Çin’in küçülen işgücü, Japonya’nın hızla düşen doğum oranı ve Kore’nin emeklilik krizi, aynı korkutucu tablonun farklı yansımalarıdır.
Doğu Asya, önümüzdeki birkaç on yıl içinde bölgenin ekonomik ve sosyal temellerini köklü biçimde yeniden şekillendirecek, benzeri görülmemiş bir demografik dönüşümle karşı karşıya. Seul’den Singapur’a kadar doğurganlık oranları yenilenme seviyesinin altına düşmüş durumda; bu da işgücü giderek azalan, bakım ihtiyacı giderek artan yaşlanan toplumlar yaratıyor.
Bu kriz birçok ülkeyi etkilerken, demografik gerilemede en ileri aşamaya ulaşan Japonya, hem karşıda duran zorluklara hem de olası çözüm yollarına en net bakışı sunuyor.
Bölgesel tablo çarpıcı boyutlarda. Güney Kore’nin doğurganlık oranı 0,72’ye gerileyerek dünyanın en düşük seviyesine indi. Çin’de ise tek çocuk politikasının kaldırılmasına rağmen oran 1,09’a düştü. Tayvan 0,87, Singapur ise 0,97 seviyesinde.
Bunlar geçici dalgalanmalar değil; yoğun eğitim rekabeti, yüksek yaşam maliyetleri, yorucu çalışma kültürleri ve kadınlara orantısız şekilde bakım sorumluluğu yükleyen kalıcı cinsiyet eşitsizlikleri gibi ortak baskılarla tetiklenen kalıcı gerilemeler.
Demografik açıdan en önde gelen ülke olan Japonya, bu gidişatın nereye varacağını gözler önüne seriyor. 2024’te doğum sayısı 686.061’e gerileyerek 1899’dan bu yana ilk kez 700.000’in altına indi. Aynı yıl ölümler 1,6 milyona yaklaştı ve ülke nüfusu 900.000 kişi azaldı.
Doğurganlık oranı 1,15’e düştü; Tokyo’da ise bu oran 1,0’ın altına indi. Nüfusun %30’unu yaşlıların, sadece %59’unu çalışma çağındaki yetişkinlerin oluşturduğu Japonya; daralan vergi tabanları, zorlanan emeklilik sistemleri ve yaşlanma ile gerileme sorunları yaşayan bölgelerle karşı karşıya.
Japonya’nın deneyimi, neden geleneksel politika tepkilerinin bölge genelinde başarısız olduğunu ortaya koyuyor. Çocuk yardımları ve ebeveyn izni gibi kapsamlı aile dostu politikalara rağmen, Doğu Asya’da üç temel engel kalıcı olduğu için doğum oranları düşmeye devam ediyor.
Yoğun çalışma kültürleri, özellikle kariyer talepleri ile bakım beklentileri arasında sıkışan kadınlar için aile kurma süreciyle doğrudan çelişiyor. Evlilik odaklı ebeveynlik anlayışları ise evlilik ertelendiğinde veya ondan kaçınıldığında doğumları azaltıyor.
Konut, eğitim ve çocuk yetiştirme maliyetlerinin artması, özellikle pahalı metropollerde, istenen aile büyüklüğünü yenilenme seviyesinin altına çekiyor.
Bütün bunlar, bölge genelinde gözle görülür kendi kendini besleyen döngüler yaratıyor: daha az genç yetişkin, daha az doğum demek; bu da yaşlanmayı ve mali baskıları hızlandırıyor, işgücü piyasalarını daraltıyor ve aile kurmayı daha da zorlaştırıyor.
Çin’in küçülen işgücü, Güney Kore’nin emeklilik krizi ve Singapur’un yabancı işgücüne bağımlılığı, bu dinamiğin farklı yansımalarını oluşturuyor.
Japonya’nın kısmen çözüm olarak göçe yönelmesi, bölgesel eğilimlerin habercisi niteliğinde. 2025’in başlarında yabancı uyruklu nüfus 3,6 milyona ulaştı; bu da diğer Doğu Asya ülkelerinin de taklit etmeye başladığı politika değişimlerini yansıtıyor.
Ancak göç, tek başına yaş yapısını yeterince hızlı tersine çeviremez ve bölgede siyasi hassasiyetler hâlâ yüksek. Asıl mesele, üretkenliği ve toplumsal uyumu korumak için göçmenleri etkili biçimde entegre edebilmektir.
Doğu Asya toplumları, doğum oranlarını yeniden yükseltme peşinde koşmak yerine, daha küçük ve yaşlı nüfuslarla da refah içinde yaşayabilecek kapsamlı stratejilere ihtiyaç duyuyor. Japonya’nın şekillenmekte olan yaklaşımı, çeşitli boyutlarda bölgesel bir model sunuyor.
İşin yeniden tasarlanması birinci öncelik olmalı. Sıkı fazla mesai sınırları ve öngörülebilir çalışma programlarıyla birlikte varsayılan esneklik, bölgenin kötü şöhretli çalışma kültürüne meydan okuyor.
Kurumsal teşvikler, yalnızca politika vaatlerine değil, somut bakım ve esneklik iyileştirmelerine bağlanmalı. Bu durum, Güney Kore’nin zorlu kurumsal kültürü ile Çin’in “996” çalışma temposu beklentileri için de geçerli.
Ebeveynliği zahmetsiz hâle getirmek için, erken çocukluk bakımını kritik bir altyapı olarak ele almak şart. Makul mesafelerde, garantili yerlerle desteklenen evrensel ve yüksek kaliteli çocuk bakımı, bölge genelinde maliyet ve erişilebilirlik engellerini ortadan kaldırır.
İstihdam veya medeni durumdan bağımsız taşınabilir sosyal yardımlar, Seul’den Şanghay’a kadar çağdaş yaşam biçimlerini destekler.
Çeşitli aile biçimlerinin normalleşmesi, yardımların evlilikten bağımsız hâle getirilmesi ve bekar ebeveynler ile birlikte yaşayan çiftlerin desteklenmesi anlamına gelir. Vergi ve emeklilik sistemleri, çift gelirli haneleri cezalandırmak yerine teşvik etmeli ve Doğu Asya toplumlarında hâlen varlığını sürdüren geleneksel cinsiyet rollerine meydan okumalıdır.
Yaşlılara yönelik teknolojiler, robotik ve yapay zekâ destekli bakım platformları aracılığıyla “gümüş üretkenlik” ekonomileri inşa etmek, demografik zorlukları rekabet avantajlarına dönüştürme fırsatı sunuyor. Bu teknolojilerin geliştirilmesinde bölgesel işbirliği, yaşlanan nüfusa hizmet konusunda dünya çapında ihraç edilebilir uzmanlık yaratabilir.
Göç stratejileri, dil eğitimi, yeterliliklerin tanınması ve ayrımcılıkla mücadele önlemlerini kapsayan uzun vadeli yerleşime odaklanmalı. Singapur’un kontrollü yaklaşımı ve Japonya’nın yakın dönemde yaptığı vize genişletmeleri, Çin ve Güney Kore’nin uyarlayabileceği modeller ortaya koyuyor.
Bu geçişin politik ekonomisi bölge genelinde farklılıklar gösterse de ortak unsurlar barındırıyor. Başarı, yaşlılar, işverenler ve genç haneleri kapsayan koalisyonların kurulmasını ve göç politikalarının öngörülebilir biçimde istikrara kavuşmasını gerektiriyor.
Çin’in otoriter sistemi, demokratik Tayvan veya Güney Kore’den farklı araçlar sunsa da, hepsi değişimin maliyetini kimin üstleneceği ve kurumların ne kadar hızlı uyum sağlayacağı konusunda benzer bölüşüm tartışmalarıyla karşı karşıya.
Doğu Asya, her yaş ve geçmişten insanın potansiyelini en üst düzeye çıkararak refahını sürdüren, dünyanın ilk başarılı “yüksek yaşam süresi–düşük doğurganlık” toplumlar kümesini oluşturabilir. Bu vizyon, bakım verenler için zaman ayırmayı, yaşlı yurttaşların onurunu korumayı ve ulusal sınırların ötesinden gelen yeni sakinlerin dahil edilmesini önceliklendirir.
Japonya’nın demografik açıdan en önde gelen ülke konumu, onu kritik bir test vakası hâline getiriyor. Eğer Japonya etkili uyum stratejileri geliştirebilirse, bunlar hem bölge genelinde hem de ötesinde izlenecek yaklaşımlara ışık tutabilir. Pek çok Batı ülkesi benzer ancak daha geç başlayan dönüşümlerle karşı karşıya olduğundan, Doğu Asya’daki yenilikler küresel ölçekte önem taşıyor.
Demografik kriz Doğu Asya’nın tamamını kapsıyor; ancak çözüm fırsatları da aynı şekilde tüm bölgeye yayılıyor. Japonya’nın öncü deneyimi, aynı yolu izleyen komşuları için hem uyarı hem de umut kaynağı. Soru, bu toplumların yaşlanıp küçülüp küçülmeyeceği değil — bu zaten gerçekleşiyor.
Asıl soru, bu gerçeğe uyum sağlayacak, hatta 21. yüzyılın en büyük zorluklarından birini inovasyon ve küresel liderlik kaynağına dönüştürebilecek başarılı modeller inşa edip edemeyecekleridir.
* Y. Tony Yang, Washington DC’deki George Washington Üniversitesi’nde bağışlı profesör ve dekan yardımcısıdır.
Kaynak: https://asiatimes.com/2025/08/fewer-cradles-more-canes-east-asias-demographic-reckoning/#