Yeryüzünün tortul kayıtlarında insan faaliyetlerine dair kanıtlara dayanan yeni bir arkeoloji geliştirilmektedir ve arkeologlar, Antroposen’i jeolojik kayıtlarda yeni bir evre olarak tanımlamaya yardımcı olmaktadırlar.
İnsan zihninin dönüşümü, modern zaman anlayışımızın ötesine geçmemizi ve “derin zaman düşüncesi” alanına uzanmamızı sağlamıştır. Bunun bir örneği, dünyanın yaklaşık 4,6 milyar yıl önce oluşumundan bu yana yapısını ve bileşimini etkileyen astrofiziksel olayları izleyen, insan yapımı Jeolojik Zaman Ölçeği’dir (GTS).
Bilim insanları, jeolojik ve fosil verileri temel alarak, bu büyük zaman ölçeğinin küçük parçalarını, göreceli iklimsel ve biyotik istikrar dönemlerine göre bir araya getirdiler. Bu olayları zamansal olarak sıralayarak, dünya üzerindeki yaşamın ne zaman, nasıl ve hangi koşullar altında ortaya çıktığının bilgisini inşa edebilmişlerdir. Uluslararası Jeolojik Bilimler Birliği (IUGS) bünyesinde faaliyet gösteren Uluslararası Stratigrafi Komisyonu (ICS), dünyanın jeolojik oluşumlarında kaydedilen temel değişimlere dayanarak jeolojik çağları tanımlamakla görevlidir. GTS (Jeolojik Zaman Ölçeği) genellikle, göreceli jeobiyolojik istikrar dönemleriyle tanımlanan farklı jeolojik çağları temsil eden segmentlere bölünmüş, spiral şekilde dallanan halkalarla gösterilir.
Bu dönemler isimlendirilmiş, tarihlendirilmiş ve sıralanmıştır ve her bir segmentin uzunluğu diğer evrelere göre süresiyle orantılıdır. Sarmalın dış halkalarına doğru ilerledikçe, özellikle yaklaşık 500 milyon yıl önce Kambriyen patlaması sırasında ortaya çıkan karmaşık yaşam formlarının benzeri görülmemiş çoğalmasından sonra, dünyanın katmanlarında kaydedilen küresel ekolojik değişimlerin hızının artmasıyla, zaman dilimlerinin giderek küçüldüğünü görüyoruz.
İlk insansı türlerin ortaya çıkışı sadece yaklaşık 7 milyon yıl öncesine dayandırılmakta olup, spiral dalın en uç kısmında yer almakta ve atalarımızın gezegende ortaya çıkışının ne kadar kısa bir süre önce olduğunu vurgulamaktadır. Küresel iklim verilerine dayanarak tür bağlamında İnsan cinsinin dönüşüm hikayesi, yaklaşık 2,58 milyon yıl önce başlayan ve Taş Devri’nin atılım teknolojileriyle örtüşen Pleyistosen Çağı’nda (Buz Devri) başlayan Kuvaterner Dönem boyunca şekillenmiştir. Yaklaşık 11.650 yıl önce başlayan küresel ısınma olayı, Verimli Hilal’de erken yerleşik uygarlıkların ortaya çıkışıyla aynı döneme denk gelmekte ve şu anda yaşamakta olduğumuz Holosen Çağı’nın başlangıcını işaret etmektedir.
Antroposen (İnsan Çağı), Holosen’den sonra veya Holosen içinde yer alan yeni bir jeolojik dönem olarak önerilmiştir ve resmileştirildiği takdirde gezegen üzerindeki insan faaliyetlerinin jeolojik olarak gözlemlenebilir etkilerine dayanarak ortaya atılan ilk dönem olacaktır. Bu ikna edici öneri, insan davranışının jeofizik imzasının, bu yeni dönemi GTS’nin (Jeolojik Zaman Ölçeği) sarmal kollarının tepesine yerleştirmeyi haklı çıkarmaya yeterli olup olmadığını değerlendirmekle görevli Antroposen Çalışma Grubu’nun (AWG) kurulmasını teşvik etti. Birçok bilim insanı bu fikre ilkesel olarak katılsa da, temel tartışma noktası Antroposen’in tam olarak ne zaman başladığıdır.
İnsan faaliyetlerinin küresel jeolojik değişikliklere neden olduğu net bir eşiğin belirlenmesi beklenildiği gibi son derece zor bir görevdir ve jeologlar ile arkeologlar bu sorunu çözmek için birlikte çalışmaktadır. Bazı arkeologlar, Antroposen Çağı’nın, başlangıcı on binlerce yıl kadar erken bir tarihte, modern insanların gezegen üzerindeki hâkimiyetlerini sağlamlaştırdığı, peyzajını ve biyotik kaynakları arkeolojik olarak tespit edilebilir biçimlerde sahiplendiği ve dönüştürdüğü dünyanın katmanlarında birbirini izler şekilde tespit edilebilen kademeli bir süreç olduğunu düşünmektedir.
Buzul Çağı’nın büyük memelilerinin aşırı avlanması gibi insan kaynaklı ekosistem değişiklikleri bu döneme kadar izlenebilmektedir. Yaklaşık 10.000 yıl önce bitki ve hayvanların evcilleştirilmesiyle birlikte, insanın ekosistem mühendisliği artmış, nüfus zamanla sürekli olarak büyümüştür. Yaklaşık 5.000 yıl önce ilk şehir yerleşimleri ortaya çıkmış, artan nüfuslar dar alanlara toplanmış ve metalürjinin icadıyla teknolojik yenilik hız kazanmıştır. Artan nüfuslar ve yoğun tarım, toprakların sarf edilmesine ve dönüştürülmesine neden olmuş, hayvancılık ise tortul kayıtlarda izlenebilen metan salınımını artırmıştır.
İnsan etkisi gezegen üzerinde, yaklaşık 200 yıl önce Batı dünyasında başlayan sanayi çağından sonra belirgin şekilde artmış, teknolojik gelişmeleri beslemek amacıyla kömür yakımından kaynaklanan karbon salımları ve sera gazlarının yoğunlaşmasıyla küresel ısınmayı tetiklemiştir.
Dönüşüm yolumuz boyunca bu işaretlerin her birini destekleyen geçerli argümanlar bulunsa da, AWG (Antroposen Çalışma Grubu), Antroposen’i başlatmak için en uygun zamanın, Büyük Hızlanma’nın küresel jeolojik kayıtlarda insan faaliyetinin işaretlerini keskin bir şekilde artırdığı 1950’ler olacağı sonucuna vardı. Bu durum, iklim düzenlemesinin kaldırılması, atmosfer, kara ve su kirliliği, biyolojik çeşitliliğin kaybı, aşırı kaynak tüketimi ve büyük çaplı arazi dönüşümleri gibi semptomlarını eş zamanlı olarak kaydeden çok çeşitli göstergeler sayesinde işaretleri daha da net bir şekilde ayırt edilebilir hale getirdi.
Mart 2024’te IUGS (Uluslar arası Jeolojik Bilimler Birliği), Antroposen’in GTS’ye (Jeolojik Zaman Ölçeği) resmî olarak entegre edilmemesine karar verdi; ancak bu karar, konuyla ilgili anlaşmazlıkları pek de dindirmedi. Üstelik bu konuyla ilgili başka sorunlar da mevcut. Örneğin, GTS’nin mevcut kronostratigrafik bölümleri milyonlarca yıl süren istikrar dönemlerini kaydederken, Antroposen yalnızca bir insan ömrü süresince meydana gelen ilk jeolojik çağ olacaktır.
Antroposen’in başlangıcını sanayi devriminden binlerce yıl öncesine yerleştirsek bile, bu çağın tortul arşivi hâlâ oluşum aşamasındadır. Bu ilgi çekici ve gezegen çapındaki tartışmanın sonucu ne olursa olsun, Antroposen, dünyanın, artık açıkça yıkıcı iklim olayları ve biyolojik soykırımla bağlantılı olan benzersiz tekno-sosyal davranışlara sahip gelişmiş insan popülâsyonlarının benzeri görülmemiş genişlemesinin ortaya çıkardığı birçok zorlukla karşı karşıya olduğu bir dönemde, bilimsel ve sosyal söylemin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Antroposen’in etkilerinin artık dünyanın dönüşüm tarihinde jeokronolojik bir bölüm olarak geçerliliği sorusunun ötesine geçtiği açıktır.
Jeologlar uzun vadeli paleoekolojik senaryoların nihai sonuçlarını incelerken, arkeologlar insan yaşamının kökenlerini ve dönüşümünü kaydeden daha yakın tarihli katmanlara (arkeosfer) odaklanırlar. Antroposen konusundaki jeolog ve arkeolog işbirliğiyle ortaya çıkan yorumlar son derece ilgi çekicidir. Bunlar arasında fiziksel teknosfer kavramı özellikle ilgi çekicidir çünkü insan tarafından üretilen ve değiştirilen tüm malzeme kütlesinin dünya sistemine nasıl asimile edildiği sorusunu ele alır. Jan Zalasiewicz ve meslektaşları, 2016 yılında fiziksel teknosferin toplam kütlesinin 30 trilyon ton gibi şaşırtıcı bir rakam olduğunu tahmin ettiler ve bu kütle, evcilleştirilmiş biyosferin (bitkiler ve hayvanlar) hem hacmini hem de çeşitliliğini çok aşarak büyümeye devam ediyor.
Zalasiewicz ve meslektaşları; Birleşik Krallık’ta yayımlanan Anthropocene Review dergisindeki makalelerinde, “fiziksel teknosferi, insan bileşeninin ayırt edilebildiği teknolojik malzemeler bütünü olarak tanımlıyoruz; bunun bir kısmı aktif kullanımda, bir kısmı ise maddi kalıntı niteliğindedir. İnsan imzası, bilinçli tasarım, üretim ve işleme sonucu oluşan biçim, işlev ve bileşim özellikleriyle tanınabilir. Bu süreç, ham jeolojik malzemelerin yeni formlar, element kombinasyonları ve ürünler halinde çıkarılması, işlenmesi ve rafine edilmesini kapsar” diye yazdılar.
Çalışmada ayrıca şunlar kaydedildi: “Aktif teknosfer, binalar, yollar, enerji tedarik yapıları, halihazırda kullanılan veya kullanılabilir olan tüm araçlar, makineler ve tüketim malları ile karadaki tarım arazileri ve yönetilen ormanlar, trol teknelerinin okyanuslardaki deniz tabanı kazıları ve diğer kazıları vb.’nden oluşur. Yapısı bakımından oldukça çeşitlidir; yeni mineraller ve malzemeler de dahil olmak üzere yeni cansız bileşenler ve tarım bitkileri ile evcilleştirilmiş hayvanları içeren canlı bir kısım içerir. İnsanlar hem teknosferi üretir hem de ondan beslenir ve artık ona bağımlı hale gelmiştir.”
Kültürel olarak insan faaliyetleri sonucu oluşmuş olsa da, doğayla birleşerek işleyen bir sistem haline gelen teknosfer, dünya sisteminin işleyişinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Yeraltında ve yerüstünde, denizlerde ve hatta uzayda faaliyet gösterir; bileşenleri litosfer, biyosfer, hidrosfer ve atmosferle sürekli ve dinamik şekilde etkileşim halindedir.
Diğer jeosferik katmanlar milyonlarca, hatta milyarlarca yıl boyunca dönüşürken, teknosfer – tıpkı Antroposen gibi – karşılaştırıldığında oldukça kısa bir süredir mevcuttur. İnsan nüfusu ve teknolojik gelişmelerle birlikte sürekli büyüyen teknosfer, artık sistemin içine geri dönüştürülemeyecek kadar fazla atık üretmekte, bu da gezegenin dengeleyici yapısal ilişkilerinde bir dengesizlik oluşturarak izlenebilir Antroposen birikimlerine yol açmaktadır.
Teknosfer, fiziksel boyutunun ötesinde, onun işlevini yerine getirmesini sağlayan ve tüm bireylerin rol oynadığı beşeri toplumsal yapıları da kapsar. İnsan beynindeki sinapslar veya daha büyük bir bütünün parçalarını oluşturan moleküler sistemler gibi, insanlar da teknosferin bireysel bileşenlerini oluştururlar ve onun işlevini yerine getirmesini sağlamak için işbirliği yaparken aynı zamanda onun var olma ihtiyacını da oluştururlar.
P.K. Haff, 2014 yılında Londra Jeoloji Derneği’nde yayımlanan makalesinde; “teknosfer, iğneler, motorlar ve ilaçlar gibi sayısız nesnenin yaygın dağılımıyla; pompalama ve hasat gibi teknolojik ya da teknoloji destekli süreçlerle; ayrıca televizyon izlemek veya vergi formu doldurmak gibi teknolojik süreçlerle sıkı biçimde bağlantılı insan faaliyetleriyle de kendini gösterir. Bu tür yerel sistemler, süreçler ve eserlerin çoğu, teknosferin küresel ağlarından doğar veya doğrudan ya da dolaylı olarak bu ağlara bağlıdır” diye belirtmiştir.
Jeolojik ilkelere uyularak ve arkeolojik bilimlerde klasik olarak uygulanan metodolojiler kullanılarak, insan faaliyetlerinin gezegen üzerindeki izleri giderek daha fazla tanımlanıyor, ölçülüyor, haritalanıyor ve kategorilere ayrılıyor; aynı zamanda geleneksel jeolojik ve stratigrafik uygulamaları tamamlayacak şekilde teknosferik taksonomi gibi yeni konular geliştiriliyor. Tıpkı tarih öncesi maddi kültürün kalıntıları olan taş aletler veya çanak çömlek parçaları gibi, günlük hayatımızda ürettiğimiz, kullandığımız ve attığımız nesneler de insan evriminin kronokültürel çerçevesinde işaretleyiciler haline gelecek ve gelecekteki arkeologlar için malzeme sağlayacak teknofosillere dönüşüyor.
Nesiller boyunca kirletici gazlar, kanalizasyon, toksik kimyasallar ve mikroplastiklerin kalıntıları tortul tabakalara karışıyor ve çöplükler, savaş molozları, madencilik ve kentsel ortamlar tarafından dönüştürülen yapay zemin, zaman geçtikçe yeni antropo-jeolojik ortamlara dönüşüyor.
Savaşlar, tarım, kentleşme, madencilik ve diğer insan faaliyetlerinin karada ve denizde bıraktığı yaralar ve değişimler hiç kuşkusuz dünyanın jeolojik katmanlarına dahil olmaktadır. İnsan teknolojilerinin dönüşümü, türümüzün, bin yıllar boyunca kademeli olarak başlayıp katlanarak büyüyen ve modern insan mirasının sembolü haline gelerek devam eden bir sürece girmesine yol açtı.
Tüm insan atıklarının küresel dağılımı, çok da uzak olmayan bir gelecekte Antroposen’in ardışık kültürel bağlamlarını tanımlamaya ve sınıflandırmaya hizmet edecek olan yarı gerçek tortul oluşumlar içindeki konumuna göre kayıt altına alınacaktır.
*Deborah Barsky, Bağımsız Medya Enstitüsü’nün Human Bridges projesinde yazar, Katalonya İnsan Paleoekolojisi ve Sosyal Evrimi Enstitüsü’nde araştırmacı ve İspanya’nın Tarragona kentindeki Rovira i Virgili Üniversitesi ile Katalonya Açık Üniversitesi’nde (UOC) doçenttir. Human Prehistory: Exploring the Past to Understand the Future adlı kitabın yazarıdır.
Bu makale Human Bridges tarafından hazırlanmıştır.
Kaynak: https://observatory.wiki/Archeologists_Join_Geologists_in_the_Quest_to_Define_the_Age_of_Humans