Erkan Oğur ve Perdesiz Gitar’ı

Erkan Oğur’un dünya müzik literatürüne armağan ettiği perdesiz gitar’ı bu bahsettiğimiz Doğu-Batı farklılığına dair tartışmaları açıklayan en simgesel enstrüman olarak algılamak mümkün. Batı’ya ait bir enstrüman, gövde, zemin ama Doğu’ya ait bir ses, ruh, icra biçimi ve kimlik. Ve bütünüyle bizim gibi artık ne Doğululuğunu koruyabilmiş ne de kendisine dayatılan Batı tipi modernleşmenin gönüllü parçası olabilmiş, arafta durmanın en yalın hali. Ben perdesiz gitarı Doğulu bir karakterin Batı’nın inşa ettiği modern dünyada kendi kimliği, tahayyül biçimiyle varolma çabası şeklinde anlıyorum.
Ağustos 21, 2025
image_print

Modern Dünyaya Katkımız Müzik Üzerinden Olmuştur

Türklerin modern dünyaya katkılarının müzik üzerinden olduğunu iddia etmek bence mümkün. Teknolojik icatlar ya da psikolojiden, tarihe kadar sosyal bilim kuramları açısından da modern dünyanın gelişimine yeni bir şey söyleyemeyen Türklerin ancak müzikle bu sürece dahil olduklarını düşünüyorum.  Bu katkı dünyaca öneme sahip iki sanatçı tarafından icat edilen enstrümanlar ile olmuştur. Birincisi “elektro bağlama”yı Erkin Koray, Arif Sağ, bağlama yapım ustası Ragıp Akdeniz gibi isimlerle bir arayışın neticesinde dünya ses evrenine kazandıran Orhan Gencebay. İkincisi ise gitarının perdelerini söküp atarak “perdesiz gitar”ı icat eden Erkan Oğur.

Türk müziğini içine alan Doğu müziğinin tarihsel seyri, seslere yüklediği anlam doğal olarak Batı’dan çok farklı. Ki Batı dışı toplumların modernleşme tecrübelerine eşlik eden ve bu farklılığı ortadan kaldırmaya, sentezlere ulaşmaya çalışan sayısız çabanın varlığı da söz konusu. Bizde müziğin olağan sosyolojik yürüyüşüne yönelik devlet müdahalesi, Türk Beşleri, halk türkülerini alıp Batı müziğinin armonik matematiği üzerine oturtma girişimleri vs. bunlar aynı zamanda Batı tipi modernleşme biçiminin müzikal fotoğrafından başka bir şey değildir.

Erkan Oğur’un dünya müzik literatürüne armağan ettiği perdesiz gitar’ı bu bahsettiğimiz Doğu-Batı farklılığına dair tartışmaları açıklayan en simgesel enstrüman olarak algılamak mümkün. Batı’ya ait bir enstrüman, gövde, zemin ama Doğu’ya ait bir ses, ruh, icra biçimi ve kimlik. Ve bütünüyle bizim gibi artık ne Doğululuğunu koruyabilmiş ne de kendisine dayatılan Batı tipi modernleşmenin gönüllü parçası olabilmiş, arafta durmanın en yalın hali. Ben perdesiz gitarı Doğulu bir karakterin Batı’nın inşa ettiği modern dünyada kendi kimliği, tahayyül biçimiyle varolma çabası şeklinde anlıyorum. Reel dünyayla irtibatını kopartan bir içe kapanma ya da sofistike bir karşı koyuş yerine kendisi kalarak zamanın ruhuna şahitlik etme biçimi belki. Oğur’un söyleşilerinin birinde perdesiz gitarla ilgili verdiği cevap tam da bu ihtiyacı karşılayan teknik bir açıklama gibidir: “Türk müziği seslerine ve diğer bütün sonsuz seslere ulaşabilmek. Ama ana sebep, Türk müziği seslerini ifade edebilmek, makam çalabilmek, türküleri ya da Türk müziğini taksim edebilmek, o şekilde doğaçlama yapabilmek” (N. Özcan’la söyleşisi, Radikal İki, 30.07. 2000).

Hintli sitar üstadı Ravi Shankar’ın şaşkınlığı

ve Doğu ile Batı arasındaki fark

Oğur’u perdesiz gitara zorlayan bu iki gerekçe aslında Doğu müzik kültürünün enstrümanlara yüklediği anlam bilgisini açıklayan meseleler ile bağlantılıdır. Yani Batı müziğinde karşılığını bulamayacağımız ses bileşenlerinden meydana gelen makamları, komaları elde etmek ve böylece ozanların, gazelhanların doğaçlama anlarında ürettikleri titreşimlerin özgür aralıklarına ulaşabilmek. Ve bütün bunları yaparken madde boyutunu aşan ve insanın organik bir parçası haline dönüşen enstrümanıyla kurduğu ilişki biçimine yükselmek. Bir tene dokunur gibi ona temas etmek, ona duygu verip duygu almak durumu. Doğu’nun müziğe, enstrümana yüklediği aşkın anlamı kavramak için Hintli sitar üstadı Ravi Shankar’ın Jimi Hendrix’i bir konser sırasında izlerken gitarını yakması karşısında duyduğu şaşkınlığı içselleştirmekle mümkün olabilir ancak. “Dehşete kapıldım” diyor Shankar, “Benim için çok aşırı bir olaydı. Bizim kültürümüzde enstrümanlara öyle saygı duyarız ki, tanrıdan bir parçadırlar adeta” (Y. Çetinkaya, Yeni Şafak Pazar Eki, 23.02.2014).

Perdesiz gitarı 1976 yılında yapıyor Oğur. Fizik eğitimi almak için gittiği Almanya’dayken adeta, galu belada ruhlarımızın duyduğu sesin gelip O’na dokunması gibi müzik, hayatının geri kalan bütün öyküsünü değiştirecek biçimde zihin dünyasına göksel bir müdahalede bulunuyor. Okulu bırakarak klasik gitara yoğunlaşıyor böylece. Ünlü gitarist Oscar Caceres’ın bir konseri sonrası gerçekleşen seminerinde çocukluğunun geçtiği Elazığ’a ait “Cevizin Dibi” türküsünü enstrümanıyla yorumlaması üzerine gelişen bir süreçten bahsediyoruz. İcrası bittiği zaman gerçek bir öykünün hüzünlü tarihine sahip bütün Anadolu türküleri gibi dini, dili, meşrebi fark etmeksizin dinleyen herkesin ontolojik belleğinde saklı duran o göksel duygu ortaya çıkar ve salonu etkisi altına alır. Sonrasında Caceres’in öğrencisi olmak için Paris’e davet edilir çocukluğunun o türküsüyle. Ancak çok kısa sürecek bir eğitimdir bu. Çünkü O’nun müzikte aradığı başka bir haldir. Kalıpları, verili dili aşan çok daha başka bir yöntem. Batı müziğinin yerleşik teknik performansı Oğur’un komalarla, gırtlak nağmeleriyle büyüdüğü müzikal havzanın zenginliği karşısında daraltıcı olmaktan öte geçemez. Hatta bir söyleşisinde kendisini sınırlayan bu durumu şöyle açıklıyor: “Klasik gitar veya Batı müziği gibi düşündüğüm zaman veya caz gibi düşündüğüm zaman standart bir şey çıkıyordu, onu keşfettim. Başka bir yönde tonumun olduğunu keşfettim ve 3 aylık eğitim sonunda bunu anladım. Oradan tekrar Almanya’ya döndüm. Perdesiz gitarı da o dönem de yaptım” (Müzikalite dergisi, Bahar 1997, Sayı 2,  s.8).

Sonsuz bir ses evrenine ulaşmak

Gitarın üzerindeki bütün perdeleri kaldırarak adeta sonsuz ses evrenine ulaşan Oğur’un bu yeni enstrümanı ile belli çevrelerde tanınmaya başlaması yine kendisi gibi nitelikli üretimler yapma kaygısı taşıyan iki önemli isim, Bülent Ortaçgil ve Fikret Kızılok’un bir dönem birlikte piyasa dışı seslere ulaşmaya çalıştıkları Çekirdek Sanat Merkezi’nde gerçekleşen ilk resitali ve ardından yine orada yaptığı bazı kayıtları iledir. Bu kayıtlar gitarist Robert Johnson ve kontrbasçı İlkin Deniz’in yer aldığı İstanbul’da Bir Amerikalı (1982) ve ardından ilk solo çalışması biçiminde niteleyebileceğimiz Perdesiz Gitarda Arayışlar’dır (1983).

Ama özellikle popüler müzik tarihimiz dikkate alındığında kıymetli çalışmaların başında gelen ve “tamamen bitti gözüyle bakılan Türk popu için de yeni bir umut kapısı” (N.  Dilmener, Hafif Türk Pop Tarihi, İletişim Yay., 2014, s.302) olarak değerlendirilen MFÖ’nün 1984 yılında yayınladığı Ele Güne Karşı Yapayalnız albümündeki Güllerin İçinden isimli şarkının arasında yaptığı emprovize, perdesiz gitarın bu sıra dışı sesini geniş kitlelere taşıdı.

Perdesiz gitarın bütün bu özgün sesine, yeni icra kabiliyetine rağmen salt enstrümanı tanıtmak amacıyla yapılan “Fretless” (Perdesiz) albümü Türkiye’de kendisine prodüktör bulamaz ve maalesef dünya müzik kültürüne modern zamanlarda katkı sunan öncü çalışmalar içerisinde anabileceğimiz bu ürün 1994’te Almanya’da bin adet yayınlanır. Ülkemizde ancak 1996 yılında vitrinlere konabilen Bir Ömürlük Misafir Almanya’daki albümün Türkiye versiyonu biçiminde nitelendirilebilir.

Gitara ve başka sazlara da ilham vererek (kendisinin yaptığı perdesiz bağlama gibi mesela) yeni icra mantığı getiren perdesiz’in,  Türk müziğinde esere girmeden evvel yapılan ve gelecek makamı işaret eden açışlarla, aralardaki doğaçlama taksimlerle benzer hissedişler yakalayabileceğimiz caz ve blues performanslarında da aralayacağı kapılar olduğunu not düşelim. Ki başta Pat Metheney gibi dünyaca öneme sahip birçok gitarcı zamanla Oğur’u takip ederek perdesiz çalmaya başladılar. Dolayısıyla salt kendi müziğimize yeni bir ses ve icra kazandırmadı Türk modernleşmesinin bu en simgesel enstrümanı. Bizatihi Batı müziği içerisindeki formlara da aynı şekilde yeni ses evrenleri armağan ederek, Türklerin modern dünyaya kattığı belki en sıra dışı anlam oldu. Ki, modern dünya tarihini etkileyen teknolojik bir icat ya da herhangi bir sosyal bilim kuramından bahsedemeyeceğimize göre geriye zaten bir tek Gencebay ve Oğur kalıyor.

Selçuk Küpçük

Selçuk Küpçük; Gazi Üniversitesinde PDR eğitimi gördü. Ordu Ün. Güzel Sanatlar Fakültesinde sinema üzerine yüksek lisans yaptı. Birçok dergide şiir, müzik, sinema ve poetika metinleri yayınlayan Küpçük’ün kendi bestelerinden oluşan albümleri ve Selda Bağcan, Hasan Sağındık gibi birçok sanatçı tarafından seslendirilmiş eserleri bulunuyor. 2018 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Yılın Müzik Kitabı Ödülüne layık görülen ve müzik-toplum-siyaset-modernleşme gibi konuları ele alan “Aşk ve Teselli” isimli kitabı yanı sıra “Yüzleşmenin Kişisel Tarihi”, “Modern Türk Şiirinde Bellek Arayışı”, “Edebiyat Dergileri Atlası” isimli kitapları yayınlandı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.