PSİKOLOJİK SONUÇLARI BAKIMINDAN ALLAH MERKEZLİLİĞE KARŞILIK KUL MERKEZLİLİK
Bu yazımızda bir din psikolojisi araştırmacısı olarak yıllar önce fark ettikten sonra araştırmaya karar verdiğimiz ve devamında onlarca saha araştırması neticesinde ortaya koyduğumuz bir bilimsel tespiti okuyucuların dikkatine sunmak istiyoruz. Konu, dini ve psikolojiyi ilgilendiren dindarlık ve ruh sağlığı ilişkisidir.
Psikiyatri ve psikoloji sahasında araştırmaların ortaya koyduğu tespitlerden biri, psikiyatrik rahatsızlıkların veya bozuklukların başlıca sorumlularından biri “diğer insanlar”dır. Daha doğru bir ifadeyle bizim diğer insanların bizim hakkımızdaki yargı ve değerlendirmelerine yönelik algılarımızdır. Elbette burada tamamen genetik olan ve biyolojik temelli olarak doğuştan gelen psikiyatrik rahatsızlıkları hariçte tutuyoruz, zira onlar bizim yaşantılarımıza veya başımıza gelen hadiselere bağlı olmaksızın ortaya çıkabilir. Bir olumsuz tecrübe, yıkıcı bir travma olmadan da tabiri caizse durup dururken belirebilir. Vakaların yüzde otuz beş-kırkı “doğuştan” gelen nedenlerle açıklanmaktadır. Buna karşılık, bozukluk olsun veya olmasın psikolojik durumlarımızın büyük bir bölümü sonradan bizim yaşantılarımız ve bunlar karşısında oluşturduğumuz bilişlerimiz, yani açık veya örtük düşüncelerimizdir.
İnsan, diğer insanlarla birlikte olmaya kodlanmış şekilde yaratılmıştır ve bunun sonucu olarak münferiden yaşam sürdürme yönelimi genellikle sıra dışı kabul edilir. Diğer insanlarla olan ilişkilerimiz hayata bakışımız kadar bizim kendimizle ilgili öz yargılarımıza da güçlü şekilde etki etmektedir. Genetik mirasımızı paranteze alırsak, diğer insanlara dair zihnimizdeki imge, kendimize verdiğimiz değeri etkilemektedir. Bir başka ifadeyle en önemli psikolojik sermayemiz olan öz güven ve öz saygının belirleyicilerinden biri “diğer insanlar” faktörüdür. Şüphesiz ki psikologlar başkalarının belirleyiciliği kadar bizim bunlara karşı verdiğimiz tutumun etki miktarını da göz ardı etmez. Yani ebeveynimizden başlayarak yaşam boyu karşılaştığımız insanlar kendimizi ne kadar sevdiğimizi etkiliyor ama neticede biz de yargılarımız konusunda farkında olarak veya olmayarak tercihte bulunuyoruz. Aksi halde türlü zorluk ve sıkıntıya maruz kaldığı halde ruhsal dengesini kaybetmeyen, bilgi işleme süreçleri aksamamış insanlar görmezdik.
Diğer canlılar ve tabii afetler de bizi psikolojik olarak zorlayabilmekte ise de psikolojik sorunların ve bilhassa kaygı bozukluklarının en sık görülen nedeni diğer insanlarla ilişkilerimizin neden olduğu algı ve duygularımızdır. Depresyonların, panik bozuklukların, obsesyonların, sosyal kaygıların, somatoform bozuklukların ve pek çok kişilik bozukluğunun nedenleri arasında insan faktörü daima en üst sıralarda zikredilmektedir. Şayet diğer insanlarla yıkıcı ve örseleyici yaşantılarımız olmuş ise kendimize ve hayata dair işlevsel olmayan şemalar gelirştirmemiz pek muhtemeldir. Öyle ki bu şemalar bir psikiyatrik rahatsızlık olarak tezahür edebildiği gibi, mükemmeliyetçilik, bağımlılık, çekingenlik, narsistlik, edilgenlik, korkaklık, saldırganlık, uyumsuzluk, kolay incinirlik gibi pek çok olumsuz kişilik özelliğinin gelişmesine neden olabilmektedir.
Diğer insanların bizim hakkımızdaki kanaatlerinin etkisini “başkası merkezli dışsallık” olarak isimlendiriyoruz. Başkalarının bizi onaylamamasından, kınamasından, eleştirmesinden, kırmasından, sevmemesinden duyduğumuz endişenin miktarı da bizim başkası merkezli dışsallık düzeyimizi belirliyor. Örneğin “Başkaları tarafından beğenilmek benim için çok önemlidir.”, “Biriyle tartışma yaşadığımda bunun etkisinden kolayca kurtulamıyorum.”, “Hatalarımın yüzüme karşı söylenmesi, haklı da olsa canımı acıtır.”, “İnsanlara herhangi bir meselede muhalif olduğumu göstermek konusunda cesaretli değilim.”, “Bir şey yapacağım zaman insanlar ne der diye endişe ederim” ve benzeri ifadeler bizi ne kadar yansıtıyorsa o kadar yüksek başkası merkezliliğe sahibizdir.
Bu yönelimin psikolojik etkilerine dair araştırma bulgularımızı aktaracağız. Ancak önce sağlıklı olarak addettiğimiz bir diğer yönelimi gündeme getirelim, Allah merkezlilik. Söz ve davranışlarında Allah’ın rızasını dikkate alma düzeyimize işaret eden bu yönelim, başkası merkezli dışsallığın büyük ölçüde karşısında yer almaktadır. Yani bir insanın Allah merkezliliği yükseldikçe başkası merkezliliği düşer diyebiliriz. Allah merkezli olup olmadığımızı ise “Yaptığım işlerde öncelikle Allah’ın rızasını gözetirim”, “Allah’a hesap vermeye olan inancım beni nefsimin istediği birçok şeyi yapmaktan alıkoyuyor.”, “Kıyafetim Allah’ın emirlerine uygunsa, başkasının ne düşüneceği pek umurumda olmaz” gibi ifadelere verdiğmiz cevaplar üzerinden belirlememiz mümkündür Bu ifadelere ne kadar katılıyorsak o kadar Allah merkezliyizdir.
Psikolojimizi başkası merkezliliğin olumsuz, Allah merkezliliğin ise olumlu etkilediği kanaatinden yola çıkarak bu hipotezin bilimsel kanıtlarına ulaşmak maksadıyla her iki yönelimi de ölçmek üzere iki ayrı ölçek geliştirdik. Şayet araştırmalarımız hipotezimizi doğrularsa bu, dinin insan psikoloji üzerindeki olumlu etkilerine dair literatürde zaten var olan kanıtlara yenilerini eklemiş ve insan boyutunu da denkleme katarak daha bütüncül ve açıklayıcı verilere ulaşmış olacaktık. Nitekim Allah merkezlilik ve başkası merkezlilik ölçeklerini kullanarak bu değişkenlerle “Bilişsel üçlü” (Hayata, kendine ve geleceğe olumsuz bakma), “bağımlı kişilik”, “histriyonik kişilik” (İlgi çekmeye yönelik davranışlar ve abartılı duygusal dışa vurumlarla karakterize olmuş kalıcı bir psikiyatrik durum), “narsisizm”, “anksiyete ve endişe”, “depresyon”, “somatizasyon” (psikolojik sorunların zamanla yapay bedensel ağrılara dönüştüğü psikiyatrik hastalık) arasındaki ilişkiler hakkında, sonuçları hipotezimizi destekleyen 10’dan fazla saha araştırması yaptık. Öyle ki başkası merkezli dışsallık arttıkça bu psikolojik sorunların arttığını ve buna karşılık Allah merkezlilik arttıkça sorunların istatistiksel olarak anlamlı şekilde gerilediğini tespit ettik.
Ufuk açıcı diye niteleyebileceğimiz bu araştırma bulgularından çıkarılacak mesajın da net şekilde belirdiğini düşünüyoruz. İnsan psikolojik sağlamlık açısından çok şanslı doğmamış olabilir, bunun dışında çocukluğu da pek güzel geçmemiş olabilir. Sonuçta ruhsal açıdan dengesini bir miktar yitirmiş, psikolojisi belli ölçüde bozulmuş olabilir. Ancak bilmeli ki başkalarının düşünce ve tutumlarını önemsediği ölçüde psikolojik sorunları da büyüyecektir. Deyim yerinde ise farkında bile olmadan içinde inşa edip büyüttüğü “elalem putu” onu daima olumsuz etkileyecektir. Buna karşılık duygu ve düşünce aleminde Allah’ı merkeze alır, her şeye gücü yeten, her şeyi yaratan Rabbinin rızasını önemserse psikolojik sağlamlığı artacak, bozucu faktörlerin etkisine mukavemet kazanacaktır. Bu aslında insan fıtratına en uygun olanı tercih etmektir. Dindarlık ve Allah merkezliliğin tüm sorunları çözeceğini söyleyemesek de insanı belirgin şekilde rehabilite ettiğini iddia edebiliyoruz. Peki yaşam boyu adeta bir sermaye gibi biriktirdiğimiz başkası merkezliliğimizi azaltmamız mümkün mü? Yapabileceğine inanmak, yapmayı istemek, yapmaya girişmek ve yapmayı istikrarla sürdürmekle elbette mümkün!