Kudüs’e gittikten sonra umre ibadetimizi gerçekleştirmek için ailecek Suudi Arabistan’a gitmiştik. Ne yazık ki Suudi Arabistan’da Kudüs’teki mescitlerimizde ibadet ederken aldığım feyzi alamadım. Kabe’nin etrafı zaten büyük binalarla sarılıydı. Kabe’den bakınca etraf adeta bir beton yığını gibi görünüyordu…
Aralarında Suud’un da bulunduğu bazı Müslüman ülkeler, İslamofobi veya yabancı müdahale konularında sert açıklamalar yaparken, Batı ile ekonomik veya askeri çıkarlar için yakın ilişkiler kurmaktan çekinmiyor. Aynı şekilde, Batı’da yaşanan hak ihlallerine ses çıkartırken, kendi ülkelerinde yaşanan benzer ihlalleri görmezden gelebiliyorlar…
Pek çok Arap devleti, İsrail’in Filistin üzerindeki politikalarını kınasa da bazıları perde arkasında İsrail’le diplomatik, ticari veya güvenlik iş birlikleri yürütüyor. Filistin halkına verilen sözlerin uygulamada karşılığı olmayabiliyor. Yardımlar sembolik düzeyde kalıyor ya da reklam amaçlı kullanılıyor.
İslam, toplumu yönlendirmek ve meşruiyet sağlamak için kullanılırken; adalet, eşitlik, şeffaflık gibi temel İslamî prensipler ihmal edilebiliyor. Bazı liderler İslam’ı retorikte kullanırken, pratikte yolsuzluk, baskı ve lüks içinde yaşıyor. İslam’ın “ümmet” anlayışı ve dayanışma çağrısı, mültecilere karşı uygulanan sert politikalarla çelişebiliyor. Müslüman mülteciler bile bazen Müslüman ülkeler tarafından kabul edilmiyor veya kötü koşullarda tutuluyor.
Bazı ülkelerde İslam adı altında kadınlara veya muhalif gruplara yönelik baskılar uygulanıyor. Bu politikalar dinî olmaktan çok, siyasi istikrarı koruma ya da halkı kontrol etme amacı taşıyor. Zengin Müslüman ülkeler, ekonomik çıkarları uğruna zulüm altındaki diğer Müslüman topluluklara (örneğin Uygurlar, Arakanlılar, Keşmirliler) yeterince sahip çıkmıyor. Ticaret, enerji ve silah anlaşmaları uğruna suskun kalınıyor.
Suudi Arabistan, İslam dünyasının en etkili ve zengin ülkelerinden biri olmasına rağmen hem kendi politikaları hem de uluslararası ilişkilerindeki tutarsızlıklar nedeniyle sık sık “iki yüzlü” ya da “çifte standartlı” olmakla eleştirilmekte…
Filistin Davası ve İsrail’le Yakınlaşma
Suudi Arabistan, resmi olarak Filistin davasını desteklediğini ve İsrail’in işgalini reddettiğini söyler. Ancak perde arkasında İsrail’le gizli diplomatik ilişkiler, güvenlik iş birlikleri ve ABD aracılığıyla yapılan görüşmeler basına yansıyor. Abraham Anlaşmaları sonrasında BAE ve Bahreyn gibi ülkeler İsrail’le ilişkileri normalleştirirken, Suudi Arabistan da bu sürece sessiz kalarak dolaylı onay vermişti…
İslam’ın Kutsal Topraklarını Yöneten Ama…
Suudi Arabistan, İslam’ın en kutsal mekânlarının bulunduğu ülke olarak büyük bir dini otorite iddiasına sahip. Ancak: İslamî değerlerle bağdaşmayan lüks yaşam tarzı, Batı ile yakın ilişkiler ve ülke içindeki insan hakları ihlalleri bu iddiayla çelişiyor. Özellikle kadın hakları, ifade özgürlüğü gibi temel haklar konusunda İslam’ın adalet anlayışıyla çelişen uygulamaları mevcut.
Petrol Zenginliği, Ama Nerede İslamî Dayanışma?
Suudi Arabistan’ın devasa petrol geliri olmasına rağmen, İslam dünyasında zor durumda olan topluluklara (örneğin Uygurlar, Arakanlı Müslümanlar, Afrika’daki fakir Müslüman ülkeler) yeterli desteği vermiyor. Zekât ve sadaka sistemlerinin kurumsal olarak güçlü olması beklenirken, bu gelirlerin büyük kısmı iç siyaseti sürdürmeye, Batılı ülkelerle silah ve teknoloji anlaşmalarına aktarılıyor.
ABD ile Aşırı Yakınlık
Suudi Arabistan, özellikle ABD ile askeri ve ekonomik alanda çok sıkı ilişkilere sahip. İslam dünyasında Amerika’nın politikalarına karşı büyük bir tepki varken, Suudi yönetiminin ABD çıkarlarına hizmet eden bir tutumu var. Yemen’e karşı sürdürülen savaşta da ABD’den alınan silahlarla binlerce sivilin öldüğü raporlanmıştı.
Dini Sertlik – Siyasi Esneklik
Suudi Arabistan’da dini konularda çok katı uygulamalar varken, siyasi çıkarlar doğrultusunda bu sertlik yumuşatılabiliyor. Örneğin: Hac sırasında protesto yasak, ancak bazı ülkelerden gelen belirli gruplara göz yumulabiliyor.
Muhaliflere karşı dinî meşruiyetle baskı kurulurken, bazı Batılı yatırımcılarla yapılan eğlence ve turizm projelerinde dinî hassasiyetler göz ardı edilebiliyor (örneğin NEOM projesi).
Muhalefet ve İnsan Hakları
Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2018’de İstanbul’daki Suudi Konsolosluğu’nda öldürülmesi, ülkenin muhaliflere yönelik acımasız politikalarının sembolü haline geldi. Yüzlerce aktivist, din adamı, akademisyen ya hapiste ya da susturulmuş durumda. Tüm bunlar İslam’ın adalet, istişare ve hür düşünce değerleriyle bağdaşmıyor.
Suudi Arabistan’ın dışa dönük “İslam’ın hamisi” imajı ile içeride ve uluslararası ilişkilerdeki çıkar temelli ve baskıcı uygulamaları arasında ciddi bir uçurum var. Bu durum: Müslüman halklar arasında güvensizlik oluşturuyor, İslamî değerlerin araçsallaştırıldığı algısını güçlendiriyor ve Suudi Arabistan’ı bir güç merkezi olmaktan çok bir politik çelişkiler ülkesi hâline getiriyor…
Mısır’ın İkiyüzlü Politikaları
Mısır, tarihsel ve kültürel olarak İslam dünyasının en önemli ülkelerinden biri olmasına rağmen, politikaları ile İslamî değerler arasında ciddi tutarsızlıklar sergilemesi nedeniyle sık sık ikiyüzlülük veya çifte standart ile eleştiriliyor. Bu eleştiriler hem iç hem de dış politikada öne çıkıyor.
2011’deki Arap Baharı’ndan sonra yapılan demokratik seçimlerle iktidara gelen Muhammed Mursi liderliğindeki Müslüman Kardeşler hükümeti, 2013’te General Sisi tarafından bir darbeyle devrildi. Seçilmiş bir liderin darbeyle devrilmesi, sonra da binlerce Müslüman Kardeşler mensubunun hapsedilmesi ya da idam edilmesi, İslam’da adalet, şûra ve halkın iradesi ilkeleriyle büyük çelişki oluşturdu. Bugünkü rejim, otoriter ve baskıcı bir yapıya sahip olmasına rağmen, uluslararası meşruiyetini koruyabilmek için “İslam’a uygunluğu” savunabiliyor.
İfade Özgürlüğü ve Dini Baskılar
Mısır, birçok İslamî düşünürün yetiştiği bir ülke (örneğin El-Ezher Üniversitesi) olmasına rağmen: günümüzde bağımsız din adamları ve entelektüeller baskı altında tutulmakta. Rejime aykırı dini yorumlar yasaklanmakta ya da sansürlenmektedir.
İslami değerler çerçevesinde ifade özgürlüğü ve ilmi tartışma teşvik edilmesi gerekirken, devlet kontrolündeki dinî yorumlar resmileştiriliyor.
El-Ezher’in Siyasi Araç Haline Gelmesi
El-Ezher, İslam dünyasında saygı gören bir eğitim kurumu olmasına rağmen bugün büyük ölçüde devlet kontrolündedir ve rejimin çıkarları doğrultusunda fetvalar verildiği iddia edilmektedir. Bu durum, dini kurumların bağımsızlığına ve İslam’ın siyaset üstü konumuna zarar veriyor.
Filistin ve Gazze Politikası
Mısır, Filistin davasını tarih boyunca desteklemiş gibi görünse de, Gazze sınır kapısını (Rafah) zaman zaman kapatarak ya da yardımları kısıtlayarak İsrail’in ablukasına dolaylı katkı sağladı.
Bu tutum, Müslüman bir ülkenin mazlum Filistin halkına karşı daha duyarlı olması gerektiği düşüncesiyle çelişiyor.
Ayrıca İsrail’le çeşitli güvenlik işbirlikleri yürüttüğü biliniyor.
Ekonomik Çıkarlar İçin Sessizlik
Mısır, Körfez ülkelerinden (özellikle Suudi Arabistan ve BAE’den) aldığı finansal destek karşılığında bu ülkelerin Filistin, Yemen, Libya gibi krizlerdeki politikalarına sessiz kalabiliyor. Kendi politikalarını da onların çıkarlarına göre şekillendirebiliyor.
Muhalefete Sıfır Tolerans
On binlerce siyasi mahkum, özellikle İslami kimlik taşıyanlar, darbe sonrası cezaevlerine kondu. İşkence, haksız yargılamalar, kayıplar ve infazlar, İslam’ın temel insan onuru ve adalet ilkeleriyle açıkça çelişiyor. Uluslararası tepkilere rağmen, Mısır yönetimi bu baskıcı politikalarını “istikrarı koruma” bahanesiyle sürdürüyor.
Mısır’ın İslamî değerlere dayandığını iddia etmesine rağmen: halkın iradesine saygı yok, dini kurumlar siyasi araç haline gelmiş, Filistin gibi meselelerde çıkarlar öne çıkmış,
temel insan hakları sistematik şekilde ihlal ediliyor.
Bu da onu, İslam dünyasında söylemiyle eylemi en fazla çelişen ülkelerden biri hâline getiriyor.
BAE: Batının Kolonisi
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), ekonomik modernleşme ve Batı’yla entegrasyon açısından oldukça ilerici görünse de, bu süreçte İslami değerlerle çelişen politikalar izledi. Hükümeti eleştirenler tutuklanıyor; İslami muhalif gruplar (örneğin Müslüman Kardeşler) tamamen yasaklı. İslam adaleti öne çıkarırken, otoriter uygulamalarla halkın sesinin bastırılması çelişkili bir tutumdur. İslami gelenek ile modernleşme arasında sıkışan bir hukuk sistemi oluştu. BAE, ABD ve Fransa gibi ülkelerin üslerine ev sahipliği yapıyor. Yemen Savaşı’na doğrudan müdahil oldu. Ancak kâfir devletlerle yapılan askeri iş birlikleri, İslam kardeşliğine aykırıdır. Güney Asyalı göçmen işçiler kötü koşullarda çalıştırılmakta, sosyal hakları kısıtlıdır. Çalışanların emeğini sömürmek, lüks için harcama yaparken işçiyi ezmekle sonuçlanıyor. BAE’nin İslamî değerlere bağlı bir ülke gibi görünmesine rağmen, uygulamada ekonomik, politik ve kültürel çıkarlar İslami ilkelerin önüne geçebiliyor. Bu da içeride ve dışarıda ciddi çelişkiler oluşturuyor.
Körfez Araplarındaki bu tür çelişkiler hem iç kamuoyunda hem de uluslararası alanda güven kaybına yol açıyor. Sorun sadece dış politikada değil, içerde de İslamî değerlerin araçsallaştırılması, demokrasi eksikliği ve şeffaf olmayan yönetimlerle derinleşiyor.
Yeniden Osmanlı, belki…
Arap devletleri, son Arap imparatorluğu olan Abbasilerden sonra bir türlü devlet olabilme kudretine kavuşamadı. Selçuklu, fatım, Memlük, Osmanlı devirlerinde ise daima ikincil rolde kaldılar. Osmanlı yıkıldıktan sonra ise batının sömürgesi muamelesi görüp, farklı devletlere bölünerek dünya düzenine entegre edildiler. Bu nedenle bağımsız bir irade, birlik duygusu ve modernleşme konusunda kendi kaderlerini belirleme iradesinden yoksunlar. Bunu telafi edebilecek tek irade olan İslami hareketleri ise batının ve İsrail’in isteğiyle bastırıp birer diktatörlük veya köhnemiş krallık rejimleri altında petrolü batıya peşkeş çeken misyonlarıyla yaşıyorlar. Biraz devletimsi ihtimali olan Mısır ise bu şansını Mursi iktidarını devirerek kaybetti. Suriye ve Irak ise ABD ve İran işgallerindenden sonra daha uzun süre toparlanmakla meşgul olacak.
Arap ülkelerinin kendi başına yeniden bir irade olabilme ihtimali çok düşük. Sadece müslüman Roma misyonuna sahip Osmanlı benzeri bir bölgesel gücün iradesi sahneye çıkarsa, Arap halkları da hak ettikleri onurlu bir yaşama kavuşabilir.