Amerikan Aile Değerlerindeki Değişim Yabancılaşmayı Tetikliyor

Modern aile yaşamının iyi ve kötü yanları vardır; ilişkiler çoğu zaman görev veya itaatten ziyade sevgi bağlarına dayanmaktadır. Bu zamanlarda, yakın olmayı seçtiğimiz insanlar yalnızca bir tercihi değil, aynı zamanda kimliğimizin derin bir ifadesini de temsil ediyor. En derin değerlerimizi yansıtan kişilerle kendimizi çevrelemekte özgürüz; buna ebeveynler de dâhil. Sevdiklerimizi; ihtiyaçlarımıza, duygularımıza ve özlemlerimize karşı daha duyarlı olmaya çağıracak kadar güçlü hissediyoruz. Bu özgürlük, bizi incitici veya istismarcı aile üyelerine karşı özgür ve korunaklı kılıyor.
Eylül 24, 2025
image_print

Hem ebeveynler hem de yetişkin çocuklar, son yarım yüzyılda aile yaşamının kurallarının ne kadar derinden değiştiğini çoğu zaman fark edemiyorlar.

Bazen yaptığım iş terapi olmaktan çok bir tür ruhani hizmet gibi geliyor. Aile içi yabancılaşma konusunda uzmanlaşmış bir psikolog olarak günlerim, derin bir keder ve belirsizlik duygusuyla mücadele eden ebeveynlerle geçiyor. “Pandemi sırasında hastalanırsam, oğlum dört yıldır süren sessizliğini bozup benimle iletişime geçecek mi? Yoksa yalnız mı öleceğim?” “Kızımı bir daha hiç göremezsem, bu tür bir acıyla nasıl yaşayacağım?” “Torunlarımla çok yakındık ve bu yabancılaşmanın onlarla hiçbir ilgisi yok. Benim onları terk ettiğimi mi düşünüyorlar?”

When Parents Hurt adlı kitabımı yazdığımdan bu yana, iş pratiğim yetişkin çocuklarıyla aralarındaki mesafeyi onarmak ve onları kaybetmenin acısıyla baş etmeyi öğrenmek isteyen anne ve babalarla doldu. Aynı zamanda ebeveynlerinden uzaklaşmış yetişkin çocukları da tedavi ediyorum. Bu yetişkin çocukların bazıları, ebeveynlerinin açıkça ağzı bozuk ya da reddedici davranışlarından dolayı hiçbir temas istemiyor. Dahası, bazı ebeveynler verdikleri zararı telafi edemiyor ya da verdikleri zararı anlayamıyor ve çocuklarına zarar vermeye devam ediyorlar. Ancak son araştırmalarım ve son kırk yıldır yaptığım klinik çalışmalar bana şunu gösterdi ki, bilinçli bir ebeveyn olsanız bile çocuğunuz büyüdüğünde sizinle hiçbir şey yapmak istemeyebilir.

Ancak, yabancılaşma noktasına nasıl varırlarsa varsınlar, ebeveynler ve yetişkin çocuklar geçmişe ve bugüne çok farklı gözlerle bakıyor gibi görünüyorlar. Yabancılaşmış ebeveynler bana sıklıkla yetişkin çocuklarının çocukluklarının tarihini yeniden yazdığını, onları yapmadıkları şeylerle suçladığını ve/veya ebeveynin sevgisini ve bağlılığını gösterme biçimlerini kabul etmediğini söylüyorlar. Yetişkin çocuklar sıklıkla ebeveynlerinin kendilerine verdikleri zararı kabul etmeyerek veya hâlâ vermeye devam ederek, sınırlarına saygı göstermeyerek ve/veya yetişkin çocuğun sağlıklı bir ilişki için gereksinimlerini kabul etmeyerek onları kandırmaya çalıştığını söylüyorlar.

Her iki taraf da çoğu zaman aile yaşamının kurallarının son yarım yüzyılda ne kadar köklü şekilde değiştiğini fark edemiyor. Çağdaş Aileler Konseyi’nin eğitim ve araştırma direktörü tarihçi Stephanie Coontz bana gönderdiği bir e-postada, “Daha önce aile ilişkileri, kişisel gelişim arayışı, mutluluk arayışı ve psikolojik engellerle yüzleşme ve bunların üstesinden gelme ihtiyacıyla bu kadar iç içe görülmemişti” diye yazmıştı. Devamla; “Tarihin büyük bölümünde aile ilişkileri karşılıklı anlayışa değil, karşılıklı yükümlülüklere dayanıyordu. Ebeveynler ya da çocuklar, diğerini görevlerini yerine getirmemekle suçlayabilirdi ama bir akrabanın birinin ‘kimliğini’ kabul edip onurlandırmamakla suçlanabileceği fikri anlaşılmaz olurdu” diye de eklemişti.

Huck’s Raft: A History of American Childhood adlı kitabın yazarı Steven Mintz de bana gönderdiği bir e-postada benzer değerlendirmeler yapmıştı: “Geçmişte aileler somut kaynaklar için-toprak, miras, aile mülkü-kavga ederlerdi. Hâlâ da ediyorlar, ancak tüm bunlar, zamanımıza özgü görünen bir zihniyetle daha da kötüleşip yoğunlaşıyor. Çatışmalarımız genellikle maddi olmaktan çok psikolojiktir ve bu nedenle çözülmesi daha da zordur.”

Johns Hopkins Üniversitesi sosyologu Andrew Cherlin, The Marriage-Go-Round adlı kitabında, 19. yüzyılın sonlarından itibaren sınıf, din ve topluluk gibi geleneksel kimlik kaynaklarının yerini yavaş yavaş kişisel gelişim ve mutluluğa vurgu yapan bir anlayışa bırakmaya başladığını ifade ediyor. Cherlin’e göre 20. yüzyılın ikinci yarısında Amerikan aileleri, “önceki Amerikan nesillerinin hiç görmediği türden” değişimlerden geçti.

Kimin hayatınızda kalacağına ya da çıkacağına karar vermek, o mutluluğa ulaşmak için önemli bir strateji haline geldi. Aile içi çatışma veya bundan kendini soyutlama isteği modernliğe has bir şey olmasa da bir aile üyesinin yabancılaşmasını, bugün yaygın olarak yapıldığı gibi kişisel gelişimin bir ifadesi olarak kavramsallaştırması neredeyse bütünüyle yeni bir şey.

Tabii ki herkes aile anlayışını bu bireyselleşmiş ilkeler üzerine kurmuyor. Mintz, “Özellikle ilk nesildeki göçmen ailelerin çoğu, hâlâ karşılıklı bağımlılığa ve evlatlık görevine değer veriyor” diyor. “Ancak son yıllarda Amerikan ailelerinin çoğunluğu [geniş] akrabalık bağlarının zayıflamasını ve yüksek oranda hareketlilik ile dağılmayı deneyimledi. Bu faktörlerin aile içi yabancılaşma olasılığını geçmişe göre daha fazla artırdığını iddia ediyorum” diye de ekliyor.

Yabancılaşma, ABD’deki ailelerin küçük ama önemli bir bölümünü etkiliyor gibi görünüyor ve bu durum, günümüzde rekor düzeyde ebeveyn yatırımının yaşandığı bir ortamda yaşanıyor. Son 50 yılda, her sınıftan insan iyi ebeveyn olabilmek için hiç olmadığı kadar çok çalıştı. Çocuklarını başarılı bir yetişkinliğe ulaştırabilmek umuduyla;  hobilerinden, uykularından ve arkadaşlarıyla vakit geçirmekten vazgeçtiler.

Bunun olumlu tarafı, zaman ve sevgiye ayrılan bu artan yatırım, ebeveynlerin ve yetişkin çocukların önceki nesillere kıyasla daha tutarlı ve olumlu bir iletişim içinde olması anlamına geliyor. Boşanma ihtimali nedeniyle, son yarım yüzyılda birçok ebeveyn çocuklarıyla olan ilişkinin gelecekte güvenebilecekleri tek bağ olabileceğini düşündü. Ancak evlilikten alınacak tatmine dair gerçekçi olmayan beklentilerin bazen boşanma riskini artırması gibi, ailelerin mutluluk ve anlam sağlayıcıları olarak görülmesine dair gerçekçi olmayan beklentiler de yabancılaşma riskini artırabilir.

Son on yılda ebeveyn-çocuk yabancılaşmasına ilişkin araştırmalar belki de etkilenen ailelerin sayısındaki artışı yansıtacak şekilde hızla arttı. 2015’te yapılan ve 800’den fazla kişiyi kapsayan bir ankete göre, ebeveyn ile yetişkin çocuk arasındaki yabancılaşmaların çoğu çocuklar tarafından başlatılıyor. 65 ila 75 yaş arasında, en az iki yaşayan yetişkin çocuğu olan annelerle yapılan bir ankette ise yaklaşık yüzde 11’inin bir çocuğuyla yabancılaştığı ortaya çıktı. Bu grubun yüzde 62’si, en az bir çocukla ayda birden az temas kurduklarını, geri kalan yüzde 38’i ise son bir yılda hiç temas kurmadıklarını bildirdi.

Bu ve benzeri diğer çalışmalarda, yabancılaşmış yetişkin çocukların belirttiği yaygın nedenler arasında çocuklukta ebeveyn tarafından duygusal, fiziksel veya cinsel istismara uğramak, saygısızlık veya incitme gibi “toksik” davranışlar, desteklenmeme hissi ve değerlerde yaşanan çatışmalar yer almaktadır. Ebeveynler ise, yabancılaşmanın sebebini; boşanmalarına, çocuklarının eşlerine veya çocuklarının “hakkı” olarak düşündükleri şeylere bağlamaya daha yatkınlar.

Yabancılaşma birçok nedenden kaynaklanabilse de boşanmanın hem anneler hem de babalar, özellikle de babalar için riski artırdığı görülüyor. Babalar, eğer çocuklarının anneleriyle hiç evlenmemişlerse ve daha sonra başka evlilikler yapmışlarsa, çocuklarına yabancılaşma riskiyle daha fazla karşı karşıya kalıyorlar ve çocuklarıyla daha mesafeli ilişkiler kurabiliyorlar. Yakında çıkacak olan Rules of Estrangement adlı kitabımda özetlenen 1.600’den fazla yabancılaşmış ebeveyne yönelik yaptığım ankette, katılımcıların yüzde 70’inden fazlasının yabancılaşmış çocuğunun biyolojik ebeveyninden boşanmış olduğu ortaya çıktı.

Peki, boşanma neden riski artırıyor? Klinik çalışmalarımda boşanmanın ailede uzun süredir var olan sadakat, minnettarlık ve yükümlülük bağlarında nasıl radikal bir yeniden yapılanmaya yol açabildiğini gördüm. Bir ebeveyni, çocuğu diğerine karşı zehirlemeye teşvik edebiliyor. Çocukların, boşanma öncesi yaşamlarını yeniden değerlendirmelerine ve artık bir ebeveyni desteklerken diğerine karşı çıkmalarına neden olabiliyor. Üvey ebeveynler veya üvey kardeşler gibi yeni kişilerin aileye girmesi, çocukla duygusal veya maddi kaynaklar konusunda rekabet yaratabiliyor. Boşanma ve hiç evlenmemiş ebeveynlerin ayrılması, bir ailenin çekim gücünü değiştirebilir; böylece zamanla aile üyeleri birbirlerinden daha da uzaklaşabilir. Ve bir kez uzaklaştıklarında, geri dönme zorunluluğu hissetmeyebiliyorlar.

Ama bazı durumlarda, yabacılaşma sevgiden de doğabiliyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygınlaşan dikkatli, vicdanlı ve kaygılı ebeveynliğin olumsuz yanlarından biri de çocuklarımızın bazen bizden çok fazla şey almasıdır; sadece zamanımızı ve özverimizi değil, aynı zamanda endişemizi ve kaygımızı da. Bazen çocuklara doğru ilerlerken gösterdiğimiz istikrarlı akış, onları kendi bağlarından koparma tehlikesi yaratacak kadar güçlü bir dalga yaratır; ebeveynlerinin güvenli bir şekilde ulaşamayacağı bir yere ulaşana kadar ayaklarını yere sağlam basamazlar. Bazen kendilerini bulmak için ebeveynlerinden ayrılmaları gerekir.

Ve bazen çocuklar ebeveynlerinin mutluluğu konusunda çok fazla sorumluluk hissederler. Yabancılaşmış yetişkin çocukların, uzlaşma koşulu olarak ebeveynlerinden daha iyi sınırlar talep ettiğini sık sık duyuyorum. Andrew Solomon’un Far From the Tree adlı kitabında yazdığı gibi, “Birini sevmekle o kişi yüzünden yük hissetmek arasında bir çelişki yoktur. Aslında sevgi, yükü büyütme eğilimindedir.”

Pek çok anne ve baba, özellikle kendi çocukluklarıyla kıyaslandığında çocuklarına gıpta edilecek bir hayat sunan anne ve babaların, çocuklarının onlara yeterince zaman ayırmamaları veya kendilerine karşı duyarsız olmaları nedeniyle ihanete uğramış gibi hissettiklerini söylüyorlar. Virginia Üniversitesi sosyoloğu Joseph E. Davis’in bana söylediği gibi, ebeveynler, yıllarca ebeveynlik yapmanın ileride yakınlıkla karşılığını bulacağını düşündükleri “karşılıklı bir akrabalık bağı” bekliyorlar. Chicago Üniversitesi felsefe profesörü Agnes Callard, bir röportajda bana, bu karşılıklılık beklentisinin sıkıntılı olduğunu, çünkü “günümüzde ebeveynliğin sınırlarının belirsiz olduğunu” ifade etti. “Eğer barınma, yiyecek ve giyecek sağlamak yeterliyse, hayatımız nasıl giderse gitsin, çoğumuz ebeveynlerimize minnettar olmalıyız” diyerek ekledi. Ancak ebeveynlerin mutlu yetişkinler yetiştirmesi gerekiyorsa, adil olsun ya da olmasın, yetişkin çocuklar mutsuzluklarından ebeveynlerini sorumlu tutabilir.

Benim deneyimime göre, yetişkin çocukların bugünkü ebeveynlerini en çok şaşırtan şey, çocuklarının iletişimi sonlandırmaya karar verdiklerinde ellerinde neredeyse hiç güç olmamasıdır. Yetişkin çocuk açısından bakıldığında, uzaklaşmadan elde edilecek çok şey olabilir: incitici ya da baskıcı görülenlerden kurtuluş, ilişkide otorite kazanımı ve hayatında kimlerin kalacağı üzerinde kontrol hissi. Anne ya da baba açısından ise çocuk iletişimi kestiğinde elde edilecek pek bir şey yoktur. Bunun yerine derin bir kayıp, utanç ve pişmanlık duygusu yaşıyorlar.

Araştırmaların çoğu ebeveynler ve yetişkin çocuklara odaklansa da, diğer aile üyeleri arasındaki yabancılaşmalar da yaygın olabiliyor. Washington Üniversitesi iletişim profesörü Kristina Scharp, ebeveynler ile yetişkin çocuklar arasındaki yabancılaşmanın sıklıkla başka türden aile bölünmelerine de yol açtığını ortaya koydu. Kardeşler arası yabancılaşma üzerine yakında yayınlanacak bir çalışmada, Edge Hill Üniversitesi öğretim görevlisi Lucy Blake, yaşlanan ebeveynlere bakım verme konusundaki tartışmaların ve kardeş istismarının bu ayrışmaların yaygın nedenlerinden biri olduğunu ortaya çıkardı. Ayrıca, birbirlerinden uzaklaşan kardeşlerin, diğer kardeşlerine göre ebeveynleri tarafından daha kötü muamele gördüklerini bildirdiklerini tespit etti.

Gazeteci ve araştırmacı Becca Bland, ailesinden uzaklaştıktan sonra İngiltere’de ailelerinden yabancılaşan insanlara eğitim ve destek sağlayan hayır kurumu Stand Alone’u kurdu. (Ben de bu yıl Bland ile birlikte yabancılaşma üzerine bir eğitim programı başlatıyorum.) Bland, yabancılaşmayı düşünmeden önce çatışmaya yol açan şeyler hakkında ebeveyne daha fazla bilgi vermenin çok önemli olduğunu belirtiyor. Bland bana gönderdiği bir e-postada şöyle dedi: “Yabancılaşma çok gerekli olabilir, ancak ebeveynlerinize bakış açınızı ve onlardan değişmesini istediğiniz şeyleri duymaları için zaman ve fırsat vermeniz önemlidir.” Barışmaya açık olanlara ise, ebeveynlerinizle hassas ya da acı verici konuları konuşmak için bir aile terapisti veya arabulucu ile çalışmanızı öneririm.

Genellikle yetişkin çocuk uzaklaşmayı başlattığı için, çoğu zaman barışmaya ilk adımı atan ebeveynler olur. Yürüttüğüm çalışma ve anketlerde gözlemledim ki, arabuluculuk süreçlerinde ebeveynler, başarılı bir yeniden bağlanmayı genellikle; geçmiş hatalar için sorumluluk almak, yetişkin çocuğun bakış açısına ve duygularına empati göstermek, sorunlu davranışları değiştirme istekliliği sergilemek ve çocuklarının gizlilik, iletişim sıklığı ve torunlarla geçirilen zaman konularında daha iyi sınırlar talebini kabul etmek gibi kendi taraflarından gösterilen çaba ve telafi girişimlerine bağlarlar. Ayrıca “doğru” ve “yanlış” tartışmalarından kaçınmak da çok önemli; bunun yerine, çocuğun bakış açısında, ebeveynin görüşüyle çelişse bile, en azından bir miktar doğruluk payı olduğunu varsaymak gerekir.

Babalar genellikle bu koşulları kabul etmeye annelerden daha az istekli görünüyor. Annelerin çocuğun bakış açısını anlamak için empati kurma veya çaba gösterme isteği, kadınların aile ilişkilerini sürdürme konusunda erkeklerden daha yüksek bir sorumluluk standardına tabi tutulmalarından kaynaklanıyor olabilir. Babalar da yabancılaşmadan dolayı derinden yaralanıyorlar; ancak erkeklerin depresyonu öfke, sosyal geri çekilme ve bölümlere ayırma eğilimleriyle örtme biçimleri, onların aslında olduklarından daha az etkilenmiş görünebilmelerine yol açıyor. Ayrıca çocuğun isteklerini geri çevirmenin, erkeklik idealleriyle ve ilişkide otoriteyi koruma idealleriyle daha uyumlu olduğunu düşünebilirler.

Modern aile yaşamının iyi ve kötü yanları vardır; ilişkiler çoğu zaman görev veya itaatten ziyade sevgi bağlarına dayanmaktadır. Bu zamanlarda, yakın olmayı seçtiğimiz insanlar yalnızca bir tercihi değil, aynı zamanda kimliğimizin derin bir ifadesini de temsil ediyor. En derin değerlerimizi yansıtan kişilerle kendimizi çevrelemekte özgürüz; buna ebeveynler de dâhil. Sevdiklerimizi; ihtiyaçlarımıza, duygularımıza ve özlemlerimize karşı daha duyarlı olmaya çağıracak kadar güçlü hissediyoruz. Bu özgürlük, bizi incitici veya istismarcı aile üyelerine karşı özgür ve korunaklı kılıyor.

Yine de daha hafif senaryolarda, bireyin ihtiyaç ve haklarına yönelik Amerikan tutkusu, geride bıraktığımız insanlar için yarattığımız üzüntüyü gizliyor. Aile üyeleriyle bağları koparmayı, kaçınma ya da bencillik değil, cesaret olarak görebiliyoruz. Çatışmayı çözmek için gereken çabayı harcamaktansa, yalnız ilerlemenin daha iyi olduğuna kendimizi inandırabiliyoruz. Bazı sorunlar çözülemez olabilir, ama sonsuza dek kaybedilmesi gerekmeyen ilişkiler de vardır.

Bazen aile üyelerini, zaten yorucu olan hayatımızda bir yük daha olarak görmek cazip geliyor. Bize karşı gösterdikleri garip ilgiyi, mücadelelerinin kafa karıştırıcı doğasını ve taşıdıkları geçmişin bugüne tökezleyerek gelmesini görmek zor olabilir. Yaraladığımız insanlardan özür dilemek ve bizi yaralayanları affetmek de zor olabilir. Ama bazen faydalar maliyetlerden daha ağır basar. Tara Westover Educated  adlı anı kitabında şöyle yazıyor: “Tek bildiğim şu: Annem bana, olmayı dilediği anne olamadığını söylediğinde, ilk kez olmayı dilediği o anne oldu.”

Hepimiz kusurluyuz. Hayatımızda kimi tutacağımıza ve kimi istemediğimize karar verirken bunu aklımızın bir köşesinde tutmalıyız ve artık bizi istemeyenlere nasıl tepki vereceğimizi bilmeliyiz.

Joshua Coleman, psikolog, Çağdaş Aileler Konseyi’nde kıdemli bir araştırmacı ve Rules of Estrangement: Why Adult Children Cut Ties and How to Heal the Conflict.adlı kitabın yazarıdır.

Kaynak: https://www.theatlantic.com/family/archive/2021/01/why-parents-and-kids-get-estranged/617612/