Editörün Notu: CGTN’nin “First Voice” (İlk Ses) köşesi, son dakika gelişmeleri üzerine anlık yorumlar sunar. Bu köşe, ortaya çıkan meseleleri netleştirir, haber gündemini daha iyi tanımlar ve en güncel küresel olaylara Çin’in bakış açısını yansıtır.
İsrail ile İran arasındaki savaşı sona erdirmek için ABD, savaşa başvurdu.
Washington, Cumartesi günü İran’daki üç nükleer tesisi vurarak çatışmaya dahil oldu. Beyaz Saray, Cumartesi günü X platformunda yaptığı paylaşımda şöyle dedi: “Fordow, Natanz ve Esfahan dahil olmak üzere İran’daki üç nükleer tesise yönelik çok başarılı saldırımızı tamamladık. Tüm uçaklar şu anda İran hava sahasının dışında. Ana hedef olan Fordow’a tam bomba yükü bırakıldı. Tüm uçaklar güvenli şekilde geri dönüş yolunda.”
Bu, zaten kırılgan olan Orta Doğu için tehlikeli bir dönüm noktası anlamına geliyor.
Doğrudur, ABD’nin İran’a karşı askeri seçenekleri, esasen İran’ın nükleer programı ve bölgedeki etkisine yönelik kaygılardan kaynaklanıyor. Daha önce ABD Başkanı Donald Trump, İran’ın nükleer silah edinmesini önlemenin, hem ABD’nin hem de müttefiklerinin çıkarlarını korumak açısından hayati olduğunu vurgulamıştı.
Ancak İran’dan “koşulsuz teslimiyet” talep eden söylemler ile bölgeye ek askeri unsurların konuşlandırılması, kontrolden çıkabilecek bir çatışmanın tırmanma riskini ciddi şekilde artırıyor.
Orta Doğu, ittifaklar, rekabetler ve vekalet savaşlarından oluşan karmaşık bir mozaiğe sahiptir. İran’ın İsrail hava saldırılarına verdiği yanıt, güç dengelerinin ne kadar kırılgan olduğunu ve durumun ne kadar hızlı tırmanabileceğini ortaya koyuyor. ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine ya da askeri altyapısına yönelik bir saldırısı, yalnızca İran’dan değil, aynı zamanda bölgedeki müttefikleri ve vekil unsurlardan da sert bir misillemeyi tetikleyebilir ve bu da daha geniş çaplı bir bölgesel savaşa yol açabilir.
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Çarşamba günü ulusal televizyon kanalında yaptığı konuşmada şu uyarıda bulundu: “Amerikalılar bilmelidir ki İran milleti teslim olacak bir millet değildir ve onların gerçekleştireceği herhangi bir askeri müdahale kesinlikle ciddi ve telafisi imkânsız sonuçlara yol açacaktır.”
Ve unutmayalım, bu tırmanış sadece İran’ın nükleer hedefleriyle sınırlı değil.
İsrail hükümeti, niyetlerini açıkça ortaya koymuş durumda. Fox News’e, askeri çabalarının bir parçası olarak rejim değişikliğinin gündemde olup olmadığı sorulduğunda, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, “Bu kesinlikle bir sonuç olabilir çünkü İran rejimi çok zayıf,” yanıtını verdi.
İranlıların bakış açısına göre, Tel Aviv askeri gerilimi tırmandırarak ve ABD’yi bu bataklığa çekmeye çalışarak, bencil jeopolitik hedefleri uğruna dış güçlerle iş birliği yapıyor. “İran’ın nükleer programını geriletme” bahanesi altında, İsrail dünya süper gücüyle birlikte hareket ederek, rakip olarak gördüğü rejimleri kökünden sökmeye çalışıyor.
BBC, Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda Orta Doğu çalışmaları ve uluslararası ilişkiler profesörü olan ve “İran’ın Büyük Stratejisi” adlı 2025 kitabının yazarı Vali Nasr’ın şu değerlendirmesine yer verdi: “İranlılar bunu, İsrail’in İran’ın devlet olarak kapasitesini, askeri kurumlarını bir kez ve tamamen zayıflatmak, İran ile İsrail arasındaki güç dengesini kesin biçimde değiştirmek ve mümkünse İslam Cumhuriyeti’ni tümüyle devirmek istemesi olarak görüyor.”
Bu bağlamda, Washington’un İran-İsrail çatışmasına yönelik askeri müdahaleleri, zaten çalkantılı olan Orta Doğu’daki kırılgan jeopolitik dengeyi bozabilir. ABD’nin saldırılarına İran’ın müttefiklerinin ve Rusya da dâhil olmak üzere bölgedeki diğer büyük aktörlerin nasıl tepki vereceği henüz bilinmiyor; ancak X platformunda #WorldWarIII etiketi şimdiden gündem olmuş durumda.
Daha önce Yemen’deki Husi grubu, ABD’nin İran’a saldırması hâlinde Amerikan gemilerini hedef alacaklarını açıklamıştı. Husi askeri sözcüsü Yahya Sarea, Cumartesi günü Husi kontrolündeki al-Masirah TV’de yayımlanan açıklamasında şöyle dedi: “Eğer Amerika İran’a yönelik saldırı ve saldırganlıkta bulunursa… silahlı kuvvetler (Husi güçleri) Kızıldeniz’deki gemilerini ve savaş gemilerini hedef alacaktır.”
Tarih defalarca göstermiştir ki, Orta Doğu’daki askeri müdahaleler genellikle uzun süren çatışmalar ve bölgesel istikrarsızlık gibi istenmeyen sonuçlar doğurmuştur.
2003 yılında ABD, hatalı istihbarata dayanarak Irak’ı işgal etti. Sonuç ne oldu? Washington’un müdahalesi tam anlamıyla bir felakete dönüştü ve bölgeyi isyanlara ve mezhep çatışmalarına sürükledi. Aradan geçen yirmi yıla rağmen, işgal sonrası Irak hâlâ uyumlu bir yönetim yapısından yoksun, milislerin yükselişiyle mücadele ediyor ve ABD’nin başa çıkmakta zorlandığı birçok başka sorunla yüz yüze.
Peki şimdi, Trump yönetimi Irak’ın üç katı büyüklüğündeki İran’da aynı hatayı mı tekrarlıyor?
“2003’te Irak’ta yapılanların iyi bir fikir olduğunu düşünen var mı? Ya da on yıl sonra Libya’da yapılanların? Hayır!” Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ABD’nin İran’a yönelik askeri saldırılarına karşı uyarıda bulunurken, bölgede ABD öncülüğünde gerçekleştirilen geçmiş rejim değişikliği girişimlerinin yıkıcı mirasına dikkat çekti.
Bu nedenle, diplomasinin öncelikli olmaya devam etmesi gerekiyor.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in perşembe günü yaptığı çağrıda belirttiği gibi, Orta Doğu’da acil bir öncelik ateşkes olmalıdır; sivillerin güvenliği en üst düzeyde gözetilmeli, diyalog ve müzakere temel çözüm yolları olarak benimsenmeli ve uluslararası toplumun barış çabaları vazgeçilmez olmalıdır. Bu dört maddelik öneri, Orta Doğu’daki gerilime dengeleyici bir güç katmaktadır.
Barışçıl bir çözüme kapı aralayabilecek müzakere ve diplomatik baskı yolları hâlâ mevcuttur. Askerî çatışma yerine diyalogu önceliklendiren ölçülü ve diplomatik bir yaklaşım, Orta Doğu’da ve ötesinde istikrar için en güçlü umut olmaya devam ediyor. Şu anda dünya gözünü Amerika Birleşik Devletleri’ne çevirmiş durumda.
Kaynak: https://news.cgtn.com/news/2025-06-22/Is-U-S-repeating-its-Iraq-mistake-on-Iran–1Ep84OM1WyA/p.html