ABD-Çin Yapay Zekâ Yarışını Kim Kazanıyor?

Piyasalar, ABD’nin yapay zekâ alanındaki silahlanma yarışında önde olduğu inancını açıkça yansıtıyor olsa da, özellikle de söz konusu olan inovasyon olduğunda erken liderlik zafer anlamına gelmez. Bu yarışı büyük olasılıkla temel araştırmalara daha fazla destek veren ülke kazanacaktır ve bu açıdan Çin uzun vadede daha avantajlı bir konumdadır.
Temmuz 30, 2025
image_print

Her ne kadar ABD ile Çin arasındaki yapay zekâ üstünlüğü yarışında resmi olarak kazanan henüz belli olmasa da, piyasalar ABD’nin galip geleceğine inanıyor. Çip üreticisi Nvidia kısa süre önce dünyanın ilk 4 trilyon dolarlık şirketi oldu (CEO’su Jensen Huang ise küresel bir rock star statüsüne ulaştı). OpenAI’nin kâr amaçlı şirketine en büyük yatırımı yapan Microsoft da çok geride değil; şirketin değeri 3,7 trilyon dolar değerlemeye ulaşmış durumda.

Ancak erken liderlik, özellikle inovasyon alanında, zafer garantisi değildir. Çin’in olağanüstü yapay zekâ atılımlarına dair neredeyse her gün yeni bir haber çıkıyor. ABD, OpenAI’nin ChatGPT’si ile yeni bir çığır açmış olabilir ancak Çin’in DeepSeek’i, bu yılın başlarında R1 büyük dil modelinin maliyeti ve işlem verimliliğiyle dünyayı şok etmişti. Ve bu ay, Çinli startup Moonshot AI, Batılı rakiplerini birçok önemli kriterde geride bırakan etkileyici Kimi K2 modelini piyasaya sürdü.

Yapay zekâ yarışında yalnızca güçlü çipler değil; yetenek, yazılım ve stratejik odaklanma gibi birçok faktör rol oynuyor. Şimdilik yarı iletkenler, Amerika’nın lehine çalışan açık bir stratejik darboğaz konumunda. Biden yönetiminin “küçük bahçe, yüksek çit” politikası doğrultusunda gelişmiş yarı iletken ihracatına katı kısıtlamalar getirilmişti. Ancak bu adım ters tepti; Çin, kendi yapay zekâ çiplerini geliştirme konusunda daha da agresif bir tutum benimsedi.

Sonuçta bu yarışın kaderi büyük ihtimalle donanımdan çok yazılımda yaşanacak stratejik atılımlarla belirlenecek. ABD Başkanı Donald Trump’ın yeni açıkladığı Yapay Zekâ Eylem Planı – Çin’in 2017’de yayımladığı Yeni Nesil Yapay Zekâ Kalkınma Planı’ndan sekiz yıl sonra gelmiş olmasıyla – dikkat çekiyor ancak, Çin uzun vadede güçlü bir konumda. 133 ülkenin 78 farklı göstergeye göre inovasyon performansını değerlendiren 2024 Küresel İnovasyon Endeksi (GII), Çin’i 11. sıraya yerleştirdi – bundan 15 yıl önce 43. sıradaki konumundan yukarı yönlü gerçekleştirdiği keskin bir yükseliş. Bu arada ABD ise yıllardır 3. sırada yer almaya devam ediyor.

GII’nin çalışma çerçevesi, dünyadaki inovasyonun iniş çıkışlarına dair kapsamlı bir genel bakış sunarken, bulmacanın önemli bir parçasını gözden kaçırıyor: temel teorik araştırma. Bu noktada kamu yönetimi belirleyici rol oynuyor. Ticari getirilerle motive olan özel aktörlerin aksine, kamu desteği bilim insanlarına ve diğer araştırmacılara bilginin görünüşte soyut sınırlarını zorlama konusunda hareket alanı sağlar.

Bu açıdan bakıldığında, ABD tehlikeli bir şekilde geri düşmüş durumda. Ulusal Bilim Vakfı (NSF) verilerine göre, ABD’de toplam araştırma-geliştirme harcamalarında federal hükümetin payı, 1964’te, Sputnik’in uzaya fırlatılması sonrasında ulaştığı zirveden bu yana sürekli düşüşte. Temel bilimsel araştırmalar özelinde ise bu pay, 1970’lerin sonlarında yakaladığı yaklaşık %30’luk orandan 2023’te yaklaşık %10’a kadar geriledi.

Daha da rahatsız edici olanı, Trump yönetiminin bilimsel araştırmalara ve yüksek öğrenime yönelik saldırısı (görünüşte çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık programlarını ortadan kaldırmaya yönelik) ve Amerika’nın giderek endişe verici hale gelen Sinofobisi tarafından beslenen iş birliğine karşı olan zihniyettir. Amerikan Bilimsel İlerleme Derneği’nin yakın zamanda yayınladığı detaylı bir Ar-Ge değerlendirmesine göre, Trump’ın 2026 mali yılı bütçe teklifi, temel araştırmalar için federal fonlamayı muhtemelen 30 milyar dolara düşürecek; bu, 2025 mali yılı için öngörülen 45 milyar dolardan %34’lük bir düşüşü ifade ediyor. NSF verileri esas alındığında bu seviye, 2002 yılına geri dönüş anlamına geliyor.

Buna karşılık Çin, bilim ve teknoloji hedeflerini gerçekleştirmek için devasa fonlar ayırmış ve 2023 yılında küresel Ar-Ge yatırımının %28’ini tek başına gerçekleştirdi; bu oran, %29’luk paya sahip olan ABD’nin yalnızca biraz gerisinde. Çin’in Ar-Ge harcamaları son on yılda yıllık bazda ortalama %14 oranında artarken, bu oran ABD’nin %3,7’lik oranının üç buçuk katından fazla, dolayısıyla iki ülke büyük olasılıkla 2024’te eşit seviyeye gelmiş olabilirler.

Temel araştırmalara ilişkin karşılaştırılabilir ülke rakamlarına kolayca ulaşılamasa da, Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nde geçici görevli olarak çalışan uzman Jimmy Goodrich, bunları hesaplamayı denedi. Çin Ar-Ge’sindeki eğilim büyümesine ilişkin yaptığı çıkarım, Trump yönetiminin, hükümet destekli temel bilimsel araştırmalarda, Amerika’nın uzun süredir devam eden liderliğini devretme sürecinde olduğu gibi şaşırtıcı bir sonuca varıyor.

Neden böyle oluyor? Aynı soru, Trump 2.0’ın gümrük vergilerinden dış yardım kesintilerine ve temiz enerji girişimlerinin geri çekilmesine kadar birçok politika değişikliği için de sorulabilir. Bu eylemlerin çoğu, muhafazakarların Trump’ın ikinci dönemi için hazırladığı Heritage Foundation’ın 2025 Projesi’nde özetlendi. Oysa bu belgenin temel hedeflerinden biri, “Amerikan inovasyon ekosistemini desteklemek, harekete geçirmek ve odaklamak” idi. Bilimsel temel araştırmaların bu şekilde budanması, bu hedeflerin tam tersine işaret ediyor. Bu durum ekonomik ve rekabetçi açıdan neredeyse bir intihar niteliğindedir.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ise tamamen ters bir yaklaşıma sahip. Önceki liderlerin “bilimsel kalkınma” odaklı politikalarını sürdüren Xi, uzun süredir temel bilimsel araştırmanın Çin’in inovasyonunun temel direği olduğunu vurguluyor. 2023 yılının başlarında, “temel bilimsel araştırmayı güçlendirmenin bilim ve teknolojide daha fazla öz güvene ve güce ulaşmak için acil bir gereklilik olduğunu, bilim ve teknolojide dünya lideri olmanın tek yolunun bu olduğunu” savundu.

Günümüzde yapay zeka üstünlüğü için verilen küresel mücadele, genellikle iki sistem arasındaki bir çatışma olarak konumlandırılıyor: Amerika’nın piyasa odaklı modeli ve Çin’in devlet destekli sanayi politikası. Ancak temel bilimsel araştırmalar bu farklılıkları dengeleyen en büyük unsurdur. Sistemin kamu veya özel sektör tarafından yönlendirilmesinin bir önemi yok; inovasyon, nihayetinde keşiften doğar.

Merhum Henry Kissinger, Craig Mundie ve Eric Schmidt’in birlikte yazdığı Genesis: Artificial Intelligence, Hope, and the Human Spirit adlı kitapta: “Keşif, insan türünün en heyecan verici kapasitesi olabilir” denmektedir. Keşif kültürünün sürdürülmesi, yalnızca soyut ve teorik değil, aynı zamanda geniş bir ağ oluşturan temel bilimsel araştırmalara destek gerektirir.  Barut ve kağıdın mucidi olan Çinliler, bu dersi uzun zamandır özümsemiş durumda. Ne yazık ki Amerika, bunu zor yoldan yeniden öğrenmek üzere gibi görünüyor.

Yale Üniversitesi‘nde öğretim üyesi ve Morgan Stanley Asya‘nın eski başkanı olan Stephen S. Roach, Unbalanced: The Codependency of America and China (Yale University Press, 2014) ve Accidental Conflict: America, China, and the Clash of False Narratives (Yale University Press, 2022) adlı kitapların yazarıdır.

Kaynak: https://www.project-syndicate.org/commentary/trump-cuts-to-basic-research-in-us-could-enable-china-to-win-ai-race-by-stephen-s-roach-2025-07

Tercüme: Ali karakuş

SOSYAL MEDYA