Türkiye’de toplumsal dönüşümlerle ilgili olarak ortaya çıkan müzik hareketlerinin adlandırılması hususunda -özellikle “arabesk” ve “özgün müzik” ifadeleri düşünüldüğünde- isabetli olunamadığını söylemek mümkün. 1960’ların sonu, 70’lerin başında çıkan Anadolu Pop arayışının, Türkiye’nin hızla politikleşen ortamından etkilenerek sert bir dile evrilmesi neticesinde dönüşüp Anadolu Rock biçiminde adlandırılmaya başlanması aslında müzik-toplum ilişkisinin ne kadar güçlü olduğunu anlamak bakımından da dikkate değerdir. Tabi 12 Eylül darbesi ve devamında sadece siyasete değil, sanat üretimine de yasaklar getirilince 70’li yılların politik sanatçılarının mirası 1980 sonrasına sağlıklı biçimde aktarılamadı.
1980’lerin ortalarından itibaren -vaktiyle- Unkapanı/İMÇ çevresinde adlandırılan “özgün müziğin” böyle bir zeminin üzerinde kendisine yol aralamaya çalıştığını söylemek mümkün. Yani bir bakıma Mahzuni, Cem Karaca, Livaneli ve hatta Yeni Türkü’nün ilk albümünü de katarsak, 80 öncesindeki bu yarım kalan külliyatın 12 Eylül Türkiye’sinin şartlarından hareketle yeni bir form ve üslup ile yola yeniden koyulmasının adıdır aslında “özgün müzik” denilen üretimler. Ki, bu üretimlerin en popüler temsilcisinin, 1985 yılındaki “Ağlama Bebeğim” çalışması ile Ahmet Kaya olduğu malum. Militarist ve erkeksi söyleme tarzı, bağlamanın merkezde olduğu aranjeler ve tema olarak ağırlık biçimde 12 Eylül’ün hapishanelerine atılmış politik insanların hayal kırıklıkları, duygu durumları, anneye bol atıflarda bulundukları şarkıları özgün müziğin karakteristik özellikleridir diyebiliriz.
Müzik ve yasaklar gereği dolaylı biçimde ilişki kurduğu politikaya yaslanan bu üretimler, 80’lerin ortalarından itibaren hızla artamaya ve çeşitlenmeye başlarken “Kilim” isimli bir albüm çıktı. Anadolu kadınının kilim dokurken duygularını desenlere katmasının öyküsüne yaslanan bir tema ve aşina olduğumuz türkü formunun, modern altyapı üzerine oturtulması esasına dayanan bir eserdi “Kilim”. Fatih Kısaparmak’a ait olan bu albümün hikayesi de ilginç aslında. Çünkü aynı şarkılar daha evvel “Yaradan Aşkına” (Eka Kaset) adlı bir albümle yine Fatih Kısaparmak tarafından yayınlanmıştı. “Kilim” işte bu albümün 1989 yılında yeniden ve başka bir kapak ve şirket etiketi taşıyarak sunumuydu. Hatta 1990 yılına ait MüzikMagazin dergisinin 1-7 Ocak tarihli sayısında “Eski Kilim’e Rağbet Arttı” başlıklı bir haber yer alır. Sanatçı’nın “Yarına Kaç Var/Bekle Küçüğüm” isimli ikinci albümünün çok ilgi görmesi üzerine 3 yıl evvel yayınladığı kasetini yeniden piyasaya sürdüğünü okuruz.
Ama ben Fatih Kısaparmak ismini daha evvel, başka sanatçıların kaset içeriklerinden biliyordum. 1980 sonrası albümlerde şarkıların söz yazarı, bestecisi, müzik yönetmeni, aranjörü ve yapımcısının ismi yazmaya başlayınca elimize alıp dinlediğimiz üretimin arka planındaki asıl isimleri de öğrenmeye başlamıştım. Çünkü daha evvelki yapımlarda bu bilgilere yer verilmiyordu maalesef. Özellikle Burhan Çaçan, Belkıs Akkale, Nuray Hafiftaş, Mahmut Tuncer, Selahattin Alpay, Hülya Süer başta olmak üzere o yılların türkü okuyan birçok sanatçısının kaset kapaklarından söz yazarı-besteci ve hatta derlemeci olarak onun ismine aşina idim. Dolayısı ile Kısaparmak’ın daha 80’lerin ortalarında bile müzik piyasası açısından ve ilgililerce bilinen bir isim olduğunu dile getirmek mümkün.
Birçok türkü albümünün müzik yönetmenliğini yapan usta bir isim olarak Zafer Dalgıç’ın 1987’de hazırladığı “Yaradan Aşkına”, Doğu müziğine has icra usulüne yaslanan keman grupları, alt yapıda modern müziğin geldiği teknik imkanların kullanıldığı (yani elektro gitarların arpejlerle eserin yürüyüşünü desteklediği, bateri, bas gitar ve piyano akorlarının çağdaş saund sunumundan bahsediyorum) ve üst yapıda Türk sazlarının eserlere asıl karakterini verdiği bir aranje formu taşıyordu. Şahsen bu tür aranje mantığını çok sevdiğimi söylemek isterim. Özellikle “Kilim”, “Havar”, “Kara Sevda”, “Nazlı Bebe”, “Dağlı Kız”, “Seferberlik Türküsü” gibi eserlerin aranjesi ortaya, “özgün müzik” tartışmaları yapılırken naif, hem tema hem icra bakımından daha yerli, solistin okuyuşunda yine özgün müzikçilere göre çok daha duygulu bir form çıkarmıştı.

“Yaradan Aşkına” kasetinin reklamı (Altın Kaset, 28 Ekim 1987, Sayı 11)
Devletin yasakçı tutumunu delen kamu sesi: Polis Radyosu
Ben bu müzik meselelerine kafa yormaya ve Ankara’da üniversite okumaya başladığım yıllarda “Kilim” albümünü Polis Radyosu’ndan dinledim ilk önce. Sonra ertesi gün gidip Zafer İşhanı’ndaki kasetçiden aldığımı hatırlıyorum. Henüz özel televizyon ve radyoların yayına başlamadığı yıllarda TRT denetimi denilen ve türküler açısından Yurttan Sesler anlayışı olarak kodlayabileceğimiz katı gelenekçi, hatta yasakçı tutum dolayısıyla bu tür sayısız albüm sadece müzik yapımcılarının dağıtım ağı içinde tanıtılabiliyordu ancak. “Yaradan Aşkına” da maalesef TRT denetiminden geçememiş(!), böyle öncü ve güzel bir albüm dinleyiciye yeterince ulaşamamıştı. Ancak bir başka kamu kuruluşu olan Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı Polis Radyosu’nda bu tür “yasakçı” yaklaşım bulunmadığı için TRT‘de kendisine yer aralanmayan birçok özgün yapım buradan sesini duyurabiliyordu. Polis Radyosu aslında üzerine müstakil kitap hazırlanabilecek değerde önemli bir kurum. Ki, TRT’nin tek kanal olduğu ve yasakçı, denetleyici zihniyetinin birçok önemli üretimin önünü tıkayan tavrı karşısında bu kurum inanılmaz değerde işlev gördü. Hatta şunu da söylemek mümkün ki, “Kilim” başta olmak üzere böylesi sayısız albümün fark edilerek Türkiye’nin müzik literatürüne kazandırılmasına, ilgilisinin haberdar olmasına ve unutulup gitmesinin engellenmesine imkan aralamıştır bu radyo.

Öncü bir Fatih Kısaparmak söyleşisi
Fatih Kısaparmak ile tam 90’ların başında gerçekleştirilen önemli bir söyleşi var. Hatta onun müzikal poetikasını hissedebileceğimiz ilk metindir de diyebiliriz bu söyleşi için. Unkapanı piyasasından haberler veren MüzikMagazin, Altın Kaset gibi dergilerde kuşkusuz bu tür sanatçılar üzerine metinler bulmak mümkün. Ancak bu metinler magazin gazeteciliği mantığı sınırlarında kaldığı için oradan yeterli müzikal veri elde etmek pek imkan dahilinde olmuyordu. 1990 yılında Çınar dergisinin ilk sayısında karşımıza çıkan 3 sayfayı aşkın Fatih Kısaparmak söyleşisi bu açıdan çok değerli. Orada mesela “Yurttan sesler ilkelliği yüzünden halk müziğimiz toplum dinamizminin en az otuz yıl gerisinde kalmıştır” (Çınar, 1990, S 1) diyor.
Sonra “Kilim” adını alacak olan “Yaradan Aşkına”nın ardından “Bekle Küçüğüm/Yarına Kaç Var” isimli ikinci bir kaseti çıktı Kısaparmak’ın. Aranje ve hatta beste mantığının da değiştiğini görürüz bu çalışması için. “Bekle Küçüğüm”, biraz evvel bahsettiğim “özgün müzik” formuna yakın bir orkestrasyon ve aranje ile donanmıştı. Burada da çok iyi besteler vardı kuşkusuz. “Gecenin Kemanı” mesela bu kasette benim çok dinlediğim bir şarkıdır. Sonra “Melek Annem”… O yılların “özgün müzik” üretimi mutlaka arka planında politik bir adrese gönderme ya da sanatçıların belirli politik örgütlerle dolaylı, dolaysız ilişkisi söz konusu iken Kısaparmak, Çınar dergisindeki söyleşisinde “İkibinli yılların eşiğine ulaşmış bir zaman diliminde, duvarların ve tabuların birer birer yıkıldığı bir dünyada, sevgi, dostluk, kardeşlik, anlayış, hoşgörü, uzlaşma ve ortaklık bilincini geliştirip kökleştirme idealinin artık çiçek açması gerektiği”ni dile getirir mesela. Kendi çalışmalarını bahsi geçen bu “özgün müzik” kategori içerisinde tanımlamayıp ta başından itibaren “çağdaş halk müziği” yaptığını söyleyen Fatih Kısaparmak’ın ikinci albümü bir anlamda salt ideolojik alt yapı üzerine kurulan verili bu müzik üretimlerinin dışında, sadece halk müziğimizin teknik formunu güncellemekle kalmaz, tematik olarak da bu toprakların metafizik ruhunu yansıtan bir kültürel auraya da oturur. Milli mücadelede kalkıp göç eyleyen Türkmen obasını anlattığı “Nazlı Bebe”den, Anadolu kültürünün derin damarlarını işlediği “Kilim”e, sözlerini Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şiirinden aldığı ve Çanakkale Savaşı’na, Mehmetçik’e göndermelerde bulunulan “Meydanlar”a ve daha birçok karakteristik eserine kadar ayağını bu toprakların metafizik zeminine basan aşkın bir zihin buluruz.