Gelişmekte Olan Ülkeler Borçlanmak İçin Çok Fazla Bedel Ödüyor

Uluslararası finans kuruluşlarının (IFIs), gelişmekte olan ülkelerin toparlanmasını desteklemek yerine sık sık özel kreditörleri kurtarmasından dolayı hâlihazırdaki finansal mimari herkesi tehdit eden ölümcül bir borç sarmalı yaratıyor. Bir şeyler değişmeli, hem de hemen.
Eylül 23, 2025
image_print

Düşük ve Alt-Orta Gelirli Ülkelerin (LLMICs) dış borçlanma maliyetleri neden bu kadar yüksek? Konu bu yıl küresel tartışmalarda önemli bir yer tuttu. Sevilla Taahhüdü (Haziran ayında düzenlenen Dördüncü Uluslararası Kalkınma Finansmanı Konferansı’nın sonuçları) ve (merhum Papa Francis’in talebiyle hazırlanan) Jübile Raporu, sorunun çözümüne yönelik ortak ilkeleri belirledi. Şimdi soru şu: Güney Afrika’nın G20 başkanlığı bu ilkeleri pratik anlaşmalara dönüştürebilecek mi?

Konu acil, çünkü resmi yardımların 2025-26’da keskin bir şekilde düşmesi bekleniyor. Sadece Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en büyük tek kaynaklı doğrudan bağışçısı olan ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nı kapatmakla kalmadı, aynı zamanda birkaç Avrupa ülkesi de kendi yardım bütçelerini kesti. Üstelik bu adımlar, geleneksel sermaye piyasalarında yaşanan sert daralmanın hemen ardından geldi. 2022’den bu yana gelişmekte olan ülkeler ticari finansmana erişimini kaybetti; bu da vadesi gelen borçların yeniden finansmanını aşırı maliyetli – ya da daha açıkça ifade edersek imkânsız – hale getirdi.

Sevilla Taahhüdü ve Jübile Raporu; kalkınma bankalarının genişletilmesini, özel sermaye akışlarına erişimin artırılmasını, yabancı yatırım için daha adil kuralların uygulanmasını, küresel finansal güvenlik ağının güçlendirilmesini ve küresel kamu mallarını finanse etmek için küresel vergilerin getirilmesini tavsiye etti. Ayrıca, dış borçların bir ülkeyi iflas ettirmeye yetecek kadar yüksek olmadığı, ancak kalkınma harcamalarını baskılayacak kadar büyük olduğu ortak “gri bölge” durumları için (bizim Köprü Önerimize benzer) daha basit bir yaklaşım çağrısında bulundu.

Pratikte bu, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun önerdiği “3 sütunlu yaklaşım”ın uygulanması anlamına gelir: daha fazla gelir elde etmek için ülke içi çabalar; borçtan çıkış için kararlı yapısal uyum çabaları gösteren ülkelere artan resmi finansman; ve en önemlisi de uyum sürecinde ticari kreditörlere borç ödemelerini azaltmak.

Kısa süre öncesine kadar, ilk öneri gerçekçi görünmüyordu. Ancak gelişmekte olan ülkelerdeki uzmanlar, vergi artışlarına, harcama kesintilerine veya ikisinin bir kombinasyonuna duyulan ihtiyacı giderek daha fazla kabul ediyorlar. Birçok kişi, başarılı reformların piyasa farklarını düşürdüğü ve borç servis yüklerini yönetilebilir seviyelere indirmeye yardımcı olduğu Fildişi Sahili modelinin umut vaat ettiğini kabul ediyor. Ancak bu tür reformların dikkatle hazırlanması gerekir. Vergileri artırmak ya da harcamaları çok hızlı kesmek, yakın zamanda Kenya’da gördüğümüz gibi istikrarsızlaştırıcı, şiddetli protestolara yol açabilir. Böyle olduğunda piyasa riskleri daha da yükselir.

İkinci öneri, herhangi bir büyüme gerçekleşmesini realize etmek için gerekli olan finansmanla ilgilidir. Ne yazık ki, IMF, Dünya Bankası ve bölgesel kalkınma bankalarının pandemi dönemindeki karşı-döngüsel kredi artışı geri çekildi. 2023’e gelindiğinde, bu kuruluşların ve Paris Kulübü devlet kreditörlerinin LLMIC’lere net transferleri zaten 2020’deki 70 milyar doların yarısından az bir miktar olan yaklaşık 30 milyar dolara kadar düşmüştü ve IMF’nin kendi net transferleri ise negatife dönmüştü. Finansman kurudukça, bu kurumların mali kapasitelerinin artırılması, ister IMF’nin rezerv varlığı olan özel çekme haklarının (SDR) kullanımı ister yeni sermaye yoluyla olsun acil bir öncelik haline geldi.

Üçüncü önerinin uygulanmasının, yani ticari alacaklılara olan borç ödemelerinin azaltılmasının, diğer iki önerinin gerçekleştirilebilmesi için gerekli olduğu belirtiliyor. Özel sermaye çıkışları nedeniyle 2025’te LLMIC’lere net transferlerin üst üste beşinci yıl negatif olması bekleniyor. Eğer uluslararası finans kuruluşlarından (IFIs) gelen kaynaklar, iç yatırımlar yerine ticari kreditörlere yapılan borç ödemelerine gitmeye devam ederse, devletlerin temerrüde düşme olasılığı artacaktır.

Asıl sorun, borçlu ülkelerin ticari borçlarını yeniden finanse etmelerine olanak vermeyecek kadar yüksek olan borçlanma maliyetleridir. IMF, belki de fazla iyimser biçimde, piyasaların kendi kendini düzenleyebileceğini varsaysa da, yoksul LLMIC’ler için farklar yüksek kalıyor (ortalama, 2018’de 200 baz puandan 2025’te 700 baz puana yükseldi), oysa üst-orta gelirli ülkeler için normalleşti.

Sevilla Taahhüdü’nün kabul ettiği gibi, sermaye çıkışlarını önlemeye yönelik ortak çabalar olmadan, gelişmekte olan ülkeler borç sarmalından çıkamaz. Aslında, IFI’ler sorunun bir parçası haline geliyor.  Son araştırmalarımız, IFI (Uluslar arası Finans Kuruluşu) borcunun büyük bir kısmının özel sektörden finansman maliyetini artırdığını ortaya koyuyor. IFI kredileri fiilen öncelikli statüye sahip olduğu için, sıkıntı durumlarında diğer kreditörler için geri ödeme değerini düşürüyor ve bu da yatırımcıları yeni krediler için daha yüksek faiz talep etmeye yöneltiyor. Böylece, IFI kredilerinin göz ardı edilen bir fırsat maliyeti var. Ülkelerin borçlarından kurtulmalarına yardımcı olmazsa, genel borçlanma maliyetlerini artırarak durumu daha da kötüleştiriyorlar.

LLMIC’lerin (Düşük ve Alt-Orta Gelirli Ülkeler) IFI’lere (Uluslar arası Finans Kuruluşları) olan dış borç payı 2018’deki %35’lik ortalamadan 2023’te %45’e yükseldi. Daha da kötüsü, bu oranın %75’i aştığı yaklaşık 20 ülke, %50’yi aştığı 56 ülke var. Yetersiz IFI desteği, bu ekonomilerin toparlanmasını sağlamak yerine alacaklıların kurtarılmasını finanse ettiğinden, yalnızca borçlu ülkeleri değil, aynı zamanda IFI’lerin kendi bilançolarını da tehdit eden ölümcül bir borç sarmalı yaratmaktadır.

Özel kreditörlere giden fon sızıntısını ele almak, tüm kreditörler arasında şeffaflığın ve iş birliğinin artırılması için ortak bir çaba gerektirir. Likiditesi zayıf gelişmekte olan ülkelerin gönüllü olarak piyasaya dönüşünü desteklemek bazıları için gerekli. Ancak birçok durumda müzakere edilmiş bir yeniden yapılandırma da gerekiyor. Kabul edelim ki, borç yeniden yapılandırmasına bağlı damgalama nedeniyle bu büyük bir iş. Bu yüzden ihtiyacımız olan, takdire dayalı değil, net kurallar. IMF, gerektiğinde yeniden yapılandırmayı zorlamak için, borç temerrüdü yaşayan ülkelere borç içindeyken borç vermek gibi araçlara zaten sahip. Bu araçlar genellikle borç sıkıntısı yaşayan ülkeler için ayrılmış olsa da, gri bölge durumlarında da kullanılabilir.

Disiplin ve uygun yük paylaşımını sağlayacak herhangi bir kural, hukukçu Sean Hagan’ın, gri bölge koşullarıyla karşı karşıya olan ülkeler için tüm esnek olmayan (kıdemli) borçlara sert bir sınır koyarak IMF’nin istisnai erişimli kredi vermesini sınırlama önerisine benzeyebilir. Örneğin, esnek olmayan borç %60-65’e ulaştığında, bir fon programı otomatik olarak ticari borçların yeniden yapılandırılmasını gerektirir; böylece borçlu ülkede büyüme gerçekleşmesini desteklemek için yeterli fon kalır.

Güney Afrika’nın ev sahipliği yapacağı G20’nin ardından Fransa’nın G7’ye ev sahipliği yapacak olması, G7 üye ülkelerinin çoğunluğunu ve Çin’i de içine alacak istekli bir koalisyon oluşturmak için eşsiz bir fırsat sunuyor. Ancak Güney Afrika, Küresel Kuzey ve Güney arasında işbirliğini sağlayamazsa, bugünkü borç krizini çözme fırsatı bir nesil boyunca kaybedilebilir. Bu, kalkınma ve iklim değişikliğiyle mücadelede ilerlemeyi durduracak ve Bretton Woods sistemini tehlikeye atacak bir borç felaketini önlemek için son şansımız olabilir.

 

Ishac Diwan, Kalkınma Finansmanı Laboratuvarı Araştırma Direktörü ve Beyrut Amerikan Üniversitesi Ekonomi Profesörü.

Vera Songwe, Brookings Enstitüsü’ndeki Küresel Ekonomi ve Kalkınma programında kıdemli misafir araştırmacı ve İklim Finansmanı konusunda Bağımsız Üst Düzey Uzman Grubu’nun Eş Başkanıdır.

 

Kaynak: https://www.project-syndicate.org/commentary/why-developing-countries-borrowing-costs-are-so-high-by-ishac-diwan-and-vera-songwe-2025-09

Tercüme: Ali Karakuş