Yedi savaş gemisi, bir nükleer denizaltı, iki binden fazla deniz piyadesi ve birkaç casus uçak. Geçtiğimiz hafta boyunca Amerika Birleşik Devletleri, Venezuela kıyılarında ciddi bir askerî ayak izi oluşturdu. Beyaz Saray, bunun bir uyuşturucuyla mücadele operasyonu olduğunu iddia ediyor. Ve nitekim, dün ABD Donanması, Venezuela’dan uyuşturucu taşıdığı iddia edilen bir tekneye karşı ilk – ama kesinlikle son olmayacak – ölümcül saldırısını gerçekleştirdi ve Tren de Aragua çetesinin 11 üyesini öldürdü.
Ancak bir uyuşturucu baskınına amfibi çıkarma gemileri ve seyir füzeleri getirmek, sivrisinek öldürmek için üfleme lambası kullanmak gibidir: Aşırı güç kullanımı. Bu ölçekte bir konuşlanma, vergi mükelleflerine yüz milyonlarca dolara mal olur, yanlış hesaplama ve kazalara yol açma riski taşır, kıt kaynakları daha stratejik alanlardan uzaklaştırır ve – esasen – beyan edilen görevin gerektirdiğinden çok daha fazla güç anlamına gelir.
Bu ya tarihin en pahalı uyuşturucuyla mücadele operasyonudur ya da… daha fazlasıdır.
Bir dizi hukuki ve siyasi tırmanış, daha büyük bir hamleye işaret ediyor. Son birkaç hafta içinde Trump yönetimi, Venezuela kartellerini terör örgütü olarak tanımladı ve Nicolás Maduro’yu bunların lideri olarak ilan etti. Maduro’nun başına konan ödülü iki katına çıkararak 50 milyon dolara yükseltti. Savunma Bakanlığı’na, Venezuela ve Meksika’daki kartellere karşı güç kullanma yetkisi verdi. Ve ABD’nin, Maduro’yu ABD yasaları tarafından korunan meşru bir devlet başkanı olarak tanımadığını tekrar vurguladı – Trump böyle bir emir verirse, onu doğrudan hedef almak için hukuki bir kılıf oluşturmak açısından bu kritik bir adımdı. Bu adımlar, savaş filosu güneye doğru yola çıkmadan önce atıldı.
Tüm bunları topladığınızda, bu tablo Maduro’yu görevden alma amacı taşıyan bir baskı kampanyasının açılış perdesi gibi okunuyor.
Başkan Trump genellikle – her zaman olmasa da (örneğin Brezilya’ya bakın) – rejim değişikliğine şüpheyle yaklaşır. Ancak Dışişleri Bakanı ve ulusal güvenlik danışmanı (ve aynı zamanda geçici USAID Başkanı ve geçici Arşivci) Marco Rubio, Senato’daki günlerinden bu yana ABD’nin Venezuela’ya daha aktif müdahalede bulunmasını savunuyor. Dünya görüşü Miami’deki Kübalı sürgün siyasetince şekillenmiş olan Rubio için, Caracas’a vurmak uyuşturucu, suç ve yasa dışı göçmenlerle ilgili olmaktan öte bir şeydir – o bunu, Küba’nın petrol sübvansiyonuyla desteklediği vekilini devirmek ve Latin Amerika genelinde temizlik yapmanın ilk adımı olarak görüyor.
Trump’ın kendisi ise çelişkili dürtüler taşıyor. Bir yandan, seçmenlerine yeni dış savaşlara girilmeyeceği yönünde söz verdi ve ilk döneminde Juan Guaidó fiyaskosunda yanıldığından dolayı Venezuela muhalefetine hâlâ güven duymuyor. Rubio’nun aksine, Venezuela’daki demokrasi davasına ilkesel bir bağlılığı da yok. Yönetimi Maduro ve çevresine baskıyı artırırken, bu yılın başlarında Chevron’un Venezuela petrolünü pompalama lisansını sessizce yeniden yürürlüğe koydu. Bu lisans, petrol akışını sürdürmeye yönelik olarak yapılandırılmıştı ancak Venezuela’nın devlet petrol tekeli olan PDVSA’dan ziyade Amerikan çıkarlarını gözeten şartlarla düzenlenmişti.
Öte yandan, Trump ideolojik olarak tüm askerî harekâtlara karşı değil – yalnızca siyasi açıdan maliyetli bataklıklara karşıdır – ve Maduro’nun gitmesini istemek için elinde birçok gerekçe var. Yönetimin son hamlelerine bakılırsa, Rubio, rejimin kırılgan olduğu ve Ukrayna diplomasisi gibi bazı büyük çaplı dış politika girişimlerinin başarısızlığa uğradığı bir dönemde, Venezuela’nın Trump’a küresel sahnede gücünü sergilemesi ve kolay bir zafer kazanması için mükemmel bir fırsat sunduğuna başkanı ikna etmeyi başarmış olabilir.
Tüm bunlar, kara birliklerinin sahaya ineceği anlamına gelmiyor. Trump, siyasi olarak zehirli ve MAGA tabanında bile popüler olmayan bir başka Irak’a zerre kadar hevesli değil (kaldı ki kara istilası, çok daha büyük çaplı bir askerî sevkiyat gerektirirdi).
Peki ya kartel altyapısına, kilit aracılara ya da rejimi ayakta tutan askerî varlıklara yönelik askerî eylemler? Bu, Rubio’nun gündemiyle örtüşür, askerî yığınağın ölçeğini açıklar ve Trump’a, karmaşık çıkmazlar yaratma riski taşımayan, kamuoyuna daha kolay satılabilir zaferler kazandırır. Büyük olasılıkla amaç, toprak ele geçirmek ya da rejimi bir anda devirmek değildir (her ne kadar hedef alınmış “baş kesme” saldırıları [targeted decapitation strikes] ihtimal dışı bırakılmasa da); amaç, Maduro’yu iktidarda tutan kişiler üzerindeki baskıyı artırmak, onların hesaplarını değiştirmek ve nihayetinde onun konumunu tehdit etmektir.
Çoğu otokrasi bu şekilde çöker – içten. Venezuela ordusu (ve öncesinde Hugo Chávez döneminde de olduğu gibi) ülkenin ekonomik çöküşü ve uluslararası tecridine rağmen Maduro’ya bağlı kaldı, ancak bu sadakat çıkar temellidir. Elli milyon dolarlık ödüller, bir deniz ablukası ve Tomahawk füzeleriyle ölüm ihtimali, yeniden değerlendirme yönünde güçlü teşvikler yaratır.
Bu, rejimin çöküşün eşiğinde olduğu anlamına gelmez. Maduro düşse bile – ki bu hâlâ büyük bir “eğer” – ordu ve saraydaki iktidar odakları geçiş sürecini yönetmeye ve yerine halefini atamaya çalışacaktır. Başkan Yardımcısı Delcy Rodríguez veya onun kardeşi, Ulusal Meclis Başkanı Jorge Rodríguez gibi, daha önce Washington ve muhalefetle müzakere etmiş olan pragmatik iç aktörleri düşünün. İktidardaki PSUV (Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi), geniş kapsamlı kurumsal kontrole sahiptir; rejim elitlerini görevden çekilmeye ikna edecek herhangi bir anlaşma, kapsamlı bir güç paylaşımı ve af garantileri gerektirecektir. Gerçek seçimlere ve bir muhalefet hükümetine giden yol uzun, karmaşık ve muhtemelen şiddet dolu olacaktır.
Ama bu noktada biraz kendimizi aşmış oluruz. Asıl soru daha basit: Bir tiyatro mu izliyoruz, yoksa bir ön hazırlık mı? Benim tahminim, ikisinden de biraz olduğu yönünde – ama bunu yakında öğreneceğiz. Maduro’nun çevresindekiler mutlaka şunu merak ediyordur: Onun uğruna ortalıkta kalmak, bu riske hâlâ değer mi?
Kaynak: https://www.gzeromedia.com/news/analysis/is-the-us-about-to-invade-venezuela