İlk defa 1994 Dünya Kupası’nda görücü karşısına çıkan bir gol sevinci vardı. Brezilya ve Bebeto diye ipucunu da aşan bir şey söylesem, belki de birçok futbolsever gayrı ihtiyari iki elini birleştirip kollarını iki yana sallamaya başlayacaklardır. Yıllardan beri süregelen renkli oyunlarıyla futbolseverlerin gözünde ayrı bir yer edinen Sambacılar, Avrupa futbolunun çarkları arasında ezilmeye başlayan oyun anlayışlarını 94 Dünya Kupası’nda bütün sıkıcılığıyla bizlere gösterirken, içimizi bir an cıvıltılara ve tebessüme sevk eden bir gol sevincine de sahip oluyorlardı aynı zamanda. Hollanda ile oynadıkları çeyrek final maçında, takımının ikinci golünü atan Bebeto, aslında hadisenin seyri bakımından yapılması mukadder gözüken ama yapılış ânındaki karar verişle doğaçlama olan gol sevinciyle uzun yıllar hatırlanır olacağını aklına getirmiş midir bilinmez. Hadisenin seyri kısmına dönecek olursak, Bebeto’nun mezkur çeyrek final müsabakasından iki gün önce bir çocuğu dünyaya gelmiştir. Her ne kadar Bebeto, Tanrı’ya “bir gol atayım ve bu golü yeni doğan çocuğumla paylaşayım” diye bir yakarışta bulunmuşsa da, eğer gol olursa nasıl bir kutlama yapacağına dair bir kompozisyon çizmemiştir. Dolayısıyla gol attıktan sonra iki elini birleştirdikten sonra kollarını iki yana beşik sallar gibi hareket ettirmesi sonucunda vuku bulan ve hemen yanına gelen Mazinho ile Romario’nun da katılmasıyla müşterek bir sevince dönüşen bu kutlama, Brezilya’nın turnuva boyunca ortaya koyduğu sıkıcı ve Avrupa futbolunun yedeğinde giden tekdüze oyununa bir nebze olsun renklilik getirmişti. 94’ten bu yana gerek ulusal gerek uluslararası birçok müsabakada, golü atan futbolcunun yakın zamanda bir çocuğunun dünyaya geldiğini haber bültenlerinden değil bu gol sevincinden anlıyorduk artık. Sonraları bu sevinç biraz evrim geçirip golü atan futbolcunun formasının içine meşin yuvarlağı saklayıp sonra ortaya çıkarması gibi bir seyir izlese de, bu türdeki hiçbir gol sevinci Bebeto’nun orijinal gol sevinci kadar bir yer edinmedi dünya futbolunda.
Babasının bu gol kutlaması ile hayata ayrıcalıklı bir pencereden merhaba diyen Mattheus, aynı zamanda ismini bir Alman efsanesi olan Lothar Matthaus’tan almış olmanın getirdiği bir yükle de merhaba diyordu aslında hayata. İsimlerin insan üzerinde azımsanmayacak bir etkiye sahip olduğuna inanılır bizim coğrafyada. Aynı düşünce Latin Amerika topraklarında da var mı bilemiyorum ama Mattheus de Andrade Gama de Oliveria hem Lothar Mattheus’un adını taşımak hem de babasının doğrudan bir gol sevincini kendisine tevdi etmenin getirdiği sorumlulukla hayatını idame ettirmek gibi iki yükün getirisi olarak üç kardeş içinde futbolu seçen ve futbolcu olan tek çocuk olmuştur. Hatta babası Bebeto, onun söylediği ilk kelimenin “futbol” olduğunu da söyleyecektir. Hatta onun futbolla tanışmasını Hollanda maçında yaptığı o gol sevincine bağlayacak, Tanrı’nın onu o an vaftiz ettiğini söyleyecektir.
Bebeto’nun, 1994’te beşik sallar gibi yaptığı gol sevinci, sonraki birkaç yıl içinde başka futbolcular tarafından tekrar edilse de, günümüzde aynı sevince çok fazla rastlamıyoruz. Hatta unutulduğunu bile söyleyebiliriz. Az önce söylediğim gibi meşin yuvarlağı forma içine saklayıp kameralar karşısında o meşin yuvarlağı formanın içinden çıkarmak hâlâ popülerliğini koruyor. Ben rey hakkımı Bebeto’nun beşik metaforundan yana kullanıyorum doğrusu. Bebeto’nun o an yüzüne yansıyan tebessümle birleşince bu sevinç ve kutlama, golün asistini biz yapmışız gibi bir duygu seline bile kapılmıştık doğrusu.
Her ne kadar o “Bebeto sevinci” tedavülden kalkmış gibi olsa da futbolcuların yeni doğan çocuklarına karşı, oynadıkları müsabaka içinde bir aksiyona imza atmaları tedavülden kalkmış değil. Aksine futbol geliştikçe ve değiştikçe bu tür hamlelerde de bir değişiklik göze çarpıyor. Fakat yine de günümüzde en çok göze çarpan “bebek doğumu gol sevinci” (ki artık böyle bir isimlendirme yapabiliriz sanırım) maç öncesi planlı ve hazır biçimde forma içine giyilen ve üzerinde bir mesajın yazılı olduğu tişört giymek şeklinde karşımıza çıkıyor daha çok… Eğer şansınız yaver gider de bir gol atarsanız sarı kart görmek pahasına formanızı çıkartıp o tişörtü tüm seyircilere ve kameralara gösterebilirsiniz. Şansınız yaver gitmez de gol ile buluşamazsanız önceden tasarlandığı gibi gol sevincinde yumak olup golü atan arkadaşınızı tebrik ettikten sonra kameralara dönüp formanızı çıkarmadan hafif yukarı kaldırarak bebeğinize yazdığınız mesajı tüm ülkeye gösterebilirsiniz. Tabii bu vaziyet gol attıktan sonraki sevinciniz kadar fiyakalı olmayacaktır ama hiç yoktan iyidir. Bir de oynadıkları mevkii itibari ile gol atma ile hiç ünsiyet kuramayacak olanların bebek sevinci var ki zaman zaman o yöndeki çabalara da tanık olmuyor değiliz. Kalecilerden söz ettiğim hemen anlaşılmıştır sanırım. Kalecisiniz, maçtan birkaç gün önce bir çocuğunuz dünyaya geldi, bunu tüm ülke ile ve tüm taraftarlarınızla paylaşma iştiyakı taşıyorsunuz ama gol atamayacağınız için fazla bir seçeneğiniz yok. Bu durumda kalecilerin imdadına penaltı atışları yetişiyor doğal olarak. Takımının kazandığı bir penaltıyı gole çevirip onu yeni doğan çocuğuna armağan etmek isteyen kaleciler de, yeni doğan ünitesine bir şekilde dâhil olmak için hem teknik adamlarıyla hem de takımın penaltıcısıyla cebelleşmeyi bile göze alabiliyorlar. Bunun yakın örneğini ise geçtiğimiz günlerde yaşadık. Trabzonspor, evinde oynadığı Sivasspor müsabakasını 3-0 önde götürürken bir penaltı kazanmış ve penaltıyı birkaç gün önce çocuğu dünyaya gelen Trabzonspor kalecisi Uğurcan Çakır kullanarak çocuğuna armağan istemiş, ufak çaplı bir arbede meydana gelmişti. Sivassporlu futbolcular bunu kendilerine karşı bir saygısızlık addettikleri için, Trabzonspor teknik direktörü Şenol Güneş ise, muhtemelen saha içi disipline aykırı bulduğu için Uğurcan’ın karşısında durmuş ve onu penaltıyı kullanmamaya ikna etmişlerdi. Penaltıyı Uğurcan Çakır’ın yerine kullanan daha doğru ifadeyle kendi yerine kullanan Banza’nın penaltıyı kaçırmasını ise isteyen istediği şekilde okuyacaktır elbette. Peki ben nasıl okudum bunu? Bana sorarsanız taşların yerli yerine oturması olarak okusak doğru bir okuma yapmış oluruz. Taraftar bu tür durumlarda işin renk ve heyecan tarafındadır. Üç farkla öndesiniz, kalecinizin yenilerde bir çocuğu doğmuş ve gol atarak o golü çocuğuna armağan etmek istiyor. Taraftar bu durumda Uğurcan Çakır’ın yanında saf tutar. Fakat aynı taraftar takımı gerideyken veya maç berabere durumda gidiyorken penaltıyı Uğurcan’ın kullanacak olmasına şiddetle homurdanır. Teknik adam ise skor avantajını elde etmişken de, skor dezavantajına düşmüşken de sebebi ne olursa olsun penaltıyı kalecinin kullanmak istemesine kendi otoritesi ve saha disiplinini düşünerek karşı çıkar. Dolayısıyla Şenol Güneş’in tavrından yana kullanıyorum burada da rey hakkımı.
Gerek Uğurcan Çakır’ın gerekse yeni doğan çocuğuna bir gol hediye etmek isteyen başka futbolcuların bütün bu gayretleri, çocuklarına kalıcı bir görsellik bırakabilmeleri. Bunu sağlayabilmek için bakalım önümüzdeki yıllarda nasıl gol sevinçlerine imza atacak futbolcular. Bebeto’nun sevinci kadar hafızamızda yer edinecek “yeni doğan sevinçleri” görebilecek miyiz yoksa sıradanlığın içinde yüzecek miyiz?
Bebeto’nun bir bebeğin yüzü kadar masum bir yüze sahip olması, sanırım o sevincin bütün dünyada makes bulmasında ana etken. Bunun yanında Bebeto lakabının – ki biliyorsunuz Latin Amerika’da özellikle de Brezilya’da futbolcular isimleriyle değil lakaplarıyla bilinir – Türkçemizde doğrudan doğruya bebeği çağrıştırması ise bizde bir aliterasyon işlevi gördü galiba. Bebeto’nun oğlu Mattaus, şu an profesyonel futbolcu ve lakap rüzgârından payını alarak Bebetinho diye çağrılıyor. Muhtemelen formasının arkasında, Pele gibi, Didi gibi, Bebeto gibi lakabı yazıyor. Bebeto’nun, oğlunun futbol ile ünsiyet kurmasında 94’te yaptığı o doğaçlama gol sevincinin payı olduğunu düşündüğünü söylemiştik. Kim bilir belki de futbolcular, yeni doğan çocuklarıyla ilgili olarak sevinç ve ithaf tasarrufunda bulunurken bunu da göz ardı etmiyorlardır. Çocuklarının da futbol ile ünsiyet kurup futbolcu olmaları için belki de bütün bu çabalar. Çocuğunun doktor olması için göbek bağını hastane bahçesine gömmeye çalışan babalar gibi hani. Peki doğan çocuk kız ise bu tez çürüyecek mi? Hayır. Bayan futbolu da bir gelişim içinde nihayetinde.
Öyle ya da böyle… Nasıl ki şairler, çocuklarına şiirlerini ya da kitaplarını ithaf ediyorsa, benim her birine birer şair gözüyle baktığım futbolcular da gollerini çocuklarına ithaf ediyor. Sonuçta futbolcular, insanın tabiatı gereği baba olmaya devam edecek, sevinçler de aynı nispette çeşitlenecek. Bize de bunun izdüşümlerini yazıya dökmek kalacak.