Askeri-Endüstriyel Kompleks’in ‘Döner Kapısı’

ABD’de yapılan araştırmalara göre 2024 yılında savunma sanayi lobicilerinin yaklaşık Yüzde 65'i daha önce devlet görevlerinde bulunmuş "Döner Kapı lobicileri”ydi.  Bu sayı önceki yıllarda çok daha yüksekti. Basitçe ifade etmek gerekirse "Döner Kapı" özellikle Amerikan hükümeti ile silah şirketleri arasındaki personel değiş tokuşunu betimliyor. Döner kapı sisteminde çarklar şirketlerden bürokrasiye, bürokrasiden şirketlere, Pentagon’dan  şirketlere, şirketlerden tekrar  Pentagon’a transferlerle dönüyor. “Askerî- Endüstriyel Kompleks”le sınırlı olmayan bu değiş tokuş mekanizması diğer sektörler için de geçerli.
Aralık 19, 2024
image_print

“Amerikan Askerî-Endüstriyel Kompleks” özel çıkarlarını ilerletmek, sonsuz savaşlar’ın devamını sağlamak, askeri harcamaları olabildiğince artırmak ve yanı sıra idari kısıtlamalardan kurtulmak için lobi yapıyor, vekiller ve senatörlerin seçim kampanyalarına yüklü bağışlar yapıyor. Ulusal güvenlik ve savunma alanlarında faaliyet gösteren düşünce kuruluşlarını finanse eden “Askeri Endüstriyel kompleks” kamuoyunu yönetmek için medya ile de işbirliği yapıyor.

“Askerî-Endüstriyel Kompleks”in federal ve eyalet yönetimleriyle yasama meclislerine nüfuz etmek için kullandığı bir diğer mekanizmaysa “DÖNER KAPI(revolving door)” olarak resmediliyor. Federal ve eyalet yönetimlerinde savunmayla ilgili birimlerde çalışmış üst düzey görevliler işten ayrıldıkları veya emekli olduklarında büyük silah şirketleri için cazip kaynaklar oluyorlar.

“Askerî-Endüstriyel Kompleks” eski vekil, senatör, asker, bakan, bakan yardımcısı veya askeri harcamalarla ilgili birimlerde görev yapmış üst düzey yöneticilerden yüksek maaşlar, ikramiyeler ve hisse payları vererek istifade ediyor. “Kompleks” bu kişilerden ayrıca “lobici” olarak da yararlanıyor.

Diğer yandan “Kompleks”in bileşenleri olan büyük silah şirketlerinde üst düzey yöneticilik yapan kişilerin “Savunma” ve “Dış İşleri” başta gelmek üzere Bakanlık, Bakan yardımcılığı yahut ilgili birimlerde üst düzey görevlere getirilmeleri söz konusu.  Aynı işleyiş “Kompleks” için lobicilik yapmış kişiler için de geçerli. Bu nitelikteki kişilere görevden ayrıldıklarında şirket kapılarıysa her daim açık.  Bu mekanizmaya “Döner Kapı” denilmesinin sebebi de, budur.

ABD’de yapılan araştırmalara göre 2024 yılında savunma sanayi lobicilerinin yaklaşık Yüzde 65’i daha önce devlet görevlerinde bulunmuş “Döner Kapı lobicileri”ydi.  Bu sayı önceki yıllarda çok daha yüksekti. Basitçe ifade etmek gerekirse “Döner Kapı” özellikle Amerikan hükümeti ile silah şirketleri arasındaki personel değiş tokuşunu betimliyor. Döner kapı sisteminde çarklar şirketlerden bürokrasiye, bürokrasiden şirketlere, Pentagon’dan  şirketlere, şirketlerden tekrar  Pentagon’a transferlerle dönüyor. “Askerî- Endüstriyel Kompleks”le sınırlı olmayan bu değiş tokuş mekanizması diğer sektörler için de geçerli. Döner Kapılar Amerikan demokrasisinin niteliğini de ayrıca ifşa ediyor. Döner Kapı mekanizmasını eleştirenlere göre Hükümet kararları üzerinde gerçekleşen “özel nüfuz” demokratik süreçlere zarar veriyor.

 “KENDİ KENDİNİ YALAYAN DONDURMA KÜLAHI”

ABD’deki “Döner Kapı” eleştirmenleri bu yağlanmış mekanizmanın “kamusal çıkarlar” ve “özel çıkarlar” arasında çatışmaya yol açabileceğini vurguluyorlar. Eleştirmenlere göre ülke dışındaki askeri müdahalelerin artmasının “Askerî-Endüstriyel Kompleks”e kazanç sağladığı bir ortamda gizli çıkarların ilerletilmesi de  söz konusu olabiliyor.  Bu yüzden “Döner Kapı” eleştirileri ABD’nin dış politikasının ve askerî müdahalelerinin şekillendirilmesindeki güç dinamiklerine de ışık tutuyor. Bir kez daha hatırlatmak gerekirse, ABD Başkanlarından Dwight D. Eisenhower’ın 1961’deki veda konuşmasında savunma sektörü, hükümet ve Pentagon arasındaki  ilişkinin ABD’nin dış politikasını ve askerî müdahalelerini gereksiz yere şiddetlendirme riski taşıdığına dair tarihi uyarısı yerini buluyor.

Emekli olan askerler hayatlarının bu aşamasında daha iyi şartlarda yaşamak için mesleki kariyerleriyle ilgili sektörlerde çalışmaya istek duyuyorlar. Eleştirmenlere göre bu isteklilik askerî görevleri sırasında özel şirketlerin çıkarlarının ilerletilmesini kolaylaştırıyor. Yine eleştirmenlere göre üst düzey askerler emeklilik sonrasında silah şirketlerinde çalışmayı düşünmüyor olsalar bile görevleri sırasında bu şirketlerce teklif edilen silah sistemleri hakkında olumsuz tavır almaları kariyerlerini riske sokuyorBu risk, “Eğer bir albay ya da general ayağa kalkar ve yüksek maliyet ve düşük kalite konusunda yaygara koparırsa, emekli olduğunda hiçbir iyi adam onu görmeye gelmez” denilerek anlatılıyor.

“Quincy Enstitüsü”nün kıdemli danışmanlarından olan ve “Responsible Statecraft “dergisinin yayın yönetmenliğini yapan Kelley Beaucar Vlahos Washington merkezli “American Ideas Institute” tarafından yayınlanan “The American Conservative” dergisinde “Mattis: ‘Kendi Kendini Yalayan Dondurma Külahı’ İçin Bir General Daha” başlıklı bir yazı yayınladı. 8 Ocak 2009’da yayınlanan yazı dönemin Savunma Bakanı James Mattis ve diğer emekli askerlerin silah şirketleriyle ilişkilerini mercek altına alıyordu. Vlahos, Pentagon’da görev yapan subayların emekli olduktan sonra neden silah şirketlerinde çalışmak durumunda kaldıklarına da ışık tutuyordu:

“Pentagon’daki genç subayların albay ya da daha üst rütbelere yükselme olasılığı çok düşüktür. Genellikle 40’lı yaşlarında emekli olurlar. İyi maaşlı ikinci bir kariyer için en iyi şanslarının bildikleri tek sektör olan savunma sektöründe olduğunu dolaylı olarak bilirler. Çoğu bu hesabı ciddiye alıyor, program çalışmaları ve satın almalarla ilgili kararlarını denetliyor ve Kongre üyeleriyle doğal olarak iletişim kuruyor.”

Vlahos yazısında 31 yıl boyunca Pentagon’da sivil ve askeri memur olarak çalışan Franklin “Chuck” Spinney’in görüşlerine de başvuruyordu. Askeri analist olarak öne çıkan Spinney, “Askerî-Endüstriyel Kompleks”i, birçok yönden daha büyük yerel ekonomiden bağımsız “yarı izole edilmiş bir politik ekonomi” niteliyor. Kendi kuralları, normları ve kültürü olan,  gerçek dünyanın aksine, sağlıklı rekabet ve verimlilikle ilgisi bulunmayan yarı izole edilmiş bu politik ekonomi ABD Kongresi’nden Pentagon’a, oradan özel sektöre ve sonra tekrar geri pompalanan parayla sistemi sürekli bir savaş zemininde tutarak kendi kendini idame ettiriyordu. Bu sistemde temel arz ve talep yasaları, jeopolitik gerçekler ve toplumun yüksek menfaatleri göz ardı ediliyordu. Spinney bu işleyişi  “kendi kendini yalayan dondurma külahı “olarak tasvir ediyordu. Tüm sistemin parayı kapıdan çıkarmak üzere kurulduğuna dikkat çeken Spinney, “Döner kapının en zararlı olduğu yer burası. Her yerde var” diyordu.

Franklin “Chuck” Spinney  Pentagon’da görev yapan subayların askeri şirketlerin silah programlarına itiraz etmelerinin sivil hayata döndüklerinde iş bulma koşullarını zorlaştıracağını çok iyi bildiklerini belirterek, “Bu, yarbay rütbesinden general rütbesine kadar kökleşmiş bir şey” diye ekliyordu.

Kelley Beaucar Vlahos’a göreyse “döner kapı”dan giriş-çıkış yapan eski askerler normal kuralların dışında işleyen ve yalnızca güçlü bir azınlık alt kümesine fayda sağlayan yarı bağımsız bir ekosistemin hizmetkarlarıydı.  Askerî elit, savunma müteahhitleri ve Kongre’den oluşan üçlü ekolojiye silah şirketlerince finanse edilen “düşünce kuruluşlar dünyası” da dahil olmuştu. Vlahos’a göre daha fazla askerî harcama için ideolojik malzeme sağlayan bu kuruluşlar hükümet ve endüstri içinde veya dışında hareket eden operatörler için bir yol istasyonuydu.

Senatör Bernie Sanders ise bir yazısında savunma müteahhitlerinin CEO’larına fahiş tazminat paketleri sağladığını belirterek, “son üç yılda, bu şirketler CEO’larına toplam 257 milyon dolardan fazla ödeme yapmıştır-yıllık maaşlarsa savunma bakanının yaklaşık 100 katı ve yeni askere alınan ortalama bir hizmet üyesinin 500 katıdır” diyordu. Bu bilgiler emekli askerlerin neden büyük silah şirketlerinde çalışmayı cazip bulduklarını çarpıcı şekilde açıklıyor.

KALICI ÇATIŞMALARIN ANLAMI

“Döner Kapı” sadece ülke dışındaki askerî müdahaleleri değil, yanı sıra uluslararası silah ticaretini, savunma sanayi politikalarını ve küresel askeri stratejileri de etkiliyor. Bu durumsa toplumsal eşitsizlik, demokratik hesap verebilirlik eksikliği ve çıkar çatışmaları gibi yan sorunlara yol açıyor.

Kalıcı çatışmalar” ve “sonu gelmez savaşlar”  askeri-endüstriyel kompleksin uzun vadeli ekonomik çıkarlarının pekiştiriyor. Daimi kazanç elde etme tutkusu silah üreticilerini ve savunma teknoloji şirketlerini siyasi karar alıcıları askerî müdahaleleri sürdürmeleri için teşvik ediyor. Bu durum askerî harcamaların şişirilmesi riskini artırıyor. Irak ve Afganistan’ın işgalleri özel çıkarların ABD politikalarını derinden etkilediğini gösteren örneklerden sadece ikisiydi.

Diğer yandan “Döner kapı” mekanizması kamu fonlarının savunma şirketlerine yönlendirilmesine neden oluyor.  Savunma harcamalarının çok büyük bir kısmı, özel savunma şirketlerine yapılan devasa askeri sözleşmelerle bağlantılıdır. Bu durumsa kamu kaynaklarının verimli bir şekilde kullanılmasını zorlaştırıyor.

“Döner Kapı”ya getirilen bir diğer eleştiriyse “şeffaflık” eksikliğiydi.  “Askeri Endüstriyel Kompleks” ile “Hükümet” arasındaki geçişken ilişkiler ağı içerisinde kotarılan sözleşmelerin denetiminde gösterilen zayıflık veya bu sözleşmelerin maliyetlerinin kamu oyunun bilgisi dışında gerçekleşmesi ciddi bir sorun teşkil ediyor. Kararların ve harcamaların halktan gizlenmesiyse siyasetçilerin hesap vermesini engelliyor. Eleştirmenler, “şeffaflık eksikliği”nin askeri harcamaların ve askerî müdahalelerin artmasına yol açabileceği konusunda uyarılar yapıyorlar.

1933 ile 1945 yılları arasında ABD Başkanlığı yapan  Franklin D. Roosevelt, büyük ekonomik kriz sonrası dönemde “Yeni Düzen (New Deal)” politikalarını uygularken, bazı devlet yetkililerinin özel şirketlerde üst düzey pozisyonlara gelmeleriyle ilgili bir uyarıda bulunuyordu:

“Hükümet, halk için çalışmalıdır, ancak hükümetin kapıları, sürekli olarak en zengin ve güçlü şirketlerin menfaatleriyle dönmemelidir. Kamu görevlilerinin, özel sektörle geçişken ilişkiler kurarak kendi çıkarlarını kamu görevlerinden önce tutmalarına izin verilmemelidir.”

Amerikalı tüketici hakları savunucularından Ralph Nader ise,  “Döner kapı, demokrasiyi yok eden bir kanser gibidir. Kamu görevinde bulunan bir kişi, sonra göreviyle ilgili özel sektördeki şirketlere geçerse, halkın çıkarları her zaman daha az dikkate alınır. Bu sistem, çıkar çatışmalarını teşvik eder ve hükümetin gerçekten halkın hizmetinde olmasını engeller” diyordu

Demokrat Partili Senatör Elizabeth Warren ise “döner kapı”nın özel sektördeki güçlü oyuncuları hükümetin kapılarına çekerek politika kararlarını kendilerine en büyük kârı sağlayacak şekilde etkilediklerine dikkat çekerek, “Bu, halkın değil, sadece zenginlerin çıkarlarına hizmet eder” diyordu.

Demokratik Sosyalist Senatör Bernie Sanders’a göreyse  Hükümetin savunma sanayii gibi büyük şirketlerle olan ilişkisi, sürekli bir çıkar çatışmasına yol açıyor. Döner kapının sonsuz savaşları sürdüren bir sistemin parçası olduğunu belirten Sanders, “Bunu durdurmalıyız” diyor.

Amerikalı komedyen George Carlin ise, “Döner kapı” ve Amerikan siyaseti arasındaki ilişkiyi şöyle tasvir ediyordu:

Bu ülkede bir şeylerin ters gittiğini görüyorsanız, bir bakın. Çünkü, Washington’daki insanların yarısından fazlası, bir şekilde büyük şirketlerle bağlantılı ve aralarındaki geçiş, dönüp duruyor. Bu döner kapı, kâr peşinde koşan insanların, halkın çıkarlarını ne kadar kolay hiçe sayabildiğinin en iyi örneğidir.”

“DURUM ODASI”NA GİDEN KISA YOL

Büyük silah şirketleri, lobiler ile bürokrasi arasındaki “Döner Kapı”dan giriş çıkışlarla ilgili yüzlerce örnek var. “Döner Kapı”nın en tipik örneklerinden birisiyse eski ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney idi. 1979-1989 yılları arasında Cumhuriyetçi Parti’den Temsilciler Meclisi üyesi olan Cheney, George H. W. Bush’un ABD Başkanlığı döneminde Savunma Bakanıydı. 1993’te bu görevden ayrılan Cheney, 1995 -2000 yılları arasında Pentagon ile iş ilişkisi olan büyük şirketlerden “Halliburton”un yönetim kurulu üyesi ve CEO’su olarak görev yaptı. Cheney, George W. Bush’un Başkanlığı dönemindeyse ABD Başkan Yardımcısıydı. Afganistan ve Irak’ın işgalini tasarlayan “Neoconlar”ın en önemli isimleri arasında yer alan Cheney, Başkan Yardımcısı olmadan önce “Yahudi Ulusal Güvenlik İşleri Enstitüsü”nün de (JINSA) Danışma Kurulu üyesiydi.

Donald Trump’ın ilk başkanlık döneminde Savunma Bakanlığı yapan James Mattis ise 2013’te ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı(CENTCOM)görevinden ayrıldıktan sonra “General Dynamics” şirketinde Yönetim Kurulu üyeliğine getiriliyordu. Mattis 2013’ten Ocak 2017’ye kadar bu şirketin en tepesinde  görev yaptı. Mattis’in Pentagon’dan General Dynamic’se, oradan Bakan olarak yine Pentagon’a, 2019’daysa Pentagon’dan aynı şirkete dönmesi “Döner Kapı” modelinin çarpıcı örneklerinden birisiydi. Mattis’in Trump ile anlaşmazlığa düşerek ayrılması üzerine yerine bu kez “Raytheon”un eski baş lobicisi Mark Esper getiriliyordu.  Trump, Boeing’de 30 yıl kadar çalışan Partrick Shanan’ı ise Pentagon’da ikinci adam pozisyonundaki Bakan Yardımcılığına getirdi. Şirkette  “Füze Savunma Sistemleri”nin Başkan Yardımcısı ve Genel Müdürü olarak görev yapan Shanan, Trump tarafından bir ara Bakan Vekili olarak görevlendiriliyordu.

Lloyd Austin’in yanı sıra “General Dynamics” yönetim kurulunun diğer bazı üyeleri de daha önce Pentagon’da çalışmış olup, bunlar arasında eski Savunma Bakan Yardımcısı Rudy deLeon ve “ABD Stratejik Komutanlığı”nın eski komutanı emekli Amiral Cecil Haney de bulunmaktaydı.  Ruy deLon “Boeing” şirketinde de beş yıl boyunca kıdemli başkan yardımcısı olarak görev yapmıştı.

ABD Başkanı Joe Biden ise yine yine “CENTCOM Komutanlığı” görevinden 2016’da  emekli olduktan sonra “Raytheon”da yönetim kurulu üyesi olarak çalışan General Lloyd Austin’i Savunma Bakanlığına getiriyordu.

8 Aralık 2020 tarihli “New York Times” gazetesinde Eric Lipton, Kenneth P. Vogel ve Michael LaForgia tarafından kaleme alınan haberde hem Trump hem de Biden döneminde döner kapı geçişlerine ilişkin ilginç bilgiler yer alıyordu.  Haberin başlığıysa “Biden’ın Pentagon İçin Seçtiği İsim Müteahhitlerle Bağları Konusunda Sorularla Karşı Karşıya” idi. Haberin alt başlığındaysa Emekli General Lloyd Austin’in, dünyanın en büyük silah üreticilerinden biri olan Raytheon’un yönetim kurulunda görev yaptığı, ayrıca askeri tedarikçiler satın alan bir yatırım şirketinin ortağı olduğu belirtiliyordu. Haberde Biden’ın kararının Austin’in kurumsal bağları hakkında soru dalgası oluşturduğu belirtilerek, “Bu bağlar, her yıl silahlara ve diğer malzemelere yüz milyarlarca dolar harcayan Pentagon söz konusu olduğunda özellikle önemlidir” deniliyordu.

Aynı haberde Biden’ın kendi partisinin üyelerinin bile, Savunma Bakanlığı için doğrudan askeri müteahhitlik dünyasından gelen birini aday göstermekten uzak durulması konusunda uyarılarda bulundukları vurgulanıyordu. Keza General Austin’in “Raytheon”un 500 bin dolardan fazla değerdeki hissesine sahip olduğu da belirtiliyordu. Haberde  ayrıca Austin’e “Raytheon” ile birleşen “United Technologies”in yönetim kurulu üyesiyken dört yıl boyunca toplam 1.4 milyon dolarlık hisse senedi ve diğer tazminatlar ödendiği kaydediliyordu.

Haberdeki bir diğer ayrıntıysa General Austin’in  “Pine Island Capital Partners” adlı yatırım şirketinde de görev yapmış olmasıydı. Bu şirket roket fırlatma sistemleri ve makineli tüfekler için özel parçalar satan “Precinmac Precision Machining”in de aralarında bulunduğu küçük askeri şirketleri satın alıyordu. Yine bir diğer ayrıntıysa Biden’ın Dış İşleri Bakanı olarak seçtiği Anthony Blinken’ın da “Pine Island Capital Partners”  ekibinde yer aldığıydı. Bu şirketin kurucularından birisiyse Obama döneminde Savunma Bakanlığı’nda Politikadan Sorumlu Bakan Yardımcılığı yapmış bulunan Michèle A. Flournoy idi. Haberde “Pine Island”ın kısmen Blinken ve Flournoy tarafından kurulan bir danışmanlık firması olan “WestExec Advisors” ile ortaklığına da ayrıca dikkat çekiliyordu.

Haberde “WestExec” sözcüsünün Raytheon‘un firmanın müşteri olup olmadığına ilişkin sorulara yanıt vermediği belirtiliyordu. “WestExec” birçok müşteriyle gizlilik anlaşması olduğu gerekçesiyle “olası müşteriler” hakkında yorum yapmamıştı.

The American Prospect”  dergisinde yer alan bir bilgiye göreyse “WestExec”, İsrailli bir yapay zeka şirketi olan “Windward”ı da temsil ediyordu. İsrailli istihbarat subayları tarafından kurulan ve eski İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Ashkenazi’nin yönetim kurulu üyesi olduğu Windward, dijital izleme şirketiydi.

28 Kasım 2020’de “ New York Times”da yer alan bir habere göre Michele Flournoy ayrıca  “Booz Allen Hamilton”ın yönetim kurulu üyeleri arasındaydı.

6 Temmuz 2021’de  “The İntercept” ve “The American Prospect”te ortak olarak yayınlanan, Jonathan Guyer ve Ryan Grimm imzalı bir başka haberdeyse  “WestExec”te çalışan 15 kadar danışmanın Beyaz Saray, Pentagon,  CIA, “Ulusal İstihbarat Direktörlüğü” ve “Uluslararası Kalkınma Ajansı(USAID)” başta gelmek üzere Biden Yönetiminde etkili görevlere getirildikleri belirtiliyordu.  “WestExec” ekibinden Antony Blinken Dış İşleri Bakanı, Avril Haines ise Ulusal İstihbarat Direktörü olmuştu. Guyer ve Grimm’e göre 2017’de faaliyete geçen bir firma için bu manzara, döner kapılar arasında kayda değer bir yürüyüştü.

“WestExec”in adıysa, Beyaz Saray’ın Batı Kanadı ile diğer üst düzey yetkililerinin çalıştığı “Eisenhower Yönetici Ofis Binası” arasında uzanan küçük sokaktan geliyor. Firmanın adı kelimenin tam anlamıyla, “Durum Odası”na(Situation Room) giden yol” anlamına geliyor. ABD Başkanlarının en hayati askerî sırlarını tartıştığı yer olan Beyaz Saray’daki “Durum Odası”, bir çok tarihi kararın yanı sıra 2003’te George W. Bush‘un Irak Savaşı’nı başlatma emrini verdiği odaydı.

Öte yandan yakın zamanda Temsilciler Meclisi’nde Çin Komünist Partisi’nin faaliyetlerini izlemek için kurulan Komitenin Başkanlığını yapan Mike Gallagher Vekillikten ayrıldıktan sonra Peter Theil’in “Palantir Technologies” adlı şirketinde üst düzey bir göreve getiriliyordu. “Palantir Technologies” Çin karşıtı şahinler arasında önde gelen Mike Gallagher’ı savunma işlerini yürütmek, sözleşme fırsatlarını belirlemek ve Ar-Ge’ye rehberlik etmek üzere işe almıştı.

DÜĞÜMLENMİŞ İLİŞKİLER

ABD yasalarına göre emekli olan bir generalin Savunma Bakanı olabilmesi için askerlik mesleğinden ayrılmasının üzerinden 7 yıl geçmiş olması gerekiyor. 2016’da Başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump, emekli general James Mattis’i Savunma Bakanlığına aday gösterdiğinde bekleme süresi dolmamıştı. ABD Kongresi nadir durumlarda başvurulan “feragat” hakkını kullanarak Mattis’in  Bakan olmasının yolunu açtı.  ABD Kongresi Joe Biden’ın Savunma Bakanlığına aday gösterdiği Lloyd Austin için de aynı yetkiyi kullanacaktı.

“Döner kapı” için bir diğer tipik örnek ise Barack Obama döneminde İç Güvenlik Bakanlığı yapan Jeh Johnson idi. Johnson 2018’den 14 Kasım 2024’e kadar “Lockheed Martin”in yönetim kurulu üyesi ve direktörüydü. Johnson İç Güvenlik Bakanı olmadan önceyse Savunma Bakanlığı ile ABD Hava Kuvvetleri’nde Baş Hukuk Müşaviri olarak görev yapmıştı. Amerikan dış politikasında etkili bir kuruluş olan “Dış İlişkiler Konseyi”nin(CFR) üyesi  olan Johnson  “Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi”nin de (CNAS) yönetim kurulu üyelerindendi. Jeh Johnson ayrıca  “Amerika Ruhu(Spirit of America) adlı uluslararası yardım kuruluşunun danışma kurulu üyesiydi. Danışma Kurulu’nda Michèle A. Flournoy, James Mattis, Trump’ın eski  Ulusal Güvenlik Danışmanı emekli general Herbert Raymond McMaster ile eski genelkurmay başkanlarından Joseph Dunford da yer alıyorlar. “Spirit of America” Afganistan, Irak, Suriye ve Ukrayna dahil ülke dışında Pentagon’un halkla ilişkiler yüzü olarak faaliyet gösteriyor. Kuruluşun yönetim kurulu üyelerinden finansçı ve fon yöneticisi iş adamı John Phelan ise Trump tarafından “Donanma Bakanlığı”na aday gösterildi. Phelan 2024 seçimlerinde Trump’ın en önemli bağışçıları arasındaydı.

“Spirit of America”da yer alan isimlerden Michele Flournoy “Neoconlar”ın ve “Neoliberal şahinler”in bir karışımı olarak nitelenen Washington merkezli düşünce kuruluşu “CNAS”ın da kurucularındandı. CNAS’ın bir diğer kurucusuysa Kurt Campbell idi.  Obama döneminde Doğu Asya ve Pasifik İşleri’nden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcılığı yapan Campbell Biden dönemindeyse Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Hint-Pasifik Koordinatörüydü. Campbell halihazırda “Doğu Asya ve Pasifik İşleri’nden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı”dır. Çin ve Doğu Asya ile ilgili çok sayıda yayına imza atan Campbell, Obama döneminde ABD’nin Asya’ya Dönüşüyle ilgili doktrinin baş mimarı olarak da biliniyor.

Washington merkezli “Quincy Sorumlu Devlet Yönetimi Enstitüsü”nün(Quincy Institute for Responsible Statecraft) çevrimiçi dergisinde 22 Şubat 2021’de Brett Heinz tarafından kaleme alınan yazıdaysa “CNAS”ın büyük silah şirketleriyle malî ilişkileri irdeleniyordu. Yazıda yer alan bilgilere göre “CNAS” 2014-2019 yılları arasında savunma şirketlerinden en fazla para alan kuruluştu.  “CNAS”a 29 farklı savunma şirketi malî yardımda bulunmuştu. ABD’nin en büyük beş silah şirketinden biri olan “Northrop Grumman” CNAS’In açık ara en büyük mali destekçisiydi. Heinz’in yazısında ayrıca şöyle deniliyordu:

”””Savunma şirketlerinin saldırgan bir dış politikanın sürdürülmesindeki çıkarları açıktır. Militarizm, bu şirketlerin hizmetlerine yönelik bir talep yaratmakta, dolayısıyla bu şirketlere, gelirlerini sağlayan askeri konuşlandırmaları ve silah projelerini savunan CNAS gibi kuruluşlara katkıda bulunmaları için açık bir teşvik sağlamaktadır.”””””

Döner kapı sisteminin ve ABD’nin ülke dışındaki sonu gelmez savaşlarının önde gelen eleştirmenlerinden William Hartung’un Dillon Fisher ile birlikte “Responsible Statecraft” dergisinde yer alan yazısındaysa çok daha ilginç bilgiler yer alıyordu. 4 Ekim 2023’te yayınlanan yazının başlığıysa “ABD’li generallerin yüzde 80’i silah üreticileri için çalışmaya başladığında” idi. Yazıda Savunma Bakanlığı ile silah endüstrisi arasındaki döner kapının dönmesini yavaşlatmanın yollarıyla ilgili bir rapora yer veriliyordu. Rapor ABD Kongresi’ne bağlı olarak çalışan “Hükümet Sorumluluk Ofisi(Government Accountability Office) tarafından 2021 yılında yayınlanmıştı. Raporda beş yıllık bir süre zarfında 1700 üst düzey hükümet yetkilisinin silah endüstrisinde pozisyon aldığını ve bu rakamın yılda ortalama 300’den fazla olduğu kaydediliyordu.

Quincy Institute for Responsible Statecraft” tarafından hazırlanan yeni bir rapora göreyse bu uygulama özellikle üst düzey general ve amiraller arasında belirgindi. Son beş yılda emekli olan dört yıldızlı general ve amirallerin yüzde 80’inden fazlası silah sektöründe yönetim kurulu üyesi, danışman ve lobici olarak çalışmaya devam etmişti. Bu raporda “Boeing şirketi”nin eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral John Richardson‘ı devlet hizmetinden emekli olduktan sonra işe aldığı kaydediliyordu. Amiral Richardson emeklilik töreninden sonraki iki ay içinde Boeing’in yönetim kuruluna katılmıştı. Rapora göre “Boeing” 2022 Malî Yılında Pentagon’un altıncı en büyük yüklenicisiydi.

Bir diğer örnek, 2019’da Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan Deniz Piyadeleri Generallerinden Joseph Dunford’du. Emekliye ayrılmasından 5 ay kadar sonra Dunford “Lockheed Martin”in yönetim kuruluna katılıyordu.

Yazıda yer alan bilgilere göre emekliye ayrılan dört yıldızlı generaller sadece büyük silah şirketlerinde iş aramakla kalmıyor, aynı zamanda yeni nesil insansız hava araçları, yapay zeka (AI) ve siber güvenlik gibi en son teknolojiye odaklanan küçük ve orta ölçekli şirketlerde çalışmak için dallanıp budaklanıyorlar. ABD Afrika Komutanlığı’nın eski başkanı General Stephen Townsend “Fortem Technologies” adlı şirkete,  ABD Ordusu Gelecek Komutanlığı’nın eski başkanı General Mike Murray ise üç yeni savunma teknolojisi firmasının yönetim kurullarına giriyordu. Eski Ulusal Muhafız Bürosu Başkanı General Joseph L. Lengyel ile eski Deniz Operasyonları Başkan Yardımcısı Amiral William K. Lescher ise yapay zeka firmaları için çalışıyorlardı.

Yazıda yer verilen Yeni rapor ile “Project on Government Oversight”ın önceki analizlerinde belgelendiği üzere, hükümetteyken işlevsiz silahları savunan ve daha sonra bu sistemleri üreten şirketler için çalışmaya devam eden çok sayıda üst düzey askeri yetkiliden söz ediliyordu.  Diğer bir yandan eski yetkililer Pentagon’un aşırı pahalı, düşük performanslı ve stratejik olarak gereksiz Kıyı Muharebe Gemisi gibi artık istemediği ya da ihtiyaç duymadığı silahları elden çıkarmasını engellemede merkezi roller oynamışlardı. Yazıda bu tür faaliyetlerin yaygınlığını takip etmenin, emekli subayların silah endüstrisine katıldıktan sonra ne yaptıklarına dair mevcut bilgilerin sınırlı olması nedeniyle çok zor olduğu belirtiliyordu. Hartung ve Fisher’ın yazısı şu cümleyle noktalanıyordu:

“Çıkar çatışmalarının ve özel çıkar politikalarının Pentagon bütçesini şekillendirmesine izin vermek için hem vergi mükelleflerinin dolarları hem de gelecekteki güvenliğimiz açısından tehlikede olan çok fazla şey var. Kongre’nin döner kapının etkisini azaltmak için harekete geçme zamanı gelmiştir.”

ASKERÎ BÜTÇEYİ KISITLAMA GİRİŞİMLERİ

ABD Kongresi’nde “Döner Kapı” mekanizmasının sınırlandırılmasına ilişkin girişimler olduysa da henüz bir sonuç alınamadı. Girişimler çok az sayıda senatör ve vekille sınırlı kaldı. Tıpkı İsrail’e sorgusuz sualsiz destekte olduğu gibi “Döner Kapı”ya dokunmamak konusunda da iki partili bir işbirliği söz konusu. Bunun sebebini anlamak zor değil.  “Askeri Endüstriyel Kompleks” ve bağlantılı kuruluşlar iki partiden siyasetçilerin seçim kampanyalarına yaptıkları bağışlarla ABD Kongresi’ndeki muhalefeti bir hayli etkisizleştirmiş bulunuyorlar.

Tüketici haklarıyla ilgili mücadelesiyle öne çıkan hukukçu  Ralph  Nader 2014’te kendisiyle yapılan bir röportajda savunma bütçesini eleştirerek şöyle diyordu:

 “800 milyar dolar olan askeri bütçe. Federal işletme bütçesinin yarısı. Artık Sovyetler Birliği yok. Çin füze göndermeyecek, biz onlara işlerimizi ve sanayimizi gönderirken değil. Peki neden bu kadar büyük bir bütçemiz var? Eisenhower bizi bu konuda uyarmıştı: Askeri-endüstriyel kompleks doymak bilmez ve her zaman tüm bu silahlanmayı ve tüm bu askeri sözleşmeleri haklı çıkaracak bir düşman bulmaya çalışır.”

“Döner Kapı”ya en ciddi itirazlardan biriyse Senatör Elizabeth Warren’dan geliyordu. Warren büyük silah şirketlerinde yer almalarından sonra Savunma Bakanlığı için aday gösterilen eski üst düzey askerlere veya lobicilere Senato Silahlı Hizmetler Komitesi’nde soğuk terler döktürmesiyle öne çıkıyordu. Warren adaylardan adaylıklarının onaylanması için önden bazı taahhütlerde bulunmalarını da istiyordu. Nitekim bazı adaylar bu konuda sözler de verdiler.

Senatör Warren’ın “Askeri Endüstriyel Kompleks”in Döner Kapı’ marifetiyle Pentagon üzerindeki nüfuzunun kırılması için hazırladığı tasarının başlığıysa “Savunma Bakanlığı Etik ve Yolsuzlukla Mücadele Yasası”ydı.  16 Mayıs 2019’da “medium.com”da “Pentagon’da şirket etkisini azaltmanın zamanı geldi” başlıklı yazısında  Warren tasarısının sunumunu yapıyordu. Büyük silah şirketlerinin Pentagon’a yakın mesafede kümelenmelerinin hiç de şaşırtıcı olmadığını belirten Warren,  “Bu yakınlık dev savunma şirketleri ile Savunma Bakanlığımız arasında yoğun bir samimiyeti temsil ediyor” diyordu.

Warren kamu ve özel sektör işbirliğinin yeni teknolojilerde gerçek ilerlemeler kaydedilmesine yardımcı olduğu konusunda şüphesinin bulunmadığını, ancak halihazırda savunma lobicileri, Kongre ve Pentagon arasındaki yakınlığın ABD Başkanı Eisenhower’ın 1961’deki veda konuşmasında dikkat çektiği askeri-endüstriyel kompleks’e dönüştüğünü söylüyordu. Bu yakınlık büyük, küçük sayısız kararı meşru ulusal güvenlik çıkarlarından uzaklaştırıp vergi mükelleflerinin dolarlarıyla büyüyen dev şirketlerin arzularına doğru yönlendiriyordu.

Senatör Warren’ın verdiği bilgilere göre 2018 yılında, en büyük 20 savunma müteahhidi 645 eski üst düzey hükümet yetkilisini, üst düzey askerleri,  Kongre Üyelerini ve üst düzey yasama personelini lobici, yönetim kurulu üyesi veya üst düzey yönetici olarak işe aldı. “Şişirilmiş savunma bütçemizi kısmanın zamanı geldi de geçiyor” diyen Senatör Warren Savunma müteahhitlerinin etkisinin eski ABD Başkanı Ronald Reagan‘ın “Soğuk Savaş”ın zirvesinde harcadığından daha pahalıya mal olacak bir Pentagon bütçesine yol açtığına dikkat çekiyordu.

Senatör Warren’a göre askeri harcamalar eğitim, tıbbi araştırma, sınır güvenliği, barınma, FBI, afet yardımı, Dışişleri Bakanlığı, dış yardım – isteğe bağlı bütçedeki diğer her şeyin toplamından daha fazlaydı. Warren geçmişin teknolojilerine çok fazla yatırım yapıldığını, geleceğin ihtiyaçlarına ise yeterince odaklanılmadığını savunuyordu. Yanlış yönlerde yapılan askeri harcamaların israfa yol açtığını  ve bu harcamaların sürdürülemez olduğunu  belirten  Warren  “Pentagon için daha fazla para güvenlik sorunlarımızı çözebilseydi, şimdiye kadar çoktan çözmüş olurduk” diyordu.  Warren  hangi programların 21. yüzyılda Amerikan güvenliğine gerçekten fayda sağladığını ve hangi programların sadece savunma müteahhitlerinin cebini doldurduğunun  belirlenmesinden sonra yapılması gerekeniyse şöyle özetliyordu:

“keskin bir bıçak çekip bazı kesintiler yapmanın zamanı geldi. Savunma sanayii illa masada bir koltuğa sahip olacak olsa da, masanın kendisine sahip olmamalıdır.”

Senatör Warren mevcut yasaların dev askeri müteahhitlerin Pentagon’daki usulsüz etkilerini güçlü bir şekilde sınırlandırmak için çok zayıf olduğunu vurguluyordu. Warren hazırladığı plânın Washington’un iş yapma biçimini temelden değiştireceğini, Washington’daki gücü güçlülerden ve iyi bağlantıları olanlardan alıp Amerikan halkının eline geri vereceğini savunuyordu.

Warren tasarıda yer vereceği önlemleriyse dört ana başlıkta şöyle özetliyordu: “Dev Müteahhitler ve Pentagon Arasındaki Döner Kapıyı Kapatın”,  “Savunma Bakanlığı Yetkililerinin Yüklenici Şirketin Hisselerine Sahip Olmasını Yasaklayın”, “Yabancı Hükümetlerin Amerikan Ulusal Güvenlik Yetkililerini İşe Almasını Sınırlandırın”, “Savunma Yüklenicilerinin Lobicilik Faaliyetlerini İfşa Edin”

Warren’ın tasarısı savunma müteahhitlerinin üst düzey Savunma Bakanlığı yetkilileri ile general ve albayları Bakanlıktan ayrıldıktan sonra dört yıl boyunca işe almalarını yasaklıyor. Bu önlemle eski asker yetkilinin görevdeyken sahip olabileceği kilit bağlantıların veya kilit bilgilerin aşırı bir avantaj sağlamasının önüne geçilmiş olacaktı.  Warren’ın planında çıkar çatışması fırsatını tamamen ortadan kaldırmak için, hükümete katılan bir savunma müteahhidinin eski bir çalışanı veya yöneticisinin eski patronlarını etkileyebilecek herhangi bir şey üzerinde çalışması da tamamen yasaklanıyordu. Böylece göreve gelen Savunma Bakanı veya  Vekilinin daha önce çalıştığı şirketin mali çıkarlarını ABD’nin ulusal güvenlik çıkarlarının önüne koyup koymadığına dair sorular da sorulmayacaktı.

Öte yandan Savunma müteahhitlerinin, Savunma Bakanlığı’nda kimlerle görüştükleri, ne hakkında lobi yaptıkları ve hangi (sınıflandırılmamış) bilgileri paylaştıkları dahil olmak üzere lobi faaliyetlerinin gerçek kapsamını ifşa etmeleri gerekecekti. Warren kamuoyunun bilgilendirilmesini sağlamak için lobilere ilişkin federal açık kayıt yasalarının savunma müteahhitleri için de geçerli olmasını öneriyordu. Warren bu cümlesiyle gölge lobiciliği kastediyordu.

Warren özel silah şirketlerinin çoğunun, “Wall Street”teki hissedarlarına ve yatırımcılarına yıldan yıla gelir gösterme baskısı altında olduğuna dikkat çekerek,  “Bu da, ulusal güvenlik ihtiyaçlarımız ne olursa olsun, federal hükümete daha fazla harcama yapması için sürekli baskı yaptıkları anlamına geliyor. Gerçek bir reformun zamanı çoktan geldi de geçiyor” diyordu.

Senatör Warren’ın tasarısı Döner Kapı savunucularının tepkisiyle karşılanıyordu. Bu savunuculara göre Warren’ın Haçlı seferi nitelikli kişileri hizmet etmekten caydıracak ve nihayetinde üstlenmeyi bekledikleri pozisyonların etkinliğini azaltacaktı. “Döner Kapı”nın sağlıklı ve gerekli olduğunu savunanlara göre Warren’ın Pentagon liderleri ile savunma endüstrisi arasındaki “yakınlığın” “sayısız kararı” dev şirketlerin lehine çevirdiğine dair iddiaları kanıttan yoksundu. Öte yandan bu işbirliği Başkan Eisenhower’ın uyardığı “askeri-endüstriyel kompleks” değildi. Çin başta gelmek üzere Amerikan çıkarlarını tehdit eden güçleri caydırabilmesi için Pentagon ve sanayi arasında yakın işbirliği şarttı.

Warren yıllardır uğraştıysa da tasarısının ABD Kongresi’nde onaylanmasını sağlayamadı. Ağustos 2023 yılında da yine Demokrat Partili Temsilciler Meclisi üyesi Andy Kim, Senatör Warren’ın Haziran ayında tekrar sunduğu “Savunma Bakanlığı Etik ve Yolsuzlukla Mücadele Yasa Tasarısı”na eşlik etmek üzere aynı başlıklı bir tasarıya imza atıyordu.  Tasarı Warren’ın tasarısıyla uyumluydu.

Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komitesi’nin Askeri Personel Alt Komitesi’nin kıdemli üyeleri arasında yer alan Andy Kim’in tasarısında üst düzey hükümet yetkililerinin Pentagon’dan 100 milyon dolardan fazla gelir elde eden büyük savunma şirketlerinde hisse sahibi olmaları da yasaklanıyordu. Andy Kim 5 Kasım 2024 seçimlerinde New Jersey eyaletinden ABD senatosuna seçiliyordu.

Büyük silah şirketlerinin siyasi nüfuzunu kırmayı amaçlayan kapsamlı yasaların nadiren gün ışığı gördüğü ABD Kongresi’nde Senatör Warren ve Temsilciler Meclisi üyesi Andy Kim’in girişimleri zorlu bir direnişle karşılaşıyordu. ABD Yüksek Mahkemesi’nin siyasetçilerin seçim kampanyalarına şirketler ve bireyler tarafından yapılan yüklü bağışların önünü tamamen açan bir karara imza attığı 2010 yılından bu yana bu mesele hep tartışılıyor. Eleştirilere göre iki partinin merkezci unsurları, bağışların sınırlandırılmasına ilişkin olarak tabandan gelen talepleri görmezden gelip sırtlarını dönmekten başka bir şey yapmıyorlar.

ÜSLER İMPARATORLUĞU

ABD’nin Dünyanın dört bir tarafında sekiz yüz civarında askeri üssü bulunuyor. Bu bakımdan ABD bir “üsler imparatorluğu” olarak da niteleniyor. Savunma harcamalarının kısılmasını isteyen çevreler askeri üslerin de aynı çerçevede ele alınması gerektiğini savunuyorlar. Bu çevrelere göre Pentagon denizaşırı askeri üslerde ihtiyaç duyulandan yüzde 19 daha fazla personele sahip bulunuyor.

ABD’nin askeri harcamalarıysa her geçen yıl daha da artarak devam ediyor.  Harcamaların artmasıyla “kalıcı çatışmalar”, “sonu gelmez savaşlar” ve büyük düşmanlardan gelen sözde küresel tehditler biribiriyle bağlantılı. Askeri harcamaların arttırılmasına paralel olarak “Askeri-Endüstriyel Kompleks”in genişleyerek büyümesi Amerikan ekonomisinin çok önemli bir bölümünü oluşturuyor. Ekonomiyle Askeri-Endüstriyel Kompleksin bu iç içeliği askeri harcamaların sınırlandırılmasını zorlaştırıyor. Silah üretimlerinin kasıtlı olarak ABD’nin birçok eyaletine dağıtılmasıysa hem siyasetin elini kolunu bağlıyor, hem de Amerikan  toplumun bu meseleye bakış açısını körleştiriyor.

Askerî harcamalarla ekonomiyi büyütmek “askeri Keynescilik” olarak nitelendiriliyor. Bu bağlamda askeri harcamalarda kesintiye gitmenin ekonomi için yeni sorunlar doğuracağı gibi bir fikri sabitten bahsetmek de mümkün.

Amerikalılar kendi kendini tüketen bir harcama sarmalı içerisinde köşeye sıkışmış görünüyorlar. ABD İkinci Dünya Savaşı sonrasında kendini bir ”küresel imparatorluk” olarak konumlandırmıştı.  “Soğuk Savaş”la birlikte giderek aşırılaşmış bu askerî imparatorluğun kontrol edemeyeceği ölçüde genişlemiş olmasıysa eski Roma İmparatorluğunu yıkıma götüren koşulları akla getiriyordu.

Özetlemek gerekirse “Askerî-Endüstriyel Kompleks”in kazanç çarkları sıradan Amerikalıları yoksullaştırırken, diğer yandan ABD’nin sonu gelmez savaşlara saplanıp kalması milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarcasının sakatlanmasına, ülkelerinin, ekonomilerin mahvedilmesine sebebiyet verdi. Gazze’de dünyanın gözleri önünde İsrail tarafından yürütülen soykırımdan da anlaşıldığı gibi sözde küresel imparatorluğun insanlık alemi için son derece ağır olan bu bedelden rahatsızlık duyduğuna dair herhangi bir işaret de yok.

ELON MUSK- BERNİE SANDERS YAKINLAŞMASI

Donald Trump’ın 2016’da sürpriz bir şekilde ABD Başkanı seçilmesinde giderek eriyerek alta düşen orta sınıf Amerikalıların ülke dışındaki “sonu gelmez savaşlar”dan duydukları rahatsızlık önemli rol oynadı. Emlak milyarderi Trump “Önce Amerika” sloganıyla bu toplumsal öfke dalgasının üzerinde sörf yapmak suretiyle öne çıkmayı başardı. Ne ki ilk Başkanlığının dört yılında Trump Askeri-Endüstriyel Kompleks ile askerî harcamalar arasındaki Katolik nikahını bozmadı. Döner Kapı çarkları eski gibi dönmeye devam etti.  Trump savunma bütçesini artırma yoluna gittiği gibi askeri harcamaları artırmaları için NATO üyelerine de baskı yaptı. Trump  Avrupalı müttefiklerin askeri harcamaları arttırmadıkları takdirde NATO’dan çekilebileceğini bile söyledi. Şimdi Trump bir dört yıl daha Amerikan Başkanlığı yapacak. Ancak askeri harcamalara ilişkin olarak önceki döneminden farklı davranıp davranmayacağıysa şimdilik belirsiz görünüyor..

Pentagon bütçesinin kısılabileceğine dair tek işaretse Trump’ın yeni kurulan “Kamu Verimliliği Bakanlığı”na(DOGE) eş başkanlar olarak seçtiği Elon Musk ve Vivek Ramaswamy’den geldi. Musk ve Ramaswamy federal harcamalarda 2 trilyon dolarlık bir kesinti yapmaya hazırlanıyor. Kesinti yapılacak harcamalar arasında Savunma Bütçesi de var. “Wall Street Journal” gazetesi için 20 Kasım’da kaleme aldıkları görüş yazısında Musk ve Ramaswamy “Pentagon kısa bir süre önce üst üste yedinci denetimden de geçemedi ve bu da kurum yönetiminin yıllık 800 milyar dolardan fazla olan bütçesinin nasıl harcandığı konusunda çok az fikri olduğunu gösteriyor” diyorlardı. Musk ve Ramaswamy tedarik süreçlerinin ve federal sözleşmelerin yıllardır incelenmediğine de ayrıca dikkat çekiyorlardı.

Elon Musk gerek “X” hesabında, gerekse katıldığı etkinliklerde Pentagon’un savaş uçakları için yaptığı harcamaları da hedef alıyordu. Musk’ın hedefinde “Lockheed Martin” tarafından üstlenilen “F-35” savaş uçakları programı da yer alıyor. Bu programa tahsis edilen federal fonları kesmeyi düşündüğü söylenen Musk 24 Kasım’da “X” hesabında Çin’e ait insansız silahlı hava aracı filosunun yer aldığı bir görüntüyü paylaşarak, “Bu arada bazı aptallar hala F-35 gibi insanlı savaş uçakları inşa ediyor” diye yazıyordu. Musk insanlı savaş uçaklarının insansız hava araçları çağında modasının geçtiğini de belirtiyordu.

“Hükümet Verimliliği Bakanlığı(DOGE)” icrai olmayıp danışma nitelikli bir bakanlık. Trump savunma kesintileri için yeşil ışık yaksa bile ABD Kongresi’nin buna onay vermesi gerekiyor. Bu yüzden Musk’ın F-35 programı üzerinde ne kadar etkisi olacağı ve Kongre’nin kesintileri onaylayıp onaylamayacağı belli değil.

Musk’ın  açıklamalarına Sosyalist Senatör Bernie Sanders’tan destek geliyordu. Sanders 1 Aralık 2024’te  “X” hesabından paylaştığı mesajda  “Elon Musk haklı. 886 milyar dolarlık bütçesiyle Pentagon üst üste 7. denetiminde de başarısız oldu. Milyarların izini kaybetti. Geçen yıl sadece 13 senatör Askeri Sanayi Kompleksine ve israf ve dolandırıcılıkla dolu savunma bütçesine karşı oy kullandı. Bu değişmeli” diyordu. Musk ise Sanders’ın bu paylaşımını beğenerek onaylıyordu.  Demokrat vekillerden Ro Khanna da “X” hesabından yaptığı bir paylaşımda  israf, dolandırıcılık ve suiistimali azaltmak ve 5 büyük silah şirketinin üstlendiği tedarik tekelini daha fazla rekabete açmak konusunda Silahlı Hizmetler Komitesi’nde Elon Musk ile çalışmaya hazır birçok  Demokrat Vekil olduğunu söylüyordu. Musk, Khanna’nın bu mesajına ise “Harika!” diyerek cevap veriyordu. Pentagon harcamalarının kısılmasının “sonsuz savaşlar”a muhalefet eden muhafazakârlar ile Demokratlar’ın İlerici-Sol kanadının bir araya gelebileceği ortak bir konu olarak öne çıkıyordu.

Senatör Bernie Sanders 8 Aralık’ta “The Guardian” gazetesinde “Neden askeri bütçeye karşı oy kullanıyorum” başlıklı yazısında da görüşlerini paylaşıyordu. ABD savunma sisteminin bir avuç dev silah şirketine büyük kârlar sağlamak üzere tasarlandığını belirten Sanders pek çok Amerikalının geçinmek için çırpınırken ABD’nin orduya rekor düzeyde para harcadığına dikkat çekiyordu. Sanders yazısına şöyle devam ediyordu:

“Önümüzdeki günlerde Kongre, nispeten az tartışmayla, Savunma Bakanlığı (DoD) için 900 milyar dolara yakın bir meblağı onaylayan Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasasını ezici bir çoğunlukla kabul edecek. Nükleer silah harcamaları ve ‘acil durum’ savunma harcamaları da dahil edildiğinde toplam rakam 1 trilyon dolara yaklaşacak. Şu anda önümüzdeki dokuz ülkenin toplamından daha fazla harcama yapıyoruz.”

Yazısında Elon Musk’ı haklı bulduğunu tekrarlayan Senatör Sanders. Savunma Bakanlığının bağımsız bir denetimden geçemeyen tek devlet kurumu olduğunu belirterek, “Kısa bir süre önce üst üste yedinci denemesinde de başarısız oldu ve 4.126 milyon dolarlık varlığının büyük bir bölümünü tam olarak açıklayamadı” diyordu.  Sanders yazısında “RTX”in (eski adıyla Raytheon) Savunma Bakanlığı’na kestiği faturaları şişirdiği, işçilik ve malzeme maliyetleri konusunda yalan söylediği ve yabancı ülkelerden iş almak için rüşvet verdiği gerekçesiyle 950 milyon dolar para cezasına çarptırıldığını söylüyordu. Sanders “Lockheed Martin”in  donanmaya sağladığı uçak parçaları için fazla ücret aldığı gerekçesiyle 70 milyon dolar para cezasına çarptırıldığını hatırlatıyordu. Tarihin en pahalı silah sistemi olan F-35 programının, yüz milyarlarca dolarlık maliyet aşımına neden olduğuna dikkat çeken Sanders sözlerine şöyle devam ediyordu:

 “Bu nasıl oluyor? Amerikan vergi mükelleflerinden rutin olarak fazla ücret alan ve sıklıkla dolandırıcılık yapan şirketlere büyük miktarlarda para vermeye nasıl devam ediyoruz? Cevap hiç de karmaşık değil. Bu şirketler – ilaç şirketleri, sigorta şirketleri, Wall Street ve fosil yakıt endüstrisi gibi – kampanya katkıları ve lobicilik için milyonlar harcıyor. Son seçim döneminde savunma müteahhitleri lobicilik faaliyetleri için yaklaşık 251 milyon dolar harcadı ve siyasi adaylara yaklaşık 37 milyon dolar katkıda bulundu. Sürpriz, sürpriz! Kongre üyelerinin çoğu, büyük ölçüde şişirilmiş askeri bütçelere çok az soru sorarak oy veriyor”.

Sanders ABD eski Başkanı Eisenhower’ın 1961yılındaki veda konuşmasında “askeri-endüstriyel kompleks”le ilgili uyarısına atıfda bulunarak “Eisenhower’ın söyledikleri 1961 yılında doğruydu. Bugün daha da doğru” diyordu.

SENATÖR MCCONNELL’DAN ÖNLEYİCİ SALDIRI

Bernie Sanders ve bazı Demokrat vekiller askeri harcamaların kısılmasıyla ilgili olarak Elon Musk ile flört ederken Senato’daki Cumhuriyetçiler’in en uzun süreli liderlerinden olan Senatör Mitch Mcconnell ise tam tersi bir pozisyonu savunuyordu. Senatör Mcconnell “Dış İlişkiler Konseyi(CFR)” tarafından yayınlanan “Foreign Affairs” dergisinde 16 Aralık 2024’te yayınlanan yazısında başkan seçilen Trump’tan savunma harcamalarını daha da artırmasını istiyordu.

McConnell, “Amerikan müdahaleciliği”nin önde gelen savunucularından biri olarak Trump’ın “sonu gelmez savaşlar”a getirdiği eleştirilere muhalefet ediyor. Bu yazısında Mcconnel kendi partisindeki ABD’nin askeri müdahalelerinin kısıtlanması isteyen “Izolasyonistler”e karşı önleyici bir saldırıda bulunuyordu.

Mcconnell’ın “Foreign Affairs” dergisindeki yazısının başlığıysa “Amerika’nın Geri Çekilmesinin Bedeli: Washington Neden İzolasyonizmi Reddetmeli ve Üstünlüğü Kucaklamalı?” idi. Mcconnel ABD hükümetinin savunmaya yaklaşık 900 milyar dolar harcadığını, ancak bu miktarın ABD’nin karşı karşıya olduğu zorluklar, ülkenin küresel askeri gereksinimleri ve sert güce yapılan yatırımın getirileri düşünüldüğünde kesinlikle yeterli olmadığını savunuyordu.

Trump’ın NATO üyelerinden daha fazla askeri harcama yapmalarını istemesini haklı bulan Mcconnell, Avrupalı müttefiklerin Ocak 2022’den bu yana 185 milyar dolardan fazla modern ABD silah sistemi sipariş ettiklerini belirtiyordu. .Mcconnel,  Trump’ın Avrupalı müttefikleri daha fazlası harcama yapmaları için ‘teşvik’ etmesini istiyordu. Buna göre müttefikler bir sonraki NATO zirvesinde  GSYİH’nın yüzde üçü oranında daha yüksek bir savunma harcaması hedefi belirlemeli ve buna göre temel bütçelerini artırmayı taahhüt etmeliler.

Rusya’ya karşı Ukrayna’ya ve Çin’e karşı Tayvan’a ABD’nin askeri yardımlarının en güçlü destekçileri arasında yer alan Mcconnell ABD’nin “strateji” tarafından bilgilendirilen bütçelere ve aynı anda birden fazla savaşla mücadele etmeyi hâyâl eden bir kuvvet planlama yapısına geri dönmesi gerektiğini savunuyordu.

ABD’nin güvenliği ve refahının askeri üstünlüğe dayandığını belirten Mcconnell, “Bu belirleyici üstünlüğü korumak maliyetlidir, ancak ihmal etmenin maliyeti çok daha yüksektir” diyordu. ABD Kongresinde savunma harcamalarının kısılmasını isteyenleri eleştiren Mcconnel son söz olarak şöyle diyordu:

Amerika Birleşik Devletleri’nin sert gücün ABD dış politikasındaki merkezi önemi konusunda acilen iki partili bir uzlaşıya varması gerekmektedir. Bu gerçek, hem Sol’un içi boş enternasyonalizme olan inancını hem de Sağ’ın izolasyon ve gerileme ile flörtünü geçersiz kılmalıdır. Amerika’nın sert gücünü yeniden tesis etmenin zamanı gelmiştir.”

Merkezci Cumhuriyetçiler”in liderlerinden olan Mcconnell yeni dönemde Senato çoğunluk liderliğini üstlenmeyecek. Yeni çoğunluk lideri olarak Senatör John Thune çoktan bu göreve seçildi. Trump’a sadakati olmayan Mcconnell’ın askeri harcamaların kısılmasına ilişkin girişimlere muhalefet etmesiyse sürpriz olmayacaktır. Trump’ın Musk’a mı, yoksa Mcconnell’a mı kulak vereceğiyse büyük bir soru. Senato’da “Savunma Ödenekleri Alt Komitesi”nin başkanı olarak Mcconnell güçlü bir platforma sahip. Bu yüzden Musk’un pozisyonu hem Senato’da, hem de Temsilciler Meclisi’nde güçlü bir muhalefetle karşılaşacaktır.

Bernie Sanders’ın ifade ettiği gibi 2025 yılı Savunma Bütçesi ABD Kongresi’nde ezici çoğunlukla kabul edildi. 11 Aralık’ta Temsilciler Meclisi’ndeki oylamada 200’ü Cumhuriyetçi, 81’i Demokrat toplam 281 vekil tasarıya “evet” oyu verdi. 16’sı Cumhuriyetçi, 124’ü Demokrat olmak üzere toplam 140 vekil ise “hayır” oyu kullandı. 16 Aralık’ta Senato’daki oylamadaysa  83 senatör tasarıya “evet” derken, 12 senatör “hayır“ dedi. Tasarıya Cumhuriyetçi  Senatörlerden sadece Rand Paul ve Mike Lee “hayıroyu kullandı. Demokratlar’dan ise Bernie Sanders ve Elizabeth Warren’ın aralarında yer aldığı 10 senatör “hayır” dedi.

Yaklaşık 900 milyar dolarlık 2025 yılı Savunma Bütçesi İsrail ile ortak askeri tatbikatların genişletilmesi ve Hint-Pasifikte savunma girişimlerini de içeriyor. Elon Musk ve Vivek Ramaswamy’nin askeri harcamaları kısma girişimleri içinse Trump’ın 20 Ocak 2025’te Başkanlık koltuğuna oturmasını bekleyecekler. Diğer bir yandan Musk ve Ramaswamy’nin Trump’ı ikna etmeleri de gerekecektir.

Bazı “Neoconlar” ve  “liberal enternasyonal” şahinler Trump’ın “Önce Amerika” söylemini  “izolasyonism”  olarak etiketliyorlar. Bu çevreler “izolasyonizm”i  Amerika’nın küresel gücünün  ABD aleyhine seyreltilmesi olarak görüyorlar.  Oysa “İzolasyon” ve  “müdahale” arasındaki basit tartışmalarda “ izolasyonizm” her zaman söylediği şeyi ifade etmiyor. Taraftarları olmakla birlikte “İzolasyonistler”  ABD’nin yerleşik dış politika sınıfı tarafından yalnızlaştırılmış,  dışlanmış, etkisizleştirilmiş bir yaklaşımı temsil ediyorlar. Trump’ın bu bağlamda bir “izolasyonist” olduğuysa söylenemez.

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır