Çin Ne İstiyor?

Çinli liderlerin açıkladığı küresel vizyona rağmen, rejimin diplomasisi her şeyden önce ülkesinin iç siyasi ekonomisinin çıkarlarına hizmet etmek zorundadır. Amerika’nın geri çekilmesiyle ortaya çıkan ani küresel liderlik boşluğunu doldurmak, Çin rejimi diplomasisinin bu hedefiyle mutlaka örtüşmeyebilir.
Temmuz 16, 2025
image_print

Birçok yorumcu şimdiye kadar ABD hegemonyasının temelini oluşturan liberal uluslararası düzeni sitayişle anarken, bazıları Başkan Donald Trump’ın Çinli mevkidaşı Şi Cinping’e adeta bir hediye verip vermediğini sorguluyor. Trump öngörülemezliği önemserken, Şi Çin’i küresel istikrarın bir gücü olarak konumlandırmayı hedefliyor. Bu nedenle, giderek daha milliyetçi ve içe kapanan bir ABD’nin bıraktığı boşluğu Çin’in hızla dolduracağı yönünde yaygın bir varsayım var.

Ancak Çin liderliğinin ABD’nin yerini alma gibi bir niyeti yok. Böyle bir girişim, Çin’in iç ekonomide daha geniş kapsamlı bir yeniden yapılanmaya gittiği bir dönemde ülkeye pahalıya mal olabilir. Dünya, ABD müdahaleciliğinden ve şimdi de Trump’ın saldırganlığından yorulmuş olabilir; ancak bu, dünyanın kanaatkâr bir süper gücü memnuniyetle karşılamaya hazır olduğu anlamına gelmez. Çin, yakın çevresi dışındaki büyük krizlere karışmaktan dikkatle kaçınmıştır. Her ne kadar “kalkınma”, “güvenlik” ve “medeniyet” üzerine küresel girişimler önermiş ve tüm ülkelerin eşit muamele gördüğü çok kutuplu bir dünya vizyonunu dile getirmiş olsa da, bu hedefleri gerçekleştirme çabaları ekonomik devlet yönetimiyle sınırlı kalmıştır.

Yabancı yorumcular Çin’in vizyonunun neleri içerdiğini tartışırken (bazıları Çin’i potansiyel olarak iyi niyetli bir hegemon olarak tanımlarken, diğerleri kötü niyetli olarak nitelendiriyor), Çinli yetkililer ve aydınlar daha çok Trump’ın başlattığı fırtınayı atlatmakla ilgileniyorlar.

ÇİN’İN TEMEL ÇIKARLARI

Bağımsız yorumcular ve Çinli liderler uzun süredir aynı soruyu düşünüyor: Çin’in temel ulusal çıkarları nelerdir? Dışarıdan bakıldığında yanıt açık gibi görünebilir: ABD’nin yerini almak. Ancak bu rolün peşinden gitmek, rejimin meşruiyetinin ve güvenliğinin korunması, yaşam standartlarının sürekli yükseltilmesi ve Tayvan’ın ana karayla yeniden birleşmesi gibi diğer temel çıkarlarla çelişebilir. Bu hedefler, ABD ile sıcak çatışma yerine soğuk bir barışı sürdürerek daha iyi korunabilir.

ABD’yi izleyen Çin, küresel bir süper güç olmanın onu kaçınmak isteyeceği bölgesel çatışmalara sürükleyeceğini çok iyi biliyor. Ancak Çin aynı zamanda, ABD ve müttefiklerinin katkısıyla oluşan göreli istikrarlı dünya ekonomisinden büyük ölçüde faydalandığının da farkındadır.

Çin’in en büyük zorluklarıyla başa çıkabilmek için ülke içinde muazzam miktarda kaynak ve insan gücü bulundurması gerekiyor. Çin liderleri, artık öncelikli olarak emlak geliştirme ve ihracata dayalı olmayan bir ekonomiyi yönetmeli ve aynı zamanda en büyük ticaret ortaklarından birinin tamamen izolasyona sürüklenme olasılığına hazırlıklı olmalı. Trump’ın “Kurtuluş Günü” tarifeleri ve Çin’in karşı önlemlerine verdiği gümrük artırımları bir uyarı niteliğindeydi. Ticaret savaşında ne olursa olsun, Çin’in acilen ekonomisini yeniden dengeleyerek iç talebi artırması gerekiyor.

Çinli liderler uzun zamandır bu yeniden dengelemenin gerekliliğini kabul etseler de, gerekli politikaları hayata geçirme konusunda yavaş davrandılar. Kamuoyuna verilen mesajlara rağmen, yaşam standartlarından çok sanayi üretimine, tüketici harcamalarından çok sermaye yatırımına öncelik vermeye devam ettiler. Ancak en büyük ihracat pazarlarından birini kaybetme ihtimali bu hesapları değiştirmeli. Artık gecikme için bir bahane kalmadı.

Benzer şekilde, Çin, ABD’nin kilit teknolojilerdeki kontrol noktalarını bypass etmek amacıyla sağlam tedarik zincirleri kurmaya önem veriyor. Ulusal kaynakların önemli bir bölümü, hâlihazırda yerli inovasyonu teşvik etmeye yönlendirilmiş durumdadır. Çin-Amerika rekabetinin son on yılda yoğunlaşmasıyla birlikte, Çinli liderler yerli inovasyonu stratejik bir gereklilik olarak görmeye başladılar. Şi, Çin’in gelişmiş yarı iletkenler ve uçak motorları gibi kritik girdiler konusunda gelişmiş ekonomilerin insafına kaldığı konusunda birçok kez kamuoyuna uyarılarda bulundu. Geçtiğimiz Haziran ayında, “Çin’in bilimsel ve teknolojik girişimleri önemli ilerlemeler kaydetmiş olsa da,” diye açıklamıştı, “orijinal inovasyon yetenekleri hala nispeten zayıf ve bazı temel çekirdek teknolojiler başkaları tarafından kontrol ediliyor.”

Yerli inovasyonu artırmanın ötesinde Çin, yükselen teknolojilerde küresel yönetişim gündemini belirleme fırsatlarını yakalamaya da hevesli. Yapay zeka alanındaki son dönemdeki başarıları, özellikle DeepSeek’in ABD’li üst düzey yapay zeka geliştiricilerinin ürettiği ürünlerle rekabet edebilecek düşük maliyetli modeller piyasaya sürmesi, Çin’in sesini yükseltmesi için güçlü bir ivme yarattı. Çin’in mesajı, bir avuç zengin ülkenin herkesin ekonomik geleceğini belirleyecek teknolojileri tekeline almaması gerektiği yönündedir ve bu mesaj, hiç şüphesiz dünya çapında birçok kişide yankı bulmaktadır.

YAKIN ÇEVRE KONTROLÜ

Çinli stratejistler uzun süredir dış politikanın amacının, iç ekonomik kalkınmaya elverişli bir dış ortam yaratmak olduğunu vurguluyorlar. Bu muhafazakâr düstur Deng Xiaoping’e kadar uzanıyor ve günümüzün çalkantılı uluslararası ortamında yol almak için mevcut liderliğin sloganı haline geldi. Bir kez daha ifade edelim; küresel liderlikte aniden oluşan boşluğu doldurmak bu hedefle örtüşmeyebilir.

Örneğin Kurtuluş Günü sonrası ABD ile yaşanan gerilim sırasında, Çin Komünist Partisi’nin en yetkili organı olan Politbüro ile yurtdışında görev yapan Çin büyükelçileri alelacele bir toplantıya çağrıldı. Bu toplantının amacı, Çin’in komşularıyla ilişkilerini değerlendirmekti ve katılımcıların yüksek profili, ülkenin üst yönetiminde oluşan kriz hissini ortaya koyuyordu. Dahası, bu toplantı Çin’in stratejik yöneliminin küresel bağlamdan ziyade kendi bölgesine odaklı olmaya devam ettiğini doğruladı.

Çin’in en önemli bölgesel ortaklarından biri Rusya’dır. Çin, Kremlin ile güçlü bağlarını sürdürmeye kararlıdır ve Rusya-Çin iş birliğini coğrafi ve stratejik bir zorunluluk olarak görmektedir. İki ülke arasındaki 4.209 kilometrelik kara sınırı, Çin’in Kremlin ile iş birliği yapması için fazlasıyla geçerli bir nedendir. Çin’in nihai odağı Rusya değil, ABD ile süregelen uzun vadeli rekabetidir. Devlet Başkanı Vladimir Putin’in rejimiyle kurulacak bir eksen, Amerika’nın Çin’e karşı izlediği çevreleme stratejisine karşı işleyebilir (kusurlu da olsa) bir çözüm sunabilir.

Aynı şekilde Çin, başka bir büyük ve nükleer silahlı komşusu olan Hindistan ile gerilimleri azaltma yoluna gitmektedir. Her ikisi de bariz bir güç dengesizliği ve karşılıklı güvensizlikle karakterize edilen ilişkilerdeki yapısal ve tarihsel gerginliklerin kolayca ortadan kaldırılmayacağını biliyor. Ancak her iki ülke de öngörülebilir ve istikrarlı bağların, özellikle yeni çok kutuplu düzen bağlamında zaman içinde büyük faydalar sağlayacağının bilincindedir.

“DÜZENLİ ÇOK KUTUPLULUK”

Çin, yakın komşularıyla ilişkileri yönetmenin ötesinde ise, Küresel Güney’i çok taraflı kurumlarda reformları desteklemek üzere harekete geçirmeye çalışmaktadır. Çinli liderler ve diplomatlar “düzenli çok kutupluluk” çağrısı yaptıklarında, Batı dışı dünyanın çok daha fazla etkiye sahip olduğu bir uluslararası düzeni hayal etmektedirler. Dolayısıyla Çin, BRICS’in son dönemdeki genişlemesinin ve Batı’nın hakim olduğu uluslararası finans kuruluşlarındaki oy haklarının yeniden dağıtılmasına yönelik önerilerin güçlü bir savunucusudur.

Çin ayrıca, ABD’nin tarihsel olarak daha az nüfuz sahibi olduğu Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü ve Güney Merkezi gibi Birleşmiş Milletler’e bağlı kurumlarda da gündemi şekillendirmeye çalıştı. Bu kurumlarda, ABD ve G7 ülkeleriyle doğrudan karşı karşıya gelmeden sınırlı liderlik rolü üstlenebilmektedir. Yine, Çin’in hedefi ABD öncülüğündeki liberal uluslararası düzeni tamamen devirmek değil; kendi ulusal çıkarlarını bu düzen içerisinde pragmatik bir şekilde ilerletmektir.

Bu bağlamda, Çin’in gelişmekte olan ülkelerdeki ABD nüfuzunu kurnazca dengelemek gibi bir dış politika ilgisi var; bu nedenle orada büyük ölçekli altyapılar kuruyor ve demokrasi, insan hakları ve hesap verebilirlik konusunda hiçbir talepte bulunmadan uzun süredir göz ardı edilen kalkınma ihtiyaçlarını ele alıyor. Güvenlik garantileri sunmak yerine, yollar ve köprüler sunuyor. Karşılığında, ABD ve Avrupa’nın kapılarını kapattığı bir dönemde, kritik hammaddelere erişimi güvence altına alabilir ve devlet işletmeleri ile özel şirketler için yeni pazarlar açabilir.

Ancak Çin, gelişmekte olan ülkelerde geniş kapsamlı ekonomik devlet yönetimini sürdürme konusunda istekli olsa da, dünyanın diğer bölgelerindeki karmaşık güvenlik meselelerine müdahil olma konusunda hâlâ isteksiz. Birçok dış politika sahnesinde, iyi ya da kötü, hâlâ başrolde olan ülke – genellikle varsayılan olarak – ABD’dir

Elbette Çin, İran ile Suudi Arabistan arasında mütevazı bir yakınlaşma sağlamak için arabuluculuk yaptı ve Küresel Güvenlik İnisiyatifi aracılığıyla “terörle mücadele, siber güvenlik, biyogüvenlik ve yeni teknolojiler” gibi alanlarda uluslararası iş birliğini teşvik etmeyi amaçlıyor. Ancak Rusya-Ukrayna ve İsrail-Hamas savaşları söz konusu olduğunda, Çin bırakın güvenlik garantileri vermeyi doğrudan sorumluluk almaktan kaçındı. Elbette Çin’in Ukrayna savaşındaki tarafsızlık iddiası da sorgusuz sualsiz kabul edilmedi. Ukraynalı ve AB’li yetkililere göre Çin, Rusya’nın yaptırımları aşmasına yardım etti ve ona hem sivil hem askeri kullanıma uygun çift kullanımlı teknolojiler sağladı. Gazze konusunda ise Çin, ABD’yi İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun savaşı sürdürme yönündeki gündemine destek verdiği için eleştirdi. Ancak Çin, petrol için bağımlı olduğu İran’ın aksine, diğer çatışma noktalarından uzak duruluyor.

Çin’in yabancı çatışmalarda barışı sağlama konusundaki isteksizliği, ilişki kurmak istediği bazı ülkeleri hayal kırıklığına uğratabilir. Ancak Çin, doğru mesajları vererek ve Ortadoğu, Afrika ya da Ukrayna’daki çıkarlarını savunarak karmaşık müzakerelere sürüklenmeden ilerleyebileceğine inanıyor. Rahat ettiği alan hâlâ stratejik planlayıcı ya da ABD merkezli güvenlik mimarisine meydan okuyan bir güç değil ticari aktörlüktür.

PAX SİNİCA YOK

Geleceğe bakıldığında, kısmen ya da sınırlı biçimde bile olsa Çin’in küresel liderliği sürdürme konusunda üç büyük zorlukla karşılaşacağı açıktır. Birincisi, ABD’nin uluslararası ilişkilerden hızla çekildiği bir dönemde, Çin birçok bölgeyle ticari ilişkilerini sürdürmekte zorlanabilir. Sonuçta ABD, Çin’le iş yapanlara ağır bedeller ödetmek istiyor ve bu konuda başarılı da olabilir.

İkincisi, Çin tehlikeli güvenlik durumlarından sonsuza dek uzak duramaz. Er ya da geç, gerçekten küresel bir dış politika geliştirmek zorunda kalacaktır. Aslında yalnızca kendi Küresel Güvenlik İnisiyatifi’ni uygulamaya koymak bile, gündemi belirlemenin ötesine geçip güvenlik personeli ve kaynakları sahaya sürmesini gerektirecektir. Çin’in bu zorlukla nasıl başa çıkacağı, başkalarının onu nasıl algıladığına ve sınırlı küresel liderlik girişimlerine nasıl tepki verdiğine bağlı olacaktır. ABD geri çekiliyor olabilir ama bu, Çin’in etkisini artırma çabalarını seyirci olarak izleyeceği anlamına gelmez.

Üçüncüsü, Çin’in hâlâ içeride ekonomik bir yeniden dengelemeyi organize etmesi gerekiyor ve bu yeniden dengeleme sürecinin küresel düzeyde muazzam sonuçları olacaktır. İhracata dayalı büyümeden daha fazla iç tüketime geçiş yıllar alacaktır ve bu yeniden dengeleme süreci, Çin’in küresel bir üretim devi olarak kalma hedefiyle çelişebilir. İkinci hedef, hâlihazırda Avrupa ve yerli üreticilerinin Çinli ulusal şampiyonlarla (örneğin elektrikli araç üreticisi BYD) rekabet etmekte zorlandığı bazı gelişmekte olan ülkelerle gerginliğe yol açıyor. Ülkeler ABD’nin tarifeler yoluyla uyguladığı baskılardan hoşlanmıyor olabilir; ama Çin’le olan rekabete karşı da temkinliler. Çin liderlerinin “ortamı okumaları” ve buna göre hareket etmeleri gerekecektir.

Dolayısıyla ekonomisi büyümeye devam etse de, Çin büyük ölçüde içe dönük ve isteksiz bir süper güç olmaya devam edecektir. ABD’nin aksine, Çin’in iç siyasi ekonomisi daha temkinli, özellikle yakın komşularına ve Küresel Güney’deki ticari fırsatlara odaklanan bir dış politikayı gerektiriyor.

Dünya, ABD’nin gücünün zayıflaması ve çok kutupluluğa geçişle baş etmeye çalışırken, Çin giderek küresel ekonominin ağırlık merkezi haline gelecektir. Bir yanda siyasi ve askeri bir süper güç, diğer yanda ekonomik bir süper güç olan iki büyük rakibin rekabeti herkes için tehlikeli olacaktır. Her iki taraf da dikkatli adım atmalı; ekonomik savaşın, herkesin pişman olacağı bir çatışmaya dönüşmesini önlemelidir.

 

*Yu Jie, Chatham House Asya-Pasifik Programı’nda Çin üzerine çalışan kıdemli araştırma görevlisidir.

 

Kaynak:  https://www.project-syndicate.org/magazine/china-will-pursue-own-interest-not-american-style-global-leadership-by-yu-jie-2025-06

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA