Darbelerden Sonra Sahel İttifakı

Eğer diğer Afrika çok taraflı kurumlarının deneyimleri yol gösterici olacaksa, AES'nin bunu tamamen kendi başına başarması pek olası görünmüyor. İttifak, yalnızca paralı asker sözleşmeleri ve madencilik ruhsatlarının ötesine geçerek, bölgesel ortaklarla anlamlı ve sürdürülebilir ilişkiler kurmak zorunda kalacaktır. Aksi takdirde, AES, G5 Sahel gibi başarısız örgütlerin izinden gidecek — hatta belki de daha kötü bir sona sürüklenecektir.
Temmuz 17, 2025
image_print

Kurumsal temellerden ve güvenilir ortaklardan yoksun olan Sahel Devletleri İttifakı, bölgesel entegrasyonun son başarısız denemesi olma riskiyle karşı karşıya.

26 Temmuz 2023 sabahının erken saatlerinde, Nijer Cumhurbaşkanlığı Muhafızları Niamey’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na baskın düzenleyerek demokratik yollarla seçilmiş devlet başkanı Mohamed Bazoum’u gözaltına aldı.

Bunun ardından, Nijer’in darbe liderleri ile ülkenin üyesi olduğu bölgesel blok olan Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) arasında yüksek tansiyonlu bir kriz yaşandı.

ECOWAS liderliği, Başkan Bazoum’un 6 Ağustos’a kadar görevine iade edilmemesi durumunda, demokratik yönetimi yeniden tesis etmek üzere askeri müdahalede bulunacaklarını açıkladı.

Ancak bu son tarih sessizce geçip gitti ve izleyen aylarda, Nijer, Mali ve Burkina Faso’nun—hepsi de darbe yaşamış ECOWAS üyeleri—ECOWAS’ın yetkisine karşılık Sahel Devletleri İttifakı (Alliance des États du Sahel ya da AES) adını verdikleri bir karşılıklı savunma paktı kurmasıyla tarihi bir bölünme ortaya çıktı.

Ocak 2024’te, bu üç ülke bloktan resmen çekilme niyetlerini ilan etti.

Zorunlu bir yıllık geçiş sürecinin ardından, AES ülkeleri bu yıl 29 Ocak’ta ECOWAS’tan ayrılma kararlarını resmen tamamladı. Uzun vadeli hedeflerine rağmen, bölgesel bir blok olarak AES belirsiz bir gelecek ile karşı karşıya. Üç üye ülkenin tamamı, şiddetli iklim tehditlerinin yanı sıra, ECOWAS, Afrika Birliği ve Avrupa’daki eski müttefikleri gibi bölgesel ortaklardan farklı derecelerde izolasyonla birlikte terörist isyanlarla da mücadele ediyor.

Blok yakın zamanda 5.000 kişilik ortak bir askeri güç oluşturdu; ancak bu güç, 2023 yılında bölgeden çekilen 13.000 kişilik Birleşmiş Milletler barış gücüyle kıyaslandığında oldukça küçük kalıyor. Bu boşluğu doldurmak amacıyla AES ülkeleri, Rusya’nın Wagner Grubu gibi paralı asker birlikleriyle ortaklık kuruyor—ancak bu yaklaşım, en iyi ihtimalle karışık sonuçlar verdi. Moskova kısa süre önce Wagner Grubu’nun bölgedeki operasyonlarını, Rusya Savunma Bakanlığı’nın daha doğrudan denetimi altındaki daha entegre bir yapı olan Afrika Kolordusu’na (Africa Corps) dahil etti. Ancak Haziran 2025’te yayımlanan raporlar, Afrika Kolordusu’nun Mali’de Wagner Grubu’na ait operasyonlarla bağlantılı kitlesel insan hakları ihlalleri modelini sürdürdüğünü ortaya koyuyor.

Bununla birlikte, AES sınırlarını saran terör tehdidine karşı etkili bir yanıt verilmesi aciliyet taşımaktadır. Aynı zamanda, AES liderlerinin, ittifakı sağlamlaştıracak ve uzun vadeli bölgesel istikrarı güvence altına alacak kurumsal çerçeveleri göz ardı etmemesi gerekir.

Bu iki öncelik arasında denge kurmak, ittifakın bütünlüğünü, siyasi iradesini ve önceki bölgesel çabaların yetersiz kaldığı alanlarda güvenlik ve yönetişim sağlama kapasitesini sınayacak bir görevdir. Güvenlik ve yapısal öncelikler arasında denge kurulamaması, AES rejimlerinin kendi iktidarlarını meşrulaştırmak için dayandıkları ölçütlerin zayıflamasına ve ittifakın varlığının sorgulanmasına yol açacaktır.

Her ne kadar darbe liderleri, 2023 yılında ECOWAS’ın askeri müdahale tehdidini başarıyla püskürtmüş olmanın verdiği bir zafer hissine kapılmış olsalar da, iktidarlarını güvence altına alma yolu hâlâ oldukça zorlu.

On yıllardır süren İslamcı isyan, son dönemde yaşanan istikrarsızlıktan yararlanarak Orta Sahel’in geniş bir bölümünde kontrolünü resmileştirmeye başladı. İslamcı isyanın yanı sıra, Mali, Nijer ve Burkina Faso’nun tamamı hem yabancı yatırımlarda ciddi düşüş, hem offshore fonlara erişimde kısıtlama, hem de bölge içi ticarette gerileme yaşadı.

Bu gelişmelerin bir sonucu olarak, söz konusu ülkeler para birimlerinde istikrarsızlık ve yüksek enflasyon oranlarıyla karşı karşıya kalmış durumda.

Bu belirsiz mali ve güvenlik tablosu göz önüne alındığında, AES ülkelerinin güvenilirliği büyük ölçüde kendi sınırları içindeki ayrılıkçı tehditlerle başa çıkabilme becerilerine bağlı. Ancak bu durum, yeni rejimler için pek de iç açıcı değil: Burkina Faso’nun yaklaşık yarısı hükümetin denetimi dışında kalmış durumda ve geçtiğimiz yaz, Mali’nin kuzeyinde düzenlenen yıkıcı bir pusuda, Mali hükümetine bağlı askerlerle Rusya’nın Wagner Grubu’na mensup onlarca asker Tuareg isyancıları tarafından öldürüldü.

2024 yılında, Silahlı Çatışma Konum ve Olay Verileri Projesi (ACLED), Burkina Faso, Mali ve Nijer’deki siyasi şiddet vakalarını derleyerek, Sahel bölgesindeki güvensizliğin hiç olmadığı kadar kötü bir seviyeye ulaştığını ortaya koydu.

Eğer AES ülkelerindeki askeri liderler güvenlik ve düzeni yeniden sağlama bahanesiyle iktidarı ele geçirdilerse, bu durumda ilan ettikleri görevi yerine getirmekte başarısız oluyorlar demektir. Darbelerini anti-emperyalist ya da Batı karşıtı bir söylemle meşrulaştırmaya çalışmaları, uzun vadede vatandaşların kaygılarını gidermede pek etkili olmayacaktır.

Kırsal tarım ve maden işleme alanlarına yatırım yapma vaatleri, meşruiyet sağlamaya yönelik ek kaynaklar sunabilir; ancak yaygın güvensizlik ortamı içinde bu vaatlerin somut bir karşılık bulması pek mümkün görünmüyor.

Örneğin, Burkina Faso’nun çiftçilere ücretsiz traktör dağıtma girişimi, ülkedeki kırsal tarım bölgelerinde cihatçı grupların yerleşik konumu göz önüne alındığında, gerçek bir tarım reformundan ziyade ekonomik popülizm olarak değerlendiriliyor.

Bölgesel bir blok olarak AES, üye ülkelerin kendi rejimlerini sağlamlaştırma yönündeki ortak çabasının bir yansımasıdır. Ancak bu çabanın başarısı, ayrıldıkları bölgesel topluluklardan mali olarak bağımsız hale gelme yeteneklerine bağlı olacaktır. Bu toplulukların başında, en acil olarak, ECOWAS gelmektedir.

Bununla birlikte, ittifak giderek çok taraflılığın çoğu biçimini reddetmekte ve daha içe kapanmacı bir yaklaşımı benimseyerek müttefiki Rusya’ya olan bağımlılığını artırmaktadır. Fas ve Çin’le yakın zamanda başlatılan ticaret girişimleri alternatif ortaklık kaynakları sunmakla birlikte, çelişen öncelikler ve bölgesel güvensizlik ortamı nedeniyle uygulamaya geçirilmesi uzun zaman alacağa benziyor.

Daha da önemlisi, bu tür anlaşmalar, Sahel’de yönetişimi istikrara kavuşturmak için gerekli olan kurumsal yapıların yerini alamaz. AES, ortak bir yatırım bankası, ortak bir pazar ve bir para birliği kurma niyetini açıklamış olsa da, uluslararası destek olmadan ve bölgede şiddetin kayda değer biçimde azalmadığı sürece, bu hedefler giderek daha uzak bir ihtimal haline geliyor.

Yine de, bu çok uluslu çabaları etkili kılmak için gerekli olan kurumsal yapıların oluşturulması, ittifakın hayatta kalması için ne kadar hayatiyse, bir o kadar da zorlu bir süreçtir.

Benzer bölgesel örgütlerin kökenlerinin tartışılması, AES’nin önünde duran zorluklar için faydalı bir karşılaştırma noktası sunar. Doğu Afrika Topluluğu (East African Community – EAC), Kenya, Uganda ve Tanzanya arasında iş birliğini teşvik etmek amacıyla 1960’larda ortaya çıktı.

Bugün EAC, Afrika çok taraflılığının vazgeçilmez bir ayağı olsa da, ilk oluşumu kalkınma farklılıkları, ideolojik ayrılıklar ve zayıf kurumsal yapılar nedeniyle yalnızca on yıl içinde çöktü. Ancak 1993 yılında Doğu Afrika İşbirliği Üçlü Komisyonu’nun kurulmasıyla birlikte ilgili taraflar EAC’yi bugünkü hâline dönüştürme sürecine başladılar.

EAC’nin tarihi, AES açısından hem öğretici hem de düşündürücü bir karşılaştırma noktası sunmaktadır: EAC’nin başarısının kritik unsurlarından biri, 2000 yılındaki yeniden canlanma döneminde güvenlik ortamının iyileşmiş olmasıydı.

EAC liderleri ilk girişimlerinin çöküşünden önemli dersler çıkardı ve 1999’daki yeniden kuruluş anlaşmasında bir sekreterya, yasama meclisi ve adalet mahkemesi kurulmasına yönelik somut planlar ortaya koydu. Buna karşılık, AES bugün uluslararası izolasyon, kötüleşen bir güvenlik ortamı ve istikrarsız bir siyasi iklim gibi, EAC’nin ikinci oluşumunda bu düzeyde karşılaşmadığı zorluklarla yüzleşmektedir.

EAC’nin gelişim süreci bir ölçüt olarak alınacak olursa, AES hükümetleri Sahel bölgesindeki güvensizliği çözmedikçe, bölgesel bloğun ilan ettiği ekonomik ve sosyal hedeflere yönelik kayda değer bir ilerleme beklememeliyiz. Darbe liderleri bu gerçeği açık bir şekilde görmelidir. Aynı zamanda, ittifakı tepkisel bir askeri koalisyondan kalıcı bir bölgesel kuruma dönüştürmenin aciliyetini —ve bu dönüşümün beraberinde getirdiği zorlukları— kabul etmelidirler.

Bu bağlamda, G5 Sahel, kökenlerinde güvenlik odaklı olması nedeniyle AES ile ilginç bir paralellik sunar. Ancak G5 Sahel —2014 yılında Burkina Faso, Çad, Mali, Moritanya ve Nijer hükümetleri tarafından kurulan bir ittifak— sonrasında yönetişime ve daha geniş kurumsallaşmaya geçişte zorlandı.

Her ne kadar G5 Sahel esasen bir terörle mücadele gücü olarak tasarlanmış olsa da, askeri meselelerin ötesine geçen ekonomik kalkınma ve iş birliğini teşvik etme niyetini açıkça ortaya koymuştu. Yine de, kısa vadede faaliyetlerinin dar kapsamlı olması, görev kapsamının diğer alanlarına çok az kaynak ayrılmasına neden oldu.

Üye ülkelerin çabalarının bölgeye daha fazla güvenlik getirmede başarısız olduğu anlaşılınca, ittifaka olan güven sarsıldı. Ayrıca G5 Sahel, üye devletler arası koordinasyon ve terörle mücadelede yerel katılım pahasına büyük ölçüde Batı’dan gelen yardıma bağımlıydı —tıpkı AES’nin Rusya’nın desteğine giderek daha çok bel bağlaması gibi.

EAC ve G5 Sahel örnekleri, acil güvenlik ihtiyaçları ile daha geniş ekonomik ve siyasi entegrasyon hedefleri arasında denge kuran ve bunu gerçekçi uygulama planlarıyla destekleyen bölgesel blokların başarıya ulaşma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Ayrıca, kısa vadeli çıkar ilişkilerine dayalı dış ortaklıklarla, uzun vadede daha sürdürülebilir ve tutarlı olmayı amaçlayan ortaklıklar arasında da bir denge kurulmalıdır.

Komşularıyla diyalog kanalları açamayan cunta liderleri daha da izole olur ve bölgesel istikrarsızlığı artıracak bir diplomatik ve güvenlik boşluğu doğar. Sahel’in Afrika’nın —hatta belki de dünyanın— terörle mücadele açısından merkez üssü olduğu düşünüldüğünde, böyle bir yaklaşım, bölgenin istikrarıyla ilgisi olan herkes için zararlıdır.

AES, yönetişimi kurumsallaştırma ve güvensizliği giderme görevleriyle uğraşırken, liderlerinin hem iş birliği yaptığı ortaklar hem de karşılarında duran zorluklar konusunda net bir bakış açısına sahip olması gerekir. ECOWAS’tan ayrılışları idealizm ve devrimci ruhla beslenmiş olabilir; ancak AES, ilan ettiği hedefleri gerçekleştirmek ve üye ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamak istiyorsa, pragmatizme ve uzlaşmaya dayalı bir yaklaşımı benimsemelidir.

AES liderleri, bir yandan sınırları içindeki varoluşsal güvenlik tehdidini acilen önceliklendirmeli, diğer yandan da dirençli yönetişim kurumlarının kurulması için somut ve derhâl adımlar atmalıdır.

Eğer diğer Afrika çok taraflı kurumlarının deneyimleri yol gösterici olacaksa, AES’nin bunu tamamen kendi başına başarması pek olası görünmüyor. İttifak, yalnızca paralı asker sözleşmeleri ve madencilik ruhsatlarının ötesine geçerek, bölgesel ortaklarla anlamlı ve sürdürülebilir ilişkiler kurmak zorunda kalacaktır. Aksi takdirde, AES, G5 Sahel gibi başarısız örgütlerin izinden gidecek — hatta belki de daha kötü bir sona sürüklenecektir.

 

Kaynak: https://africasacountry.com/2025/07/after-the-coups/

SOSYAL MEDYA