Antik Girişimcilikten Çıkarılacak Dersler

Antik çağ tarihi, ekonomik veya teknolojik potansiyelin kendiliğinden gerçekleşerek dönüşümü otomatik olarak yukarı doğru taşıdığı fikrinin her zaman geçerli olmadığını gösteriyor. Girişimciler çağlar boyunca artı değer elde ettiler, ancak bu çoğu zaman toplumun genelini zarara uğratan yollarla gerçekleşti.
Temmuz 16, 2025
image_print

Giriş

Geçmiş olaylar, her bir olay için geçmişi gerçekten derinlemesine araştırırsak, geleceğe özel bir dikkat göstermemizi sağlar.

—Polybios (XII 25e, 6)

 

Mezopotamya’nın temel ham maddelerden yoksunluğu, Akadlı Sargon gibi askeri yöneticilerin uzak mesafeli ticareti genişlettiklerini övünerek söylemelerine neden oldu. Buna karşılık, klasik antik çağın aristokrasileri (elbette yabancı ganimet ve haraçla desteklenmiş olarak) yerel kendine yeterliliği hedefledi. Bu, Batı Roma İmparatorluğu’nun içine düştüğü durumdu; ekonomik hayat toprak sahiplerine doğru çekilirken, Mısır’da ve İstanbul’dan yönetilen Roma İmparatorluğu’nun doğu yarısında refah daha uzun sürdü.

Mezopotamya Modern İş Dünyasının Gerçek Anasıydı

Yakın Doğuluların temel iş uygulamalarının repertuarını ilk geliştirenler olması, Batı’ya özgü olanın ne olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Klasik Yunan ve Roma uzun süredir, durağan olduğu iddia edilen Yakın Doğu ekonomilerine karşılık yeni bir başlangıç olarak gösterilmiştir. Oysa Yakın Doğu, antik çağın (M.Ö. 3000-M.S. 500) başından sonuna kadar daha yüksek refahın yanı sıra daha iyi ekonomik denge ve istikrar yaşamıştır. Uzun süredir bireyselcilik ruhu olarak görülen şeyin, MÖ 1200 civarında Doğu Akdeniz’i kasıp kavuran yıkımın ardından ortaya çıkan çözülmenin bir ürünü olduğu ortaya çıkıyor. Sonraki beş yüzyıl, kâr peşinde koşmayı yıkıcı ve sömürücü bir çizgiden ziyade üretken bir yöne kanalize edecek bir etik geliştiremeyen, herkesin kendi çıkarını gözettiği bir kaos dönemi getirdi.

MÖ 8. yüzyılda Suriyeli ve Fenikeli tüccarlar Akdeniz ticaretini organize ettiklerinde, standart ağırlık ve ölçüler, para, finansal bir kelime dağarcığı ve faizli borç sistemini Yunan ve İtalyan topluluklara getirdiler. Yunan ve İtalyan toplulukların yerel şefleri bu uygulamaları, Yakın Doğu’da bulunan ve ekonomileri, alacaklılar ve borçlular arasında kutuplaşmaktan koruyan dengeleyici sistemlerden yoksun, daha küçük ve yerel bağlamlarda uyguladılar. MÖ 7. ve 6. yüzyıl despotları döneminde çok sayıda tek seferlik borç iptali yapıldı ve Solon’un MÖ 594’teki seisachtheiası (borçlar ve kölelik kanunu) çıktı; ancak Yunanistan ve Roma, alacaklıların topraklara haciz koymasını ve vatandaşların büyük bir kısmını borç köleliğine düşürmesini önlemek için borçları iptal etme geleneğini hiçbir zaman geliştirmedi. Tam aksine; Yunanistan ve Roma’da başarı; alacaklıların toprak mülkiyeti aracılığıyla kiracılar ve müşteriler üzerinde nüfuz kazanarak sosyal statüye ulaşabilme gücüyle ölçülüyordu. Servet ve mülkiyet, sahibinin harcadığı emekle meşrulaştırılmaya çalışılmadı. Toprak ya mirasla ya da borçlarını ödeyemeyenlerden haciz yoluyla, ya da kamu arazisinin askeri fetihle veya içeriden bilgilerin ele geçirilmesiyle elde edildi. Esaret daha da sert ve kaçınılmaz hale geldi; MS 4. yüzyıla gelindiğinde Roma nüfusunun dörtte birinden fazlası, büyük köle çiftliklerinde köleleştirilmişti.

Ekonomik Kötü Yönetim, Sömürü ve İmparatorluğun Çöküşü

Roma’nın ekonomik tarihi, Arnold Toynbee’nin Türkçeye Tarih Bilinci adıyla çevrilen A Study of History adlı eserinde, imparatorlukların çöküşünün nedeninin değişmez bir şekilde “yıkıcı (intihar etmeye eğilimli) devlet yönetimi” olduğu sonucuna varmasını sağlayan en iyi örnektir. Roma’nın ekonomik tarihi aynı zamanda; özellikle haraç almayı hedefleyen dış ilişkiler ve yerel halkları borçlandırmasıyla ekonomist William Baumol’un üretken ve üretken olmayan girişimler arasındaki karşıtlığını da örneklendirmektedir. Roma’nın imparatorluk yöneticilerinin kısa vadeli görev süreleri, eyaletlerden sömürülen kaynakların yeniden yerine konmasına imkân vermedi. Ve Roma, iç pazar talebini içeride teşvik etmek yerine, borç ödemelerinin ve vergilerin, satın alma gücünü tüketmesine ve ticari girişimleri kurutmasına izin verdi ve feodalizmle doruğa ulaşan mali krizle başa çıkmak için anlamsız bir girişimde bulunarak paranın değerini düşürdü.

Bu yönleriyle, klasik antik çağ sömürü açısından başarısız bir model olarak değerlendirilmelidir. Hiç kimse, iç pazarı geliştirerek genel yaşam standartlarını, emek verimliliğini veya teknolojiyi geliştirmeye yönelik bir program dile getirmedi. Zenginlerin hayırseverliği, umut edilebilecek en iyi şey gibi görünüyordu. Mülkiyeti, edinmek için sarf edilen emek ile orantılı olarak ahlaki açıdan meşrulaştırmak, John Locke ve diğer Aydınlanma dönemi politik iktisatçılarına kaldı (Locke’un da kabul ettiği gibi, bu fikir yalnızca küçük ölçekte kendi kendine yeten işletmeler için geçerliydi). Ancak bu emek temelli mülkiyet değerinin uygulanabilmesi için girişimcilik açısından siyasi ve mali koşulların dönüştürülmesi gerekiyordu.

Karanlık Çağdan Sonra

Roma’nın Karanlık Çağ’a gömülmesinden sonra yeni bir dünya doğdu. Köle emeğinden, serflik üzerinden özgür emeğe geçiş, girişimciliğin toplumsal karakterini dönüştürdü. Arap ve Mağrip ticaretinin güney Avrupa üzerinden İspanya’ya ulaşmasıyla ticaret yeniden canlanmaya başladı. 1225 yılında Haçlıların Konstantinopolis’i yağmalaması, Venedikliler tarafından ganimetin dörtte biri karşılığında finanse edilmişti ve Batı Avrupa’ya büyük miktarda parasal külçe akışı sağlanmıştı. Bu, kredi genişlemesinin temelini oluşturmak için yeterli bir miktardı. Skolâstikler, bankacıların dış ödemeler üzerinden faizi kambiyo primi (agio) şeklinde tahsil edebilmeleri için Hıristiyanların tefecilik yasağında boşluklar bıraktılar; bu, esas olarak kraliyet savaş borçlarının yanı sıra ticaretin finansmanı içindi.

Asıl olarak geç orta çağda, daha da belirgin biçimde Rönesans ve Aydınlanma döneminde, ekonomik kazanç arayışı üretimin genişletilmesi biçimini aldı. Ticaret, para üretiminde kullanılan metallerin elde edilme aracı oldu; kredi ise ulusal hazineler ve merkez bankaları nezdinde paraya dönüştü. İflas yasaları en azından yakın zamana kadar daha insani ve borçlu yanlısı hale geldi.

Rantiye Ahlakının Ölü Eli

Antik çağ tarihi, ekonomik veya teknolojik potansiyelin kendiliğinden gerçekleşerek dönüşümü otomatik olarak yukarı doğru taşıdığı fikrinin her zaman geçerli olmadığını gösteriyor. Girişimciler çağlar boyunca artı değer elde ettiler, ancak bu çoğu zaman toplumun genelini zarara uğratan yollarla gerçekleşti. Sermayeyi sömüren yağmacı krediler ve kısa vadede varlık sömürüsüyle geçinen ekonomiler, uzun vadeli yatırımlar için evrensel caydırıcılardır. Roma sonrası feodal dönemde doruğa ulaşan rantçı ahlakın birçok izi hâlâ bizimle birlikte ve ölü bir el gibi günümüzü baskılıyor (kelimenin tam anlamıyla mort-gage: ipotek). Tıpkı ticari kazançların ve faiz gelirlerinin toprağa yatırıldığı klasik antik çağda olduğu gibi, bugün de birçok işletme için (finansal spekülasyon ve şirket devralmalarının yanı sıra) arazi, yeni sermaye oluşumundan daha çekici bulunmaktadır.

Modern gözlemciler Roma’nın hukuki yapısını; kalıcı, sınırlı sorumluluğa sahip anonim şirketler yerine ticari ortaklıklarla sürdürdüğü için eleştirmiştir. Ticaret kârları, ortaklardan biri öldüğünde veya yenisi katıldığında, çoğu zaman da her yolculuğun sonunda ödenmek zorundaydı. Ancak günümüzün borsa spekülatörleri, tarihçilerin Roma’nın ekonomik kalkınmasını engellediği gerekçesiyle eleştirdiği kısa vadeli bakış açısına geri dönüyor gibi görünüyor.

Başarılı Girişimciliğin Geleceği

Refaha en etkili şekilde katkıda bulunan ekonomik ortam, girişimcileri rant arayışı, yeniden dağıtım amaçlı mülk gaspı, borç haczi ve içeriden bilgi ticareti yoluyla değil, yeni üretim araçlarına yatırım yaparak kazanç sağlamaya teşvik eden ortamdır. Başarılı girişimcilik, borçların ve mülkiyet taleplerinin çoğalmasıyla değil, üretime katkı sağlayarak veya maliyetleri azaltan yenilikler yoluyla verimliliği artırarak ekonomilerin büyümesine yardımcı olur.

Bu anlatıdan çıkarılacak ahlaki ders şudur: rekabet her zaman güçlü olanlara yaramaz veya ekonomik zafer her zaman en üretken olanlara yar olmaz. Kredi ve mülkiyet kurumlarından çok teknolojiye odaklanan tarihçilerin ima ettiği gibi, medeniyetin ekonomik seyri her zaman yukarı doğru olmamıştır. Girişimciliğin antik çağlardaki olumlu ve olumsuz tarihine baktığımızda öğreneceğimiz en önemli ders budur.

*Bu makale ilk olarak David S. Landes, Joel Mokyr ve William J. Baumol’un derlediği The Invention of Enterprise: Entrepreneurship from Ancient Mesopotamia to Modern Times (Princeton: Princeton University Press, 2010):8-39 adlı eserde yayımlanmıştır.

Michael Hudson kariyerini borç kavramının incelenmesine adamıştır.

 

Kaynak: https://observatory.wiki/The_Lessons_of_Ancient_Entrepreneurship

Tercüme: Ali Karakuş

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA