Freud Batı’yı Nasıl Mahvetti

Freud özgürlük vaat etti, yeni cinsiyet politikaları ise şefkat. İkisinin de sonucu kafa karışıklığı ve esaret oldu. Bu ikisinin ilacı ise zamansızdır: Öz disiplin, ahlaki cesaret ve arzuların oyuncağı değil, Tanrı’nın çocukları olduğumuzu ve bizim iyiliğimiz için verdiği talimatlara uymamız gerektiğini kavramak.
Ekim 29, 2025
image_print

Batı dünyasının nasıl özgüvenini yitirdiğini — nasıl ahlak, cinsellik ve hatta gerçeklik konusunda kafası karışmış bir medeniyete dönüştüğümüzü — anlamak için, modern çağın en etkili ve yıkıcı figürlerinden biri olan Sigmund Freud’a dönüp bakmamız gerekir.

Freud’un psikolojik öğretileri, Batı’nın arzu, erdem ve kimlik anlayışını baştan sona dönüştürdü. Onun fikirleri, Cinsel Devrim’in ve bugün okullarımıza, medyamıza ve kurumlarımıza hâkim olan yeni cinsiyet politikalarının zeminini hazırladı. Ortaya çıkan ise, aşırı cinselleştirilmiş, suçluluk duygusuna boğulmuş ve bir zamanlar Batı medeniyetini ayakta tutan ahlaki köklerinden kopmuş bir kültür oldu.

Freud: Arzunun Peygamberi

Freud kendini bir bilim insanı olarak sundu, ancak gerçekte bedene tapan bir peygamber gibi davrandı. İnsan doğasına dair tüm bir teoriyi kendi takıntıları üzerine inşa etti — en meşhuru olan “Oidipus kompleksi” ile, hiçbir kanıt göstermeksizin, tüm erkeklerin gizlice annelerini arzuladığı ve babalarına kin duyduğu iddiasında bulundu.

Yüzyıllar boyunca Batı medeniyeti, insanın kendini denetleyebilen ahlaki bir varlık olduğunu; olgunluğun ölçüsünün zevk değil, erdem olduğunu öğretti. Freud bu anlayışı tersine çevirdi. Özdenetimi hastalık, kendini şımartmayı ise sağlık olarak tanımladı. Şehvet artık direnilmesi gereken bir ayartma değil, karşılanması gereken psikolojik bir ihtiyaç haline geldi.

Eleştirmen Frederick Crews, Freud’un mirasını açık sözlülükle şöyle özetledi: “Psikanalizin tüm sistemi, Freud’un bunun doğru olduğuna dair beyanından başka hiçbir somut temele dayanmaz.” Nobel ödüllü Sir Peter Medawar ise onu “müthiş bir entelektüel güven hilesi” olarak nitelendirdi.

Tarihçiler, Freud’un kokain bağımlılığını ve kendi kendine teşhis ettiği nevrozlarını belgelemiştir. Kendi torunu Dr. Sophie Freud, onun teorilerini “narsistik bir hoşgörü” olarak reddetmiştir. Psikiyatrist Edward R. Pinckney, psikanalizi “insanlığa oynanmış en büyük aldatmaca” olarak tanımlamıştır. Modern akademisyenler ise Freud’un temel iddialarının uydurma yorumlar olduğunu, hiçbir somut kanıtla doğrulanmadığını ortaya koymuştur.

Batı’nın Ahlaki Tersyüz Oluşu

Freud’un etkisi psikoloji alanının çok ötesine uzandı. Onun fikirleri eğitim, sanat ve siyasete sızdı. Vicdan ve ahlaki seçimle engellenen davranışlar — sadakatsizlik, çok eşlilik, sefahat — artık “yaşam tarzı tercihleri” olarak yeniden adlandırıldı. Dr. Tim LaHaye’nin gözlemlediği gibi, Freud Batı’nın ahlaki yargıdan ahlaki tarafsızlığa geçişine katkıda bulundu. Bu kayma, 1960’lardaki Cinsel Devrim’in ve günümüzdeki cinsiyet devriminin zeminini hazırladı.

Freud’un, cinsel ifadenin sağlık için merkezî önemde olduğu yönündeki öncülünü benimsediğinizde, her türlü özdenetimi baskı, her türlü sınırı ise tahakküm olarak görmek kolaylaşır. Bugünkü cinsiyet ideolojisi, Freud’un takıntısının mantıksal uç noktaya taşınmış halinden başka bir şey değildir: Kimliğin bizzat arzuyla tanımlandığı inancı.

Freud’un çağdaşları dahi onun Hristiyanlığa karşı beslediği düşmanlığı fark etmişti. Orijinal Hristiyanlık — ve aslında birçok eski kültür — kendini Tanrı’ya adama yoluyla nefsin dizginlenmesini öğretirken, Freudculuk özgürlüğü, ne kadar yanlış olursa olsun, her türlü hazza teslim olmak olarak tanımladı. Bu tersine dönüşle birlikte, Batı medeniyetinin ahlaki omurgası çözülmeye başladı.

Özgürlük Kültü

Freud’un takipçileri, cinsel boşalmanın sağlık için elzem olduğunu iddia etti — bu, modern hedonizmi körükleyen bir efsaneydi. Oysa Pisagor ve Platon’dan Newton ve Tesla’ya kadar büyük düşünürler bunun tam tersini öğretti. Aziz Francis’ten Srila Prabhupada’ya uzanan, farklı kültürlerin büyük azizleri ve bilge kişileri ise arzuyu dizginlemeyi bilgelik sınavlarının en yücesi olarak gördü ve disiplinin ruhu arındırıp zihni güçlendirdiğini öğrettiler.

Freud tüm bunları “baskı” olarak reddetti. Ama etrafa bir bakın. Onun inancını benimseyen toplumlar bugün, tarihte eşi görülmemiş düzeyde yalnızlık, bağımlılık, dağılmış aile yapıları ve umutsuzlukla boğuşuyor. Freud’un “baskı” diyerek küçümsediği şey, gerçekte özdenetimdi — adil ve kalıcı bir medeniyetin temeli olan kendini kontrol etme ve Tanrı’nın yasalarına saygı.

Psikanalizden Cinsiyet Politikasına

Freud’un entelektüel mirasçıları, onun mantığını daha da ileriye taşıdı. Eğer her arzu doğalsa, o zaman tüm ayrımlar — erkek ve kadın, kutsal ve bayağı — yapay olmalıydı. Bugünkü “cinsiyeti onaylayan” hareket bu düşünceyi en nihai saçmalığa vardırıyor: Biyolojinin bizzat kendisinin toplumsal bir yapı olduğu iddiası. Freud ahlakı tahtından indirirken, cinsiyet ideolojisi gerçekliği tahttan indiriyor.

Freud sonrası Batı’da — özellikle de yeni cinsiyet politikalarının egemenliğinde — geleneksel erkeklik ve erdem, toplumsal hastalıklar olarak yeniden tanımlandı ve sayısız erkek, atalarının inşa ettiği medeniyetlerde yabancılaştırılmış hale geldi. The War on Men (Erkeklere Karşı Savaş) adlı kitabımda, modern ideolojinin erkekleri nasıl amaçlarından mahrum bıraktığını, erdemi nasıl zayıflık olarak yeniden tanımladığını ve bir nesli erkekliğin ne anlama geldiğinden emin olamayan bir hale sürüklediğini ortaya koyuyorum.

Feminizmin dogmasıyla ittifak içinde, toplumun kendisi baştan tasarlandı. Her ideolojik “reform”, devleti genişletirken, erkekleri ve geleneksel aile birimini zayıflattı ve gücü merkezîleştirdi. Güçlü ve kendi kendine yetebilen erkekler kontrol edilmesi zordur; bağımlı ve kırılmış erkekler ise kolayca yönetilebilir.

Batı genelinde, erkekler daha önce hiç olmadığı kadar baskı altında. Aile mahkemelerinden ve asılsız suçlamalardan medyanın düşmanlığına, çöken kültürel değerlere kadar uzanan bir yelpazede, erkeklere karşı yürütülen sessiz bir savaş artık inkâr edilemez hale geldi — ve milyonlarca kişi bunun bedelini ödüyor.

Bir zamanlar ataerkillik görev, koruma ve düzen anlamına gelirken, bugün baskı olarak karalanıyor — fakat bu yapının yokluğu, erkeklik, aile ve amaç konusunda kafası karışmış, başıboş bir nesil doğurdu.

Hem Freud’un psikolojisi hem de yeni cinsiyet politikaları, insanın hesap vermesi gereken daha yüce bir düzenin varlığını inkâr eder. Her ikisi de ruhu libidoya indirger. Ve her ikisi de, hakikatten, gelenekten ve anlamdan kopmuş nesiller üretmiştir.

Sonuç: Ahlaki Serbest Düşüşte Bir Medeniyet

Freud’un dünya görüşü, en yüce iyiliğin haz, en büyük günahın ise suçluluk olduğunu öğretti. Oysa suçluluk, vicdanın alarm zilidir — eylemlerimizin bir önemi olduğunu gösteren işarettir. Bu zili susturan bir toplum, kısa sürede doğruyla yanlışı ayırt etme yeteneğini yitirir.

Ortaya çıkan ise, kalıcı güç ve mutluluğun yerine iştah ve anlamsız hazların konduğu bir kültürdür. Bunun sonuçları her yerde görünür: Düşen doğum oranları, salgın düzeyine varmış yalnızlık ve umutsuzluk için ilaçlara bağımlı bir nesil. Arzuyu ve yeni cinsiyet politikalarını yücelten bir medeniyet görevi sürdüremez; erdemi, erkekliği ve ruhun gücünü alaya alan bir ulus zayıflar ve özgürlüğünü savunamaz.

Yüksek Yolu Geri Kazanmak

Bugünün Batı’sında ideoloji havada yoğun şekilde hissediliyor — feminizm dogmaya dönüştürülmüş, erkeklik suç olarak görülüyor, tüketimcilik karakterin yerini almış durumda ve hükümet destekli kitlesel göç, akıl yerine sloganlarla meşrulaştırılıyor.

Her yerde çürümenin izleri görülüyor: Parçalanmış aileler, kadınsılaştırılmış erkekler ve eşitlik vaazı verirken öfke ve kafa karışıklığı yayan propagandalarla uyuşmuş yurttaşlar. Bu kaostan ne kadar uzaklaşılırsa, gücün ve sağduyunun sadece geleneğin hâlâ geçerli olduğu yerlerde hayatta kaldığı o kadar netleşiyor. Başarı, şımarmaktan değil; kendini Tanrı’nın yasalarına ve daha yüce bir amaca itaate dayanan özdenetimden doğar.

Freud özgürlük vaat etti, yeni cinsiyet politikaları ise şefkat. İkisinin de sonucu kafa karışıklığı ve esaret oldu. Bu ikisinin ilacı ise zamansızdır: Öz disiplin, ahlaki cesaret ve arzuların oyuncağı değil, Tanrı’nın çocukları olduğumuzu ve bizim iyiliğimiz için verdiği talimatlara uymamız gerektiğini kavramak.

Batı gücünü yeniden kazanabilir, ancak bunu yalnızca Freud’un sahte müjdesini reddeder, erkeklerini yeniden saygı ve onurla karşılar ve onu bir zamanlar büyük yapan erdemleri — inanç, aile, iffet ve hakikat — geri kazanırsa başarabilir.

* Mark Keenan, The War on Men: How the New Gender Politics Is Undermining Western Civilization (Erkeklere Karşı Savaş: Yeni Cinsiyet Politikası Batı Medeniyetini Nasıl Zayıflatıyor) ve Climate CO2 Hoax: How Bankers Hijacked the Environment Movement (İklim CO2 Aldatmacası: Bankacılar Çevre Hareketini Nasıl Ele Geçirdi) adlı kitapların yazarıdır. Eski bir Birleşmiş Milletler teknik uzmanı olan Keenan, kültür, manevi değerler ve Batı’yı yeniden şekillendiren ideolojik güçler üzerine yazılar kaleme almaktadır.

 

Kaynak: https://www.americanthinker.com/articles/2025/10/how_freud_wrecked_the_west.html

 

SOSYAL MEDYA