‘‘Silahların susması barışın başlangıcıdır; adalet ve katılım olmadan kalıcılaşmaz.’’
Silahlı çatışmalar, devletlerin yalnızca askerî kapasitesini ya da güvenlik politikalarını sınayan geçici krizler değildir; aynı zamanda toplumların kolektif hafızasını biçimlendiren, kimlikler arası ilişkileri yeniden tanımlayan ve siyasal düzenin meşruiyetini dönüştüren derin kırılmalardır. Bu yüzden barışı yalnızca “silahların susması”yla açıklamak eksik kalır. Gerçek barış, çatışmanın ardında bıraktığı yapısal eşitsizliklerle, mağduriyetlerle ve kimliksel gerilimlerle yüzleşilmesini de kapsayan çok katmanlı bir toplumsal dönüşüm sürecidir.
Türkiye ve ETA deneyimi bu açıdan, “negatif barış”tan “pozitif barış”a geçişin zorluğunu gösteren iki farklı ama öğretici örnek sunar. Her iki durumda da kimlik taleplerinin siyasallaşması, devletin güvenlik merkezli yaklaşımı ve toplumların barış arayışında yaşadığı kırılganlıklar belirleyici olmuştur. Ancak sonuçlar bakımından iki ülke arasında önemli bir fark vardır: İspanya’da ETA’nın 2011’de silah bırakmasıyla başlayan süreç, demokratik kurumların gücü, mağdur-merkezli adalet ve toplumsal uzlaşma sayesinde kalıcı barışa evrilmiş; 2018’de örgütün kendini feshetmesiyle bu süreç kurumsal bir mirasa dönüşmüştür. Türkiye’de ise PKK ile yürütülen 2013–2015 Çözüm Süreci, silahların susması anlamında bir “negatif barış”a yaklaşmış, ancak adalet, temsil ve güvenin kurumsallaşamaması nedeniyle “pozitif barış”a dönüşememiştir.
Bu yazı, Johan Galtung’un negatif–pozitif barış ayrımını, John Paul Lederach’ın ilişkisel barış inşası yaklaşımını ve geçiş dönemi / onarıcı adalet teorilerini kavramsal çerçeve olarak benimseyerek, Türkiye ve ETA süreçlerini karşılaştırmalı biçimde incelemektedir. Ayrıca, karşılaştırmalı siyaset yönteminde sıkça başvurulan “benzerlikler ve farklar” (most similar / most different cases) yaklaşımı, iki deneyimin hem ortak zeminlerini hem de ayrıştıkları noktaları analitik bir biçimde ortaya koymayı mümkün kılacaktır.
Böylece çalışma, yalnızca iki ülkenin barış deneyimlerini tarihsel bir perspektifle ele almakla kalmayacak, aynı zamanda günümüzde Türkiye’nin karşı karşıya olduğu barış arayışını, ETA örneğinin sunduğu dersler üzerinden yeniden düşünmeyi hedefleyecektir.
Johan Galtung: Negatif ve Pozitif Barış
Norveçli barış araştırmacısı Johan Galtung, modern barış çalışmalarına yön veren en temel ayrımlardan birini ortaya koymuştur: negatif barış ve pozitif barış. Galtung’a göre barış, yalnızca şiddetin ortadan kalkmasıyla tanımlanamayacak kadar derin ve çok boyutlu bir olgudur. Negatif barış, silahlı çatışmaların ve doğrudan şiddetin sona ermesi anlamına gelir; bu düzlemde taraflar silahlarını bırakmış, ateşkes sağlanmış, ancak çatışmanın doğuran nedenleri henüz ortadan kaldırılmamıştır. Buna karşılık pozitif barış, toplumsal adaletin tesisi, eşitsizliklerin giderilmesi, mağduriyetlerin tanınması ve farklı kimliklerin bir arada yaşamasını mümkün kılacak yapısal dönüşümlerin hayata geçirilmesiyle mümkündür.
Bu çerçeveden bakıldığında, ETA örneğinde negatif barış süreci 2011’de ilan edilen kalıcı ateşkesle başlamış, örgütün 2018’deki fesih kararıyla kesinlik kazanmıştır. Ancak İspanya’nın barış deneyimi yalnızca silahların susmasıyla sınırlı kalmamış; pozitif barış yönünde de adımlar atılmıştır. Bask bölgesine tanınan geniş özerklik, kültürel hakların anayasal güvence altına alınması ve çatışmadan doğrudan etkilenen mağdurların sesine kulak verilmesi, barışın toplumsal temellerini güçlendiren unsurlar olmuştur. Türkiye’de ise 2013–2015 arasında yürütülen çözüm süreci, negatif barışa yaklaşmış fakat pozitif barış boyutlarına taşınamamıştır. Demokratik reformların hayata geçirilmemesi, toplumsal katılımın sınırlı kalması ve sürecin kurumsallaştırılamaması, bu eksikliğin en belirgin göstergeleridir.
John Paul Lederach: İlişkiler ve Güven
Amerikalı barış araştırmacısı John Paul Lederach, barış süreçlerine yalnızca teknik bir mutabakat olarak değil, ilişkilerin yeniden inşası olarak yaklaşır. Ona göre kalıcı barış, tarafların yalnızca masada uzlaşmalarıyla değil, toplumun farklı katmanlarında güven ilişkilerinin yeniden kurulmasıyla mümkündür. Bu bakış açısı, barışı yaşayan bir organizma, sürekli beslenmesi ve onarılması gereken bir toplumsal süreç olarak görmemizi sağlar.
ETA süreci bu açıdan dikkat çekicidir. İspanyol devleti ile Bask toplumu arasındaki uzun tarihsel gerilimin ardından müzakere mekanizmaları yalnızca silah bırakmayı değil, aynı zamanda karşılıklı güvenin yeniden tesisini hedeflemiştir. Bask kimliğinin tanınması, siyasal temsilin güçlendirilmesi ve kültürel hakların güvence altına alınması, yalnızca teknik değil, ilişkisel bir dönüşüm yaratmıştır. Buna karşın Türkiye’de devlet–Kürt toplumu arasındaki güven ilişkisi, sürecin büyük ölçüde kapalı kapılar ardında, elit düzeyde yürütülmesi nedeniyle pekiştirilememiştir. Dolmabahçe Mutabakatı gibi dönüm noktaları dahi toplumun geniş kesimlerine mal edilemediğinden, barışın ilişkisel temelleri zayıf kalmıştır.
Geçiş Dönemi Adaleti ve Onarıcı Adalet
Barışın kurumsallaşmasının önemli boyutlarından biri de geçiş dönemi adaleti ve onarıcı adalet mekanizmalarının işlerlik kazanmasıdır. Geçiş dönemi adaleti, savaş, diktatörlük ya da yoğun çatışma dönemlerinde işlenen ağır insan hakları ihlallerinin görmezden gelinmeden, mağdurların tanıklıklarının ve acılarının tanınmasıyla birlikte sorumluların hesap verebilir kılınmasını amaçlar. Bu süreç yalnızca “geçmişi kapatma” değil, aynı zamanda toplumun yeni bir başlangıç yapabilmesi için hakikatle yüzleşme, güven tesis etme ve adaletin yeniden inşası anlamına gelir.
Bu tür mekanizmaların yalnızca cezalandırıcı adalet mantığıyla değil, aynı zamanda onarıcı adalet perspektifiyle yürütülmesi kritik öneme sahiptir. Onarıcı adalet, fail ile mağdur arasındaki uçurumu daraltmayı, mağdurun sesini toplumsal hafızaya yerleştirmeyi ve toplumsal barışı yeniden kurmayı hedefler. Böylece barış, yalnızca silahların sustuğu bir dönem olmaktan çıkar, aynı zamanda toplumsal meşruiyeti güçlü bir dönüşüm sürecine dönüşür.
İspanya ve ETA örneği, bu açıdan dikkat çekicidir. ETA’nın silah bırakmasının ardından, yalnızca güvenlik politikaları değil, aynı zamanda toplumsal hafızayı güçlendirmeye ve mağdurların adalet talebini karşılamaya yönelik çok boyutlu programlar devreye girmiştir. Kurulan bellek merkezleri, mağdur tanıklıklarının kayıt altına alınması, yerel topluluklarda uzlaşma ve diyalog girişimleri, eğitim programlarında bu dönemin aktarılması gibi araçlarla geçmişle yüzleşme süreci derinleştirilmiştir. Böylece “mağdurların adalet talebi” yalnızca bireysel bir arayış olmaktan çıkmış, siyasal ve toplumsal süreçlerin asli bir parçası haline gelmiştir. Bu durum, İspanya’da “negatif barış”ın (çatışmasızlık) ötesine geçilerek pozitif barışın (adaletin kurumsallaştığı ve toplumsal ilişkilerin yeniden tesis edildiği bir düzenin) kökleşmesini sağlamıştır.
Türkiye’de ise benzer bir mekanizma yeterince işletilmemiştir. Çatışmalar sırasında yaşanan ihlallerin resmi düzeyde tanınmaması, mağdurların sesinin kamusal alanda yeterince yer bulmaması ve sorumlulukların hesap verilebilir şekilde üstlenilmemesi, barış hafızasında derin bir boşluk yaratmıştır. Geçmişle yüzleşmenin ertelenmesi, yalnızca mağdurların adalet arayışını yarıda bırakmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal güveni de zedelemiştir. Onarıcı adaletin yokluğu, barış sürecine dair girişimlerin kırılgan kalmasına ve kalıcı bir toplumsal mutabakatın inşa edilememesine yol açmıştır.
Bugün Türkiye açısından, sürdürülebilir bir barışın inşası için yalnızca siyasi uzlaşıların değil, aynı zamanda hakikat komisyonları, mağdur merkezli hafıza projeleri, kamusal özür mekanizmaları ve onarıcı adalet pratiklerinin gündeme alınması gerekmektedir. Ancak bu şekilde barış, yüzeysel bir “silah bırakma” eyleminin ötesine geçerek, adaletle desteklenmiş kalıcı bir toplumsal barışa dönüşebilir.
ETA’nın Barış Süreci
Euskadi Ta Askatasuna (ETA), 1959’da Franco diktatörlüğüne karşı Bask kimliğini, dili ve kültürel hakları savunma iddiasıyla kuruldu. Başlangıçta anti-faşist bir gençlik hareketi olarak örgütlenen ETA, kısa sürede silahlı mücadeleyi benimseyerek İspanya’nın en uzun süreli terör sorunlarından birinin merkezine yerleşti. ETA’nın varoluşu, yalnızca Bask kimliğinin tanınması mücadelesine değil, aynı zamanda Avrupa’nın Soğuk Savaş bağlamında şekillenen siyasal çatışmalarına da içkin bir tarihsel zemin üzerinde gelişti.
Bu süreçte dikkat çekici paradokslardan biri, ETA’nın İspanya’da demokrasiye geçiş sonrasında bile silahlı mücadeleyi sürdürmesiydi. 1978 Anayasası ve Bask bölgesine verilen geniş özerklik hakları, aslında siyasi çözüm için ciddi bir imkân sunmuştu. Ancak ETA, bu kazanımları yetersiz görerek silahlı eylemlerini sürdürdü. Böylece örgüt, toplumsal tabanında meşruiyet kaybı yaşarken, “demokratik özerklik” ile “ayrılıkçı şiddet” arasındaki tarihsel paradoks giderek derinleşti.
1990’lardan itibaren ETA, uluslararası bağlamda yalnızca İspanya için değil, Avrupa için de bir güvenlik tehdidi olarak algılandı. Fransa’nın iş birliği, AB’nin terörle mücadele politikaları ve iç kamuoyunda artan barış talebi örgütü köşeye sıkıştırdı. 2011’de ateşkes ilan eden ETA, 2018’de ise kendini feshettiğini açıkladı. Bu süreç, Avrupa’nın içindeki en uzun soluklu etno-milliyetçi terör örgütlerinden birinin “silahsız tasfiyesi” olarak kayıtlara geçti.
ETA ve PKK Karşılaştırması
Benzerlikler:
- Kimlik ve hak talepleri: ETA, Bask kimliğinin tanınması ve kültürel özerklik üzerinden meşrulaşırken; PKK, Kürt kimliğinin tanınması ve bölgesel eşitsizliklere karşı mücadele söylemiyle doğdu.
- Silahlı mücadele tercihi: Her iki örgüt de demokratik reformlara rağmen silahlı mücadeleyi uzun süre sürdürdü. Bu durum, barış süreçlerini kırılganlaştırdı.
- Uluslararası aktörler: ETA sürecinde Norveç, İsviçre gibi ülkeler diyalog süreçlerinde kolaylaştırıcı rol oynadı. PKK sürecinde ise Avrupa’dan gözlemciler davet edilmiş olsa da resmi bir garantörlük mekanizması kurulmadı.
- Toplumsal meşruiyet krizi: Her iki örgüt de zamanla kendi toplumsal tabanında meşruiyet kaybı yaşadı; sivillere yönelik şiddet eylemleri barış talebini güçlendirdi.
Farklılıklar:
- Toplumsal taban: ETA esas olarak Bask bölgesinde sınırlı bir etno-milliyetçi tabana sahipken, PKK’nın tabanı Kürt kimliği üzerinden hem kırsal hem de kentsel alanlarda daha geniş bir ölçeğe yayıldı.
- Devletin tepkisi: İspanya, demokrasiye geçişle birlikte Bask bölgesine geniş özerklik hakları tanıdı. Türkiye’de ise demokratik reformlar kısmi düzeyde kaldı ve bu durum PKK’nın silahlı saldırganlığını sürdürmesinde etkili oldu.
- Sembolizm: ETA, Bask bayrağı (Ikurriña) ve yerel semboller üzerinden ulusal kimliğe vurgu yaptı. PKK’nın sembolizmi ise sarı daire ve kızıl yıldız üzerinden hem Kürt kimliğini hem de Marksist-Leninist ideolojiyi iç içe geçirdi.
- Barış sonrası entegrasyon: ETA’nın feshedilmesiyle birlikte Bask siyasal hareketi (ör. Sortu, Bildu gibi partiler) demokratik zeminde varlığını sürdürdü. PKK sürecinde ise silahlı kanadın siyasete entegrasyonu henüz tamamlanamadı ve temsil krizi devam ediyor.
Günümüzde Türkiye’nin PKK ile Barış Süreci: Mevcut Durum, Eksikler ve Gereklilikler
a) Mevcut Durum
Türkiye’nin PKK ile yürüttüğü barış girişimleri, özellikle 2013–2015 Çözüm Süreci ile en görünür evresine ulaşmış, ancak kalıcı bir mutabakata dönüşmeden sona ermiştir. Günümüzde Türkiye’de PKK meselesi hâlen güvenlik eksenli politikalarla yönetilmekte; siyasal diyalog kanalları büyük ölçüde kapanmış durumdadır. Siyasi temsil alanında PKK’nın siyasî kanadı olarak görülen yapılar (örneğin HDP/DEM), devletle gerilimli bir ilişki içinde varlığını sürdürmektedir.
ETA örneğiyle kıyaslandığında bu tablo dikkat çekicidir. ETA, 2011’de kalıcı ateşkes ilan etmiş ve 2018’de kendini feshederek silahlı mücadeleyi sonlandırmıştır. İspanya’da Bask meselesi, geniş özerklik ve demokratik temsil sayesinde siyasî zeminde çözüm bulmuş, şiddetin sona ermesiyle birlikte barış süreci toplumsal düzeyde pekişmiştir. Türkiye’de ise PKK’nın silahlı varlığı ve devletin güvenlik odaklı yaklaşımı sürecin önünü tıkayan en temel unsur olarak öne çıkmıştır.
Son yıllarda ise Türkiye, doğrudan bir barış süreci yürütmeye başlamış bununla birlikte, “çatışmasızlık yönetimi” diyebileceğimiz bir yaklaşım benimsemiştir. Irak’ın kuzeyinde ve Suriye’de yürütülen sınır ötesi operasyonlar, PKK’nın hareket alanını daraltmayı amaçlamış; eşzamanlı olarak Kürt Bölgesel Yönetimi ve bölgedeki yerel aktörlerle kurulan diplomatik temaslar aracılığıyla sınırlı bir diyalog zeminini üst düzeyde diyaloğa taşımayı amaçlayan bir durum oluşturmaya çalışmıştır.
Bu durum, güvenlik–diplomasi dengesini gözeterek klasik anlamda bir barış sürecine ve bölgesel istikrarı önceleyen yeni bir stratejik çerçevenin oluşmasını amaçlamaktadır.
b) Eksikler
- Demokratik Reformların Sınırlılığı
İspanya, Franco sonrası dönemde Bask bölgesine geniş kültürel ve siyasal özerklik tanımış, böylece toplumsal taleplerin önemli bir kısmını kurumsal kanallara taşımıştır. Türkiye’de ise Kürt meselesine dair demokratik reformlar kısmi kalmış, anadil, yerel yönetim yetkileri ve siyasal temsilde eşitlik gibi konularda kapsamlı düzenlemeler hayata geçirilememiştir.
a) Geçiş Dönemi Adaleti Mekanizmalarının Yokluğu
ETA sonrası İspanya’da mağdurların tanıklıklarının toplumsal hafızaya eklenmesi, uzlaşma süreçleri ve kamusal yüzleşme barışın kökleşmesini sağlamıştır. Türkiye’de ise geçmiş ihlallere dair resmi bir yüzleşme ve mağdurları onarıcı adalet perspektifiyle kapsayan mekanizmalar kurulmamıştır. Bu durum, toplumsal hafızada derin boşluklar bırakmıştır.
b) Uluslararası Garantörlük Eksikliği
ETA sürecinde Norveç, İsviçre ve diğer Avrupa aktörleri kolaylaştırıcı roller üstlenmiştir. PKK sürecinde ise Avrupa’dan gözlemciler davet edilse de resmî bir garantörlük mekanizması kurulmamış, süreç yalnızca Ankara–İmralı hattında şekillenmiştir. Bu durum süreci hem kırılgan kılmış hem de şeffaflıktan uzaklaştırmıştır.
c) Gereklilikler
Kapsamlı Demokratik Reformlar
Türkiye’nin PKK ile barış sürecinin yeniden canlanabilmesi için öncelikle siyasal ve kültürel hakların güvence altına alındığı bir çerçeve gereklidir. Bu bağlamda yerel özerklik modelleri, anadil haklarının anayasal güvenceye alınması ve siyasal temsilin güçlendirilmesi temel öncelikler arasında yer almalıdır.
a)Onarıcı Adalet ve Hakikatle Yüzleşme
ETA sonrası İspanya’da olduğu gibi Türkiye’de de geçmişte yaşanan hak ihlallerinin inkâr edilmeden tanınması, mağdurların kamusal alanda seslerinin duyurulması ve fail–mağdur arasındaki güvenin yeniden tesis edilmesi şarttır. Hakikat komisyonları, kamusal özür mekanizmaları ve mağdurların adalet arayışını destekleyen projeler bu noktada hayati önemdedir.
b)Uluslararası Destek ve Garantörlük
Sürecin sürdürülebilirliği için uluslararası aktörlerin (örneğin Norveç, BM, AB) kolaylaştırıcı rol üstlenmesi gereklidir. ETA sürecinin başarısında Avrupa aktörlerinin diplomatik desteği belirleyici olmuştur. Türkiye’de de benzer bir destek, taraflar arasındaki güveni artırabilir.
c) Toplumsal Katılım
Barış yalnızca hükümet ile silahlı örgüt arasında değil, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla inşa edilebilir. Sivil toplum kuruluşları, sendikalar, kadın örgütleri, gençlik hareketleri ve yerel aktörlerin sürece dahil edilmesi, kalıcı bir barış kültürünün oluşmasına hizmet edecektir.
ETA Örneğinde Sürecin Sahiplenilmesi
İspanya’da ETA’nın silahlı mücadeleyi sona erdirme süreci, toplumsal sahiplenmenin güçlendirilmesi açısından farklı bir örnek sunar:
- Geniş Katılım ve Diyalog
ETA ile ilgili barış girişimleri, yalnızca hükümet ve örgüt arasında değil, aynı zamanda Bask toplumu, siyasi partiler, mağdur dernekleri ve uluslararası aktörler arasında çok boyutlu bir diyalog üzerinden yürütülmüştür. Bu sayede barış, dar bir müzakere süreci olmaktan çıkarak toplumsal mutabakata dönüşmüştür. - Mağdurların Merkezî Rolü
ETA şiddetinden etkilenen mağdurların tanıklıkları ve adalet talepleri süreçte önemli bir yer bulmuştur. Mağdurların kamusal hafızadaki varlığı, barışın yalnızca “devlet ile örgüt” arasındaki bir anlaşma değil, toplumun tamamını ilgilendiren bir dönüşüm olduğu fikrini pekiştirmiştir. - Kurumların Sahiplenmesi
İspanya’da merkezi hükümet, Bask özerk yönetimi ve yerel kurumlar, barışın sürdürülebilirliği için kurumsal mekanizmalar geliştirmiştir. Özerklik modelinin tanınması, Bask kimliğinin kültürel ve siyasal alanda görünür olmasına imkân vermiştir. - Uluslararası Aktörlerin Rolü
ETA sürecinde Norveç, İsviçre gibi ülkeler kolaylaştırıcı; AB ise siyasi destekçi bir rol üstlenmiştir. Bu uluslararası meşruiyet, sürecin sahiplenilmesini güçlendirmiştir. - Hafıza Politikaları
ETA sonrası İspanya’da mağdurlar için anma etkinlikleri, bellek merkezleri ve eğitim programları devreye alınmış, geçmişle yüzleşme toplumsal barışın parçası haline getirilmiştir.
Karşılaştırmalı Değerlendirme
- Türkiye’de barış süreci, dar bir siyasi çerçevede yürütüldüğü için toplumsal sahiplenme kazanamamış; ETA örneğinde ise mağdurların, sivil toplumun ve uluslararası aktörlerin katılımıyla çok katmanlı bir toplumsal mutabakat inşa edilmiştir.
- Türkiye’de şeffaflık eksikliği ve kutuplaşma süreci zayıflatırken; İspanya’da barışın ortak bir toplumsal hedef olarak benimsenmesi sürecin kalıcılığını sağlamıştır.
- Türkiye’de eksik olan onarıcı adalet ve hakikatle yüzleşme, ETA örneğinde sürecin merkezine yerleştirilmiş; bu da barışın yalnızca “silah bırakma” değil, aynı zamanda toplumsal dönüşüm anlamına gelmesini mümkün kılmıştır.
Türkiye’de Barış Sürecinin Sahiplenilmesindeki Eksiklikler
Türkiye’nin 2013–2015 Çözüm Süreci, siyasal düzeyde önemli bir açılım olarak başlamış olsa da, toplumsal tabanda güçlü bir sahiplenme yaratamamıştır. Bugün gelinen noktada da benzer eksikliklerin tekrarlandığı, sürecin kalıcı bir barış zeminine dönüşemediği görülmektedir.
a) Şeffaflık Eksikliği
2013–2015 döneminde olduğu gibi, günümüzde yürütülen girişimlerde de süreç büyük ölçüde kapalı kapılar ardında ilerlemektedir. Hükümet ile güvenlik kurumlarının belirli temasları kamuoyuna açıklanmakta, ancak topluma güven verecek düzeyde bilgi paylaşımı yapılmamaktadır. Bu durum, toplumun sürece yabancılaşmasına ve söylentilerin gerçek bilgilerin yerine geçmesine neden olmaktadır. ETA örneğinde ise farklı siyasal aktörler, sivil toplum ve uluslararası gözlemcilerle yürütülen açık diyaloglar sürecin toplumsallaşmasını kolaylaştırmıştı.
b) Siyasal Kutuplaşma
Çözüm Süreci döneminde barış girişimleri muhalefet tarafından hükümetin bir iç politika manevrası olarak görülmüş, geniş bir toplumsal mutabakat oluşturulamamıştı. Günümüzde de tablo büyük ölçüde değişmemiştir: barış arayışları, ortak bir toplumsal değer olmaktan çok partiler arası rekabetin konusu haline gelmektedir. Bu kutuplaşma, barış fikrinin siyasetin dar gündemine sıkışmasına yol açmaktadır.
c) Mağdurların ve Sivil Toplumun Dışlanması
Geçmişte olduğu gibi bugün de barış sürecinde mağdurlar, kadın örgütleri, kayıp yakınları, sendikalar ve sivil toplum yeterince temsil edilmemektedir. Bu gruplar sürecin öznesi haline getirilemediği için barış toplumsal bir sahiplenmeye kavuşamamakta, yalnızca devlet ile örgüt arasındaki teknik bir müzakere olarak algılanmaktadır. ETA sonrası İspanya’da ise mağdurların tanıklıkları ve adalet talepleri, barışın toplumsal meşruiyetini güçlendiren en önemli unsurlardan biri olmuştu.
d) Ulusal Hafıza ve Eğitim Eksikliği
Türkiye’de geçmiş ihlallerin tanınması ve hakikatle yüzleşmeye yönelik somut adımlar hâlâ atılmamıştır. Eğitim sisteminde barış kültürünü besleyecek düzenlemeler yapılmadığı gibi, hafıza çalışmaları da kamusal alanda destek bulmamaktadır. Bu nedenle hem 2013–2015 sürecinde hem de bugün, barış toplumsal bir hafıza inşasına dönüşememektedir. İspanya’da ise ETA sonrası bellek merkezleri, anma programları ve eğitim reformlarıyla barış kültürü kurumsallaştırılmıştır.
Olası Bir Özerklik Modelinde Riskler ve Fırsatlar: Türkiye İçin Çıkarımlar
Türkiye’nin Kürt meselesinde olası bir özerklik temelli barış modeli, yalnızca idari bir reform önerisi değil; aynı zamanda siyasal temsil, toplumsal katılım ve kimliklerin tanınması üzerinden yeni bir toplumsal sözleşme arayışını da ifade eder. Bu bağlamda, İspanya’nın Bask bölgesinde uyguladığı demokratik özerklik modeli önemli bir karşılaştırma zemini sunar. ETA’nın silahsızlanma ve fesih sürecinin ardından İspanya’nın kurumsallaştırdığı özerklik yapısı, hem demokratikleşmeyi derinleştirmiş hem de bölgesel istikrarı pekiştirmiştir. Ancak Türkiye’nin tarihsel, kurumsal ve jeopolitik koşulları bu modeli doğrudan kopyalamaya elverişli değildir.
Fırsatlar
-Demokratikleşmenin Derinleşmesi
Demokratik özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve katılım mekanizmalarının genişletilmesi yoluyla Türkiye’nin demokratik kalitesini artırabilir. Merkez–çevre arasındaki tarihsel gerilimi yumuşatarak, farklı kimliklerin siyasal sisteme entegre olmasını sağlayabilir.
-Temsilde Adalet ve Katılımcı Yönetişim
Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde yerel karar alma süreçlerine katılımın artması, temsil adaletini güçlendirir. Yerinden yönetim anlayışı, hem yerel inisiyatifi hem de vatandaşlık bilincini güçlendirebilir.
-Ekonomik Verimlilik ve Bölgesel Kalkınma
Yerel yönetimlerin mali kaynaklar üzerinde daha fazla söz hakkına sahip olması, bölgesel kalkınma politikalarının daha etkin yürütülmesini sağlayabilir. Bu durum, uzun süredir devam eden sosyo-ekonomik eşitsizliklerin azaltılmasına katkı sunabilir.
-Barışın Toplumsallaşması
Kültürel hakların anayasal güvenceye alınması, farklı kimliklerin bir arada yaşamasını kolaylaştırır. Bu, Kürt meselesinin güvenlik değil siyaset zemininde çözülmesine zemin hazırlar ve barış sürecine toplumsal meşruiyet kazandırır.
Riskler
-Kurumsal Kapasite ve Denetim Sorunları
Türkiye’de yerel yönetimlerin mali ve idari kapasitesi sınırlıdır. Denetim ve hesap verebilirlik mekanizmalarının zayıflığı, özerklik modelinin istismar edilme riskini beraberinde getirebilir.
-Siyasal Kutuplaşma ve Ulusal Kimlik Gerilimi
Özerklik tartışmaları, mevcut ideolojik kamplaşmayı derinleştirebilir. “Ülke bütünlüğü” etrafında şekillenen ulusal hassasiyetler, demokratik özerklik fikrinin toplumsal meşruiyet kazanmasını zorlaştırabilir.
-Güvenlik Boyutu
PKK’nın silahlı varlığı ve bölgesel yapılanmaların devamı, özerklik modelinin güvenlik perspektifinden tehdit olarak algılanmasına yol açabilir. Bu da sürecin yeniden militarize edilme riskini doğurur.
-Bölgesel Dinamikler ve Dış Etkiler
Irak Kürdistanı’ndaki fiilî özerklik ve Suriye’nin kuzeyindeki yapıların Türkiye’nin iç siyasetinde yankı bulması, Ankara’nın özerklik tartışmalarına stratejik şüpheyle yaklaşmasına neden olabilir. Bu durum, dış aktörlerin sürece müdahil olma riskini de artırır.
Uygulanabilirlik Şartları
Türkiye’de demokratik özerklik modelinin başarılı olabilmesi için yalnızca idari düzenlemeler değil, aynı zamanda güven, adalet ve temsil temelli bir yeniden yapılanma gerekir:
.Anayasal Güvence: Anadil, kültürel haklar ve yerel yönetim yetkileri açık anayasal teminat altına alınmalıdır.
.Onarıcı Adalet Mekanizmaları: Geçmişte yaşanan ihlallerin tanınması ve mağdurların kamusal alanda görünür kılınması, güvenin yeniden tesisinde belirleyici olacaktır.
.Uluslararası Garantörlük: ETA sürecinde olduğu gibi, Norveç veya AB gibi tarafsız aktörlerin kolaylaştırıcı rolü sürecin kırılganlığını azaltabilir.
.Toplumsal Katılım: Barış yalnızca devlet–örgüt ekseninde değil, kadınlar, gençler, sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla inşa edilmelidir.
.Kapsayıcı Hafıza Politikaları: Eğitim müfredatında, medya söyleminde ve kamusal hafızada barış kültürünü güçlendirecek reformlara ihtiyaç vardır.
İspanya’da demokratik özerklik modeli, güçlü kurumlar, şeffaf müzakere süreçleri ve uluslararası destek sayesinde başarıya ulaşmıştır. Türkiye’de ise bu koşulların bir kısmı henüz yeterince olgunlaşmamıştır. Ancak Türkiye’nin son yıllarda geliştirdiği bölgesel diplomasi, Kürt Bölgesel Yönetimi ile kurduğu temaslar ve sivil alanın güçlenmesine yönelik talepler, PKK ile yürütülen barış süreci ve İmralı’nın konuya dahil edilmesi önümüzdeki dönemlerde demokratik özerklik temelli bir barış modelinin yeniden gündeme gelebileceğini göstermektedir.