ABD, Kendini Yok Eden İsrail’den Dümeni Geri mi Alıyor?

Bu durum, gerçek bir rota değişikliğinden hâlâ çok uzaktır. ABD, sözde İsrail-Filistin çatışmasını kendi siyasi öncelikleri doğrultusunda yönetme konusunda ısrarcıdır ve bu öncelikler esasen İsrail’inkilerle örtüşmektedir. Washington, denge ve nesnelliğin yegâne kaynağı olan uluslararası hukuku hiçe sayarak, bölgenin geleceğine dair yol haritasının — zaman zaman ortaya çıkan anlaşmazlıklara rağmen — bütünüyle ABD-İsrail’in denetiminde kalmasını güvence altına almaktadır.
Kasım 7, 2025
image_print

Donald Trump’ın 23 Ekim’de Time dergisine verdiği röportajda İsrail’e yönelttiği sert azarlama, Ortadoğu’daki denklemi kökten değiştirdi mi? Yorumları, derhâl iki karşıt görüşü tetikledi: Kimilerine göre Trump’ın tutumu, ABD dış politikasında gerçek bir değişimin belirgin sınır çizgisini temsil ediyor; kimilerine göreyse bu, İsrail’in Gazze’de iki yıl süren soykırımı boyunca ABD’nin yitirdiği itibarı geri kazanmaya yönelik, yalnızca siyasi bir manevradan ibaret.

Son Gazze soykırımının sona ermesine ilişkin olarak Trump, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun “dünya onu durdurmak üzere olduğu için durmak zorunda kaldığını” iddia etti ve “bilirsiniz, neler olduğunu görebiliyordum… Ve İsrail giderek daha da gözden düşüyordu” diye ekledi. Bu sözleriyle Trump, Gazze’deki Filistinlilerin sistematik olarak yok edilmesinin İsrail’i, artık ABD’nin bile süresiz biçimde engelleyemeyeceği kaçınılmaz bir tecrit noktasına ittiği yönündeki görüşünü ortaya koydu.

Bu, onun mesajının özüdür ve Netanyahu’ya yönelttiği sert uyarıda da tekrar edilir: “Bibi, dünyayla savaşamazsın… Dünya sana karşı. Ve İsrail, dünya ile kıyaslandığında çok küçük bir yer.” Bu kulağa apaçık bir gerçek gibi gelebilir, ancak ABD’nin — ve uzantısı olarak Batı’nın — körü körüne verdiği destek tarihi göz önüne alındığında, İsrail daima kendi boyutundan çok daha büyükmüş gibi hissettirmiştir. Nitekim, İsrail’in algılanan gücü tarihsel olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin koşulsuz desteğiyle tanımlanagelmiştir.

Ancak Trump’ın iddiasına göre, ABD artık kendisini İsrail’in koşulsuz öncüsü olarak görmemektedir. Trump, yeni bir küresel güç dinamiğine işaret ederken, “Dışarıda birçok güç var, tamam mı, bölge dışından güçler,” diyerek bu aktörlerin etkisinin Washington’un geleneksel koruyucu rolünü sürdürülemez hale getirdiğini belirtmektedir. Bu yeni farkındalık, Trump’ın İsrail’in işgal altındaki Filistin Batı Şeria’sını yasa dışı biçimde ilhak etme arzusuna değindiği noktada en açık hâlini alır. Artık harekete geçmeye hazırdır ve benzeri görülmemiş bir dil kullanır: İlhak “gerçekleşmeyecek çünkü Arap ülkelerine söz verdim. Gerçekleşmeyecek. Böyle bir şey olursa, İsrail ABD’nin tüm desteğini kaybeder.”

Bu tür bir ifade, ABD-İsrail ilişkilerinin tarihinde eşi benzeri olmayan bir durumdur. Yine de bu karşı koyuş, Trumpvari bir şovmenlik olarak — genellikle tutarlı bir politikaya dönüşmeyen cesur açıklamalar olarak — kolaylıkla göz ardı edilebilir. İkinci döneminde Trump, savaşın sona ermesini savundu ancak bunu durdurmak için pek az şey yaptı; Gazzelilere sempati ifade ederken İsrail’e silah sağlamayı da sürdürdü. Bu çelişkiler, inançla gösteri arasındaki ayrımı belirlemeyi güçleştiriyor.

Trump’ın benzeri görülmemiş uyarısının önemi, doğrudan zamanlamasından kaynaklı olarak daha da artıyor. Time röportajı, İsrail parlamentosunun (Knesset), işgal altındaki Batı Şeria’ya İsrail yasalarının uygulanmasını öngören ve bu işgal altındaki toprağın tamamen ve yasa dışı biçimde ilhak edilmesinin önünü açacak iki yasa tasarısını onayladığı gün yayımlandı. Bu kışkırtıcı oylama, ABD Başkan Yardımcısı JD Vance hâlâ Tel Aviv’deyken gerçekleşti. Ülkeden ayrılırken Vance, İsrail hükümetine sert bir saldırı yöneltti; oylamayı “garip” ve “çok aptalca bir siyasi manevra” olarak nitelendirdi ve bunu bir “hakaret” olarak algıladığını ifade etti.

ABD’nin sözde yön değişikliğine karşı temkinli yaklaşanların kuşkuculuğu haklıdır. Washington’un rotasını değiştirdiğine dair çok az kanıt vardır. Soykırım boyunca gösterilen koşulsuz destek, İsrail’e olan bağlılığın inkâr edilemez bir kanıtıdır. İsrail’in kuruluşundan önceye uzanan uzun ABD desteği geçmişi, ani bir politika dönüşünün son derece düşük bir ihtimal olduğunu açık biçimde ortaya koyar. Öyleyse, bu köklü bir değişim değilse, burada gerçekte ne oluyor?

“Kırılmaz bağ” sürüyor olsa da, güç dengesi değişmiştir. İsrail, ayrıcalıklı bir müttefik ülke olmakla, lobisi aracılığıyla bölgesel gündemi yönlendiren bir aktör olmak arasında gidip gelmiştir. Savaş, İsrail’in zayıflıklarını gözler önüne serdi ve eski dinamiği geri getirdi: ABD kurtarıcı konumunda, öncelikleri dikte eden taraf olarak yeniden öne çıktı. Yıllık 3,8 milyar dolarlık askeri yardıma ek olarak Washington, İsrail’in ekonomisini ve savaşlarını sürdürebilmesi için 26 milyar dolarlık ek bir yardım paketini de onayladı. İsrail, Gazze’deki askeri hedeflerine ulaşamayınca, ABD devreye girerek “Gazze anlaşması”nı sağladı; bu da İsrail’in hedeflerini başka yollarla sürdürmesine olanak tanıyan kırılgan bir ateşkes doğurdu.

Sonuç, rollerin tersine dönmesidir: Trump, İsrail’de Netanyahu’dan daha popüler hâle geldi ve ABD’nin belirleyici güç imajını yeniden canlandırdı. İki ülke arasındaki görünürdeki çatışma, değerlerden ziyade denetimle ilgilidir — İsrail’in gemisini kim yönlendiriyor: Tel Aviv mi, yoksa Washington mu? Sert Amerikan söylemi, yeniden kazanılan etki gücünün farkında olunduğunu ima eder, ancak etki sahibi olmak tek başına politika değildir.

Bu durum, gerçek bir rota değişikliğinden hâlâ çok uzaktır. ABD, sözde İsrail-Filistin çatışmasını kendi siyasi öncelikleri doğrultusunda yönetme konusunda ısrarcıdır ve bu öncelikler esasen İsrail’inkilerle örtüşmektedir. Washington, denge ve nesnelliğin yegâne kaynağı olan uluslararası hukuku hiçe sayarak, bölgenin geleceğine dair yol haritasının — zaman zaman ortaya çıkan anlaşmazlıklara rağmen — bütünüyle ABD-İsrail’in denetiminde kalmasını güvence altına almaktadır.

Bu tür politikalar ne barış ne de adalet getirecektir ve kaçınılmaz olarak İsrail şiddetinin aynı döngüsünü yeniden alevlendirecektir. Gazze’deki bombardıman geçici olarak yavaşlamış olsa da, işgal altındaki Batı Şeria’da şiddet şimdiden yeniden tırmanmaktadır.

Adil ve kalıcı bir barış, ABD yönetimlerinin keyfi yönelimleriyle, bitmek bilmeyen savaşlarla ya da ilhaka karşı bağlayıcılığı olmayan açıklamalarla sağlanamaz. Gerçek barış; gerçek bir hesap verebilirlik, sürdürülebilir uluslararası baskı, yaptırımlar ve uluslararası hukukun sıkı bir şekilde uygulanmasını gerektirir. Dünya, Netanyahu’ya — ve onun temsil ettiği kendini yok eden politikalara — karşı mücadeleyi sürdürdüğü takdirde, yeni bir soykırım önlenebilir ve adil bir barış nihayet sağlanabilir.

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/11/04/is-the-us-reclaiming-the-wheel-from-a-self-destructive-israel/

SOSYAL MEDYA