Antisemitizm, Kampüs Sansürü ve İfade Özgürlüğü

Bu eleştiriyle karşı karşıya kalan İsrail ve Siyonizm savunucuları ise dünyayı “yeni bir antisemitizm” hayaletinin sardığını ileri sürmüş, ancak bu iddiayı destekleyebilmek için antisemitizmin anlamının, tarihsel olarak Yahudilere yöneltilmiş düşmanlık olarak kabul edilen tanımının ötesine genişletilmesi gerekmiştir.
Kasım 22, 2025
image_print

İsrail Devleti’nin Filistin topraklarını askeri olarak işgal etmesini ve Filistinlilere kendi kaderini tayin hakkı da dahil olmak üzere temel siyasi haklarını reddeden politikalarını protesto etmek antisemitik mi? Filistin’de dışlayıcı bir Yahudi etno-devletini meşrulaştıran Siyonizm ideolojisini eleştirmek Yahudilere karşı ayrımcılık mı? İfade özgürlüğünü ve toplanma hakkını savunanlar için bu soruların yanıtı kesin bir “hayır”dır. Ancak ne yazık ki, ülke genelindeki üniversite yöneticileri, konu İsrail ve Filistinlilere geldiğinde bu ilkelere bir istisna uyguladıklarını itiraf etmiş ve böylece üniversiteyi, kamuoyunu ilgilendiren meselelerin özgür ve açık biçimde tartışılabildiği bir alan olmaktan çıkarmışlardır.

Son 25 yıldır, İsrail’in destekçileri, İsrail ve Siyonizm’e yönelik eleştirileri Yahudi karşıtı bir tutum olarak yansıtma çabası içinde olmuştur. 2000’li yılların başlarında, Filistinliler İsrailli askeri işgalcilere karşı İkinci İntifada’yı başlatırken, Filistinlilerin bastırılmasında sergilenen İsrail vahşetine yönelik küresel bir eleştiri dalgası ortaya çıkmış ve bu eleştiri, İsrail ile Siyonizm’e karşı yöneltilen direniş söyleminin bir parçası hâline gelmiştir. Bu söylem, İsrail Devleti’ni ırkçı bir ideolojiyle ayakta tutulan sömürgeci bir girişim olarak tanımlamıştır. 2001 yılında Güney Afrika’nın Durban kentinde düzenlenen Irkçılıkla Mücadele Dünya Konferansı, bu eleştiride bir dönüm noktası olmuş ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ile Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) gibi grupların İsrail’e yönelttiği apartheid suçlamalarının öncüsü olmuştur.

Bu eleştiriyle karşı karşıya kalan İsrail ve Siyonizm savunucuları ise dünyayı “yeni bir antisemitizm” hayaletinin sardığını ileri sürmüş, ancak bu iddiayı destekleyebilmek için antisemitizmin anlamının, tarihsel olarak Yahudilere yöneltilmiş düşmanlık olarak kabul edilen tanımının ötesine genişletilmesi gerekmiştir.

Bu fikrin yaygınlaştırılmasında merkezi bir rol oynayan kişilerden biri, 2000’li yılların başında Eğitim Bakanlığı’nda görev yapan Kenneth Marcus’tu. Marcus, üniversite kampüslerinde düzenlenen İsrail karşıtı protestolardan büyük endişe duymuş ve 1964 tarihli Sivil Haklar Yasası’nın VI. Bölümü kapsamında Yahudi öğrencilere koruma sağlanması için milletvekillerine başarılı bir şekilde lobi yapmıştır.[1] Ancak “yeni antisemitizm” kampanyasının etkili olabilmesi için antisemitizmin anlamında kurumsal bir değişikliğe gidilmesi gerekiyordu; böylece İsrail ve Siyonizm’e yönelik protestolar, biçimsel olarak korunmuş ifade ve toplanma biçimleri olmaktan çıkıp, Yahudilerin sivil haklarına yönelik ırkçı ihlaller olarak değerlendirilebilecekti. Bu noktada devreye Uluslararası Holokost Anma İttifakı (IHRA) girdi.

Öncelikle Holokost eğitimi üzerine odaklanan IHRA, 2005 yılında antisemitizmi yeniden tanımlama görevini üstlendi ve 2016 yılına gelindiğinde, bu kadim kavramın “çalışma tanımı”nı kabul etti. Tanım, antisemitizmi Yahudilere yönelik nefret ve önyargı olarak vurgulasa da, IHRA, bu tanımın ne anlama geldiğini antisemitizme dair on bir örnekle açıklayarak tartışma yarattı. Bu örneklerin yedisi doğrudan Yahudilere değil, İsrail ve Siyonizm ile ilgili meselelere odaklanmakta olup, bu yönüyle Birinci Yasa Değişikliği kapsamında korunan ifadeleri gayrimeşru kılmayı ve hatta suç haline getirmeyi hedeflemektedir.[2]

 

Örneğin IHRA, “İsrail Devleti’nin varlığının ırkçı bir girişim olduğunu iddia etmek” ifadesini antisemitizm olarak listelemektedir. Bu yolla, tanım; yukarıda anılan Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün yanı sıra İsrail’in kendi insan hakları örgütü B’tselem tarafından yapılan, İsrail’in bir apartheid devleti olduğuna dair kapsamlı çalışmaları antisemitik olarak reddetme imkânını İsrail savunucularına tanımaktadır.

On bir örnekten iki tanesi daha özellikle dikkat çekicidir. Bunlardan biri, “günümüz İsrail politikasını Nazilerle karşılaştıran” ifadeleri hedef alır. İkincisi ise, İsrail’i ya da İsraillileri, Yahudilerin Yahudi olmayanları —çoğunlukla çocukları— öldürüp kanlarını Yahudi ritüellerinde kullandığına dair kadim efsaneye atıfta bulunan “kan iftirası”yla ilişkilendiren sembol ve imgelerin kullanımını kınar. İsrail savunucuları, IHRA tanımındaki bu iki örneği, ülke çapındaki Encampment protestocularını antisemitik bağnazlar olarak göstermek amacıyla silah olarak kullanmışlardır.

Ülke genelinde Encampment protestocuları iki çok görünür talep dile getirdiler: İsrail’in soykırımına son verilmesi ve İsrail’in şu ana kadar Gazze’de öldürdüğü 20.000 çocuğun katledilmesine son verilmesi. Ancak İsrail’in destekçileri, Gazze’de İsrail’in soykırımına son verilmesi çağrısının, her iki tarafın da insanlığın en iğrenç suçunu işleyen failer olduğunu ima ederek İsrail’i Nazilerle eşitlediğini ısrarla savundular. Benzer şekilde, Gazze’deki çocukların öldürülmesine son verilmesini talep eden ve İsrail’in Gazze’deki saldırılarında öldürülen Filistinli çocukların görüntülerini kullanan Encampment protestocularının, İsrail’i Orta Çağ’a özgü antisemitik bir “kan iftirası” ile lekeledikleri iddia edildi.

Encampment protestocularına yönelik bu suçlamaları istismar eden kişi, bizzat Benjamin Netanyahu oldu. 24 Nisan 2024 tarihinde yaptığı kışkırtıcı bir konuşmada[3] “Antisemitik çeteler, önde gelen ABD üniversitelerini ele geçirdi,” diyerek hiçbir kanıt sunmadan bu çetelerin “Yahudi öğrencilere ve Yahudi öğretim üyelerine saldırdığını” ileri sürdü. Daha da önemlisi, Netanyahu, kendi ifadesine göre protestoculara karşı sert önlemler almayan bazı üniversite rektörlerini “utanç verici” olarak nitelendirdi ve onları, 1930’larda Alman üniversitelerinde faaliyet gösteren Nazilerle karşılaştırdı. Ne yazık ki, Encampment protestocularını cezalandırmaları için ABD’deki kampüs liderlerine yöneltilen bu açık tehdidin ardından, üniversite rektörleri İsrail Başbakanı karşısında geri adım attı ve ülke genelindeki Encampment’lara —benim de görev yaptığım California Üniversitesi, San Diego kampüsü dâhil olmak üzere— şiddetli ve acımasız baskılar başlattılar.

İfade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü, ABD’nin hukuki ve ahlaki söz dağarcığında en kutsal haklardan ikisidir ve ABD üniversitelerinde temel değerler hâline gelmiştir. Dolayısıyla üniversite yöneticilerinin, İsrail, soykırım ve antisemitizm gibi kamuoyunu ilgilendiren konular hakkında açık tartışma ve müzakereye dayalı canlı bir kampüs ortamı teşvik etmek amacıyla bu hakları güçlendirmeleri mantıklı olurdu. Bunun yerine, Columbia’dan UCLA’ye kadar üniversite yöneticileri, İsrail’i ve onun ideolojisini savunan grupların, antisemitizm kavramını ve Sivil Haklar Yasası kapsamındaki ayrımcılık kavramlarını, ifade ve toplanma haklarına saldırmak üzere silah hâline getirmelerine izin verdiler. Üniversitelerde ifade ve protesto haklarına yönelik bu tür saldırıların sonucu, kampüslerde gözetim, sansür ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. İlginçtir ki, IHRA’nın antisemitizm tanımının hazırlayıcılarından biri olan Kenneth Stern, bu tanımın üniversite kampüslerinde ifadeyi sansürlemek için kullanılmasını “bir trajedi” olarak nitelendirerek kınamıştır.[4]

Ne yazık ki, Encampment’lara yönelik baskı ile bunun ardından gelen gözetim ve sansür, İsrail ve Filistinlilerle ilgili adaletsizlikleri eleştirmekten ve protesto etmekten öğrencileri ve öğretim üyelerini alıkoymayı hedefleyen daha geniş ve daha baskıcı bir kampanyanın yalnızca bir parçasıdır.

Geçen ay, Trump yönetimi, California Üniversitesi kampüslerinin, “Yüksek Öğretimde Mükemmellik Anlaşması” başlıklı kötü niyetli bir belgede yer alan kapsamlı bir reforma onay vermesini talep etti. Bu Anlaşma, federal yetkililerin hem IHRA’nın antisemitizm tanımını bir silaha dönüştürdüğünü hem de Sivil Haklar Yasası’nın VI. Bölümü kapsamındaki ayrımcılık kavramını altüst ettiğini göstermektedir. Ne var ki, kampüs yöneticileri, Encampment protestolarını bastırmak adına IHRA’nın antisemitizm tanımını zımnen kabul ederek, federal hükümetin UC’nin akademik işlerine müdahale etmesine olanak tanıyan rahatsız edici bir rol oynamışlardır. California Üniversitesi Başkanı James Milliken’e gönderilen bir mektupta, on UC kampüsünün tümünün Fakülte Akademik Senatosunu temsil eden UC Akademik Konseyi, Başkanlık Ofisi’nden ve UC Mütevelli Heyeti’nden, Anlaşma’daki “kurumsal özerkliği ve akademik özgürlüğü tehlikeye atan” talepleri reddetmelerini rica etti. Benzer şekilde Amerikan Üniversite Profesörleri Derneği (AAUP) de şu ifadeleri kullandı: “Bu Anlaşma, akademik özgürlük ve ifade özgürlüğünün temel ilkelerini ihlal etmektedir.”[5] UC Mütevelli Heyeti’nin, bu “Anlaşma”yı kabul edip etmeyeceğine dair kararını 18–20 Kasım tarihlerinde yapılacak toplantıda alması beklenmektedir.

Ne yazık ki, ifade ve toplanma özgürlüğü haklarımıza yönelik bu saldırılar üniversite kampüsleriyle sınırlı değil. İsrail’in savunucuları, görünüşte “okullarda antisemitizmle mücadele” etmeyi amaçlayan, ancak üniversite kampüslerinde gündeme gelen antisemitizm suçlamalarından ilham alan AB 715 numaralı yasa tasarısının Kaliforniya’da kabul edilmesi için başarılı bir kampanya yürüttüler. AB 715, Kaliforniya okullarında eğitimcilerin İsrail ve Filistin konusunu işleyiş biçimini sınırlandırmayı hedeflemekteydi. Bu tasarı, Kaliforniya genelinde öğretmen sendikaları, sivil haklar grupları ve eğitim savunucularının ezici çoğunluğu tarafından güçlü biçimde reddedildi. Bu muhalefet, eyalet genelinde ve ülke çapında ifade özgürlüğü savunucularının öfkesiyle birleşerek, Arap-Amerikan Ayrımcılıkla Mücadele Komitesi’ni (ADC), yasa tasarısının Anayasa’nın Birinci Ek Maddesi ile güvence altına alınan temel hakları ihlal ettiği gerekçesiyle federal bir sivil haklar davası açmaya sevk etti.

Yasa tasarısı iki partinin desteğiyle kabul edilmiş ve Vali tarafından imzalanmış olsa da, ADC’nin başlattığı yasal sürecin beklenmedik bir avantajı olabilir.

25 Ekim’de, Boston’daki ABD Temyiz Mahkemesi, MIT’ye karşı İsrail yanlısı bir grup tarafından açılan ve üniversitenin kampüste Filistin yanlısı protestoları yasaklamayarak Yahudi öğrencilere karşı ayrımcılık yaptığı iddiasına dayanan davayı reddetti. Davaya bakan Temyiz Kurulu iki önemli sonuca vardı: 1) Filistin yanlısı gruplar Anayasa’nın Birinci Ek Maddesi kapsamında güvence altına alınmış bir hakkı kullanıyorlardı; 2) kampüste toplanmak ve kamp kurarak protesto gerçekleştirmek antisemitik bir eylem değil, anayasal koruma altındaki ifade özgürlüğü kapsamındaydı. Michigan Üniversitesi tarih profesörü Juan Cole, bu kararı “Anayasa’nın Birinci Ek Maddesi tarihindeki en önemli kararlardan biri” olarak nitelendirdi.[6]

Üniversite yöneticilerinin ve yasa yapıcıların bu kararı nasıl yorumlayacakları hâlâ belirsizliğini koruyor; ancak son iki yıldır sesleri susturulan öğrenciler, öğretim üyeleri ve insan hakları savunucuları bu davadan bir nebze olsun teselli bulabilir. Üniversite kampüslerinde ve ötesinde soykırım gibi meselelerde özgür ve açık ifade hakkı, her zamankinden daha hayati bir önem taşımaktadır.

Notlar.

[1] https://www.nytimes.com/2024/03/24/us/politics/kenneth-marcus-college-antisemitism-complaints.html

 

[2] https://holocaustremembrance.com/resources/working-definition-antisemitism

 

[3] https://www.nbcnews.com/video/netanyahu-denounces-u-s-college-campus-protests-as-antisemitic-209638981991

 

[4] https://www.chronicle.com/article/colleges-use-his-antisemitism-definition-to-censor-he-calls-it-a-travesty

 

[5] https://senate.universityofcalifornia.edu/_files/reports/council-chair-to-president-council-statement-ucla-demand-letter.pdf                         https://www.aaup.org/sites/default/files/2025-10/Letter-AAUP-to-OGC-Compacts.pdf

 

[6] https://www.juancole.com/2025/10/227621.html

 

* Gary Fields, California Üniversitesi San Diego Kampüsü (UCSD) İletişim Bölümü’nde profesördür ve Enclosure: Palestinian Landscapes in a Historical Mirror (Çit: Tarihsel Aynada Filistin Manzaraları) adlı kitabın yazarıdır. San Diego’da yaşamaktadır.

 

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/11/17/antisemitism-campus-censorship-and-freedom-of-expression/

SOSYAL MEDYA