Avrupa, Türkiye ile Nasıl Yeni Bir Sayfa Açabilir

Mayıs 7, 2025
image_print

Kolay Seçimler Yok

 

Avrupa’nın güvenliği Türkiye ile iş birliği gerektiriyor, ancak Erdoğan’ın iç politikadaki ihlalleri bu ilişkiyi karmaşıklaştırıyor. Bu durumla başa çıkmak için Avrupalılar bu ortaklığa yatırım yapmalı; acil ihtiyaçlara öncelik verirken, gelecekte daha demokratik bir Türkiye için atılmış tohumları dikkatle beslemelidir.

Türkiye, Avrupa için kolay bir ortak değil. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan içeride gücünü pekiştirirken, ülke özellikle Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de küresel sahnede daha agresif bir şekilde kendini ortaya koyuyor. Ancak Rusya’nın saldırganlığı ve Amerika’nın güvenilmezliği nedeniyle, Türkiye’nin Avrupa güvenliğindeki rolü kaçınılmaz hale geliyor.

Avrupalılar için bu, klasik bir ikilemdir: jeopolitik gerekçeler uğruna iç politika ihlallerine göz yummak ya da yummamak. Ancak artık Avrupa’nın seçenekleri, özellikle Türkiye söz konusu olduğunda, çok daha sınırlıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nin daha az müdahil olduğu bir ortamda, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında sağlam bir ilişki, Avrupa’nın istikrarı için artık vazgeçilmez bir ön koşuldur (sine qua non).

Türkiye bunun farkında. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da belirttiği gibi: “Amerika Birleşik Devletleri’ne olan bağımlılığın azaltılması… [Avrupalıları], hepimizi, ekonomik ve jeopolitik krizler karşısında çok daha dirençli hale getirecektir.” En azından bazı Avrupa liderleri bu görüşe katılıyor gibi görünüyor; Polonya Başbakanı Donald Tusk ve Almanya’nın başbakan adayı Friedrich Merz, Türkiye’nin bölgesel istikrardaki rolüne destek verdiklerini ifade ettiler.

Türkiye, hızla değişen dünya düzeninde yetkin bir orta güç olarak hızla öne çıkıyor; müttefiklerini ulusal çıkarları ve stratejik özerklik arayışı doğrultusunda seçip ayıklıyor. Örneğin Ankara, Rusya ile ilişkilerini ustalıkla bölümlere ayırdı: AB yaptırımlarına katılmayı reddetti ve Rusya ile ticarete devam ederken, aynı zamanda Ukrayna’nın savunmasına, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına destek verdi — ve Kremlin’den yalnızca hafif eleştiriler aldı. Şimdi de Ukrayna’nın gelecekteki yeniden inşasında bu süreçte bir rol üstlenmiş durumda. Türkiye’nin zayıflamış bir Ukrayna’dan hiçbir çıkarı yok; böyle bir değişim, Beyaz Saray’dan gelen açılımlarla zaten cesaretlenen Rusya lehine bölgesel güç dengesini kaydıracaktır.

Gerçek şu ki, Avrupalıların Türkiye ile ilişkilerine yatırım yapmaktan başka pek seçeneği yok. Uzun vadede Erdoğan sonrası demokratik bir geleceği teşvik etmeyi umabilirler, ancak şu an için Ankara ile etkili işbirliği yolları bulmaları gerekiyor. En iyi yaklaşım, güvenlik işbirliğini genişletmek ve bu süreçte birkaç gerçekçi adımı da dahil etmek olacaktır.

Savunma Bağlarını Güçlendirmek

1970’lerden bu yana uygulanan çok sayıda Batılı silah ambargosu, Türkiye’yi yerli silah üretimine yoğun şekilde yatırım yapmaya itti. 2015-2024 yılları arasında Türkiye’nin silah ihracatı %103 oranında artarak ülkeyi bugün dünyanın 11. en büyük silah ihracatçısı haline getirdi. Türk savunma sanayisinin artan etkisi, Avrupa genelindeki askeri anlaşmalarda giderek daha görünür hale geliyor; özellikle Balkanlar’da, ama aynı zamanda İspanya, Portekiz ve İtalya’da da.

Bu ikili anlaşmalar giderek parça parça bir yapıya dönüşmeye başlıyor ve kıta genelinde koordine edilmemiş bağımlılıklar oluşturma riski taşıyor. Avrupa Birliği bu süreci akıllıca yönetmelidir. Kritik bir ilk adım, Türk şirketlerinin SAFE yönetmeliği gibi yeni AB savunma araçlarına katılmaya uygun olup olmadıklarının ve hangi koşullar altında katılabileceklerinin netleştirilmesidir.

Türkiye’ye AB savunma fonlarına erişim sağlanması, kaçınılmaz olarak karşılıklı tavizler üzerine daha geniş bir tartışmayı tetikleyecektir; tıpkı bireysel üye devletlerin kendi taleplerini ve kaygılarını dile getirdiği Birleşik Krallık ile yürütülen mevcut müzakerelerde olduğu gibi. AB, savunma işbirliğinin Türkiye’ye de fayda sağladığını bilerek bu süreci stratejik biçimde yürütmelidir. Artan uluslararası tanınırlığına rağmen, Türk savunma sektörü zorluklardan muaf değildir: Örneğin, Türk insansız hava araçları hızla eskimektedir ve rekabet gücünü korumak için ileri teknolojiye ciddi yatırımlar yapılması gerekecektir.

Avrupa’nın büyük silahlanma planları — ki bu planlar kuşkusuz Ar-Ge, yapay zekâ ve yeni nesil sistemlere odaklanacaktır — Türkiye’nin göreceli ilerlemesini yavaşlatma riski taşımaktadır. Dikkatle tanımlanmış koşullar altında sağlanacak bir katılım, her iki tarafın da yararına olabilir.

Ortak Stratejik Görüşler

Bununla birlikte, yalnızca güvenlik ve savunmaya odaklanan dar kapsamlı bir teklifin Türkiye açısından cazip bulunması pek olası değildir. Böyle sınırlı bir yaklaşım, Brüksel’in esnekliğini azaltır ve karşılıklı uzlaşma fırsatlarını sınırlar. Gündemin genişletilmesi, AB’nin etki gücünü artıracak ve Türk iş dünyası ile sivil toplum sektörüne destek sağlayacaktır.

AB, savunmanın ötesine geçen konuları da kapsayacak şekilde Türkiye ile yeni ve üst düzey bir jeopolitik diyalog başlatabilir. Bu platform, Avrupa ve Türkiye’den diplomatların Karadeniz bölgesi, Batı Balkanlar, Suriye, Güney Kafkasya ve Orta Asya’daki ortak stratejik çıkarlar hakkında görüş alışverişinde bulunmasına olanak tanıyacaktır. Bu bölgelerin tümünde Brüksel ve Ankara’nın öncelikleri örtüşmektedir; AB, Ankara’da kim iktidarda olursa olsun değişmeyecek olan sabit çıkar alanlarını belirlemelidir.

Jeopolitik gündemin ilk maddesi Karadeniz güvenliği olmalıdır. Avrupa Birliği’nin stratejik vizyonunu şekillendirmekte olduğu ve hâlihazırda bir çatışma bölgesi olan Karadeniz, AB ile Türkiye arasında etkili bir işbirliği için gerçek bir fırsat sunmaktadır. Rusya, bu bölgeden etki alanını genişleterek Suriye, Libya ve Afrika gibi çıkarlarının Türkiye ile çatıştığı alanlara nüfuz etmektedir. Ankara, Rusya’nın burada deniz kuvvetlerini yeniden inşa etmesini istememektedir; AB ise Rusya’nın provokasyonlarına karşı güçlü bir caydırıcı güç oluşturmayı hedeflemektedir.

Hazar Geçişli Uluslararası Taşımacılık Koridoru’nun (Orta Koridor olarak da bilinir) geliştirilmesi kilit öneme sahip olacaktır. AB için bu koridor, hem jeoekonomik değer taşımakta hem de Moskova’ya olan bağımlılığını azaltmak isteyen Güney Kafkasya ve Orta Asya ülkeleriyle daha yakın ilişkiler kurmak için bir fırsat sunmaktadır. Türkiye’nin stratejik konumu ve bölgesel etkisi, onu bu süreçte doğal bir ortak konumuna getirmektedir.

Yeşil enerji, Türkiye ile yürütülecek görüşmelerde ele alınabilecek bir başka potansiyel konudur. Yenilenebilir enerji kapasitesinin artırılması, Türkiye’nin Rusya’nın fosil yakıtlarına olan bağımlılığını kademeli olarak azaltmasına katkı sağlayabilir — bu hedef, Ankara tarafından giderek daha fazla kabul görmekte ve desteklenmektedir.

Son olarak, AB bu üst düzey diyaloglara sivil toplum ve iş dünyasını da dâhil etmeli, halklar arası etkileşimi güçlendirmeli ve otoriter eğilimlere karşı sabırla yumuşak bir baskı mekanizması inşa etmelidir. Siyasi rekabetin değerini vurgulayarak, AB Türkiye’deki muhalefet partileriyle de işbirliği yapabilir. ABD’nin Orta ve Doğu Avrupa’dan geri çekilmesi ışığında, bölgesel sivil toplumu desteklemek amacıyla özel bir AB fonu oluşturmak özellikle isabetli bir girişim olacaktır. Bu model, büyük güçler arasındaki rekabetten etkilenme riski taşıyan ülkelerdeki toplumsal aktörleri desteklemek için diğer orta güçlere de uygulanabilir.

Katılım Kartı

İmamoğlu’nun tutuklanması, Türkiye ile Avrupalılar arasındaki savunma işbirliğini sekteye uğratmamalıdır; nitekim bu durum bizzat İmamoğlu tarafından da vurgulanmıştır. Ancak bu durum, Türkiye’nin AB üyelik hedeflerini etkiliyor. Türkiye’nin artan jeopolitik ağırlığından cesaretlenmiş olsa da, Erdoğan en büyük rakibini tutuklamanın sonuçlarının farkındadır. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi — ki bu birlik, diğer şeylerin yanı sıra AB’nin Türkiye-Bulgaristan sınırındaki en büyük kara geçişini düzenlemektedir — ya da vize serbestisi sürecinde herhangi bir ilerleme kaydetmenin artık çok daha zor olduğunu bilmektedir.

AB-Türkiye ilişkisi güvensizlik ve yabancılaşma ile tanımlanıyor. Ancak artık Türkiye, değerleri ya da dış politikaları her zaman örtüşmese bile, Avrupa’nın kaçamayacağı bir unsur olarak öne çıkıyor. Brüksel, bir fırsat penceresinin daha kapanmasına göz yumamaz. Önemli bir komşu ve NATO müttefikiyle etkili bir ilişki, siyasi irade, bir miktar esneklik ve genişleme ya da dışlama ikiliğinin ötesinde neyin mümkün olduğuna dair net bir kavrayış gerektirecektir.

Kaynak: https://ecfr.eu/article/no-easy-choices-how-europe-can-write-a-new-chapter-with-turkey/

SOSYAL MEDYA