Pokrovsk’ta motosikletler, dönüştürülmüş kamyonetler ve diğer sivil araçlarla ilerleyen pejmürde Rus askerlerine dair son görüntüler, Suriye İç Savaşı’ndaki milislerin ya da 2014–2017 yılları arasında Irak’ta ilerleyen IŞİD terörist konvoylarının tanıdık sahneleriyle karşılaştırmalara yol açtı. Donbas’ta ilerleyen Rus kuvvetlerinin dağınık, doğaçlama “Franken-ordu” görünümü, yalnızca Putin’in savaşını Moskova açısından bir başarısızlık olarak gören ve bizzat Putin’i, Rusya’yı ve onun gücünü zayıflatan beceriksiz bir stratejist olarak değerlendiren anlatıya hizmet eder. Hatta Putin’in stratejik sezgisini alaya almak ve onu kronik bir “kaybeden” olarak sunmak için adanmış, uzun süredir var olan ve oldukça komik ünlü bir X parodi hesabı bile vardır. Keşke öyle olsaydı.
Ne yazık ki Batı — ve özellikle de Avrupa — için, Putin’in genel stratejik performansına dair nesnel olarak söylenebilecek en iyi şey, “karar jürisinin hâlâ sonuç vermediği”dir. Silahlar sustuğunda ve bir tür barış üzerinde uzlaşıldığında, Putin’in Rusya adına ne kadar iyi ya da kötü bir iş çıkardığını değerlendirebilmek için elimizde gerçek ve kesin bir temel olacak.
Peki ya şimdiye kadar? Putin’in berbat bir stratejist olduğu iddiası — Batı’nın en seçkin strateji uzmanları arasında yaygın olan bir görüş — 2022’de Ukrayna’yı işgal etmenin feci bir yanlış olduğu temel varsayımına dayanıyor. Putin yalnızca üç gün içinde Kiev’i ele geçiremeyip Ukrayna’nın büyük kısmını mağlup edememekle ve belki de işgal edememekle kalmadı; kan ve servet bakımından son derece ağır bir savaşın içinde sıkışıp kaldı. Üstelik ne uğruna? Donbas’ı bile alamıyor.
Bilgelerimiz ayrıca, Putin’in savaşı nedeniyle Rusya’nın Avrupa’nın kültürel ve ekonomik sisteminden dışlandığını ve koparıldığını; Rusya devlet başkanının artık yalnızca başka despotlarla ve üçüncü dünya ülkelerinin cüce aktörleriyle muhatap kaldığını söylüyor. Bu Batı dışı aktörlerin başında elbette Xi Jinping geliyor; fakat Çin ile kurulan “sınırsız ortaklık” yalnızca bir tür örtülü Rus vasallığıdır: Putin ayakta kalmak için Çin’den bir miktar destek alıyor ama Rusya’nın geleceğini Çin’e satmış durumda ve Pekin’e bütünüyle bağımlı hale gelmiş görünüyor.
“Karşı performans” bakımından en kötüsü ise, Putin’in NATO’yu güçlendirdiği yönündeki iddia: İttifak artık her zamankinden daha birleşmiş durumda, İsveç ve Finlandiya katıldı ve özellikle Avrupalılar onlarca yıllık uykularından uyanarak, bilhassa Almanya’da büyük çaplı yeniden silahlanmaya başlayınca, müttefiklerin savunma harcamaları büyük ölçüde arttı. Aferin Bay Putin: Görünüşe göre tam olarak istemediğiniz şeyi başardınız. Rusya’nın konumunu güçlendirmek yerine zayıflattınız ve Rus halkını müreffeh, uygar ve gelişmiş bir gelecekten mahrum bıraktınız.
Vladimir Putin’i çok kötü, hatta beceriksiz bir stratejist olarak göstermek isteyen argüman, genel hatlarıyla budur. Ancak bu kaçınılmaz olarak Batı’nın bakış açısından şekillenmiş bir argümandır ve bu düşünce tarzına içkin tüm kusur ve önyargılarla yüklüdür — nitekim bu, Batı’nın kendi stratejik “performansıyla” da sürekli olarak açıkça sergilenmiştir: Libya ve Irak’tan Afganistan’a ve hatta Avrupa’da savaşın patlak vermesine kadar (caydırıcılığın temel bir başarısızlığı).
Peki ya tam tersi bir durum, yani Putin’in gerçekten iyi bir stratejist olduğu görüşü? Gelin, Putin’in Çeçenistan’dan Gürcistan’a, Suriye İç Savaşı’ndan 2014 Kırım’ına kadar olan dönemdeki stratejist ve savaş lideri olarak geçmiş sicilini bir kenara bırakalım — ki bunların hepsi, her durumda Rusya’nın başlıca hedeflerini güvence altına alan, etkili ama acımasız, maliyetli ve çirkin güç kullanımlarıydı. Sadece Ukrayna’ya odaklanalım.
Putin’in 2022’de işgal edip etmemesi gerektiği sorusu — ki daha önce de belirtildiği gibi bu, onun strateji oluşturma biçimine yöneltilen eleştirilerin temel dayanaklarından biridir — bu sayfalarda daha önce ele alınmıştı. Çoğu Batılı gözlemciye göre, bu açık bir şekilde zorlanmamış bir hataydı. Putin açısından ise bu, muhtemelen kaçınılmaz, son çare olarak görülen bir önlemdi. Diğer şeylerin yanı sıra, beklemiş olsaydı, Ukrayna daha da iyi hazırlanacağından herhangi bir işgal ileride çok daha zor hale gelecekti. Ve eğer hiç harekete geçmemiş olsaydı, Ukrayna kesinlikle bir NATO ülkesi haline gelecekti. Elbette Batılı stratejistler “e, ne olmuş yani” diyebilir ve Moskova’nın bu jeopolitik sonucu kabullenmesi gerektiğini, buna karşı bir şey yapmanın (yani savaşa girmenin — ki sonunda tek seçenek haline gelmişti) bir “hata” olduğunu ve gerçekten de öyle olduğunu ısrarla savunabilirler. Ama bu ciddi bir argüman değildir. Dolayısıyla, işgal kararını başlı başına Putin’in stratejik bir başarısızlığı olarak değerlendirmek zordur. Onun işgal etmiş olması, bu bakış açısından ne lehinedir ne aleyhinedir; her şey, sonrasında neler olduğuna ve savaşın stratejik açıdan nasıl yürütüldüğüne bağlıdır.
Bu anlamda dikkat edilmesi gereken ilk şey, tüm Batı ittifakı kendisine karşı hizalanmış olmasına rağmen Rusya’nın hâlâ ayakta duruyor ve savaşmaya devam ediyor olmasıdır. Bunun böyle olması beklenmiyordu. Ekonomisinin çoktan çökmüş olması gerekiyordu — hatta, tarihin en sert ve en kapsamlı Batı yaptırımlarının daha ilk yılını bile atlatamaması gerekiyordu. Rusya’nın sadece “nükleer silahlı bir benzin istasyonu” olması (eski neo-con tabiriyle) ve özellikle Batı Ukrayna’ya gelişmiş silahlar pompalamaya başladığında, savaşı ekonomik, endüstriyel ya da teknolojik olarak sürdüremeyecek durumda olması bekleniyordu. Putin’in kısa sürede, eski Afganistan günlerinde olduğu gibi Rus annelerinin öncülük ettiği bir isyanla karşı karşıya kalacağı, savaşın halk arasında destek bulamayacağı konusunda bize güvence verilmişti. Diplomatik açıdan ise, Putin’in uluslararası alanda tamamen tecrit edileceği ve Rusya’yı medenî devletler topluluğunun dışına iteceği düşünülüyordu.
Ne var ki, bunların hiçbiri gerçekleşmedi ve bu durumun nedenleri nihayetinde, nesnel olarak değerlendirildiğinde, Putin tarafından alınmış bazı iyi stratejik kararlara dayanıyor. Bunlardan biri, tüm Rus ekonomisinin “Avrasya” pazarlarına doğru hızla yeniden yönlendirilmesi ve çatışmanın, Oleksiy Arestovych’in de açıkladığı gibi, küresel Güney ile küresel Batı arasında bir savaş olarak çerçevelenmesidir.
Bir diğeri ise, Çin ve İran’dan, daha sonra da Kuzey Kore’den gelen ve kritik anlarda sağlanan stratejik destektir. Çin ortaklığının Rusya açısından uzun vadede berbat bir anlaşma olduğu ve bu ittifakın siyasî açıdan son derece eşitsiz olduğu düşüncesi, bizim Batılı okumamız ve beklentilerimize dayanan bir spekülasyondur. Aynı şekilde, bu ilişkinin Batı’ya karşı yürütülen ortak mücadeleyi uzun vadeli olarak düşünen iki egemen devlet arasında karşılıklı çıkar ve samimi saygıya dayandığı da pekâlâ mümkün. Ayrıca Çin, Avrasya kara kütlesinin öteki ucunda Batı’yı dengeleyen güçlü bir Rusya’yı kendi çıkarlarına uygun buluyor olabilir.
Rus ekonomisinin genel dayanıklılığına gelince, bu durum 2022 sonrasındaki stratejik kararlardan ziyade, Putin’in uzun süredir iktidarda olduğu dönem boyunca izlediği politikalara dayanmaktadır. Rusya’nın savaş ekonomisinin temelleri önceden atılmıştı; özellikle de Putin’in önceki on yıl boyunca biriktirdiği devasa savaş fonu (ki bunun yalnızca bir kısmı Batılı bankalarca dondurulmuştur) ve ülkenin borç seviyesini son derece düşük tutma yönündeki bilinçli tercihi bu temelin parçalarıdır. Batılı analizciler, savaşın en başında Rusya’nın ekonomik gücünü ve savaş üretim kapasitesini büyütme potansiyelini yanlış hesapladılar. Belki de Rusya’nın ekonomik performansı, kökeni daha eskiye dayandığı için, doğrudan Ukrayna savaşı bağlamında Putin’in stratejik becerilerinin bir sonucu olarak değerlendirilmemelidir; ancak savaş sırasında gösterilen ekonomik performansın, ülkenin genel stratejik performansının bir parçası olmadığı da kolay kolay iddia edilemez.
Diplomatik cephede de, Putin’in tecrit edildiği yönündeki ilk anlatıyı sürdürmek artık uzun süredir mümkün değil. Aksine, Putin 2022 Şubat’ından hemen sonra hızlı bir şekilde harekete geçerek Küresel Güney genelinde destek inşa etti. O zamandan bu yana genişleyen BRICS içindeki Rusya’nın rolünü yükseltti ve Hindistan gibi ülkelerin ondan uzaklaşmasını bile engelledi. Ve yakın zamanda, yeniden ABD başkanıyla bire bir zirve diplomasisine girmeyi başardı.
Rusya’nın hâlâ ayakta olduğu ve savaşmaya devam ettiğinden sonra dikkat edilmesi gereken ikinci husus, Rus kuvvetlerinin ilerlemeye devam ettiğidir. Yavaş ilerleme ve gözle görülür yüksek maliyet göz önüne alındığında bunu şu an için “kazanmak” olarak nitelendirmek zor olabilir; fakat gerçek şu ki, Rusya hem savaş alanında hem de Ukrayna altyapısına yönelik stratejik saldırı kampanyasında avantajlı konumdadır. Çeşitli Batılı çalışmaların giderek daha fazla işaret ettiği üzere, Rus ordusu bu savaşa — ve şu ana kadar Batı tarafından sahaya sürülen her yeni silah sistemine — son derece iyi uyum sağlamıştır ve şu anda insansız hava aracı savaşı gibi birçok alanda da üstün konumdadır.
Bu, Putin’in stratejist olarak becerilerinin bir sonucu mu? Kuvvetle muhtemel evet. Özellikle kaynak tahsisi, saldırıların zamanlaması, personel atamaları gibi konularda tüm kilit kararların onun onayından geçmesi gerekir. Dolayısıyla Ruslar üstünlük sağlıyorsa, askeri strateji bakımından Putin’in doğru bir şeyler yaptığı söylenebilir. Rus ordusunun tüm lojistik ve malzeme zorluklarına rağmen 1.000 kilometrelik bir cephede hâlâ sahada olması başlı başına dikkate değer bir başarıdır. Savaşa katılmak üzere Rus gönüllülerin seferberliği de yüksek seviyelerde sürmüştür ve siyasi açıdan bakıldığında, Putin rejimi artık muhtemelen önceye kıyasla daha güçlüdür; zira savaşı tüm ulus için varoluşsal bir kriz olarak sunmayı başarmış ve büyük ölçüde halkı arkasında toplamıştır.
Putin’in stratejik olarak beceriksiz olduğu yönündeki en güçlü — ve belki de tek gerçek — argüman, NATO’nun birlikteliği, genişlemesi ve Avrupa’nın yeniden silahlanmasıdır. Ancak ne yazık ki, bu konuda bile yorum farkları mümkündür. ABD, uzun vadede Avrupa savunmasındaki rolünü azaltma niyetini açıkça duyurmuş ve kısa süre önce Romanya’daki birliklerini dahi geri çekmiştir.
İsveç ve Finlandiya’nın hamleleri, yalnızca daha önceden var olan fiilî NATO uyumlarını resmiyete kavuşturmaktadır; ve Moskova gerçekten Baltık ülkelerini işgal etmeyi planlamıyorsa — ki buna dair hiçbir kanıt yoktur — bu durum Rusya’yı doğrudan etkilemez. Üstelik, bu gelişme Rusya’nın kuzeyde askerî yığınak yapmasının da önünü açmıştır ki bu, aksi takdirde muhtemelen gerçekleşmeyecek bir durumdu.
Son olarak, Avrupa’nın yeniden silahlanması meselesi ciddi stratejik öneme sahiptir; ancak bundan kimin kazançlı çıktığı aslında belli değildir. Bildiğimiz tek şey, Avrupa’nın, kriz döneminde diğer sektörlerde ekonomik rekabet gücünü artırmaya canla başla ihtiyaç duyduğu bir anda, üretken olmayan savunma alımlarına büyük meblağlar yatırmak için daha da fazla borçlandığıdır. Amaç, Putin’in belki de hiç planlamadığı bir Rus işgalini caydırmaktır. Etkili biçimde ve gayet somut şekilde, Putin Avrupalıları, sahip olmadıkları (ve borçlanmak zorunda kaldıkları) parayı, Avrupa’nın siyasî-ekonomik geleceğini güvence altına almak için ihtiyaç duyulan hayati yatırımlardan uzaklaştırarak harcamaya zorluyor. Bunun Putin açısından kötü bir stratejik sonuç sayılmasının tek yolu, onun gerçekten NATO’ya saldırmayı planlamış olmasıdır; aksi takdirde bu tablo, yine stratejik hanesine olumlu bir puan olarak yazılmalıdır.
Putin’in iyi mi yoksa kötü bir stratejist mi olduğu sorusu, akademik meraktan ibaret değildir. Bu soru, bu tehlikeli ve bir hayli etkili lidere karşı benimsediğimiz bakış açısını ve Rus gücünü değerlendirirken sergilediğimiz gerçekçilik düzeyini şekillendirme eğilimindedir. Savaş daha belirsiz bir aşamaya girerken, artık her zamankinden daha fazla, yanılsamaları bir kenara bırakmalı ve gerçekliği, olmasını istediğimiz gibi değil, olduğu gibi ele almalıyız.
Kaynak: https://brusselssignal.eu/2025/11/is-putin-a-good-strategist/
