Son zamanlarda özellikle Türkiye’de deizmin revaçta olduğu ve (özellikle muhafazakâr ailelere mensup) gençliğin hızla deizme kaydığı iddiası belli çevreler tarafından sürekli gündemde tutuluyor. Her şeyden önce bu iddiayı destekleyecek bir saha çalışması bulmak zor. Mamafih gençlerin bir kısmının böylesi bir eğilim içinde olduğu görülebilir belki ancak bunun bilimsel ve rasyonel gerekçelerden ziyade bazı pratik sebeplerle ortaya çıktığını görmek zor değil. Özellikle yeni neslin (örtük ya da gizli) bir sekülerleşme ve dini değerlerle arasına mesafe koyma hevesinde oldukları sır değil.
Peki, bu konudaki en yaygın kanaat olarak zikredilen husus nedir? Sosyal medya başta olmak üzere popüler mecralardaki en yaygın kanaat, iktidar sahibi mütedeyyin insanların yaptıkları hatalar ve suiistimallerle gençleri bu tür bir yozlaşmaya ittiği şeklinde: Dindar insanların ahlaki davranışlarında ve yaşantılarında benimsedikleri dini değerlere muhalif hareket etmeleri en klişeleşmiş cevap. Yani gençler, mütedeyyin insanların elde ettikleri gücü ve iktidarın getirdiği imkanları istismar etmeleri dolayısıyla dinden hızla uzaklaşmakta. Ancak bu iddiada iki temel hata mevcut. Birincisi, gençlerin, bazı mütedeyyin insanların ahlaksızlıklarından etkilenerek deizme kaydıkları farz edilse bile bu tür uygulamalara muhalif olan ve mevcut iktidarı en az kendileri kadar eleştiren, kendileriyle aynı kaygıları dillendiren mütedeyyin camiaya ilişkin kanaatleri de son derecede menfi. Dolayısıyla bir takım mütedeyyin insanların fiillerinden etkilenerek dinden soğuyan gençlerin; en azından bu uygulamaların dinle çeliştiğini ve dinden uzak olduğunu iddia eden, kendilerine benzer talepleri dile getiren, hatta son kertede politik tercihleri açısından kendileriyle bir üst çatıda buluşan diğer mütedeyyin oluşumlara bakarak din konusunda daha dengeli bir tavır geliştirmeleri beklenecektir. Ancak vakıanın bu olmadığı açık. Bu da meselenin dindar insanların yanlışlarından ziyade aşağıda anlatılacak saiklerle geliştirilen bir tavrın meşrulaştırılması için gerekçe arandığını göstermektedir.
Burada bir Filistin parantezinin de açılması elzem. Zira Amerika’dan Uzak Doğu’ya kadar dünyanın belki de en seküler ve en yüksek oranda ateist gençliğini barındıran toplumlarda, Filistin direnişinden sonra en azından İslamiyet ve Müslüman kimlik lehine bir sempati oluştuğunu söylemek mümkün. Batılı bütün sömürge güçlerini, dünyanın en vahşi kavmini, dünyanın en sefil ve yayılmacı güruh olan Siyonistleri karşısına alma bahasına ve sayısız işkence türüne, ölüm ve açlığa rağmen duruşlarından taviz vermeyen Filistin halkı batıda ciddi bir uyanışa sebep oldu. En yalın ifadeyle Müslüman oldukları için hedef tahtasına oturtulan, İslami kimliklerinin tüm ağırlığını ve çilesini yaşamalarına rağmen yine İslamiyet’e ve Allah’a sığınan Filistinli imgesi, batı gençliğini akın akın Kur’an okumaya ve İslamiyet’e sempatiye yönlendirirken Türk sekülerizmi ve ateizmi cephesinde adeta yaprak kımıldamıyor. Kendilerinden talep edilen asgari insani duruşu sergilemek bir yana, doğrudan Filistinli imajı hedef alınarak ‘hain Araplar’ klişeleri eşliğinde bir soykırıma hiç de gizlenmeden ve övünülecek bir edayla destek veriliyor. Mütemadiyen adalet, hak, hukuk, haksızlık ve zulüm kavramları eşliğinde ahlak söylevi veren, dindarlık ile ahlak arasında bir bağ olmadığını ispat etmek için adeta bin dereden su getiren mezkûr zevat, İslami kimliğiyle ön plana çıkan Filistin halkının mücadelesine en ufak bir sempatiden itina ile uzak duruyor. Tüm meşruiyetini zulme direnme iddiasından alan, kimliklere göre farklı adalet tartılarında tartılmaya itiraz eden, haksızlığa karşı duruşuyla övünen, kim olursa olsun mazluma destek olunması gerektiğini (biraz da parmak sallayarak) her fırsatta dile getiren zevatın, tarihte eşine rastlanmamış bir soykırımın kurbanlarına sempati duymaları, modern dönemin en haklı direnişine destek vermeleri, en büyük haksızlığının kurbanlarıyla dayanışmaları oldukça asgari düzeyde bir beklenti. Dindarların ahlaki zaafları nedeniyle dinden uzaklaştığını iddia eden seküler kesim en azından bu vesileyle kendisini sorgulamak, dine dair ezberlerini gözden geçirmek ve dine dair tavrını tashih ederek daha hakkaniyetli bir noktaya evrilmek yerine dini değerlerden ve asgari insani müştereklerden hızla uzaklaşmayı seçtiği ve bunu bir marifet olarak takdim ettiği için doğal olarak ikna ediciliğini tamamen kaybediyor.
İkinci olarak gençlerin bir kısmının mütedeyyin insanların ahlaksız tavırlarından rahatsız olduğu iddiası kabul edilirse, doğal olarak söz konusu gençlerin çok daha ideal ve çok daha üstün bir ahlaki çerçeve arayışında oldukları veya topluma böylesi bir teklifle gelmeleri beklenir. Örneğin gençlerin 60’lı yıllarda olduğu gibi ebeveynlerinin ve toplumun teslimiyetçi tavrının sebebi olarak gördükleri dini değerlere karşı daha adil ve daha ahlaki olduğunu iddia ettikleri çeşitli ideolojilere yöneldiklerini görmek gerekirdi. Diğer bir deyişle, deizm için ahlaki gerekçeler öne süren gençlerin daha idealist, ahlaki çıtası daha yüksek, daha ‘radikal’ hareketlere yönelmeleri beklenir. Oysa söz konusu gençlerin idealist kaygılardan azade, daha serbest ve ahlaki kayıtlara karşı reformist söylemler içinde oldukları rahatlıkla görülebilir. Hatta, belli fedakarlıklar ve bedeller gerektiren eleştirel ve idealist bir tavrın yerine; refah ve konfor vaat eden, çile ve meşakkatten uzak, kolay kazançlar getiren, kariyer basamaklarını hızlı tırmanmalarını sağlayacak, kendilerini kitlelerden ayıracak bir hayat talepleri olduğu göze çarpmakta. Bu da meselenin dinin yanlış temsillerinden ziyade dinin ahlaki anlamdaki sınırlamalarının ve sorumlulukların dine yönelik mesafeli tavrın gelişiminde daha etkili olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla söz konusu genç kitlenin gözünde sorunun dine dair yanlış temsiller değil, ahlaki ve manevi kayıtlarının temelinde yatan sınırlayıcı öğretinin, bizzat dinin kendisi olduğu ortada. İvedilikle bunan çözüm ise dinin yerine ikame edilecek, kolay tüketilebilecek ve akışkan yapıdaki mahiyeti belirsiz bir deizmin konulmasıdır. Üstelik bu, zihinsel ve rasyonel çabanın değil, ahlaki olarak sorunlu olsa bile kolay olanı irade etme, bireysel menfaati toplum aleyhine, özellikle de diğer kimlikler aleyhine en kısa yoldan tahkim edebilme dürtüsünün ürünü.
Bu açıdan bakıldığında deizmde gizli bir kibrin ve üstü örük biçimde toplumun geri kalanından kendisini üstün görme iddiasının olduğu da söylenebilir. Zira deist bireylerin nazarında sıradan insanlar ancak vahiy ürünü olan kanunlar ve dini emirler sayesinde ahlaki fiiller yapabilir ve ahlaki olanı ancak bu yolla kavrayabilirler. Oysa zeki insanların bu tür yönlendirmelere ihtiyaçları yoktur. Onlar ilahi olarak kendilerine bahşedilmiş akılları sayesinde hiçbir dinin yönlendirmesine ihtiyaç duymaksızın her durumda ahlaki olanı tanıyıp ona uygun fiilde bulunabilirler.
Diğer yandan deizmin akışkan ve müphem doğası belirli bir kimlikle kayıtlanmak istemeyen bireyler için de önemli avantajlar sağlıyor. Özellikle istenildiğinde terk edilebilecek, uğruna bedel ödemeyi gerektirmeyen ve herhangi bir sınırı olmayan bir kimliğin, ‘akışkanlığı’ ve hareket halinde olmayı ideal olarak dayatan modernite tarafından da terviç edildiği izahtan vareste. Dolayısıyla ateizmin rasyonel ispat ve akli çıkarım yükümlülüğüne tabi olmaksızın müesses din anlayışlarıyla bağını koparma, Tanrı ile bağını ise koparmadan onunla ‘mesafeli’ ve ‘eşit’ bir muhatap olma bireyselliğin üst seviyede kutsandığı toplumlar için oldukça cazip unsurlar.
Tüm bunlar bir arada düşünüldüğünde meselenin mütedeyyin erk sahiplerinin ahlaki zaafları, dini kimliği istismarı ya da İslami camiadaki ahlaki yozlaşma olmaktan ziyade, bizzat kendileri ahlaki olarak yozlaşan, tüm dini ve ahlaki kayıtlardan kurtulmak isteyen birtakım kimselerin bu çabalarını başka kimlikler üzerinden meşrulaştırma ve uzun vadede bu dönüşümü doğal durum ve nihayet summum bonum olarak sunma çabası olduğunu görmek kaçınılmaz.
Deizm meselesinin diğer bir yönü ise mütedeyyin kesimin genç nesli içinde deizmin giderek yayıldığı iddiası. Bu iddianın ortaya çıkış hikayesi ve kimler eliyle terviç edildiğiyse manidar. Özellikle 15 Temmuz sonrası gençlerin dindar kimliklerinden vazgeçerek deizme kaydıklarını iddia eden zevatın ve bu hususta mütedeyyin camia içerisindeki yankı odalarının maksadı ise ayrıca ve etraflı olarak tartışılmaya değer.