ABD’nin Çin ile Mücadele Stratejisinde İran’ın Rolü

ABD-İran uzlaşısı, İran’ın Batı ile ilişkilerini dengeleyerek Çin’e bağımlılığını azaltabilir; ancak bu süreçte İran’ın Çin ile “dengeleyici bir ortak” olarak ilişkisini sürdürmesi muhtemeldir. Uzlaşmayla birlikte İran’ın uluslararası finans sistemine yeniden entegre olması, Çin şirketlerinin İran’da daha aktif yatırım ve ticaret yapmasına imkân tanıyacaktır. Ayrıca, Çin’in “Kuşak ve Yol Girişimi” bağlamında İran’daki altyapı ve lojistik projeleri önündeki engeller azalacaktır.
Mayıs 29, 2025
image_print

23 Mayıs Cuma günü Roma’da beşinci turu tamamlanan ABD-İran nükleer müzakereleri, doğrudan İran-Çin ilişkilerini gündeme getirmese de, bu görüşmelerin nihai seyri Pekin’i yakından ilgilendirmektedir. İran’ın nükleer programına ilişkin varılacak olası bir anlaşma ya da aksine yaşanabilecek diplomatik gerilimler, yalnızca bölgesel güvenlik dinamiklerini değil, aynı zamanda Çin’in enerji arz güvenliğini, ekonomik çıkarlarını ve Orta Doğu’daki stratejik nüfuzunu da önemli ölçüde etkileyecektir. Bu bağlamda İran, ABD-Çin rekabetinin hem doğrudan hem dolaylı hatlarını kesen stratejik bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Daha somut ifade etmek gerekirse; ABD’nin küresel düzeyde Çin’i çevreleme ve sınırlama stratejisi, yalnızca Pasifik hattındaki müttefikleriyle yürüttüğü askeri iş birlikleriyle değil, aynı zamanda Çin’in enerji kaynaklarına ve ticaret yollarına erişimini zorlaştıracak bölgesel baskı unsurlarıyla da şekillenmektedir. İran ise bu çerçevede, hem Çin’in Orta Doğu’daki başlıca enerji tedarikçilerinden biri olarak hem de Kuşak ve Yol Girişimi’nin kara bağlantıları açısından önemli bir kavşak noktası olarak ABD’nin dikkatini çekmektedir.

Ayrıca tersinden bir okuma yapılacak olursa; Çinli uzmanlar ve eski diplomatik yetkililer, Orta Doğu’daki uzun süreli krizlerin ve özellikle ABD-İran arasındaki gerilimlerin, Washington’un Hint-Pasifik bölgesine stratejik öncelik verme kapasitesini zayıflattığını ileri sürmektedir. Bu görüşe göre, ABD’nin Orta Doğu’daki askeri ve diplomatik angajmanının artması, küresel düzeyde Çin’e yönelik baskı kurma yeteneğini sınırlamakta ve bu durum Pekin lehine bir denge yaratmaktadır. Özellikle İran’ın bölgesel istikrarı zedeleyen girişimleri, ABD’nin bu coğrafyada daha fazla angaje olmasına neden olmakta ve böylece stratejik öncelik verdiği Hint-Pasifik bölgesine kaynak ve dikkat aktarımını sınırlamaktadır. Bu yazı, ABD’nin Çin’e yönelik stratejisinde İran’ın nasıl bir jeopolitik ve stratejik unsur olarak konumlandığını analiz etmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca olası ABD-İran uzlaşısının Pekin’i nasıl etkileyeceği de tartışılacaktır. İran ile Çin arasında son yıllarda derinleşen stratejik ortaklık, yalnızca ikili düzeydeki çıkar yakınlaşmasıyla sınırlı kalmamakta; aynı zamanda ABD’nin küresel hegemonik konumuna yönelik dolaylı meydan okumalar bağlamında da önem arz etmektedir. İran’ın Doğu’ya yönelimi (Look East) ile Çin’in Batı’ya yürüyüşü (March West), uluslararası sistemde yeni ittifak biçimleri oluştururken Pekin, Tahran’ı ABD ile stratejik rekabetlerinde potansiyel bir ortak olarak görmektedir.

Çin-İran Stratejik Ortaklığının Yükselişi

Uluslararası sistemde son yirmi yılda meydana gelen kırılmalar, özellikle büyük güçlerin etki alanlarının yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Bu süreçte, orta ölçekli aktörlerin bölgesel ve küresel düzlemde artan rolü dikkat çekmektedir. Bu çerçevede, Çin ile İran arasında gelişen stratejik ortaklık bu açıdan önemli bir örnek oluşturmaktadır. 2021 yılında imzalanan 25 yıllık kapsamlı iş birliği anlaşması, yalnızca iki ülke arasındaki ilişkilerin derinleşmesini değil, aynı zamanda Çin’in enerji arz güvenliği, İran’ın ise uluslararası izolasyondan kurtulma arayışlarını temsil etmektedir. İran’ın Doğu’ya yönelimi, Batı ile ilişkilerinde yaşadığı derin güvensizlik ve ambargo baskılarıyla daha da ivme kazanmıştır. 2015 yılında imzalanan Nükleer Anlaşma (JCPOA) sonrası kısa süreli bir diplomatik açılım yaşanmışsa da, Trump yönetiminin 2018’de anlaşmadan tek taraflı çekilmesi, Tahran’ı yeniden alternatif stratejik yönelimlere itmiştir. Bu süreçte İran’ın “Look East” politikası çerçevesinde Çin ile ilişkilerini derinleştirmesi, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda jeopolitik bir tercih olarak şekillenmiştir.

Çin açısından değerlendirildiğinde ise İran ile stratejik ortaklık, Pekin’in enerji güvenliği açısından kritik bir rol oynamaktadır. Basra Körfezi, Çin’in enerji ihtiyacının yarısından fazlasını karşılamakta olup, İran bu bölgedeki Hürmüz Boğazı üzerinde önemli bir kontrol sahibidir. Bu boğaz, Basra Körfezi’ni Umman Körfezi ve Arap Denizi’ne bağlayan stratejik bir geçiş noktasıdır. Dolayısıyla İran ile kurulan ortaklık, Çin’in Basra Körfezi’nde seyir özgürlüğünü güvence altına almasına olanak tanırken, enerji kaynaklarını çeşitlendirme stratejisini desteklemektedir. ABD ile ticaret savaşlarının yoğunlaştığı bir dönemde, Washington’un BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkeleri Pekin’e petrol arzını kısmaya zorlayabilme ihtimali Çin açısından risk oluştururken, İran bu bağlamda Orta Doğu’da Çin’e petrol satışından kaçınmayan tek ülke olarak stratejik bir önem kazanmaktadır.

İran’ın Çin açısından önemi yalnızca enerji kaynaklarına erişimle sınırlı değildir. Çin’in stratejisinde İran, Basra Körfezi ve ötesindeki stratejik hedeflerini ilerletmesi açısından güvenilir bir ortak konumundadır. Çin’in “March West” politikası, yükselen bir küresel güç olarak Çin’in yalnızca tercih ettiği bölge olan Hint-Pasifik’te değil, aynı zamanda daha geniş bir coğrafyada ABD’ye meydan okumaya odaklanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Çok boyutlu Tahran-Pekin stratejik ortaklığı, dolaylı yoldan Çin’in Basra Körfezi, Arap Körfezi ve hatta Hint Okyanusu’ndaki Amerikan güç projeksiyonunu sınırlama amacına hizmet edecektir. Çin’in strateji topluluğu, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün ve Kuveyt gibi ülkelerin fiilen ABD etkisi altında olduğunu, buna karşılık İran ve onunla ittifak hâlindeki aktörlerin (proxy’leri) bu çerçevenin dışında kaldığını değerlendirmektedir. Bu nedenle İran, Çin tarafından bölgedeki Amerikan etkisini sınırlayabilecek bir unsur olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda bazı analizlere göre Çin, bölgede dengeleyici bir yapı oluşturma eğilimindedir ve İran’ı bu yapının önemli bir bileşeni olarak görmektedir; ancak aynı zamanda İran’ın bölgesel bir hegemonya elde etmesine de mesafeli yaklaşmaktadır.

İran’ın jeostratejik konumu, Çin’in İran’la iş birliğini derinleştirme arayışında belirleyici bir etkendir. İran, Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamında yer alan Çin-Orta Asya-Batı Asya koridorunun merkezinde yer almakta ve bu konumuyla Pakistan’ın komşusu olarak Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) ile potansiyel bir bağlantı kurma kapasitesine sahiptir. Bu koridor, BRI içindeki diğer hatlara göre daha ileri düzeydedir. Pakistan ile Çin arasındaki “all-weather” stratejik ortaklık olarak tanımlanan ilişkiler dikkate alındığında, İran’ın bu yapıya dâhil edilmesi, Çin için stratejik bir anlam taşımaktadır. İran ile Çin arasında 2021 yılında imzalanan Kapsamlı Stratejik Ortaklık anlaşması, İran’a Pakistan üzerinden Çin’e enerji aktarımında bir bağlantı noktası olma potansiyeli kazandırmış, bu da İran’ın jeopolitik önemini artırmıştır. Henüz uygulamaya geçirilmemiş olsa da, Gwadar Limanı’ndan başlayarak İran üzerinden Pakistan topraklarından geçerek Çin’in Kaşgar kentine ulaşması öngörülen petrol ve doğal gaz boru hattı projesi, Çin için güvenli ve büyük ölçekli bir enerji nakil hattı sağlayabilir. Ancak yüksek rakımlı araziler, zorlu coğrafi koşullar ve Hindistan ile Pakistan arasındaki sınır ihtilafları gibi faktörler, bu hattın yakın gelecekte hayata geçirilmesini zorlaştırmaktadır.

ABD’nin İran Üzerinden Çin’e Yönelik Hedefleri

Mevcut durum itibarıyla Amerika Birleşik Devletleri, küresel petrol ve doğal gaz piyasaları üzerinde diğer tüm aktörlerden daha fazla denetim kapasitesine sahiptir. Ancak bu enerji hâkimiyetinin, özellikle hidrolik kırılma (fracking) teknolojisinin verimliliğinde beklenen düşüşle birlikte, önümüzdeki beş ila on yıl içinde aşınmaya başlayacağı öngörülmektedir. Bu kırılganlık, ABD’nin enerji temelli jeopolitik üstünlüğünü uzun vadede sürdürülemez kılmakta; buna bağlı olarak Washington’un Çin’le yürüttüğü büyük güç rekabetini Tayvan gibi jeopolitik açıdan yüksek risk taşıyan alanlara taşıma eğilimi, askeri çatışma olasılığını da beraberinde getirmektedir. Bu çerçevede, Çin’in enerji güvenliği bakımından Orta Doğu’ya, özellikle de İran’a olan yüksek düzeydeki bağımlılığı stratejik bir zafiyet olarak ortaya çıkmaktadır. İran, Çin’in en büyük ham petrol tedarikçilerinden biri olmanın ötesinde, aynı zamanda dünya genelindeki en büyük işlenmemiş petrol ve doğal gaz rezervlerinden birine sahiptir. Bu bağlamda, İran’ın enerji kaynakları hem Çin açısından vazgeçilmez bir güvenlik dayanağı hem de ABD açısından jeoekonomik çıkarların merkezinde yer alan bir unsur olarak önem kazanmaktadır. Hiç kuşkusuz bölgesel çatışmalar yalnızca enerji faktörleriyle açıklanamaz; ancak büyük güçlerin dış politika önceliklerinde doğal kaynak zenginliğine sahip ülkelerin öncelikli hedefler arasında yer alması, enerji dinamiklerinin bu denklemde göz ardı edilemeyecek kadar belirleyici olduğunu göstermektedir. Bu durum, İran’ın enerji rezervlerini yalnızca ekonomik birer meta olmaktan çıkarıp, büyük güç rekabetinin merkezine yerleştirmektedir.

Donald Trump’ın başkanlık görevine başlamasının ardından, 21 Şubat 2025’te Beyaz Saray, İran’ın petrol ihracatını — özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’ne yapılan ham petrol sevkiyatlarını da kapsayacak şekilde — sıfırlamayı hedefleyen bir Ulusal Güvenlik Başkanlık Muhtırası yayımlamıştır. Bu çerçevede, Trump yönetimi, İran ile Çin arasındaki enerji ticaretini doğrudan hedef alan bir dizi yaptırım uygulamıştır. Bu yaptırımlar kapsamında, Çin’in bağımsız rafinerilerinden Shandong Shouguang Luqing Petrochemical ve Shandong Shengxing Chemical, İran’dan milyarlarca dolarlık ham petrol ithalatı gerçekleştirdikleri gerekçesiyle yaptırıma tabi tutulmuştur. Ayrıca, yalnızca rafineriler değil; İran’ın “gölge filosu” olarak bilinen petrol taşımacılık ağında yer alan tankerler, liman altyapıları ve bu yapıları yöneten kişi ve kurumlar da yaptırım listesine alınmıştır.

Bilindiği gibi ABD’nin İran’ı enerji piyasalarından izole etme çabalarının stratejik bir açmazla karşı karşıya kaldığı açıktır. İran’a uygulanan yaptırımların Çin’in enerji maliyetlerini yükseltme hedefi, Rusya’nın Ukrayna savaşı sonrasında Batı yaptırımlarına cevaben başlattığı agresif petrol satış politikaları nedeniyle kısmen etkisiz hale gelmiştir. Bu durum, küresel enerji arz-talep dengesinin çok kutuplu yapısını ve ABD’nin tek taraflı yaptırım politikalarının sınırlarını açıkça gözler önüne sermektedir. Çin, enerji ithalatını çeşitlendirerek (Rusya, Suudi Arabistan, Venezüella) ve Batı dışı ödeme sistemlerini kullanarak ABD yaptırımlarını bypass etmektedir. Ayrıca İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi platformlara entegrasyonu, Çin’in Tahran üzerindeki nüfuzunu pekiştirmektedir. Bu durum, ABD’nin İran üzerinden Çin’i baskılama stratejisini baltalayan yapısal bir faktör olarak öne çıkmaktadır.

Olası ABD-İran Uzlaşısının Çin’e Etkisi

ABD ile İran arasında devam eden nükleer müzakerelerde tarafların kırmızı çizgileri çatışsa da, olası bir uzlaşı sonrası ABD’nin İran’a uyguladığı petrol yaptırımlarının kaldırılması olasılığı, son yıllarda Tahran’dan düşük fiyatlı ham petrol tedarik ederek faaliyet gösteren Çin’in doğusunda, özellikle Shandong eyaletinde yoğunlaşmış küçük ve bağımsız rafineriler (kamuoyunda yaygın olarak “teapot” rafineriler olarak bilinmektedir) açısından ciddi sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Yaklaşık 4 milyon varil/gün toplam işleme kapasitesine sahip bu tesisler, Çin’in toplam rafinaj kapasitesinin beşte birini oluşturmaktadır. İran petrolü, çeşitli aracı şirketler ve menşei gizlemeye yönelik tanker operasyonları aracılığıyla Çin’e yönlendirilmiş, böylece resmi gümrük verilerinde görünmeyen ancak fiilen süren bir ticaret ağı meydana gelmiştir. Donald Trump’ın birinci döneminde uygulamaya konulan “maksimum baskı” stratejisi çerçevesindeki yaptırımlar İran’ın petrol ihracat kapasitesini ciddi ölçüde sınırlandırmış olsa da, beklenenin aksine ihracatın sıfırlanması hedefi gerçekleştirilememiştir. 2018 Mayıs’ında 2,8 milyon varil/gün düzeyinde olan İran’ın ihracatı, 2020 Mayıs’ında 150.000 varil/gün seviyesine kadar gerilemiş, ardından kademeli bir toparlanmayla 2025 yılı itibarıyla 1,65 milyon varil/gün düzeyine ulaşmıştır. 2024 yılı verilerine göre, İran’ın petrol ihracatının yaklaşık %77’si Çin tarafından satın alınmıştır. 2025 yılı itibarıyla Çin’in bu oranı %50 seviyesine gerilemiş görünmektedir. Bu düşüşün, ABD tarafından bazı Shandong merkezli rafineriler ve liman işletmecilerine yönelik uygulamaya konulan yeni yaptırımlarla bağlantılı olduğu düşünülmektedir.

ABD-İran uzlaşısı, İran’ın Batı ile ilişkilerini dengeleyerek Çin’e bağımlılığını azaltabilir; ancak bu süreçte İran’ın Çin ile “dengeleyici bir ortak” olarak ilişkisini sürdürmesi muhtemeldir. Uzlaşmayla birlikte İran’ın uluslararası finans sistemine yeniden entegre olması, Çin şirketlerinin İran’da daha aktif yatırım ve ticaret yapmasına imkân tanıyacaktır. Ayrıca, Çin’in “Kuşak ve Yol Girişimi” bağlamında İran’daki altyapı ve lojistik projeleri önündeki engeller azalacaktır. Çin bankaları ve şirketleri ABD yaptırımı korkusu olmadan İran piyasasına dönebilecek; bu da rekabet avantajı yaratacaktır. Trump yönetiminin İran’la yürüttüğü nükleer müzakerelerin tıkanması ve diplomatik çözüm yollarının tükenmesi durumunda, askeri seçeneğin yeniden gündeme gelmesi olasılığı artmaktadır. Çinli karar alıcılar, mevcut durumda ABD-İran geriliminden jeopolitik ve enerji açısından avantaj sağlayan bir konumda olduklarını düşünmektedir. Ancak İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir ABD saldırısı bu stratejik hesaplamaların yeniden yapılmasına neden olabilir. Böyle bir gelişme, Çin’in enerji güvenliğini doğrudan tehdit edeceği gibi, Pekin’in bölgedeki müttefiki konumundaki İran rejiminin istikrarını da tehlikeye atabilir.

Doç. Dr. İsmail Sarı

Doç. Dr. İsmail Sarı
2001 yılında İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümünden mezun oldu ve aynı üniversiteden tarih ve uluslararası ilişkiler alanlarında yüksek lisans derecesini aldı. 2016 yılında tamamladığı doktora teziyle uluslararası ilişkiler alanında en iyi doktora tez ödülünü alan Doç. Dr. Sarı, 2018-2019 yılları arasında TÜBİTAK bursuyla Columbia Üniversitesinde post-doktora araştırmacısı, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ça- lışmalarını sürdürdüğü dönemde Missouri State Üniversitesinde ise misafir öğretim üyesi olarak bu- lunmuştur Çalışmalarında İran dış politikası, Amerikan dış politikası, modern dönem Şii sekülerleşme süreci, İran’da rejimle muhalefetin entelektüel kökenleri ve güncel İran ve ABD siyasetine yoğunlaşan Doç. Dr. Sarı, iyi derecede İngilizce ve Farsça bilmektedir. Şu an Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmalarına devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA