Milli takımın da kalesini de koruyan Hayrettin Demirbaş’ın, Galatasaray’ın 1992 yılında Ali Sami Yen Stadı’nda Eintracht Farankfurt ile oynanan müsabakası sırasında Frankfurt yarı sahasına yolladığı bir degajı vardır. Bazen sosyal medyada tekrar tekrar dolaşıma sokulur bu degaj. Söz konusu degajın hususiyeti, topun Hayrettin’den çıktıktan sonra bir daha kameranın bakış açısına girmemesiyle ilintili. Hayrettin üst üstü yaptığı iki güzel kurtarıştan sonra arkadaşlarının dağılımına bile bakmadan topu öyle bir gönderiyor ki, yukarıya doğru ivme kazanan meşin yuvarlak kameranın açısından çıkıp bir daha görünmüyor. Öyle ki, bu videonun altına topun hâlâ uzaydan geri dönmediğini ve galaksiler arasında dolaştığını yazan birçok yurdum insanına tesadüf etmek mümkün.
Degaj tam doğru ifadeyle degajman, kalecinin topu elinden bir nebze havaya atıp yere düşmekteyken ayağıyla atabildiği ölçüde uzağa atması diye anlatılıyor sözlüklerde. Şimdilik bu kavrama tamamıyla yabancı değil genç futbolseverler. Zira degaj, eski yoğunluğundaki kadar sık yapılmasa da, bir yemek tarifine damlatılan sirke ölçüsünde rastlanıyor kendisine. Kalecilerini degaj kavramını unutulacak raddeye getirmesindeki ana etken, oyunun şuur kapsamında gizli. Günümüz futbolunda topun sahibi olmak önemli bir faktör. Degaj dediğimiz futbol terimiyle, topun hangi takım tarafından kontrol dairesine alınacağı, müsabaka başlamadan yapılan yazı-tura atışının ta kendisiydi bir bakıma. Kaleci topu tam anlamıyla kontrolüne aldıktan sonra zaten oldukça yavaş oynanan oyunda biraz daha oyalanacak hatta topu elleriyle ayakta kontrol ettikten sonra yalandan kendisini yere bırakacak, üç beş saniye yerde kalacak, kalktıktan sonra üç adım sola yürüyecek, oradan beş adım sağa yürüyecek, bir eliyle arkadaşlarına ileriye gidin diye komut verecek, bütün bunlardan sonra kendisini hazır hissederse topu eliyle havaya atıp ayağıyla sahanın rastgele bir yerine, ziyadesiyle de orta yuvarlağa yakın bir yere gönderecek. Topun düştüğü yerde her zaman takım arkadaşı olmayacak haliyle. Top yere düşer düşmez iki rakip oyuncunun mücadelesinde galip gelen futbolcu kendi takımının atağını başlatacak. Dolayısıyla kalecinin gönderdiği degajda, kendi takımının atağa kalkma olasılığı yüzde elli oluyor. Yüzdeyi biraz arttırsak bile elli birde kalırız sanırım.
Degajman, bir kaleci için sıfır risk taşımasının yanında artistik bir eylem hüviyeti de taşıdığı için yetmişli, seksenli ve nispeten doksanlı yıllar için son derece olağan bir aktiviteydi. Topu elinizden çıkarmanız gerekiyor ve atabildiğiniz kadar uzağa atıyorsunuz. Topun düştüğü yerdeki mücadelede ve topun kimin olacağı hususunda bir dahliniz yok. Kusursuzsunuz. Sıfır risk, sıfır hata… Kalecilerin degaj tercihinde, sadece bu faktör etkili değil elbette. Söz konusu dönemin zemin şartları yarı toprak yarı çimden müteşekkil olduğu için, kış döneminde kendi kalenizden pasla çıkmanızı neredeyse imkânsız hale getiriyordu. Bu da degajı bir can simidi olarak gören kalecilerin sayısını arttırıyordu. Aynı dönem içinde kalecilerin şort değil ziyadesiyle eşofman tercih etmesi de patates tarlasını andıran zemin şartlarının bir gereğiydi. Şort giyen kaleciler mi daha uzun degaj yapardı eşofman giyen keleciler mi daha uzun degaj yapardı, elbette böyle bir istatistik yok fakat uzun degaj yapmak o dönem için kaleciliğin şanındandı. Hatta kaleden kaleye şahin uçurur gibi, kaleden kaleye degaj atan kalecilere rastladığımız zaman ağzımız açık izlerdik doğrusu. İyi kaleci olmanın ölçütlerinden biriydi şüphesiz uzun degaj atmak. Kendi çocukluğuma gidersem, Zoran Simoviç’in degajlarını hayranlıkla izlediğimi hatırlarım mesela. Neden, niçin bilmiyorum ama Simoviç degaj atarken başka güzel atıyordu sanki degajı.
Dönemin futbol anlayışında bir kaleci için temel şartlardan biri olan plonjon için degajın kardeşi desek nasıl olur? Plonjonu, kalecilerin topu almak için yere yatması olarak tanımlıyor sözlükler. Buradaki ana amaç topu çelmek ya da uzaklaştırmak değil iki elinin arasında tutmak. Bir kaleci sükseli bir atlayışla topu iki elinin arasında muhafaza ettikten sonra, biraz yerde oyalanıp topun üstüne kapanır, ayağa kalktığında yanındaki rakipleri uzaklaştırır ve olabildiğince uzağa yollardı. Plonjon ve degajman kelimelerinin birlikteliği, en az iki hareketin kendisi kadar havalı duruyor doğrusu. Şimdilerde plonjonun da eskisi kadar gözükmüyor olması degajın ortadan kalkma saikleriyle bire bir aynı. Kaleye atılan şutların ya da on sekize doğru yapılan ortaların şiddeti öyle arttı ki, kalecilerin, topları tek hamlede ellerinde yumuşatıp kontrol etmesi mümkün değil. Kendisine doğru gelen topu yumruklayıp on sekiz dışına çelmek ya da üstten- yandan kornere göndermek ilk ve tek seçenek. Şutların ve ortaların hatta pasların hızının yüksek kaliteye ulaşmasında futbolcuları gittikçe makineye dönüştüren fizik kondisyonlarının payı kadar her geçen gün hafifleyen futbol toplarının da büyük etkisi var tabii. Hal böyle olunca kaleciler için topları üç aylık bebekleri kucağına alır gibi sevmek imkânsız artık.
Gücün ve topa sahip olmanın futbolda çok önemli bir paya sahip olmasının ardından, degajman yavaş yavaş çekildi sahalardan. Geriden oyun kurma stratejisi bütün teknik adamların gözdesi olunca haliyle degaj yapan kalecilere neredeyse hiç rastlamıyoruz. Kaleciler takımın asli manada bir futbolcusu artık. Günümüz futbolunda iyi kaleci olmanın büyüsü ellerden değil ayaklardan geçiyor ironik bir şekilde. Topu oyuna sokabilen, önündeki sağ ve sol stoperlerle iyi anlaşabilen kaleciler el üstünde tutuluyor artık. Degajman zamanından kalan sıfır risk sıfır hata formülü bu günler itibariyle çok risk çok hata ile yer değiştirdi desek yanlış bir şey dememiş oluruz. Kaleciye atılan geri pasın elle tutulmasının yasak edilmesinden sonra kendi defansıyla birlikte ve ayaklarıyla oyunun başat ögelerinden biri olan kaleciler sürekli kendilerini geliştirmek zorunda kaldılar. Bu yüzden zaman zaman antrenmanlarda futbolcularla birlikte ayaktopu aktivitelerine daha fazla katılmalarının kaleciler için büyük avantaj olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar beşe iki top kapma çalışmalarında zaman zaman çemberin içinde olsalar da, çift kale maçlarda stoperlerle yer değiştirip oynamaları kaleciler için bir fantezi değil bir gereklilik olacaktır. Antrenmanlarda bunu uygulayan teknik adamlar var mı bilmiyorum ama kalecilerin de artık takımdan ayrı düz koşu yapmadığı, birebir takımın oyun planı ve kurgusunda aktif rol oynadığı neofutbolda bu bir şart gibi duruyor.
Hayrettin Demirbaş’ın 1992 yılında Ali Sami Yen Stadı’ndan uzaya doğru gönderdiği o meşin yuvarlak, galaksi turunu tamamlayıp bir gün döner mi bilinmez ama dönse bile artık ne Ali Sami Yen Stadı var ne o eski kaleciler var ne de degajman ve plonjon… 1992’den sonra futbol o kadar hızlı değişti ki, yüzyılın başından doksanlara kadar geçen yaklaşık doksan yıllık süreci son on-on beş yıllık gelişim ve değişim çoktan geride bıraktı.
Bilgisayarımın, yazı boyunca degaj kelimesinin altını çizmesinden, degajman kelimesine dokunmamasından anlayacağım üzere, degaj, anlam bozulmasına yol açıyor. Fakat biz TRT’nin usta spikerlerinden bu kelimeyi böyle öğrendik. Degajman şeklinde kullanan spikerler de olmuyor değildi ama nispeten yeni nesil “degaj” olarak kullanıyordu. Peki degaj atmak mı degaj kullanmak mı ya da degajman atmak mı degajman mı kullanmak mı? İşler şimdi iyice karışacak. Bir dilbilimcinin sahasına girecek burası. Neyse ki plonjon kelimesinde bir kafa karışıklığı yok. Yazarken de okunurken de kullanırken de “plonjon”… Plon diyen birisine tesadüf etmedim hiç.