırları içinde para harcamayı tercih ederdi. Sadece Hindistan’ın bakış açısından, Bolşeviklerin ilerlemesi ihtimaline karşı para harcamaktansa, şu anda parayı biriktirmeyi tercih ediyorlardı; çünkü bu ilerleme ancak sınırda karşılanabilirdi.” Churchill, komiteye, Kabine’ye Ordu’nun tahminlerini sunduğunda, Malleson’un kuvvetlerinin Meşhed’den derhal çekilmesine karar verildiğini hatırlattı. Sonuç olarak, Savaş Bakanlığı bu kuvvetin bakımını sürdürmek için fonu yoktu ve hem Savaş Bakanlığı hem de Hindistan Bakanlığı tarafından gereksiz görüldüğü için daha fazla harcama yapılmasına şiddetle karşıydı. Churchill tahliyenin ilerleyişi hakkında bilgi aldı ve Curzon’un Montagu’dan çekilmeyi ertelemesini istediği ve bunun kesin olarak kararlaştırılmadığını belirttiği için hiçbir şey yapılmadığını öğrendi. Churchill, Kabine’nin bu konuyla ilgilenmesini talep etti. Kabine talebi kabul etti ve Montagu, 5 Mayıs’ta genel valiye Malmiss’in derhal geri çekileceğini bildirdi. Kabine, Hindistan hükümetinin geri çekilme için gerekli gördüğü beş ayı beklemek istemiyordu. Ancak lojistik zorluklar nedeniyle geri çekilme 1922 baharına kadar tam olarak gerçekleştirilemedi.

Malleson’un intikamı

Malleson, daha sonra Hindistan’daki başkomutanı, Hindistan Ofisi ve Ordu Konseyi’ni, Malmiss’te hizmetlerini dikkatlerine sunduğu subayların “hak ettikleri ödülleri” resmi gazetede yayımlamadıkları için sert bir şekilde eleştirerek, CAS konferansını, görevinden alınmasını ve misyonun geri çekilmesini planlayanlardan intikam almak için bir fırsat olarak kullanmaya kararlıydı. Onları “bu misyonun yürüttüğü önemli işler ve benim subaylarımın bu işlerin başarısına yaptıkları sürekli ve güçlü katkılar hakkında en ufak bir fikir sahibi olmamakla” suçladı. Tarih, Malleson’a pek de iyi davranmadı, çünkü misyonuyla ilgili birkaç anı ve Transhazar olayının analitik çalışmalarında genel olarak eleştirel bir tavır sergilendi ve bir yorumcunun ifadesiyle, “İngiliz askeri tarihinin yıllıklarında hiçbir şeref izi bırakmadı”. Malleson’un açık sözlü ve sert karakteri ve Meşhed’den imparatorluk kurmakla suçlanması, hem Hindistan’da hem de Londra’da birçok önemli memur ve politikacıyı kendisinden uzaklaştırdığı sonucuna varmak zor değildir. Görünüşe göre, onun tek gerçek destekçisi olan Curzon, Pers ile yeni imzaladığı antlaşmayı savunmak için kendi nedenleriyle, kabine ve komitede Montagu tarafından, maliyet gerekçesiyle Malmiss’i geri çekmek isteyen daimi memurları ve genel vali Lord Chelmsford’un desteğiyle kuşatılmıştı. Onlar, bu görevin Khorasan’a ciddi bir Bolşevik istilasına karşı koyamayacağı için blöf olduğunu savunuyorlardı. Ancak bu, Rusların böyle bir saldırıyı ciddi olarak düşündükleri sorusunu akla getiriyor. Malleson’un Meşhed’den ayrılmasının ardından, Albay Redl ve Grey, Binbaşı Blacker’ın yardımıyla, Horasan’ın Pers valisini ve jandarmasını, Meşhed ile Rus sınırı arasındaki dağlık bölgede Bolşeviklerin desteklediği eski bir Kürt haydut olan Khudu’nun isyanını bastırmaya teşvik etmekle meşgul oldular. Redl, Bolşeviklerin kolayca müdahale edip “işleri çirkinleştirebileceklerini” itiraf etti, ancak “bizim birliklerimizin gerçekten çekilmediğini, dağların arkasına saklandığını ve doğru anda ortaya çıkacaklarını düşündükleri” anlaşılıyordu. Redl, bunun müdahale etmeme kararlarında etkili olabileceğini düşündü       ancak İngiliz-İran anlaşmasının çöküşünün onlara “müdahale etmek için gerçek bir neden” vermediğini düşündü. Redl, 1922 baharında Malmiss’in kalanlarıyla birlikte Meşhed’den ayrılırken, “Horasan Bolşevik casusları ve propagandacılarla doluydu. Propagandanın genel havası İngiliz karşıtıydı ve özellikle Hindistan’da kargaşayı körüklemeye yönelikti. Bu amaçla Taşkent’te özel bir propaganda okulu kurulmuştu” diye not etti. Malleson’un emrindeki Malmiss, telsiz dinlemeleri ve önemli iletişim merkezlerindeki ajanları aracılığıyla bu faaliyetleri izlemişti. Ona inanacak olursak, ki Redl tarafından doğrulandığı için ona şüphe etmek için hiçbir neden yok, bu istihbaratı Bolşevikler ve Afganlar’a karşı yürüttüğü siyasi savaşta kullanmıştı. Amacı, kendi ifadesiyle, “Bravin’in ve daha sonra Suric’in Afganlarla ilişkilerini bozmak”tı. Bu, her iki tarafın sahada ve Kabil’deki gergin antlaşma müzakerelerinde birbirlerine karşı duydukları güvensizliğin derinleşmesine şüphesiz katkıda bulundu. Ancak bu, Rusya ile Afganistan arasında nihai olarak bir antlaşmanın imzalanmasını engellemeye yetmedi. Malleson, Üçüncü Afgan Savaşı’nda Hindistan’ın askeri çabalarını ve bunu izleyen belirsiz barışı eleştirmiş, Simla/Delhi’ye Afganların düşmanlıkları yeniden başlatmak niyetinde olduğunu uyarmıştı. Malleson’un daha sonra itiraf ettiği gibi, bunun gerçekleşmemesi Hindistan’ın kuzeybatı sınırındaki birliklerin takviye edilmesinden kaynaklanıyordu.

Malleson, Afganistan’ın bağımsızlığını tanıyan ve İngilizlerin hükümranlığını sona erdiren bir antlaşmanın imzalanmasını Simla/Delhi’ye tebrik etmeyi ihmal etti. Malleson’un, Malmiss’in başarılarını takdir etmemesi nedeniyle Hindistan hükümetine karşı çok fazla kin beslediği ve herhangi bir övgüde bulunamadığı hissediliyor. Ancak İngiliz Hindistan istihbarat operasyonlarıyla ilgilenenler için, Orta Asya’da 1919-20 yıllarının önemli dönemine ait günümüze ulaşan belgeler, İngilizlerin bölgedeki konumunu zayıflatmak amacıyla yürütülen gizli Bolşevik faaliyetlerini nasıl, neden ve ne zaman izlemeyi başardıklarını ve bazı durumlarda engellediklerini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu nedenle bu belgeler o dönem ve bölge hakkındaki bilgilerimize önemli bir katkı sağlamaktadır.

*SAUL KELLY, Defence Studies Department, King’s College. Middle Eastern Studies dergisi eş editörü.

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.