Bir ‘İnsanlık’ Ölçüsü; Utanmak

Ve belki de insanlığımızın hâlâ kurtulma ihtimali vardır. Belki de utanmayı bilenler, utanmazlara göre çok daha fazladır. Hepimizin bu zor zamanlarda en az umut ve inanç kadar utanmaya da ihtiyacı var. Bunca zulüm ve haksızlıklar karşısında hala varlığımızdan bile hayâ etmiyorsak, var olmanın da artık hiçbir anlamı kalmamış demektir.
Eylül 30, 2025
image_print

Uzun bir süredir görüşmediğim bir dostumla rastlaşmış sohbet ediyorduk. Tam veda edecekken kederlenip henüz çok taze olan bir sıkıntısını anlatmak istedi. “Birkaç gündür bir utançla baş etmeye çalışıyorum ve bu uykularımı harap etti” dedi iç çekerek. Ne yapmış olabilirdi ve onu bu kadar inciten ve utandıran neydi, merak ettim. Derdini anlatmaya bile utanıyordu…

Konu, babadan kalan eski bir evdi. Aile içindeki konuşmalar ve adaletsiz bir paylaşım onu çok utandırmıştı. Mesele ne bir evdi ne de para. Utancı doğuran şey, bir zamanlar aynı sofrada oturup aynı ekmeği bölüştüğü, birlikte gülüp birlikte ağladıkları insanların onun çocukluğuna, ailesine ve hatıralarına ihanet etmiş olmasıydı. Kızgınlık değildi bu, ne hayal kırıklığı ne de öfkeydi hissettiği. Bu konuşmalarda bulunmak, bazı hesapların tarafı gibi görünmek onun için başlı başına utançtı. Ve o, sadece utanmıştı. Hem de başkası adına!

Bu konuşmadan sonra uzun süredir üstünde düşündüğüm bu güçlü duygunun üzerine kafa yormaya yeniden başladım.

Yıllar önce Macaristan’ın Kalocsa (Kaloča) kasabasında yetmiş yaşlarında Macar bir kadınla ‘utanma’ duygusu ile ilgili derin bir sohbetimiz oldu. Muhteşem geleneksel Kalocsa motifli elbiselerinden birini giymek istemiştim. Kıyafeti giyebilmem için yardım etmek isteyince nazikçe reddetmiştim. Kırılır diye mahcubiyetimi ifade etmek isterken aksine kendisi bu durumdan hoşlanmış ve sonra çok hikmetli sözler söylemişti; “Çok eskiden bizler de başkasının yanında soyunup giyinmekten utanırdık. Şimdilerde kimse bu duyguyu artık bilmiyor. Soyunmayı büyük bir marifet ve özgürlük sanıyorlar. Bu duyguyu yok ettikleri için en büyük ayıbı-haksızlığı kadınlara yaptılar.Hem de kadınların marifetiyle … ” Çok haklıydı…

Modern zamanlarda biz kadınlara özgürlük ve eşitlik karşılığında özellikle çıplaklığı sattılar. Özgürlük, adalet, hak, eşitlik gibi en güzel kavramların yanına ve bilinçaltımıza sinsice sıkıştırdıkları bu çıplaklık fikri –aslında teşhircilik– önce utanma duygumuzu öldürdü. Örtülerimizi kaldırdığımızda özgür olacağımıza inandırıldık. Kadınların mahremiyetleri hem ticari hem şeytani bir meta haline getirildi. En sonunda kadınların dilediği şekilde giyinme hakkı, dilediği gibi soyunma hakkına dönüştürüldü ne yazıkki!

Kutsal kitaplarda yazılan Adem ve Havva meselesinde, insanlık tarihinin ilk duygusunun utanç olduğunu anlamamak imkansız. Onların çıplaklıklarını fark edip saklanmaları, yalnızca bedensel bir örtünme değildir elbette. En insani ve ahlaki duyguyla tanışma anları anlatılır bir bakıma.

Utanma duygusu çok kişisel, insanın kendi özünün temizliğiyle ilgilidir. Merhametten de vicdandan da farklıdır. Merhamet ya da acıma, her ne kadar insani duygular olsa da içinde bir miktar üstünlük, gizli bir kibir barındırabilir. Çünkü bu duyguları yaşayan dışarıdan bakan bir gözdür, acı çekenin kendisi değildir. Dolayısıyla duygudaşlık yapsa da nihayetinde bir yabancıdır. Acı çeken asıl kişi ya da kişilerden biri olmadığı için minnettardır ve bu durum onun için teselli edicidir. Utanmak öyle midir? İçinde zerre kadar kibir, menfaat veya bencillik yoktur. En güçlü ahlaki duygudur. Dolayısıyla insanlığımızın, onurumuzun en güçlü muhafızıdır.

Kant’ın ahlak ve utanma duygusu üzerine bakış açısı çok kıymetlidir. Ona göre insan kendi içindeki yasa koyucu akıldan dolayı sorumluluk hisseder. Asıl utanç, insanın kendi içindeki ahlak yasasına ihanet ettiğini fark etmesidir. Utanmak, yalnızca tanrının veya dış dünyanın bakışıyla ilgili değildir; kendi vicdanının gözünden düşmektir. Kant’ın ifadesiyle ahlak, insanın kendine duyduğu saygıyla mümkündür; utanç da bu özsaygının koruyucusudur. ‘İyiliği iyi olduğu için yap, Tanrı istediği için -Tanrı rızası için değil. Tanrı asıl o zaman razı olur’. Bu ahlaki ilke, kötülüğü veya utanılacak bir şeyi de kötü, ayıp, utanç olduğu için yapmamayı içerir. Ahlak, işte o zaman ilahi ahlakın asıl maksadına dönüşür; İnsanın kendine saygısı. Utanma duygusu, özsaygıdır.

Ne var ki çağımızda utanma duygusu giderek yitiriliyor. Teşhirciliğin özgürlük, terbiyesizliğin cesaret sayıldığı bir dünyada utanç çoğunlukla bir sosyal rezillik meselesi üstünden yorumlanıyor.

Kabul edelim ki günümüzün ve hatta içinde bulunduğumuz yüzyılın en büyük utancı Filistin’de hepimizin gözü önünde gerçekleşen soykırımdır. Gazze’de yaşanan soykırım çoğu devlet yöneticilerinin, uluslararası kurumların sessiz suç ortaklığı kadar kolektif utanmazlığın en büyük örneğidir…

Bu utanmazlık sadece ABD ve İngiltere adına vekâlet savaşı yürüten İsrail’e ait değil. Katile silahları temin eden ve şeytanın sırtını sıvazlayan kadar, zulmü görmeyen ve görmek istemeyenler de en büyük utanmazlardır.

İslam düşüncesinde takva kavramı, kelime kökeni itibariyle “korunmak, sakınmak, tedbir almak” anlamlarına gelir. Sakınmak da ancak utanmakla olur. Kur’an’da takva, yalnızca bireysel ibadetlerle ilgili bir olgu değil, aynı zamanda toplumsal adaletin, zulme karşı duruşun ve hakkın gözetilmesinin temel ilkesi olarak sunulur. Nitekim Hûd  Suresi’nde geçen “Zulmedenlere meyletmeyin; yoksa size ateş dokunur” (11:113) ifadesinde, anlamak isteyenler için büyük bir uyarı vardır.

Dolaysıyla gerçek takva sahipleri herhangi bir amaç veya hedef için değil, bizatihi kötülükten kötü olduğu için sakınan ve utanan kimselerdir. Bu nedenle birçok Müslüman ülke yöneticilerinin Gazze soykırımı karşısındaki sessizliği ve duyarsızlığı birçoğumuzu hayal kırıklığına uğrattı.

Gazze herkese kendi ahlaki portresini gösteren kocaman bir ayna gibi. İnsanlık hafızası ve tarih bu portrelerin hepsini özenle kaydediyor. Şüphesiz bu portrelerin altında isimlerle birlikte kocaman bir utanç da yer alacak.

İslam ahlakında utanma (hayâ), imanın bir parçası olarak görülür. Ancak Gazze’deki zulme karşı hiçbir şey yapmayan Müslüman ülkelerin, utancın da takvanın da özünden uzaklaştığına şahitlik ediyoruz. Batılı birçok ülke halkının nice Müslüman belde yöneticilerine nazaran ne kadar haysiyetli ve gerçek bir mümin kadar takva sahibi olduğuna da şahit olduk elbette.

Oysaki Doğu kültürlerinde utanca dair kelimelerin bolluğu —hicap, hayâ, ar, ayıp— bize bu duygunun ne kadar derin bir ahlaki damar taşıdığını gösterir. Her biri, insanın kendini aşırılıktan korumasının başka bir yüzü gibidir. Bu kelimeler, bize utancın yalnızca bir duygu değil, büyük bir değer olduğunu anlatır.

Ve belki de insanlığımızın hâlâ kurtulma ihtimali vardır. Belki de utanmayı bilenler, utanmazlara göre çok daha fazladır. Hepimizin bu zor zamanlarda en az umut ve inanç kadar utanmaya da ihtiyacı var. Bunca zulüm ve haksızlıklar karşısında hala varlığımızdan bile hayâ etmiyorsak, var olmanın da artık hiçbir anlamı kalmamış demektir.

Arkadaşımın en yakını adına utanması, insana dair güveninin kırılması demekti. Haksızlık yapan kişi utanmamıştı ama haksızlığa uğrayan onun adına da utanmıştı. Başkası adına bile, insanlığından utanmak erdemdir. Çünkü Âdem, utanabilen insan demektir. Utanmadıktan sonra dilediğini yapabilirsin. Gazze soykırımının failleri ve seyircileri gibi. Bu insanlık suçundan utanmayanlar adına da utanıyoruz artık.

 

Meliha Çelik

Selçuk Üniversitesi Gazetecilik Mezunu. Uzun yıllar yerel ve ulusal Tv kanallarında editör, spiker ve muhabir olarak çalıştı. TRT’de yayınlanan birçok belgesel programında yardımcı yönetmenlik yaptı. Son olarak TRT için “Dostluk Karavanı” adlı gezi programının sunuculuk ve yönetmenliğini üstlendi. 2021’de ‘Masal Ülkesine Yolculuk: Endülüs’ adlı bir seyahat kitabı yazdı.
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA