Teknoloji yasaklarını ve nadir toprak elementleri sevkiyatlarını unutun — Londra’daki ticaret görüşmeleri, 21. yüzyılın küresel ekonomisinin kurallarını kimin yazacağıyla ilgili.
Bu hafta Londra’da, Shenzhen’in üretim tesislerinden ya da Wall Street’in işlem salonlarından çok uzakta ama küresel ekonomik düzenin merkezinde yer alan yüksek riskli bir hesaplaşma yaşanıyor.
ABD’li ve Çinli üst düzey yetkililer, çağımızın en önemli ekonomik rekabetini yumuşatmaya yönelik olarak bugün (Salı) ikinci tur görüşmelerini gerçekleştiriyor.
Görüşmelerin ilk günü olan Pazartesi’nin ardından ABD Başkanı Donald Trump, “Çin’le işlerimiz iyi gidiyor. Çin kolay bir ülke değil… Ama yalnızca olumlu raporlar alıyorum,” dedi. Çin, ABD’nin teknoloji denetimlerini gevşetmesini talep ederken; Washington, Pekin’in nadir toprak elementleri ihracatına getirdiği sınırlamaları hafifletmesini istiyor.
Ancak Singapur’dan Silikon Vadisi’ne kadar yatırımcılar için bu görüşmeler sadece tarifelerle ilgili değil. Asıl mesele, 21. yüzyılın küresel ekonomisinin kurallarını kimin yazacağı.
Her iki taraf da geçen ay oluşturulan Cenevre çerçevesini yeniden canlandırmaya çalışıyor—bu anlaşma, ABD’nin Çin mallarına uyguladığı ithalat vergilerini %145’ten %30’a, Çin’in ABD ürünlerine uyguladığı tarifeleri ise %125’ten %10’a indirerek geçici de olsa gergin gümrük savaşı ortamını yumuşatmıştı.
Ancak bu uzlaşma bir barış anlaşmasından çok bir ateşkesti. O zamandan beri taraflar yeniden uyumsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya.
Washington, Pekin’i kritik maden ihracatında ayak diremekle suçluyor. Pekin ise ABD’nin özellikle yarı iletkenler ve yapay zekâ konularında teknoloji kısıtlamalarını daha da ağırlaştırdığını öne sürüyor.
Londra’daki bu görüşmeler önemli çünkü riskler hiç bu kadar büyük olmamıştı. Çin ve ABD artık yalnızca iki rakip güç değil—her biri küresel ekonomik mimariyi kendi modeline göre şekillendirmeye çalışan, temelden farklı iki sistem olarak hareket ediyor.
Bu, veri akışlarından dijital paralara, enerji politikalarından ulusal güvenliğe ve ideolojiye kadar uzanan tam kapsamlı bir rekabet. Yatırımcılar bunu göz ardı ederse büyük bir hata yapar.
Bu haftaki müzakerelerin ciddiyetini anlamak için yalnızca gümrük tablolarına değil, daha geniş eğilimlere bakmak gerekiyor.
Trump yönetimi altında ABD, stratejik korumacılığı iki katına çıkarıyor. Nisan ayında kapsamlı “Kurtuluş Günü” tarifelerinin yeniden yürürlüğe konması, izole bir adım değil; Amerikan ekonomisinin dışa açıklığını yeniden şekillendirmeye yönelik daha geniş bir çabanın sonraki aşamasıydı.
Çin ise Devlet Başkanı Şi Cinping liderliğinde buna karşılık olarak kendi kendine yeterlilik kampanyalarını hızlandırıyor, askeri-sanayi kompleksini güçlendiriyor ve sermaye akışları ile yabancı teknoloji üzerindeki denetimini sıkılaştırıyor.
İki ekonomik dev, paralel tedarik zincirlerinden oluşan ayrışmış bir sisteme; rekabet hâlindeki standartlara, rakip dijital paralara ve yapay zekâ için birbirini dışlayan kurallara doğru hızla ilerliyor. Küreselleşme yoluyla karşılıklı bağımlılığa dayanan eski model, gözlerimizin önünde çözülüyor.
Piyasa açısından bakıldığında, bu parçalanma bir yandan dalgalanma getirirken, öte yandan olağanüstü fırsatlar da sunuyor. Stratejik sektörler hızla yeniden fiyatlanıyor.
Savunma teknolojisi, yapay zekâ, siber güvenlik, yarı iletken üretimi ve nadir toprak elementleri bu ekonomik güç yarışında vekil alanlara dönüşmüş durumda.
Son dönemdeki sermaye akışları bu durumu net biçimde yansıtıyor: ABD’li ve Avrupalı yatırımcılar, yerli çip üretimine yönelik yatırımlarını artırıyor; Çin ise kendi teknoloji şampiyonlarını desteklemek için devasa kamu fonları aktarıyor ve sanayi politikasını stratejik bir silaha dönüştürüyor.
Geçtiğimiz hafta Çin Sanayi ve Bilgi Teknolojileri Bakanlığı, hem sivil hem de askeri amaçlarla kullanılabilecek çift yönlü teknolojilere odaklanan 500 milyar yuan (yaklaşık 69 milyar dolar) tutarında yeni bir yatırım girişimini duyurdu.
Aynı anda, ABD Ticaret Bakanlığı da kuantum bilişim bileşenleri ve yapay zekâ eğitim veri setlerini kapsayacak şekilde ihracat kısıtlamalarını genişletti. Her iki taraftan da mesaj net: Yarınki teknolojide üstünlük, bugün ulusal güvenlik meselesidir.
Londra’daki görüşmeler, bu durumda, geleceğin ya müzakere edildiği ya da edilemediği bir sahne niteliğinde. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Bakanı Howard Lutnick ve Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’ın Çin Başbakan Yardımcısı He Lifeng ile karşı karşıya geldiği bu toplantılar, Cenevre’deki yeniden başlatma sürecinden bu yana en üst düzey görüşmeler olarak öne çıkıyor.
Her iki başkent de neyin tehlikede olduğunu biliyor ve hiçbiri geri adım atıyor gibi görünmek istemiyor.
Yatırımcılar garip bir ikilemin ortasında kalmış durumda: Parçalanmanın risklerine açıklar, ama aynı zamanda geleceğin ekonomisinde hâkimiyet kurma yarışından fayda sağlama pozisyonundalar. Bu yüzden Londra’daki görüşmeler hem şirket yönetim kurullarında hem de diplomatik çevrelerde büyük dikkatle izleniyor.
Görüşmeler Cenevre çizgisini korumayı başarırsa, bu durum piyasa duyarlılığını istikrara kavuşturabilir ve politika belirsizliğinin felç ettiği sınır ötesi anlaşmalara yeniden can verebilir.
Ancak başarısızlık—ve mevcut işaretler güven ve beklentilerdeki temel uyumsuzluklara işaret ediyor—durumunda, kopuş süreci hızlanacaktır. Tedarik zincirleri daha hızlı değişecek, sermaye büyük ölçekte yeniden tahsis edilecek ve yarı iletkenler ile nadir toprak elementleri gibi kritik girdilerde enflasyon riskleri yeniden yükselecektir.
Yatırımcıların artık ikili portföy mantığıyla düşünmesi gerekecek: biri Batı bloğu için optimize edilmiş, diğeri ise Çin’in etki alanına göre yapılandırılmış.
Ancak gözden kaçırılmaması gereken daha derin bir çıkarım daha var. Mevcut rekabet yalnızca GSYİH ya da teknoloji liderliğiyle ilgili değil; meşruiyet mücadelesi veren iki ekonomik vizyonun çatışmasıyla ilgili.
Bunlardan biri, onlarca yıllık serbestleşme sürecinin ardından ticaret ve sanayi politikasında yeniden kontrolü ele alan demokratik kapitalizme dayanıyor. Diğeri ise düzen, hız ve dayanıklılık vaat eden merkeziyetçi, devlet güdümlü bir model. Bu, Soğuk Savaş’ın bir tekrarı değil; daha yeni, daha akışkan ve muhtemelen çok daha uzun ömürlü bir şey.
İşte bu nedenle bu görüşmeleri yalnızca gümrük tarifeleri müzakeresi olarak görmek meseleyi ıskalıyor. Bu aslında bir sistem tasarımı meselesi; çipler, veriler ya da kritik mineraller üzerine yapılan her konuşma, gerçekte önümüzdeki on yıllarda ekonomik gücü kimin tanımlayacağına dair bir tartışma.
Bazı yatırımcılar bu gerçeğe uyum sağlamaya çoktan başladı. Egemen varlık fonları, uzun vadeli yatırımlarını pasif endekslerden çıkarıp stratejik sektörlere yönlendiriyor. Girişim sermayesi yatırımları giderek ideolojik hatlar boyunca ayrışıyor.
Özel sermaye fonları ise siyasi açıdan hassas sektörlerde sınır ötesi anlaşmalardan geri çekiliyor. Akıllı sermaye, bunun bir “makro mega trend” olduğunu görüyor.
Londra’nın bu hafta sunduğu şey yalnızca politika pozisyonlarının özeti değil, aynı zamanda siyasi iradenin de bir göstergesi. Dünyanın en büyük iki ekonomisi, belli çerçeveler içinde birlikte var olabilecek mi, yoksa tamamen iki kutuplu bir ekonomik düzene doğru mu ilerliyoruz?
Piyasalar her zaman riski fiyatlamıştır. Ama bu, daha temel bir mesele. Bu, rakip dünya görüşlerinin fiyatlandığı bir dönem. Ve Londra’daki görüşmeler, bu yeni dönemin bir sonraki bölümünün başladığı yer.
Kaynak: https://asiatimes.com/2025/06/us-china-whats-really-at-stake-in-london/#