Gazze’de Gazetecilerin Öldürülmesi: İsrail’in İnsanlığın Ruhuna Karşı Savaşı

Gazze’deki gazetecilerin kanı, dünyanın her yerindeki gazetecilerin yüzündeki kandır. Gazetecileri hedef almak yalnızca bugünü susturmak değildir; geçmişin anlatısını yeniden yazmak ve geleceği tekelleştirmek anlamına gelir. Tanık yoksa suç da yoktur. İsrail’in inşa ettiği karanlık budur; sadece Gazze’yi değil, insanlığın ruhunu da yutacak bir karanlık.
Ağustos 13, 2025
image_print

Gazze’yi uluslararası muhabirlere kapatarak ve dünyanın gözlerini soykırımdan uzaklaştırarak, İsrail karartma stratejisinin bir sonraki aşamasına geçti: Gazze’deki Filistinli gazetecileri avlamak. Amaç apaçık: Son bağımsız tanıkları susturmak, böylece tüm bir halkın soykırımı ve açlığa mahkûm edilmesi, küresel toplum tarafından görülmeden, kayda geçirilmeden ve engellenmeden devam edebilsin.

En son olarak, Gazze’nin en tanınmış televizyon muhabirlerinden ikisi, Anas Al-Sharif ve Mohammed Qreiqeh, ayrıca Gazze’deki bir hastanenin dışında gazetecilerin kaldığı bir çadırda dört muhabir daha öldürüldü. Böylece, İsrail tarafından öldürülen Filistinli medya çalışanlarının sayısı 230’u aştı; bu, dünya üzerindeki herhangi bir çatışmada kaydedilen en yüksek rakamdır.

Bu sadece Gazze ile sınırlı değil; Batı Şeria’da, Mayıs 2022’de Amerikalı-Filistinli gazeteci Shireen Abu Akleh’in İsrail tarafından soğukkanlılıkla öldürülmesini de unutmayalım. O zaman da, tıpkı şimdi olduğu gibi, İsrail aynı tanıdık senaryoyu izledi: yalan söylemek, inkâr etmek ve gerçeği çarpıtmak; ardından aylar sonra, Abu Akleh’in bir keskin nişancı kurşunuyla “kazara” öldürüldüğünü iddia etmek.

İsrail, uluslararası gazetecilerin kendi işlediği vahşetleri haberleştirmesini yasaklıyor; yerel muhabirler bu karartmaya karşı çıktığında ise onları susturmak, “yapılacaklar listesi”nde planlı bir maddeye dönüşüyor: gerçeği dile getirenleri ortadan kaldırmak ve dünyayı kör etmek. Böylece İsrail, her cinayetle hâlâ hayatta olanlara açık bir mesaj gönderiyor: “Gerçeği haber yaparsanız, onların yanına katılırsınız.”

Siyasi Siyonizm, kuruluşundan beri suçu yalanla eşleştirme sanatını ustalıkla geliştirdi. Bir gazeteciyi öldürdükten sonra söylemesi gereken tek şey şudur: “O Hamas’tı.” Kanıt gerekmez, soruşturma talep edilmez. İsrail, varsa kanıtı uydurur; ardından Batı medyası bu yalanı sorgusuz sualsiz pazarlar. Örneğin, Reuters’ın manşeti şöyleydi: “İsrail, Hamas lideri olduğunu söylediği El Cezire muhabirini öldürdü.” Gazeteciye yönelik belgelenmiş İsrail ölüm tehditlerini ya da Al-Sharif’in babasının Aralık 2023’te İsrail tarafından öldürüldüğünü vurgulamak yerine, Reuters, NBC, BBC ve diğerleri doğrulanmamış İsrail anlatısını öne çıkardı.

Bu durum istisna değil; Batı medyası, İsrail’in açıklamalarına, Batı dışındaki ülkelere asla tanımadığı bir güvenilirlik tonu ile yaklaşmayı neredeyse her zaman sürdürüyor. Benjamin Netanyahu’yu düşünün: Alışkanlık hâline gelmiş bir yalancı olduğu, düşmanları tarafından değil, en yakın müttefikleri tarafından defalarca kanıtlanmış bir isim. Netanyahu, İsrail’in Gazze’yi Hamas’tan “kurtarmak” ve sivilleri sözde “güvenli bölgelere” yerleştirmek istediğini iddia ediyor. Aldatma konusundaki kanıtlanmış siciline rağmen, Netanyahu’nun yanlış beyanları Batı medyasında geniş yer buluyor ve sorgulanmadan tekrar ediliyor.

Bunu, Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının ülkeyi neo-Nazilerden “kurtarmak” için olduğu iddiasına verilen tepkilerle karşılaştırın. Bu iddialar büyük bir şüpheyle karşılanıyor, doğrulukları titizlikle inceleniyor ve alay konusu ediliyor. Peki aynı medya neden İsrail’in yalanlarını görmezden gelmekle kalmayıp, onlara adeta geçiş izni veriyor? Bu, İsrail’e yönelik bir kayırma mı, yoksa Rusya’ya karşı bir önyargı mı? Hangisi olursa olsun, bu ikiyüzlülüktür ve gazeteciliğin savunması gereken ilkeleri kemirir.

Bundan biraz fazla bir yıl önce, İsrail’e ait bir insansız hava aracı saldırısı, Al-Sharif’in meslektaşı Mohamed El Ghoul’u ve iş arkadaşını, üzerinde açıkça “basın” ibaresi bulunan bir aracın içinde öldürdü. İsrail o zaman da aynı iddiayı ortaya attı: Cinayetlerini, deyim yerindeyse “kaşer” (helal) kılmak için Hamas üyesi olduklarını söyledi. Rusya bunu Ukrayna’daki gazetecilere yapsaydı, öfke asla dinmezdi. Ama İsrail gazetecileri öldürdüğünde, haber ya çarpıtılıyor, ya yumuşatılıyor ya da tamamen gömülüp unutuluyor.

İsrail’in onlarca yıldır süren Filistinlileri insanlıktan çıkarma süreci işte böyle işliyor: Onları şeytanlaştır, acılarını küçült, ta ki ölümleri bir köpeğin yaralanmasından daha az öfke uyandırana kadar. Kısa süre önce, Gazze’de yaşanan ve viral hâle gelen bir hikâyeden bahsettim: Durumu, onu kurtaran Filistinliden daha fazla küresel sempati toplayan bir köpek. Bu bir tesadüf değildi; Filistinlileri insanlıktan çıkaran propagandanın kurbanı olan insanlar için “mantıklı” bir tepkiydi.

İsrail, bu konuda yardım almadan başarılı olamazdı. Uluslararası medyada yer alan çifte vatandaşlı İsrailliler ve Batılı Siyonist sesler, “antisemitizm” yaftasından korkanlarla birlikte İsrail’in hasbara propagandasının pazarlamacıları olarak görev yapıyor. Yüzlerce BM ve insani yardım kuruluşu aksini söylese bile, Netanyahu’nun kitlesel açlığı inkâr eden sözlerini papağan gibi tekrarlıyorlar.

Batılı medya kuruluşları, örneğin Myanmar’daki generallerin ya da Sudan’daki savaş ağalarının bu ülkelerdeki açlığı inkâr etmesine asla böyle bir hoşgörü tanımazdı. Ancak Polonya kökenli Avrupalı bir İsraillinin yalanı, onların haber odalarında, beyaz olmayan kurbanların gerçeğinden daha ağır basıyor.

Arap medyası da bundan pek muaf değil. El Cezire ve El Arabiya, Netanyahu’ya ve İsrailli sözcülere hiçbir itirazla karşılaşmadan yalan söylemeleri için ekran süresi verdi. “Dengeli habercilik” adına, çocukların açlıktan ölmesini haklı gösteren bir propagandanın taşıyıcısına dönüştüler. Bir taraf platformu yalan yaymak için kullanırken, “her iki tarafı” sunma düşüncesi anlamsızdır. Yalanlarla gerçekler arasında bir denge olamaz.

Bir gazeteci öldürüldüğünde, arşivleri, bağlantıları ve tanıklıkları da onunla birlikte toprağa gömülür. Hayatta kalanlar konuşmaya cesaret edemezse, resmî yalanlar tek kayıt hâline gelir. İsrail bunun farkındadır. Tanık olmadan kayıt olmayacağını, belge olmadan adaletin sağlanamayacağını bilerek, gazeteci öldürmeyi bir savaş silahına dönüştürmüştür.

İsrail’in gazeteci öldürmeyi normalleştirmesine izin vermek yalnızca gerçeğe ihanet değildir. Bu, gazeteciliğin sözde misyonuna yönelik entelektüel bir tecavüzdür. Basın, bir devletin muhabirleri infaz etmesini kabul ederken ve Filistinli gazetecilerin susturulmasını olağanlaştırırken, ifade özgürlüğünün koruyucusu olduğunu iddia edemez.

Gazze’deki gazetecilerin kanı, dünyanın her yerindeki gazetecilerin yüzündeki kandır. Gazetecileri hedef almak yalnızca bugünü susturmak değildir; geçmişin anlatısını yeniden yazmak ve geleceği tekelleştirmek anlamına gelir. Tanık yoksa suç da yoktur. İsrail’in inşa ettiği karanlık budur; sadece Gazze’yi değil, insanlığın ruhunu da yutacak bir karanlık.

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/08/12/the-killing-of-journalists-in-gaza-israels-war-on-the-soul-of-humanity/