ABD’nin Çin ile Mücadele Stratejisinde İran’ın Rolü
Çin-İran Stratejik Ortaklığının Yükselişi
Uluslararası sistemde son yirmi yılda meydana gelen kırılmalar, özellikle büyük güçlerin etki alanlarının yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Bu süreçte, orta ölçekli aktörlerin bölgesel ve küresel düzlemde artan rolü dikkat çekmektedir. Bu çerçevede, Çin ile İran arasında gelişen stratejik ortaklık bu açıdan önemli bir örnek oluşturmaktadır. 2021 yılında imzalanan 25 yıllık kapsamlı iş birliği anlaşması, yalnızca iki ülke arasındaki ilişkilerin derinleşmesini değil, aynı zamanda Çin’in enerji arz güvenliği, İran’ın ise uluslararası izolasyondan kurtulma arayışlarını temsil etmektedir. İran’ın Doğu’ya yönelimi, Batı ile ilişkilerinde yaşadığı derin güvensizlik ve ambargo baskılarıyla daha da ivme kazanmıştır. 2015 yılında imzalanan Nükleer Anlaşma (JCPOA) sonrası kısa süreli bir diplomatik açılım yaşanmışsa da, Trump yönetiminin 2018’de anlaşmadan tek taraflı çekilmesi, Tahran’ı yeniden alternatif stratejik yönelimlere itmiştir. Bu süreçte İran’ın “Look East” politikası çerçevesinde Çin ile ilişkilerini derinleştirmesi, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda jeopolitik bir tercih olarak şekillenmiştir. Çin açısından değerlendirildiğinde ise İran ile stratejik ortaklık, Pekin’in enerji güvenliği açısından kritik bir rol oynamaktadır. Basra Körfezi, Çin’in enerji ihtiyacının yarısından fazlasını karşılamakta olup, İran bu bölgedeki Hürmüz Boğazı üzerinde önemli bir kontrol sahibidir. Bu boğaz, Basra Körfezi’ni Umman Körfezi ve Arap Denizi’ne bağlayan stratejik bir geçiş noktasıdır. Dolayısıyla İran ile kurulan ortaklık, Çin’in Basra Körfezi’nde seyir özgürlüğünü güvence altına almasına olanak tanırken, enerji kaynaklarını çeşitlendirme stratejisini desteklemektedir. ABD ile ticaret savaşlarının yoğunlaştığı bir dönemde, Washington’un BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkeleri Pekin’e petrol arzını kısmaya zorlayabilme ihtimali Çin açısından risk oluştururken, İran bu bağlamda Orta Doğu’da Çin’e petrol satışından kaçınmayan tek ülke olarak stratejik bir önem kazanmaktadır. İran’ın jeostratejik konumu, Çin’in İran’la iş birliğini derinleştirme arayışında belirleyici bir etkendir. İran, Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamında yer alan Çin-Orta Asya-Batı Asya koridorunun merkezinde yer almakta ve bu konumuyla Pakistan’ın komşusu olarak Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) ile potansiyel bir bağlantı kurma kapasitesine sahiptir. Bu koridor, BRI içindeki diğer hatlara göre daha ileri düzeydedir. Pakistan ile Çin arasındaki “all-weather” stratejik ortaklık olarak tanımlanan ilişkiler dikkate alındığında, İran’ın bu yapıya dâhil edilmesi, Çin için stratejik bir anlam taşımaktadır. İran ile Çin arasında 2021 yılında imzalanan Kapsamlı Stratejik Ortaklık anlaşması, İran’a Pakistan üzerinden Çin’e enerji aktarımında bir bağlantı noktası olma potansiyeli kazandırmış, bu da İran’ın jeopolitik önemini artırmıştır. Henüz uygulamaya geçirilmemiş olsa da, Gwadar Limanı’ndan başlayarak İran üzerinden Pakistan topraklarından geçerek Çin’in Kaşgar kentine ulaşması öngörülen petrol ve doğal gaz boru hattı projesi, Çin için güvenli ve büyük ölçekli bir enerji nakil hattı sağlayabilir. Ancak yüksek rakımlı araziler, zorlu coğrafi koşullar ve Hindistan ile Pakistan arasındaki sınır ihtilafları gibi faktörler, bu hattın yakın gelecekte hayata geçirilmesini zorlaştırmaktadır. Bilindiği gibi ABD’nin İran’ı enerji piyasalarından izole etme çabalarının stratejik bir açmazla karşı karşıya kaldığı açıktır. İran’a uygulanan yaptırımların Çin’in enerji maliyetlerini yükseltme hedefi, Rusya’nın Ukrayna savaşı sonrasında Batı yaptırımlarına cevaben başlattığı agresif petrol satış politikaları nedeniyle kısmen etkisiz hale gelmiştir. Bu durum, küresel enerji arz-talep dengesinin çok kutuplu yapısını ve ABD’nin tek taraflı yaptırım politikalarının sınırlarını açıkça gözler önüne sermektedir. Çin, enerji ithalatını çeşitlendirerek (Rusya, Suudi Arabistan, Venezüella) ve Batı dışı ödeme sistemlerini kullanarak ABD yaptırımlarını bypass etmektedir. Ayrıca İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi platformlara entegrasyonu, Çin’in Tahran üzerindeki nüfuzunu pekiştirmektedir. Bu durum, ABD’nin İran üzerinden Çin’i baskılama stratejisini baltalayan yapısal bir faktör olarak öne çıkmaktadır. ABD ile İran arasında devam eden nükleer müzakerelerde tarafların kırmızı çizgileri çatışsa da, olası bir uzlaşı sonrası ABD’nin İran’a uyguladığı petrol yaptırımlarının kaldırılması olasılığı, son yıllarda Tahran’dan düşük fiyatlı ham petrol tedarik ederek faaliyet gösteren Çin’in doğusunda, özellikle Shandong eyaletinde yoğunlaşmış küçük ve bağımsız rafineriler (kamuoyunda yaygın olarak “teapot” rafineriler olarak bilinmektedir) açısından ciddi sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Yaklaşık 4 milyon varil/gün toplam işleme kapasitesine sahip bu tesisler, Çin’in toplam rafinaj kapasitesinin beşte birini oluşturmaktadır. İran petrolü, çeşitli aracı şirketler ve menşei gizlemeye yönelik tanker operasyonları aracılığıyla Çin’e yönlendirilmiş, böylece resmi gümrük verilerinde görünmeyen ancak fiilen süren bir ticaret ağı meydana gelmiştir. Donald Trump’ın birinci döneminde uygulamaya konulan “maksimum baskı” stratejisi çerçevesindeki yaptırımlar İran’ın petrol ihracat kapasitesini ciddi ölçüde sınırlandırmış olsa da, beklenenin aksine ihracatın sıfırlanması hedefi gerçekleştirilememiştir. 2018 Mayıs’ında 2,8 milyon varil/gün düzeyinde olan İran’ın ihracatı, 2020 Mayıs’ında 150.000 varil/gün seviyesine kadar gerilemiş, ardından kademeli bir toparlanmayla 2025 yılı itibarıyla 1,65 milyon varil/gün düzeyine ulaşmıştır. 2024 yılı verilerine göre, İran’ın petrol ihracatının yaklaşık %77’si Çin tarafından satın alınmıştır. 2025 yılı itibarıyla Çin’in bu oranı %50 seviyesine gerilemiş görünmektedir. Bu düşüşün, ABD tarafından bazı Shandong merkezli rafineriler ve liman işletmecilerine yönelik uygulamaya konulan yeni yaptırımlarla bağlantılı olduğu düşünülmektedir.
ABD’nin İran Üzerinden Çin’e Yönelik Hedefleri
Olası ABD-İran Uzlaşısının Çin’e Etkisi