Korku Siyasi Bir Silah Haline Geldiğinde
Bir avuç ucuz insansız hava aracı (İHA), artık milyar avroluk bütçeleri ve zirve gündemlerini belirliyor. Avrupa’nın gökyüzüne dair histerisi, Moskova’nın gücünden ziyade kendi soğukkanlılığını yitirmesiyle ilgili.
Avrupa garip bir histeriyle sarsılmış durumda. Bu, sınırdaki tanklarla ya da şehirlerin üzerindeki füzelerle ilgili değil; küçük, doğrulanmamış ve çoğu zaman zararsız olan insansız hava araçlarıyla ilgili. Danimarka, Almanya ya da Polonya semalarında belirip kayboluyorlar ve birkaç saat içinde manşetler “hibrit savaş” ve “hava sahası ihlalleri” diye bağırmaya başlıyor.
Havaalanları kapanıyor, zirveler toplanıyor ve bakanlar kameraların önünde yeni savunma sistemleri vaat ediyor. Bir zamanlar sadece rahatsız edici bir unsur olarak görmezden gelinebilecek bir şey, artık siyasi bir araç ve Avrupa’nın yeniden silahlanma dönemini meşrulaştıran bir gerekçe haline gelmiş durumda.
Strateji ve Siyasi Fırsat Olarak Korku
Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un ifadeleriyle, Avrupa’nın “durumu sakin bir şekilde değerlendirmesi” gerekiyor. Handelsblatt gazetesine yaptığı bu çağrı büyük ölçüde yanıtsız kaldı. Aynı hafta içinde Münih Havalimanı iki kez kapatıldı ve Berlin, aceleyle bir “drone savunma merkezi” kurduğunu duyurdu. Ancak bu insansız hava araçlarını kimin gönderdiğini ya da gerçekten Rusya’dan gelip gelmediğini kimse doğrulayamadı.
İşte bu, günümüz Avrupa güvenlik söyleminin özünü oluşturuyor: kanıt olmaksızın tehdit sergilemek, korkunun koreografisini yapmak. Moskova’nın kazanmak için hiçbir şeyi yok etmesine gerek yok; sadece Avrupa’nın paniğe kapılması yeterli. 5.000 ila 50.000 avro değerindeki bir drone, NATO’yu 1 milyon avroluk bir füze ateşlemeye ya da daha iyisi, milyarlarca avroluk yeni savunma bütçelerini onaylamaya zorlayabilir.
Bu süreçte Avrupa, refahı silahlara, diplomasiyi caydırıcılığa ve birliği paniğe takas ediyor.
The Moscow Times ve Reuters’ın da belirttiği gibi, Putin’in hibrit stratejisi teknolojiden ziyade psikolojiye dayanıyor. Rusya, küçük çaplı provokasyonlar başlatarak Avrupa’nın sinirlerini test ediyor ve kırılgan noktalarını açığa çıkarıyor. Tanımlanamayan her İHA, lojistik şirketlerine veya havaalanlarına yönelik her küçük siber saldırı, Avrupa’nın kuşatma altında olduğu ve yalnızca askeri genişlemenin güvenlik sağlayabileceği yönündeki anlatıyı pekiştiriyor.
Panik Siyaseti: Yeniden Silahlanma ve Refahın Karşılığında
Avrupa’nın verdiği tepki çok şey anlatıyor. Polonya, doğu sınırını boydan boya kaplayacak bir “drone duvarı” talep ediyor. Almanya, ordusunun ülke hava sahasında insansız hava araçlarını vurmasına izin verecek anayasal değişiklikleri tartışıyor. Ursula von der Leyen liderliğindeki Avrupa Komisyonu, 1,5 milyar avroluk bir drone karşıtı girişimi gündeme taşıyor. Ancak veriler bu paniği haklı çıkarmıyor. Olayların çoğu ticari sınıf insansız hava araçlarıyla ya da doğrulanmamış gözlemlerle ilgili.
Yine de, The Guardian’ın ifadesiyle “kolektif kaygı” ve siyasi histerinin işe yaradığı yerler var. Enflasyondan, grevlerden ve kemer sıkma politikalarından yorgun düşmüş bir kıtada, drone’lar uygun bir anlatı haline geldi. Seçmenleri “güvenlik” söylemi etrafında birleştiriyor ve refah devletlerinin aşınmasına yönelik muhalefeti susturuyor.
Avrupa, önümüzdeki dört yıl için savunmaya yaklaşık 800 milyar avro ayırmış durumda. Bu para ne hastaneleri finanse edecek ne de yeşil dönüşümleri; radarlar, füzeler ve Amerikan F-35’leri satın almak için kullanılacak. Bu anlamda, drone paniği sadece duygusal değil; mali bir mesele. Donald Trump’ın uzun zamandır talep ettiği şeyi haklı çıkarıyor: Avrupalıların NATO için “daha fazla ödeme yapması.” Ve bunu, savaş sonrası Avrupa’yı tanımlayan sosyal dokunun pahasına yapıyorlar.
Siyasi olarak bundan fayda sağlayanlar ise açık. Sosyal odaklı hükümetler yorgunlukla karşı karşıya kalırken, popülist ve sağcı partiler seçimleri kazanıyor — sonuncusu Çekya’da oldu. Almanya’nın AfD’sinden İtalya’nın Lega’sına kadar aşırı sağ partiler, güvensizlik duygusunu istismar ederek daha güçlü sınırlar ve daha sert iltica yasaları savunuyor. Başka bir deyişle, korku Avrupa’nın yeni sanayi politikası haline geldi.
Rusya’nın Gerçek Oyunu: Psikolojik Savaşı Kazanmak
Eğer bu drone ihlallerinin bir kısmının arkasında gerçekten Rusya varsa, stratejisi yıkıcı derecede etkili. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nden Rafael Loss’un yazdığı gibi, Moskova “barış ile savaş arasındaki gri bölgede” faaliyet gösteriyor; burada küçük çaplı provokasyonlar orantısız siyasi etkiler yaratıyor. İtalya Dışişleri Bakanı Antonio Tajani’nin açık sözlü ifadesiyle, “Putin III. Dünya Savaşı istemiyor.” Bence Rusya’nın asıl hedefi daha incelikli: Avrupa’yı oyalamak, bölmek ve ekonomik olarak tüketmek.
Bu ayın başlarında Valdai Kulübü’nde Başkan Putin, Rusya’nın NATO’ya saldırmayı planladığı fikrini “saçmalık” olarak nitelendirerek alay etti ve Batılı liderleri, militarizasyonlarını meşrulaştırmak için histeriye başvurmakla suçladı. Bu ironinin ardında ise bilinçli bir hesaplama yatıyor. Her Avrupalı aşırı tepki, Batı’nın paranoyak ve siyasi açıdan kırılgan olduğu yönündeki savını doğruluyor.
Bu arada, Rusya’nın insansız hava araçları ve siber sondaları, aynı zamanda istihbarat toplama operasyonları olarak da işlev görüyor; NATO’nun savunma sistemlerini ve karar alma hızını haritalıyor. Her yanlış alarm, Rusya’nın kabiliyetlerinden çok Avrupa’nın komuta zincirleri hakkında daha fazla bilgi veriyor. Ortaya çıkan tablo, Kremlin’in ritmi belirlediği ve Avrupa’nın gökyüzündeki her vızıltıya gerginlikle karşılık verdiği asimetrik bir oyun.
Bölünmüş Gökyüzü, Bölünmüş Avrupa
Panik, Avrupa’daki siyasi ayrışmaları da gün yüzüne çıkardı. 1 Ekim 2025’te Kopenhag’da düzenlenen zirvede liderler, kıtanın “drone savunmasını” kimin koordine etmesi gerektiği konusunda karşı karşıya geldi: Brüksel mi, yoksa ulusal başkentler mi? Fransa “basit duvarlara” karşı uyarıda bulundu; Yunanistan ve İtalya, yeni sistemlerin yalnızca doğu kanadını koruyacağını protesto etti; Macaristan ise ilave yaptırımları engelledi. Bir Alman fırkateyni, birlik dağılırken dahi gücü simgeleyen bir gösterişle Kopenhag limanına demir attı.
Avrupa’nın daha derin zaafı işte burada yatıyor: strateji olmadan militarizme yönelme refleksi. İnsansız hava araçları, artık her türlü güvensizliğin metaforu haline geldi: göç, enerji bağımlılığı, teknolojik geri kalmışlık… ve verilen yanıt her zaman aynı: daha fazla harcama, daha fazla merkezileşme ve günü NATO’nun kurtaracağına güvenme. Oysa NATO’nun kendisi bile, ABD’nin güvenilirliği konusunda derin şüphelerle boğuşuyor.
Trump’ın, AB ve NATO üyesi Danimarka’dan Grönland’ı “almak” yönündeki açıklamalarının yeniden gündeme gelmesi, Amerikan garantisinin koşullu ve çıkar temelli olduğu yönündeki Avrupa korkularını sessizce yeniden alevlendirdi. İsrail’in Doha’ya düzenlediği son saldırı ve yakınlardaki bir ABD askeri üssünün buna hiçbir tepki vermemesi, Washington’a yönelik güvensizliği bir katman daha derinleştirdi.
Bu belirsizlik doğrudan Moskova’nın işine yarıyor. Finansman ya da komuta yetkisi üzerine yapılan her tartışma, NATO’nun caydırıcılığının mekanik değil, psikolojik ve kırılgan olduğunu doğruluyor. Avrupa, Rus İHA’larından değil, artık kendi direncine inanmadığı için titriyor.
Sonuç: Avrupa’nın Korku Refleksi
Avrupa’daki büyük drone paniği, aslında drone’larla ilgili değil. Avrupa’nın stratejik soğukkanlılığını yitirmesiyle ilgili. Gerçek ya da hayali bir avuç vızıldayan cisim, milyarlarca avroluk bütçeleri, anayasal tartışmaları ve siyasi tiyatroyu tetikledi. Bu süreçte Avrupa, refahı silahlarla, diplomasiyi caydırıcılıkla ve birliği paniğe takas ediyor.
Putin bunu çok iyi anlıyor. Onun amacı Berlin’i bombalamak ya da Varşova’yı işgal etmek değil; Avrupa’yı kendi etrafında gergin bir şekilde döndürmeye devam ettirmek ve gökyüzündeki her gölgenin varoluşsal bir tehdit olduğuna inandırmak. Trajik olan şu ki, Putin’in Avrupa’yı zayıflatmasına gerek yok; Avrupa bunu kendi başına yapıyor — her “drone karşıtı zirve” ile bir kez daha.
* Ricardo Martins, Sosyoloji Doktorası, Uluslararası İlişkiler ve Jeopolitik Uzmanı