ABD, Körfez Bloğu ve İsrail’in İhvan-ı Müslimin Karşıtlığı

Ortadoğu’da İsrail–Körfez eksenli bölgesel güvenlik mimarisi inşa etmeye dönük küresel çabaların önündeki ikinci engel ise, bölgenin en örgütlü toplumsal tabanına ve en güçlü toplumsal muhalefet bloğunu oluşturan Müslüman Kardeşler’di. Son dönemdeki gelişmeler, İhvan’ın da tıpkı devlet dışı silahlı aktörler gibi sistematik biçimde tasfiye edilmek istendiğine işaret ediyor. Hareketin uluslararası alanda terörle ilişkilendirilmesi, Körfez rejimlerinin iç baskı politikaları ve İsrail’in güvenlik söylemiyle birleştiğinde, İhvan’ın bölgesel siyaset alanından dışlanmasına yönelik çok katmanlı bir strateji ortaya çıkıyor.
Kasım 27, 2025
image_print

ABD, Körfez Bloğu ve İsrail’in İhvan Konusunda Ortak Çizgiye Gelmesinin Yansımaları

Arap Baharı sürecinde ortaya çıkan, Mısır–Suudi Arabistan–BAE ekseninde oluşan, Körfez bloğu 2014 yılı içerisinde Müslüman Kardeşler hareketini terör örgütü listesine almıştı. ABD Başkanı Donald Trump da imzaladığı bir kararnameyle Körfez bloğuna katılmış oldu. Özellikle 7 Ekim sonrasında İsrail’in Hareket’i kriminalize etmeye yönelik yoğun bir diplomatik ve söylemsel kampanya yürüttüğü dikkate alındığında, Trump yönetiminin bu adımı, İsrail lobisinin Washington’daki etkisinin somut bir göstergesi olarak okunabilir. Bu kararın zamanlaması da en az içeriği kadar dikkat çekici. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Washington ziyaretinin hemen ardından böyle bir hamlenin gelmesi, sürecin sadece güvenlik kaygıları veya terörle mücadele söylemiyle sınırlandırılamayacağını ortaya koyuyor.

Söz konusu karar, bir yandan Ortadoğu’daki güç dengelerini İsrail–Suudi Arabistan–Birleşik Arap Emirlikleri ekseni lehine yeniden tahkim ederken, diğer yandan bölgenin en geniş örgütlü toplumsal tabanına sahip hareketlerinden biri olan Müslüman Kardeşler’i uluslararası alanda derin bir meşruiyet krizine sürüklemeyi hedefliyor. Kararı, İsrail’in bölgede güçlü ve görece özerk ulus-devletleri kendi güvenliği açısından potansiyel tehdit olarak gördüğüne dair açıklamalarıyla birlikte okuduğumuzda, ortaya yalnızca belirli bir toplumsal odağın tasfiye edilmesini amaçlayan dar bir güvenlik hamlesi değil, çok daha kapsamlı bir mühendislik çabası çıkıyor.

Bu bağlamda Müslüman Kardeşler’e yönelik bu adım, bölgedeki güçlü toplumsal odakları zayıflatmayı, hareketin meşruiyet kanallarını daraltmayı ve örgütlü, politik iddialı İslami aktörleri sistem dışına iterek Ortadoğu’nun uzun vadeli siyasal-toplumsal mimarisini yeniden kurgulamayı amaçlayan çok katmanlı bir jeopolitik projenin parçası olarak okunmalıdır. Bu yazıda, Müslüman Kardeşler’in “uluslararası terör örgütü” ilan edilmesi bölgesel ölçekte yeni bir güç hiyerarşisi ve güvenlik mimarisi inşasına yönelik kapsamlı bir stratejinin kritik bileşeni olarak analiz edilecektir.

Müslüman Kardeşler’in Serüveni

Müslüman Kardeşler Hareketi (İhvan), 1928’de Hasan el-Benna tarafından Mısır’ın İsmailiye kentinde, hem sömürgecilik karşıtı hem de toplumsal-dinî ıslah hedefli bir hareket olarak kuruldu. Başlangıçta eğitim, vaaz, sosyal yardım ve dayanışma faaliyetleriyle geniş kitlelere ulaşan İhvan, kısa sürede Mısır sınırlarını aşan, bölgesel ölçekte etkili bir örgütlü yapı hâline geldi. 1940’lardan itibaren hem İngiliz sömürge yönetimine hem İsrail’in kuruluş sürecine karşı Filistin merkezli söylemini güçlendirdi. Filistin’i ümmetin onur meselesi ve adalet mücadelesinin sembolü olarak konumlandıran Hareket, Filistin meselesini hem bölgesel düzlemde hem de küresel düzlemde görünür kılan en etkili İslami aktörlerden biri hâline geldi.

Soğuk Savaş boyunca İhvan, birçok Arap rejimi tarafından zaman zaman bastırılan, zaman zaman ise sol ve milliyetçi akımlara karşı “denge unsuru” olarak kullanılan esnek bir konuma sahipti. Ancak 1967 yenilgisi sonrasında sosyalist Arap milliyetçiliğinin cazibesi zayıflarken, İhvan çizgisindeki İslami söylem, hem Mısır’da hem de bölge genelinde güç kazandı. 1980’ler ve 1990’larda hareket, sendikalar, meslek odaları, öğrenci birlikleri ve sivil toplum ağları üzerinden toplumsal tabanını genişletti. Seçimlere bağımsız adaylar ya da bağlantılı partiler aracılığıyla katılan Hareket, “sandık + sokak + cemaat” üçgeninde özgün bir meşruiyet modeli inşa etti.

2010 yılında başlayan Arap Baharı, bu tarihsel birikimin siyasal düzleme taşındığı kırılma noktası oldu. Mısır’da İhvan’ın siyasi kanadı Hürriyet ve Adalet Partisi, 2011 sonrası seçimleri kazanarak Muhammed Mursi’yi devlet başkanlığına taşıdı. Tunus, Fas, Ürdün ve Gazze’de (Hamas üzerinden) benzer eğilimlerin bölge geneline yayılması toplumsal meşruiyet tabanları zayıf, rıza üretme kapasitesi sınırlı Körfez rejimlerinde ciddi bir “rejim güvenliği” endişesi doğurdu. İsrail zaten uzun yıllardır İhvan’ı Filistin direnişinin meşruiyet ve kadro kaynağı olarak görüyordu. Hareket’in bölge genelinde elde ettiği nispi başarılar İsrail’in bu tedirginliğini daha da artırdı.

2013’te Mısır’da gerçekleşen darbe, İhvan’a yönelik bölgesel karşı devrim sürecinin başlangıcı olarak okunmalıdır. Ardından Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn başta olmak üzere Körfez bloğu İhvan’ı terör örgütü ilan ederek Hareket’i kriminalize etmeye yöneldi. Bu süreç, bir yandan Filistin meselesinin küresel görünürlüğünü zayıflatmayı, diğer yandan örgütlü İslami-siyasal alternatifleri tasfiye ederek Körfez merkezli otoriter statükoyu tahkim etmeyi hedefleyen daha geniş bir jeopolitik projenin parçası olarak şekillendi. Böylece İhvan’ın tarihçesi, sadece bir İslami hareketin serüveni değil, Ortadoğu’da meşruiyet, rejim güvenliği ve Filistin meselesi etrafında örülen büyük güç mücadelesinin aynası hâline geldi.

Müslüman Kardeşler’e Yönelik Küresel Baskının Gerekçeleri

Son on yılda bölgesel seviyede yoğunlaşan ve Trump’ın son kararıyla küresel bir seviyeye taşınan Müslüman Kardeşler’e yönelik baskının temelde iki gerekçesi bulunuyor. İlk olarak; Körfez bloğu–ABD–İsrail hattının Müslüman Kardeşler konusunda ortak bir pozisyona yerleşmesinin arka planında, Hareket’in Filistin meselesini uzun yıllardır küresel gündemin üst sıralarında tutma kapasitesi yatıyor. Müslüman Kardeşler, gerek söylemsel düzeyde gerekse kurumsal ve toplumsal ağları üzerinden, Filistin davasını sadece bölgesel bir ihtilaf değil, ümmet ve adalet eksenli küresel bir mesele olarak çerçevelemeyi başarmıştı. Bu çerçeveleme, hem İslam dünyasında hem de daha geniş küresel kamuoyunda Filistin meselesine yönelik duyarlılığı canlı tutuyor, İsrail’in güvenlik merkezli söylemlerini sorgulanabilir kılıyor ve statükocu barış projelerini meşruiyet krizine sürüklüyor.

Özellikle Hamas’ın Müslüman Kardeşler geleneğiyle olan ideolojik ve tarihsel bağı, Filistin direnişi ile İhvan çizgisi arasındaki bağlantıyı daha görünür hâle getirmiştir. Bu durum, İsrail açısından Müslüman Kardeşler’i yalnızca ideolojik bir rakip değil, aynı zamanda sahadaki direnişin moral ve toplumsal altyapısını besleyen bir “meşruiyet üretim merkezi” hâline getirmektedir. ABD ve Körfez bloğunun önemli aktörleri için de Müslüman Kardeşler’in Filistin meselesini sürekli gündemde tutması, İsrail’le kurulan stratejik ittifakların ve “normalleşme” süreçlerinin toplumsal tepki üretme potansiyelini artıran bir faktör olarak görülmektedir. Dolayısıyla bu aktörler, İhvan’ın Filistin merkezli söylemsel ve örgütsel etkisini kırmayı, bölgesel statükonun sürdürülmesi için kritik bir adım olarak değerlendirmektedir.

Müslüman Kardeşler’e yönelik küresel baskının ikinci gerekçesi; Körfez bloğu rejimlerinin iç siyasal-sosyolojik dinamikleriyle ilgilidir. Toplumsal meşruiyet tabanları görece zayıf, rıza üretme kapasitesi sınırlı ve karar alma süreçleri büyük ölçüde dar bir elit çevrede yoğunlaşmış bu rejimler, örgütlü toplumsal hareketleri yapısal bir tehdit olarak algılıyor. Müslüman Kardeşler ise tam da bu noktada, geniş toplumsal tabanlara ulaşabilen, dinî söylemle siyasal talepleri birleştirebilen ve seçim siyasetinden sivil toplum örgütlenmesine kadar çeşitli kanallar üzerinden alternatif bir siyasal meşruiyet modeli sunan bir aktör olarak öne çıkmaktadır.

Arap Baharı sürecinde İhvan geleneğine yakın partilerin sandıkta ciddi başarılar elde etmesi, Körfez monarşilerinin bu tehdidi daha somut biçimde hissetmelerine yol açmıştı. Bu nedenle Körfez rejimleri, Müslüman Kardeşler’i sadece ideolojik bir rakip olarak değil, kendi rejim güvenliklerini orta ve uzun vadede aşındırma potansiyeli taşıyan örgütlü bir toplumsal güç olarak kodladı. Hareket’in “terör” kategorisine itilmesi, bir yandan uluslararası alanda kriminalizasyon işlevi görürken, diğer yandan içeride muhalif potansiyeli bastırma, örgütlü İslami-siyasal talepleri marjinalleştirme ve rejim merkezli bir güvenlik paradigmasını tahkim etme aracına dönüşüyor. Bu iki argüman birlikte ele alındığında, Müslüman Kardeşler’e yönelik küresel ve bölgesel baskının, hem Filistin meselesinin görünürlüğünü azaltma hem de Körfez merkezli otoriter statükoyu güçlendirme hedefleriyle iç içe geçtiği söylenebilir.

Ortadoğu’da İsrail–Körfez eksenli bir bölgesel güvenlik mimarisi inşa etmeye dönük küresel çabaların önünde iki temel engel bulunmaktaydı. İlk engel, görece güçlü ulus-devletler ile bu devletler tarafından doğrudan ya da dolaylı biçimde desteklenen, statüko karşıtı devlet dışı silahlı aktörlerdi. 7 Ekim sonrasında ABD’nin sınırsız desteğini arkasına alan İsrail, tam da bu noktaya yönelerek hem bazı bölgesel devletleri zayıflatan hem de İsrail’in güvenliğini tehdit ettiği düşünülen silahlı yapıları tasfiye etmeye dönük saldırgan bir politika izledi ve bu alanda kendi lehine önemli “başarılar” da elde etti.

Ortadoğu’da İsrail–Körfez eksenli bölgesel güvenlik mimarisi inşa etmeye dönük küresel çabaların önündeki ikinci engel ise, bölgenin en örgütlü toplumsal tabanına ve en güçlü toplumsal muhalefet bloğunu oluşturan Müslüman Kardeşler’di. Son dönemdeki gelişmeler, İhvan’ın da tıpkı devlet dışı silahlı aktörler gibi sistematik biçimde tasfiye edilmek istendiğine işaret ediyor. Hareketin uluslararası alanda terörle ilişkilendirilmesi, Körfez rejimlerinin iç baskı politikaları ve İsrail’in güvenlik söylemiyle birleştiğinde, İhvan’ın bölgesel siyaset alanından dışlanmasına yönelik çok katmanlı bir strateji ortaya çıkıyor.

Müslüman Kardeşler’in sistem dışına itilmesine yönelik çabaların başarılı olmasının iki önemli sonucu olacaktır. İlk olarak; bu girişim Türkiye ve Katar gibi İhvan’la diyalog kanalları açık olan aktörlerin bölgesel rollerinin sınırlanmasına yol açacaktır. İkinci olarak; İsrail’le normalleşme sırasına girmiş ya da girmeyi düşünen bölge ülkelerinin iç kamuoyuna karşı manevra alanları genişleyecektir. Böylece İsrail–Körfez merkezli güvenlik mimarisi teşekkülünün önündeki toplumsal direnç zayıflayacaktır.

*Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm başkanı., [email protected].

Doç. Dr. Necmettin Acar

Doç. Dr. Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm başkanı.,
Eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünde, yüksek lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler anabilim dalında, doktorasını Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler anabilim dalında tamamlayan Acar halen Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Başlıca çalışma alanları Orta Doğu siyaseti, enerji güvenliği, Basra Körfezi güvenliği ve Türkiye’nin Orta Doğu politikası olan Acar’ın bu alanda yayınlanmış çok sayıda çalışmaları bulunmaktadır. İletişim: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SOSYAL MEDYA