Asrın İdraki Ve Para

Dünyayı hiç anlamadığı halde sözüm ona meydan okuyanlar, ellerine fırsat geçer geçmez, paralarına para katmak için ne gerekiyorsa yaparlar, acınacak hale düşerler. Bize de olanlar karşısında şaşırıp kalmak düşer. Modernliğin sıkıntıları karşısında insanlığın umudu olan Müslümanlar, şaşırıp kalmakla, pansuman tedbirlerle yetinemez. Kaçmadan, sloganlara sığınmadan derdi anlayıp çareler üretmekle mükelleftirler.
Temmuz 29, 2025
image_print

Yapısı öyle belirlendiği, tayin edildiği için varlıklar âlemi, mütemadiyen bir değişim, oluş-bozuluş yani kevn ü fesad halindedir. Dili olması, sembol ve ve bilgi üretebilmesiyle varlıkların en şereflisi makamına getirilmiş insan, bu bitmeyen devir daim, sonsuz deveran içinde önce ayakta kalmaya, sonra olan biteni anlamaya, kendisine apayrı bir dünya (kültür) kurmaya çalışır. Daha doğrusu, bunun için çalışmak insanın kaderidir. Değişir, değiştirir, dünyayı anlamaya çalışır, kendine has dünya kurar insan. Felsefe ve bilim, insanın anlama faaliyetinin özgün, yüksek ve kurumsallaşmış şekli. Modern bilim, Nakli İlimler ile bağını büyük ölçüde koparmışsa da Müslüman düşünce insanı, Nakli İlimlerin bilgisi ile bilimden elde edilen bilgi arasında mütemadiyen diyalektik bir bağlantı arayışı içindedir.

Böyle bir giriş yapmak zorunda kaldık, zira para ve bize tesiri hakkında konuşurken neden daha ziyade Batılı düşünürlerin ürettiği fikirlerden faydalandığımızı izah etmek durumundayız. Görünüşe göre bu apaçık bir tenakuz hali ama başka çaremiz de yok. Dünyadaki değişimlere gözlerimizi kapayıp bu alanda üretilmiş bilgiyi Nakli İlimlere kat(a)mazsak düşüncemiz anakronik kalıyor, âlimlerimiz dertlerimize deva olamıyorlar. Evet, felsefe ve bilim bugün büyük ölçüde Batıda üretiliyor. Kültür coğrafyamızdan büyük düşünürler, bilim insanları çıkana kadar, onlardan “faydalı” bilgiyi alarak istifade etmek zorundayız. Evet, sikke zamanında üretilmiş bilgiyi ve yorumu, kâğıt (ve hatta elektronik) para devrinde aynen kullanamazsınız diyebilmek için, kâğıt paranın hayatımızı nasıl değiştirdiğini Batılı düşünürlere dayanarak anlatmaya mecburuz. Bu Nakli İlimleri reddettiğim değil onların zamana uygun bilgiyle donanmasını istediğim anlamına geliyor. Hani Mehmet Akif merhum “asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” diyor ya işte öyle…

Müsaadenizle, paranın psikolojisi ve felsefesi konusunda bugüne kadar aşılamadan kalmış Georg Simmel’in fikriyatından bahsetmeye devam edeceğim.

Simmel’in paranın nasıl olup da modern zamanların ruhunu temsil ettiği ve hayatlarımızı böylesine belirlediği tezi için, onun “değer” teorisini yeniden hatırlamalıyız. “Yakında ve kolay elde edilen ile uzakta ve zor elde edilen şeyler değil çok yakında, ulaşılabilir ve aynı zamanda büyük çaba gerektiren şeyler değerlidir.” Para, hem mesafeyi hem çabayı etkileyen bir güce sahip olduğu için modernliğin ruhunu oluşturur. Değer oluşum sürecinde böylesine etkin bir rol üstlenen para, piyasanın, modern ekonominin ve nihayetinde modern toplumsallaşmanın hem gelişiminde hem işleyişinde vazgeçilmez bir temel teşkil eder.

Paranın hükümranlığı ile insanın eylemlerini akılcılaştırması (rasyonelleştirme) at başı gider. Para ekonomisi, nakit rezervli banknotları içeren parasal işlemler, yüksek zihinsel faaliyet gerektirir. Zekâ, zihinsel enerjilerimizden en değerlisi olarak görülmeye başlanır. Zekâ ve entelektüel görünümün, eğitimin önemi, böylece artar. Takas ekonomisinin aksine, saf bir mübadele aracı olan para sayesinde modern ekonomi, sonsuz sayıda mübadele imkânı sağlar. Tüm toplumsal yapıları ve kültürü belirleyen para, insanın şeyleşmesinin de yabancılaşmasının da kökeninde bulunur. Modern zamanların insanı, parayı özgürleşmesinin de yegâne yolu olarak görür, daha doğrusu böyle bir yanılsamaya kapılır. Şeyleşen dünya üzerinde ancak para sayesinde bir hâkimiyet kurabileceğimiz algısı zihinlere yerleşir.

Marx’ın her şeyi kapitalist düzene bağlayan anlayışı gibi sınıf bakışını da kabul etmez Simmel. Ona göre yoksulluğa, toplumun her tabakasında rastlanır. Mesela zenginler kategorisine dâhil olan birisi, çevresindekilerden nispeten daha az gelire sahip ise kendisini pekâlâ yoksul hissedebilir. İnsanın bu fıtri özelliği yüzünden iktidarlar ne yaparlarsa yapsınlar, insanlar yoksul olup olmadıklarını anlamak için çevresindekilerin sahip olduklarına dikkat kesileceklerinden yoksulluğu dünyadan silemeyeceklerdir.  Marx’ın sandığının aksine sosyalizm, durumu düzeltmek yerine daha da berbat edecektir, etmiştir.

İnsanı ve toplumu birbirinden keskin hatlarla ayırmayan, düşünceyi kavramsal şemalara hapsetmeyen, hayatın zenginliğini ve her şeyin zapturapt altına alınamayacağını kabul eden Simmel gibi düşünürler, bize yaşadığımız toplumu anlama ve dertleri çözme konusunda cesaret veriyor, fesada, ifsada ve kan dökücülüğe karşı barış, ıslah ve imar vazifelerimizi hatırlatıyor.

İnsanları bir anda değiştirir para ama sen görmezsin!

Paranın tarihte tam olarak nerede ve nasıl ortaya çıktığını saptamak imkânsız… Her dönemde ve toplumda mübadele için kullanılan para diyebileceğimiz nesneler var. Yüzyıllar boyunca sadece tüketime dönük kullanılan ve ticarette de temel olmayan paranın üretime de dâhil olarak ekonominin ve ülkelerin gücünün belirleyeni haline gelmesi, ancak 18. Yüzyılda gerçekleşti. Milli devletlerin, faize izin veren Protestanlığın, liberal fikirlerin ortaya çıkması; takas, toprak fethi, sikkenin önemini yitirmesi gibi faktörlerle ilerleyen sürecin sonunda, para, adeta Platon’un idea’sı gibi sadece bir sembol düzeyine yükseldi. Ekonominin yanı sıra tüm toplumsal ilişkiler, hayatımızın ritmi de para tarafından belirlenmeye başladı. Artık sadece paranın ve akışının analiziyle sistemin toplumsal psikoloji dâhil, hemen tüm bilgisine ulaşabilir hale geldik.

Para, ekonomik işlevinin yanı sıra aynı zamanda bir insan ilişkileri formu ama modernlikle ve kâğıt parayla birlikte ilişkilerimizdeki etkisi daha belirgin bir hal aldı. “Kâğıt, gibi hassas ve kolayca tahrip olabilen bir malzemenin en yüksek para değerinin temsilcisi olması ancak iyi örgütlenmiş bir toplumda mümkündü.” Toplumsal çarkın işleyişi, para sayesinde güçlendikçe, insan teki silindi, yabancılaştı, Georg Simmel’in “kültürün trajedisi” dediği durum ortaya çıktı.

Simmel, para ekonomisinin, paranın bizzat bir amaç haline geldiği bir toplumsal hayatın en olumsuz yanının psikolojilerimizdeki kinizm ve bıkkınlık olduğu kanaatinde. Her şeyin piyasada alınıp satılabileceği, havası, heyecanı ortadan kaldırıyor, kasvetli, gri bir ortam oluşturuyor. Bizi çepeçevre saran toplumsal ortamdaki ilişkiler, kişisel olmaktan çıkıyor. İnsanlar, bizi sadece yapılan iş bağlamında ilgilendiriyor. İş ve konum, kişiliğin önüne geçiyor. Aynı hayatı paylaştığımız ve varlıklarına mecbur olduğumuz kişilerin nasıl insanlar oldukları önemini yitiriyor. İnsanları, toplumsal aygıtın değiştirilebilir parçaları gibi algılıyoruz. Kendimizi canlı bir toplumsal hayatın bir parçası gibi hissedemediğimiz için yalnızlığı güçlü bir duygu olarak yaşıyoruz. Büyük resmin içinde yer aldığımızı görebilmek için moda, hemşerilik, fanatik taraftarlık ve partizanlık gibi aidiyetlerden medet ummaya başlıyoruz. Para ekonomisinin belirleyici olduğu bir toplumda, ne yaparsak yapalım, duygular daha geride yer alıyor, her şeyi zihinsel olarak kavranabilecek bir nedensel bağlantılar zincirine indirgiyoruz. Duygu zihnin, nitelik niceliğin gerisinde kalınca, ister istemez kişiliğimize hesapçı bir özellik ilave oluyor.

Para ekonomisi, işbölümü ve uzmanlaşma esasına göre işliyor. Hepimiz belli bir alanda uzmanlaşıyoruz. Sadece bilmediğimiz konularda değil, hayatımızı idame ettirebilmek için de sürekli iş bölümünün başka bir yerindeki uzmanlara danışıyoruz. Tüm hayatı, içinde bulunduğumuz kültürü topyekûn görme, anlama duygusunu, onunla birlikte denetim hissini yitiriyoruz. Özelikle kol emeğiyle çalışanlar, kendilerini, becerilerini ancak teknolojinin imkân verdiği ölçüde sadece belli bir alanda geliştirebiliyorlar. Zihinsel faaliyetler, daha çok prim yapıyor ama onunla ilgilenme şansına, toplumun sadece belli bir kesimi sahip oluyor. Entelektüel ya da aydın denilen bu kesimin, toplumun geri kalanıyla pek bir alakası bulunmuyor, birbirinden ayrı, kapalı kompartımanlar halinde yaşayan toplum kesimleri birbirlerinden pek de hazzetmiyorlar.

Kısacası para ekonomisi, maneviyattan yoksun, mekanik bir toplumsal hayat ortaya çıkarıyor. Böyle bir hayatın ve düzenin içinde, birçoğumuza en güvenilir şey, “para sahibi olmak” olarak görünüyor. Ne pahasına olursa olsun, para sahibi olmak lazım geldiği fikri, nerdeyse inançlarımız kadar iç-dünyamızda kendisine yer buluyor. “Para, Dünya’nın seküler Tanrısı’dır” sözünü doğrularcasına dindar görünenlerimizin içinden dahi, huzuru, parasını büyütmekte arayanlarımız çıkıyor.

Paranın yaşadığımız toplumdaki ve psikolojimizdeki temel önemini anlamaksızın, bu dünyaya köklü bir itiraz geliştiremeyiz. En radikal söylemler bile, paranın hükümranlık aygıtının volan kayışlarını sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Öyle ki bu radikal söylem sahipleri, dünyayı anlamada şu şarkı sözlerinin yazarından bile çok geridedirler. “Bilsen neler dönüyor şu garip dünyada/ Arkadaşlık düşmanlıkla yan yana/ Bazen sebep bir aşksa çoğu zaman da para/ Değiştirir insanları hep bir anda… Dünyayı hiç anlamadığı halde sözüm ona meydan okuyanlar, ellerine fırsat geçer geçmez, paralarına para katmak için ne gerekiyorsa yaparlar, acınacak hale düşerler. Bize de olanlar karşısında şaşırıp kalmak düşer. Modernliğin sıkıntıları karşısında insanlığın umudu olan Müslümanlar, şaşırıp kalmakla, pansuman tedbirlerle yetinemez. Kaçmadan, sloganlara sığınmadan derdi anlayıp çareler üretmekle mükelleftirler.

 

Prof. Dr. Erol Göka

Prof. Dr. Erol Göka:
1959 yılında Denizli’de doğdu. Evli ve 5 çocuk babası. 1992’de psikiyatri doçenti, 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi oldu. Halen Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi Psikiyatri Kliniği Eğitim ve İdari sorumlusu. Türkiye Günlüğü dergisinin yayın; birçok tıp ve beşerî bilimler alanındaki derginin danışma kurullarında bulunuyor. Türk Grup Davranışı kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya, 2008 yılında da Türk Ocakları “Ziya Gökalp İlim ve Teşvik Ödülü” verilmiştir.

Web: erolgoka.net
Mail: [email protected]

Yayınlanan kitapları içinde öne çıkanlar:

-Türklerin Psikolojisi (2008; 2017)
-Kadınlar, Erkekler, Âşıklar (Dr. Sema Göka ile birlikte, 2008)
-Yedi Düvele Karşı: Türklerde Liderlik ve Fanatizm (2009),
-Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları (2009; 2018)
-Türk’ün Göçebe Ruhu (2010; 2019)
-Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi Kolaylaştırma Kitabı (Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte, 2011; 2019)
-“Gerçek” İnsanın Yüzünde Yazar mı: Batı, İslâm ve Bilim Dünyasında Kişiliği Yüzden Tanımak (Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte, 2012; 2020)
-Hayatın Anlamı Var mı? (2013; 2019)
-Yalnızlık ve Umut: Günümüzde Varoluşsal Çaresizlikler ve Çıkış. (2020)
-Mutedil Müslümanların Günümüzdeki Düşmanları (2016)
-İnternet ve Psikolojimiz: Teknomedyatik Dünyada İnsan (2017)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA