Hamas Liderlerinden Musa Ebu Merzuk: Trump Sözünde Durmalı!

Drop Site ile yaptığı kapsamlı röportajda Musa Ebu Merzuk, Şarm El-Şeyh’teki dolaylı müzakerelerin merkezindeki temel meseleleri, Hamas’ın Trump’a bakışını ve Hamas’ın geleceğini nasıl gördüğünü değerlendirdi.
Ekim 10, 2025
image_print

Hamas’ın Üst Düzey Lideri Musa Ebu Merzuk ile Röportaj

Drop Site ile yaptığı kapsamlı röportajda Musa Ebu Merzuk, Şarm El-Şeyh’teki dolaylı müzakerelerin merkezindeki temel meseleleri, Hamas’ın Trump’a bakışını ve Hamas’ın geleceğini nasıl gördüğünü değerlendirdi.

Jeremy Scahill: Şu anda bizimle birlikte, Hamas hareketinin üst düzey liderlerinden Dr. Musa Ebu Merzuk var. Kendisi, hareketin kurulduğu günden bu yana üyesi ve siyasi bürosunun ilk başkanı. Dr. Ebu Merzuk, Drop Site News’e katıldığınız için çok teşekkür ederiz.

Musa Ebu Merzuk: Rica ederim. Ben teşekkür ederim.

Jeremy Scahill: Size sormak istediğim ilk soru şu: Müzakereler ve toplantılar şu anda Mısır’da yeni başlıyor ve İsrail, İsrail güçlerinin geri çekilmesini esir takasıyla herhangi gerçek bir şekilde ilişkilendirmeyi kabul etmeyeceğini açıkça belirtiyor. Donald Trump bir harita yayımladı ve bu haritada, İsrail güçlerinin yalnızca çok sınırlı biçimde yeniden konuşlandırıldığı görülüyordu. İsrailliler ise bu aşamada tam bir geri çekilmeyi kabul etmeyeceklerini söylüyor. Bu duruma cevabınız nedir ve hareket bu konuyu nasıl ele alacak? Çünkü şu anda hareketin elinde tuttuğu 48 İsrailli esir, elinizdeki müzakere kozunu temsil ediyor. İsrail’in bu tutumuna cevabınız nedir?

Musa Ebu Merzuk: Diyalog, görüşme ve mutabakat dönemlerinde — özellikle şu anda — İsraillilerin bu sürecin önüne birçok engel çıkaracağını biliyoruz. Başkan Trump’ın vizyonunu kabul ettiğimizde, kendisinin bu girişimine teşekkür ederek açıkça şunu söyledik: Bizi ilgilendiren paragraf hangisiyse, yalnızca onu ele alacağız. Bu nedenle, ilk paragraf esir takasını — ya da İsrail güçlerinin geri çekilmesini — konu alıyor; çünkü İsrail güçleri bölgede bulunurken bir esir takasının gerçekleşmesi imkânsızdır. Bu takası gerçekleştirebilmemiz için İsrail’in önemli ve yeterli düzeyde geri çekilmesi gerekir. Zira İsrail güçleri çekilmeden bu süreci yürütmek son derece zor olacaktır.

Geçmişteki operasyonlarda ateşkes kalıcı şekilde sağlanır, hava saldırıları durdurulur ve bölgede İsrail güçleri bulunmazdı. Bu da bize takas operasyonlarını gerçekleştirme imkânı veriyor, dolayısıyla hem operasyonun başarısı hem de güvenliği açısından yararlı oluyordu. Çünkü İsrail güçleri bölgede bulunurken herhangi bir güvenlik ihlali yaşanmayacağını garanti edemeyiz; bu da özellikle mahkûrların zarar görmesine yol açabilir. Biz, hem halkın hem de takas sürecine katılanların güvenliğinin yanı sıra, esirlerin hayatını ve güvenliğini de azami ölçüde korumak istiyoruz. Bu nedenle, mevcut görüşmelere katılan müzakerecilerin ya da tarafların, esir takası gerçekleştirilirken İsrail güçlerinin bölgede bulunmasını kabul etmesi oldukça zordur.

Jeremy Scahill: İsrail, esir takası görüşmelerinin bir parçası olarak geri çekilme konusunu müzakere etmeyeceğini ısrarla söylüyorsa, Hamas herhangi bir koşulda İsrail’in esirlerini serbest bırakmayı kabul eder mi? Yani İsrail, “bu süreci geri çekilmeye bağlamayacağız” derse, bu şartlar altında hareket, İsrailli esirleri herhangi bir koşulda serbest bırakmayı kabul eder mi?

Musa Ebu Merzuk: Bence bu konu son derece zor olacaktır, çünkü İsrail güçleri bölgeden çekilmeden bir esir takasını gerçekleştirmek mümkün değil. Geri çekilmenin kapsamı elbette tartışma konusu olabilir. Ancak özellikle esirlerin bulunduğu — ki onların nerede olduklarını tam olarak biz de bilmiyoruz — bölgelerden tümüyle çekilmeleri gerekir. Mevcut görüşmelere katılan müzakereciler dahi bu kişilerin nerede tutulduğunu bilmiyor. Dolayısıyla, İsrail’in nüfusun bulunduğu bölgelerden çekilmesi şarttır. Aksi takdirde, [askerî birlikler bölgede kalırsa] herhangi bir takas yapılamaz ve süreç işlemez. Bu da İsrail’in Trump’ın planının hayata geçmesini istemediği anlamına gelir.

Jeremy Scahill: Trump’ın planına göre geri çekilme üç ayrı aşamada gerçekleşecek. İlk aşamada İsrail güçleri biraz geri çekilecek, ardından esir ve mahkûmların takası yapılacak. Sonra bir uluslararası güç bölgeye gelecek ve İsrail güçleri ikinci hatta çekilecek — ama bu yalnızca söz konusu uluslararası güç konuşlanırsa gerçekleşecek. Üçüncü hat ise Gazze’yi çevrelemesi planlanan bir tampon bölge. Ancak orada İsrail’in geri çekilmesine dair net bir yol haritası bulunmuyor. Yani Trump’ın planında dahi, İsrail askerî birliklerinin tam anlamıyla çekilmesine yönelik Ocak ayındaki (ve İsrail’in ihlal ettiği) anlaşma gibi bir yapı yer almıyor. Bu nedenle şu an, Trump’ın da bu öneriyle bir oyun oynadığı bir tabloyla karşı karşıyasınız; çünkü onun geri çekilme planı bile, İsrail birliklerinin tamamen çekilmesini, Gazze’nin artık İsrail için bir “tehdit” oluşturmadığının belirsiz bir biçimde sertifikalandırılmasına bağlıyor.

Musa Ebu Merzuk: Size Mısır’ın baş müzakerecisi Tümgeneral Ahmed Abdel Khaleq’in benimle paylaştığı bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. O, İsrailli istihbarat muhatabıyla Amerikan teklifindeki harita üzerine konuştu. Ona “Bu haritadan bir şey anlıyor musun?” diye sordu. İsrailli şöyle cevap verdi: “Hayır.” Neden? Çünkü bu haritanın hiçbir anlamı yok. Elle çizilmiş, üzerinde mesafeler, boşluklar, konumlar ya da herhangi bir şey belirtilmemiş. Oysa daha önceki görüşmelerde metinler netti: İsrail güçleri yerleşim alanlarından ve Salahaddin Hattı’ndan belirli metre sayısıyla çekilmeliydi.

Gazze Şeridi bazı bölgelerde yalnızca 4000 metre genişliğinde. Bu yüzden eğer İsrail bu [müzakereleri] sabote etmek istiyorsa, bunu ilk andan itibaren, belirsiz ve tanımsız haritalarla yapabilir — bu haritalar profesyonelce çizilmemiştir; yani bir haritacı ya da askerî uzman tarafından değil. Bunlar deve yarışlarına alışkın kişiler tarafından çizilmiş. Harita yapımının temellerinden haberleri yok. Böyle gökkuşağı gibi çizilmiş haritalar gönderilmemeli.

Haritalarda Gazze Şeridi’ndeki mesafeler metre cinsinden net olarak belirtilmelidir. Her alan dikkate alınmalıdır, çünkü örneğin Refah’ın doğusunu konuştuğumuzda, o bölgenin genişliği 14 kilometredir; Netzarim ve Nusayrat gibi bölgelerde ise 4,5 kilometre, yani 4500 metredir. Yani biri 14 kilometre, diğeri 4,5 kilometre. Bu da gösteriyor ki bu haritalar profesyonelce çizilmemiştir. Ve İsrail bu [müzakereleri] sabote etmek isterse, başarısızlığın anahtarı bu haritalarda yatar, çünkü onlar hakkında her şeyi söyleyebilirler. Burada müzakerelerden söz ediyorum.

Bu yüzden bence şu anda ilk yapılması gereken şey haritaların netleştirilmesidir. Size söylediğim gibi, ne İsrailliler ne de Mısırlılar bu haritaları anlayabilmiş değil. Dolayısıyla bu konu ana engel olacaktır. Şu anda müzakere heyetinde değilim ama bana göre, bu haritalar açık bir şekilde tanımlanmadıkça süreç ilerleyemez. Müzakereciler şunda nettir: [İsrail güçleri] yerleşim alanlarından tamamen çekilmelidir. Çünkü İsrail güçleri bölgede olduğu sürece takas işlemi yapılamaz — bu, doğrudan İsrailli esirlerin güvenliğini teminat altına almakla ilgilidir.

İsrail’in Anlaşmayı Sabote Etmesini Öngörmek

Jeremy Scahill: Bildiğiniz gibi, İsrailliler sadece Filistinlilerle değil, Lübnan’da da ateşkes anlaşmalarını ihlal etme konusunda adeta ustalaşmış durumda. Lübnan’da sözde bir ateşkes vardı ama İsrail neredeyse her gün bunu ihlal ediyor ve Lübnan’ı bombalamaya devam ediyor. Filistin direnişi, eğer İsrailli esirlerin tamamını tek seferde teslim ederse büyük bir risk almış olur. İsrail, tüm esirlerini geri aldıktan sonra yeniden soykırıma başlamak yerine getirdiği mahkumları teslim alıp saldırılara kaldığı yerden devam ederse, buna karşı ne tür güvenceler arıyorsunuz?

Musa Ebu Merzuk: Kesinlikle haklısınız ve bence burada ciddi bir risk söz konusu. İsrail, imzaladığı anlaşmalara uymuyor ve verdiği taahhütlere saygı göstermiyor. Bu durum, özellikle Katar’daki müzakere heyetinin hedef alınmasında çok net biçimde ortaya çıktı. Taahhütlerine ve yükümlülüklerine gerçekten saygı duyan bir devlet, müzakere ettiği tarafın temsilcilerini — hele ki onlara ihtiyaç duyuyorsa — suikastla hedef almaz. Aynı şey Lübnan’da da yaşandı, şimdi de yaşanıyor. Şu anda Suriye’de de benzeri bir durum var — 1974’te Suriye ile belirlenen çatışmasızlık bölgelerine dair mutabakat hâlâ geçerli olmasına rağmen, İsrail bunlara da hiçbir şekilde riayet etmiyor.

Evet, bu ciddi bir risk. Ancak biz bu süreçte yapılan tüm taahhütlerin garantörü olarak Başkan Trump’a güvendik. Trump, İran’la çıkmak üzere olan bir savaşı durdurduğunda harekete geçti — sonra [Netanyahu] bu savaşı yeniden başlatmak istedi ve İran’daki hedefleri vurmak üzere uçaklar gönderdi. Trump o uçaklar daha hedefe varmadan geri çağırdı. Dolayısıyla, Başkan Trump’ın verdiği sözleri yerine getirme ve taahhütlerine bağlı kalma kapasitesine sahip olduğunu biliyoruz. Söylediği her şeyin birincil garantörüdür. Kendisi açıkça şunları belirtti: Savaş duracak, İsrail ordusu üç aşamada geri çekilecek ve ardından bir esir takası yapılacak. Bu nedenle, Trump’ın bu konulara dair açık taahhütleri, bizim bu yönde adım atmamız için yeterli bir güvence teşkil ediyor. Amerikan başkanının böyle bir taahhüdü olmasaydı, biz asla bu riski göze almazdık. Çünkü Netanyahu’ya ya da mevcut İsrail hükümetindeki aşırı sağcı ekibine güvenmiyoruz. Geçmişteki birçok İsrail hükümetinin verdiği sözleri nasıl tuttuğunu gördük. Ancak bu hükümetin herhangi bir şeye bağlı kaldığını düşünmüyorum.

Bu nedenle şunu söylüyorum: Trump esirlerin hepsinin aynı anda serbest bırakılmasını istediğinde — evet, esirler belirli bir zaman dilimi içinde aşamalı olarak da serbest bırakılabilir, çünkü hepsinin bir anda teslim edilmesi zor olacaktır. Ancak ortada daha büyük bir mesele var: Ölü sayısı daha fazla. İsrailli ölülerden söz ediyorum… En az 28 kişiden bahsediyoruz. Bunlar hâlihazırda İsrail güçlerinin bulunduğu bölgelerde. Dolayısıyla İsrail’in bu bölgelerden geri çekilmesi gerekiyor ve bizim de onları bulabilmek için zamana ihtiyacımız olacak. Açıkça söylemek gerekirse, bu süreçte Kızılhaç’ın ve başka birçok kuruluşun yardımına başvuracağız, çünkü İsrail ordusu Gazze Şeridi’nin fiziki yapısını, sembolik ve coğrafi sınırlarını tahrip etti — yıkım, kazı, tünel aramaları ve mevcut tüm mezarlıkların yok edilmesiyle. Ben de bizzat bu durumu yaşamış kişilerden biriyim: Anne ve babamın gömülü olduğu mezarlık, şu anda Philadelphia hattı boyunca döşenen asfalt yolun altında kaldı. Mezarlığın tamamı bu yolun altına gömüldü. İsrail, mezarlıkların yerleşimini ve sınırlarını tamamen değiştirdi.

Sonuç olarak, tünellerin içinde kalmış ölüler var, toprağa gömülmüş olanlar var, enkaz altında kalanlar var. Bu son derece karmaşık ve zorlu bir mesele. Zaman alacak ve muhtemelen aylar sürecek. İsrail kendi ölülerini de geri istiyor. Bu yüzden, bu meselenin birkaç gün içinde çözülebileceğini düşünmüyorum.

Jeremy Scahill: Bu anlaşmayı, Ocak ayındaki ateşkes anlaşmasından veya esirlerin takas edildiği daha önceki geçici ateşkeslerden biraz farklı kılan şey şu olabilir: Trump şu anda pek çok Arap ve İslam ülkesini bu sürecin içine aktif olarak dahil etti. Ancak Dr. Ebu Merzuk, şunu da gördük ki son iki yıldır, İran, Lübnan’daki Hizbullah ve Yemen’deki Ensarullah dışında hiçbir Arap ya da İslam ülkesi İsrail’e karşı askerî güç kullanmaya cesaret edemedi. Bu ülkelerin hepsi kenardan izledi ve Gazze’de Filistin halkına yönelik soykırımı sadece seyretti. Yaptıkları en fazla şey sert açıklamalar yayınlamak oldu. Hatta Hamas’ın üst düzey liderliğini öldürmek amacıyla Katar bombalandığında bile hiçbir Arap ülkesi İsrail’e füze fırlatmadı.

Eğer İsrail bu anlaşmayı ihlal eder ve soykırımı yeniden başlatırsa, bu Arap ülkelerinin kınama mesajı yayınlamaktan başka bir şey yapacağına nasıl güvenebilirsiniz? Başka bir deyişle, bu süreçte arabuluculuk yürüten ülkelerden bazıları size, Trump’ın ve İsrail’in anlaşmaya uyacağının garantisini verdiklerini söylüyor. Ama aynı ülkeler iki yıldır bir soykırımı izliyor ve bunu durdurmak için hiçbir şey yapmadılar. Peki, bu sürece dahil olan ülkelerin kendilerine bile nasıl güvenebilirsiniz?

Musa Ebu Merzuk: Gazze Şeridi’ndeki mücadeleye Arapların ve Müslümanların ne ölçüde destek verdiği ya da ne ölçüde sırt çevirdiği konusunda konuşmak istemiyorum. Ancak Arap ve İslam dünyasının son dönemdeki tutumu, ABD yönetimine Gazze’deki soykırımı durdurması için yoğun baskı yapmaya yönelmiş durumda.

Tarihî olarak konuşmak gerekirse, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve Yugoslavya’nın Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ ve Bosna gibi yeni devletlere bölünmesinden sonra yaşananları hatırlayın — birçok yeni devlet ortaya çıktı. Sırplar, Hırvatlar ve Bosna’daki Müslümanlar arasındaki savaş üç yıl sürdü. Bu savaşı durduran şey, Avrupa’dan önce Arapların ve Müslümanların müdahalesiydi. O dönemde şöyle denildi: Eğer durum böyle devam ederse, silah göndereceğiz ve Bosnalı Müslümanlara soykırımı durdurmaları için yardım edeceğiz. Bunun ardından Amerikalılar müdahale etti ve hatırladığım kadarıyla Dayton Anlaşması imzalanarak Bosna üç ayrı yapıya bölündü ve bir yönetici atandı.

Ben soykırımın durdurulması konusunda Arapların ve Müslümanların bir sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Peki neden İsrail’le savaşmıyorlar? Bu konuda açık konuşacağım. Araplar Amerika’yla dost olduklarında — özellikle Mısır, Irak, Lübnan, Katar, Ürdün’de — ve şimdi de Suriye aynı yolda ilerlerken, bu orduların ana silahları Amerikan silahları haline geldi. Aynı Amerikan silahları İsrail’de de mevcut. Amerikan silahlarının Amerikan silahlarına karşı kullanılması akıl dışıdır. Dolayısıyla, bu ülkelerin İsrail’le askerî çatışmaya girmesi çok zor hale geliyor.

Bunun örneğini Katar’da gördük. İran, Katar’daki Amerikan üssünü füzelerle vurduğunda, Katar hava savunma sistemleri bu füzeleri önleyebildi. Ancak F-15’ler Katar hava sahasına girip müzakere heyetini vurduğunda, Katar’ın savunma sistemleri Amerikan uçaklarına müdahale edemedi, çünkü bunlar “dost uçak” olarak tanımlanıyor. Şimdi siz Mısır ordusunun İsrail ordusuyla savaşmasını nasıl bekliyorsunuz? İki tarafın da kullandığı silah sistemleri birbirini hedef almazken nasıl savaş olabilir?

Bu yüzden diyorum ki, Araplar askerî olarak müdahale etmeyecek, çünkü Ürdün, Suudi Arabistan, Katar, Lübnan ve Mısır’daki tüm silah sistemleri Amerikan yapımı. Amerikan silahlarıyla Amerikan silahlarına karşı nasıl savaşılır? Dolayısıyla asıl sorumluluk Amerika’ya düşüyor — bu konuda harekete geçmesi gereken odur. İsrail’in tüm bölgeyi bu şekilde kontrol etmesine izin veremez; bu kabul edilemez. Mısır’ın silahları Rus yapımıyken, 1973 Savaşı’nı yapabildiler. Irak gibi ülkelerde Rus silahları bulunduğunda, caydırıcı etki yaratabiliyorlardı. Ama şimdi durum farklı: silahlar Amerikan menşeli. ABD’nin dostu olan bu devletler, Amerikan silahlarına sahipken ve savunma sistemleri İsrail uçaklarına müdahale edemezken, İsrail’in saldırganlığına nasıl karşı koyacaklar?

Bu noktada büyük bir sorumluluk Amerika’ya düşüyor: bölgedeki müttefiklerini ve dostlarını korumak. Aksi takdirde Araplar başka bir yol arayacaktır.

Bence dünya haritasında Amerika için Pakistan’dan çıkan ders açıktır: ABD, Hindistan ile Pakistan arasındaki sorunu çözmekte başarısız olduğunda ve Pakistan’a çeşitli kısıtlamalar getirdiğinde, Pakistan Çin’e yöneldi. Ve ortaya çıktı ki Çin’in silahları, Hindistan’ın sahip olduğu Amerikan ve Rus yapımı silahlardan daha üstündü. Pakistan, Çin’in hava gücü ve hava savunması sayesinde bu çatışmayı saatler içinde sona erdirdi. Sonuç olarak, Araplar da kendilerini üçüncü bir seçeneği ararken bulacaklardır. Örneğin, Türkiye bir dönem Rusya’ya yönelmişti ve saygın bir hava savunması için S-400 sistemini ithal etti. Amerika Birleşik Devletleri, müttefiklerine kendilerini savunabilecekleri imkânları sunamazsa, tablo değişir.

Bu nedenle Amerika bu konuda dikkatli davranmalı ve sorumluluk almalıdır. İsrail’i, Gazze Şeridi’nden tam bir geri çekilmeye zorlamakla yükümlüdür.

Hamas’ın Trump’a Bakışı

Jeremy Scahill: Bildiğiniz gibi, eğitiminizi Amerika Birleşik Devletleri’nde aldınız. Uzun süre Amerika’da yaşadınız. Bu nedenle, hem Donald Trump’ın başkanlığına dair değerlendirmenizi almak istiyorum, hem de Hamas hareketinin Trump’la yürüttüğü ilişkiler ile Joe Biden’la olan ilişkiler arasında nasıl bir fark gördüğünü.

Musa Ebu Merzuk: Trump’la muhatap olmak, bir kişiyle muhatap olmak gibidir. Yani, Trump’ın egosu çok yüksektir. Farklı olmayı ve övgü almayı sever. Nobel Barış Ödülü’ne çok heveslidir; bu yüzden sorunun bugün ya da yarın çözülmesini ister ki cuma günü yapılacak oylamada Nobel Barış Ödülü’nü alması yönünde oy çıksın. Önceki gün Al Jazeera’da kendisine şu tavsiyede bulundum: “Eğer Nobel Ödülü’nü istiyorsan, Netanyahu’yu yanında getirme. Çünkü Netanyahu uluslararası adalet tarafından aranan bir adamdır, bir savaş suçlusudur ve senin Nobel alma şansını mahveder. Netanyahu’yu uzak tut ve bağla.”

Ayrıca Trump kurallara uymaz. Amerika’nın II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın lideri olmak için belirlediği ilkeler vardı; bu sistem, Amerikan ilkeleri doğrultusunda dünyayı yönetme üzerine kuruluydu. Bence Trump bugün bu kuralların çoğunu değiştirdi ve artık yürürlükteki normlara saygı duymuyor. Ne uluslararası hukuk, ne ikili anlaşmalar, ne de uluslararası sözleşmeler, Birleşmiş Milletler ya da onun anayasası… Bu sistemin üzerine kurulduğu kurallara saygı göstermiyor ama bunun yerine bir alternatif de sunmuş değil. Bu yüzden, onun ne yapacağını öngörmek çok zor.

Ama biz bu gerçeklikle yaşamak zorundayız. Üstelik bu sorun sadece bana ait değil — Netanyahu ve ekibi için de bir sorundur. Bu durum Trump için de bir açmaz yaratıyor. Zaten Netanyahu anlaşmaya itiraz etmek istediğinde [Trump] ona “bu anlaşmaya bağlısın, olduğu gibi kabul et,” dedi ve onu bu plana bağladı. Trump, özellikle ilk aşamada — yani İsrail güçlerinin çekilmesi, savaşın sona ermesi, Filistin halkına yardım ulaştırılması ve esirlerin serbest bırakılması aşamasında — Netanyahu’yu kendi vizyonuna uymaya zorlayabilir.

Jeremy Scahill: Hamas hareketi ve sizin liderliğiniz şu anda gerçekten Trump’ın bu savaşı sona erdirmek istediğini ve esasen Netanyahu’ya “bu savaşı durdur” emrini vermeye hazır olduğunu düşünüyor mu? Çünkü şu anda dünyada Netanyahu’yu durdurabilecek tek kişi Trump. Sizce — gerçekten — Trump bu savaşın bitmesini istiyor mu?

Musa Ebu Merzuk: Netanyahu’nun savaşı, Filistin halkıyla ilgili başka hedefler — zorla yerinden etme gibi — uğruna sürdürmek istediğini varsaysam bile, bence bugün artık tüm dünya bu savaşın karşısında. Amerikan toplumundaki istatistiklere baktığınızda — özellikle Cumhuriyetçi Parti içinde ya da Amerika’daki Yahudiler arasında — çoğunluğun savaşın sona ermesini istediği açıkça görülüyor. Trump’ın, Netanyahu’nun arkasında durarak hem Cumhuriyetçi Parti’ye hem Amerika’daki Yahudilere hem de tüm dünyaya karşı bir tutum alabileceğine inanmıyorum. Çünkü bugün dünyada Netanyahu’nun savaşı sürdürmesini destekleyen tek bir ülke bile var mı?

Lübnan’daki savaş iki ay sürdü, Suriye’deki savaş Esad’ın çöküşünden sonra iki gün sürdü, İran’daki savaş iki hafta sürdü. Bugün biz bu savaşta iki yıla ulaşmış durumdayız. Tarihte daha önce, böyle aleni şekilde yayınlanan bir soykırım, televizyonlardan canlı izlenen bir açık savaş görülmemiştir. Açlıktan öldürmenin bir silah olarak kullanıldığı, çocukların öldürülmesinin bir silah olduğu, ilaç girişinin engellenmesinin bir savaş aracı haline getirildiği bir savaş yoktur. Trump bu denli insanlıktan yoksun olabilir mi? Bu mümkün mü? Ben Trump’ın — Netanyahu demek istemiyorum — bu savaşın devam etmesini kabul edeceğini sanmıyorum, bunu oldukça düşük bir ihtimal olarak görüyorum.

Hamas’ın Filistinli Mahkûmları Serbest Bırakma Mücadelesi

Jeremy Scahill: İsrail’in elinde tuttuğu Filistinli esirler konusunu sormak istiyorum. Bildiğimiz kadarıyla şu anda 15.000 kadar Filistinli İsrail hapishanelerinde, askerî kamplarda ya da idari gözaltılarda tutuluyor; bunların arasında çok sayıda kadın ve çocuk da var. 7 Ekim’den bu yana Gazze’den alınan Filistinlilerin sayısının ise 4.000’i aştığı söyleniyor. Trump’ın planına göre, 48 İsraillinin — 28’i ölü, 20’si sağ — geri verilmesine karşılık, İsrail’de müebbet hapis cezası alan 250 Filistinli ile Gazze’den alınan 1.700 Filistinli, aralarında tüm kadınlar ve çocuklar da olmak üzere, serbest bırakılacak. Geçmişteki müzakerelerde Hamas, 7 Ekim sonrası Gazze’den alınıp tutuklanan daha fazla Filistinlinin, ayrıca müebbet değil ama uzun süreli ceza alan mahkûmların da serbest bırakılması için müzakere yürütüyordu. Bu anlaşmada sadece müebbet hükümlüsü 250 kişi var. Şu anki müzakerelerde Hamas için bu rakamlar kabul edilebilir mi, yoksa daha fazla Filistinlinin serbest bırakılmasını mı istiyorsunuz?

Musa Ebu Merzuk: Bence Başkan Trump bu sayıları belirlediğinde, gerçekten bu kadar Filistinlinin serbest bırakılacağını kastetmedi. Hatta kaç İsrailli esirin hâlâ hayatta olduğunu dahi bildiğini sanmıyorum. Ben de bilmiyorum — kendi adıma konuşursam, Gazze’de kaç İsraillinin öldüğünü bilmiyorum, sayıları hakkında net bir bilgim yok. Trump da Hamas’ın elinde kaç esir var, diğer grupların elinde kaç esir var, ölülerin kaçı Hamas’ın elinde, kaçı başka grupların elinde — bunları bilmiyor. Tüm bunlar tahmini, tanımlanmamış rakamlar.

Dolayısıyla, bu mesele için net ölçütler, tarihler ve ayrıntılar belirlenmeli. Bence bu konu, birinci aşamada ele alınması gereken başlıklardan biridir.

Jeremy Scahill: Bu hafta çıkan bazı haberlerde, Netanyahu’nun Ben Gvir ve diğerlerine hiçbir koşulda Marvan Barguti, Ahmed Saadat, Abdullah Barguti ve diğer tanınmış Filistinli siyasi mahkûmları serbest bırakmayacağını söylediği aktarıldı. Biliyorum ki her bir müzakere turunda Marvan Barguti, Ahmed Saadat ve Abdullah Barguti’nin serbest bırakılması Filistin direnişinin temel taleplerinden biri olmuştur. Sizce, Marvan Barguti, Ahmed Saadat ve Abdullah Barguti’nin özgürlüğünü bu süreçte elde edebilecek misiniz?

Musa Ebu Merzuk: İnanın bana, bu isimler şu anki görüşmelerde öncelik sıralamasının en tepesinde yer alıyor. Çünkü onlar, Filistin birliği ve dayanışması açısından vazgeçilmezdir; mücadeledeki tarihî rolleri ve sembolik değerleri nedeniyle serbest bırakılmaları şarttır. Ancak geçmişte de her esir takasında bu isimleri listeye ekledik ve İsrail her defasında bu liderleri serbest bırakmayı reddetti.

Bu konuda kesin bir şey söyleyemem, çünkü esir takasıyla ilgili her husus müzakereye açıktır, yani şu anda yürütülen görüşmelerin bir parçasıdır. Ayrıca, herhangi bir anlaşmaya varılabilmesi için her iki tarafın da mutabakata varması gerekir. Taraflardan biri tek başına belli sayıda mahkûmun serbest bırakılmasına karar veremez — mutlaka bir anlaşma olmalıdır.

Bu liderlerin serbest bırakılması bizim için de en üst düzey öncelikler arasında olacaktır.

Jeremy Scahill: Önceki müzakerelerde, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’a bağlı çalışan bazı yetkililerin, arabuluculara Marvan Barguti’nin serbest bırakılmasını istemediklerini söyledikleri yönünde haberler çıkmıştı. Bu iddialar doğru mu? Filistin Yönetimi ya da onu temsil eden herhangi biri, önceki esir takası anlaşmalarında Marvan Barguti’nin serbest kalmasını engellemeye çalıştı mı?

Musa Ebu Merzuk: Bu sözleri kimin söylediğine bağlı… Resmî bir açıklama duymadım, yalnızca analizler duydum. Ancak Fatah’tan birinin böyle bir şeyi resmen söylemeye cesaret edebileceğini sanmıyorum. Marvan Barguti, yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında bir numaradır — Filistin başkanlığı için bir numara, halk desteğinde bir numara, seçim olsa bir numara. Bu yüzden kimsenin resmî olarak “Marvan Barguti’nin serbest bırakılmasını istemiyoruz” diyeceğini sanmıyorum.

Ama halkın görüşlerine dayalı bir analiz olarak — evet, böyle bir görüş olabilir.

Silahsızlanma Hakkında

Jeremy Scahill: Size birkaç tarihî soru da soracağım, çünkü bu hareketin içinde çok uzun zamandır liderlik yapıyorsunuz. Ama önce, şu anda yürütülen müzakerelerle ilgili kısa bir sorum olacak: silahsızlanma meselesi. Biliyorsunuz, İsrailliler bu konuya çok odaklanıyor. Eğer yalnızca İsraillileri dinlerseniz, Hamas’ın tankları, savaş uçakları ve devasa topçu birlikleri olduğunu sanırsınız. Oysa gerçek şu ki, roketler dışında, direnişin elindeki silahların çoğu Gazze’de üretilmiş silahlardır. Bunlar hafif silahlardır ve 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu’nda kullanılan silahlar da esasen bu küçük silahlardı — büyük konvansiyonel tanklar ya da benzeri ağır silahlar değildi. Ancak İsrail bu meseleyi gündeme getiriyor ve aslında bir tür vekil meseleye dönüştürüyor; çünkü Filistinlilerin teslim olmasını istiyorlar. Bu çok açık.

Peki bu silah meselesinde Hamas nasıl bir yol izleyecek? Çünkü İsrailliler silahsızlanma talebinde bulunuyor, ama Hamas’ın, Kassam Tugayları’nın ve Saraya el-Kuds’ün elindeki silahların büyük ölçüde yerel yapım olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu durumu nasıl yöneteceksiniz? Şunu sormak istiyorum: “Tamam, bu silahları size veriyoruz,” deme konusunda bir esneklik olabilir mi? Direnişin bu konuyu bir kırmızı çizgi olarak gördüğünü, “Silahsızlanmayı kabul etmeyeceğiz; bu mesele Filistin’in varoluşu, meşru müdafaa ve kendi kaderini tayin hakkıdır,” şeklinde bir tutum belirttiğini biliyorum. Ama ne demek istediğimi anlıyorsanız, bu konuyu ele alacak bir taktik formülasyon söz konusu olabilir mi?

Musa Ebu Merzuk: Öncelikle, şu anda Şarm El-Şeyh’te yürütülen görüşme ya da müzakere başlıklarından herhangi biri hakkında, hareketin herhangi bir düzeydeki liderinin medya önünde açıkça konuşması zordur. Ancak Hamas’ın silahsızlandırılması meselesini sürekli gündeme getirenlere doğrusu çok şaşırıyorum. İsrailliler kendileri, Kassam Tugayları’nın Gazze’de — kuzeyde, Han Yunus’ta ve Refah’ta — büyük ölçüde ortadan kaldırıldığını söylediler; Tugaylardan neredeyse kimsenin kalmadığını ifade ettiler. Başkan Trump da 25.000 Kassam üyesinin öldürüldüğünü söyledi, ki bu sayı aşağı yukarı gerçek sayılara yakındır. İsrail ayrıca, Hamas’ın askerî kapasitesinin büyük kısmının yok edildiğini açıkladı — %90’ının etkisiz hale getirildiğini söylüyorlar. Peki, eğer Hamas’ın askerî kapasitesinin %90’ını yok ettiyseniz ve Kassam savaşçılarının çoğunu da öldürdüyseniz — Trump’ın dediği gibi — o zaman kimin silahlarını neye göre toplamak istiyorsunuz? Hangi silahları kaldırmayı planlıyorsunuz, madem zaten yok ettiniz?

Açıkçası, bu tür açıklamalar çoğu zaman gerçekliği yansıtmayan retorik ifadelerdir — asıl amaç, savaşta mağlubiyeti kabul ettirmektir. İki yıl boyunca bir direniş hareketine karşı savaşıp yine de onu sona erdiremediyseniz, bu konuda masada istediğinizi alabileceğinizi düşünmek gerçekçi midir? Bence bu çok zor. Bu nedenle beklentilerini ciddi ölçüde düşürmeleri gerekiyor.

Ayrıca biz burada geleceği ve onun nasıl şekilleneceğini konuşuyoruz. Silahlar gelir geçer; asıl konuşulması ve güvence altına alınması gereken şey, verilen taahhütler ve bunlara sadakattir. Eğer bir taraf, silah kullanmayacağını ya da bir ateşkes ya da sükûnet hali içinde olduğunu taahhüt ediyorsa, bu durum, Hamas’ın elinde kaç tüfek var, hangi füzeler ya da “nükleer bombalar” bulunuyor gibi şeyleri araştırmaktan çok daha önemlidir. Zaten bizde… Ne var ki bu kadar büyük bir meseleye dönüştürülsün? Neyin silahı var elimizde?

Trump’a Yanıt Verirken Kendi Kaderini Tayin Hakkını Korumak

Jeremy Scahill: Hamas, Başkan Trump’a yanıt verirken çok sayıda Filistinli siyasi parti, fraksiyon, lider ve Gazze içindeki saha komutanlarıyla istişare ederek bir pozisyon aldı. Ve bu yanıt esasen iki temel başlığa ayrılmıştı. Birincisi, Hamas ve İslami Cihad’ın savaşı sona erdirmek için müzakere yürütme hakkına ya da yetkisine sahip olduğu yönündeydi; çünkü esirleri ellerinde tutan ve savaşan taraflar onlar. Ama diğer başlık, Filistin’in ulusal meseleleriyle ilgiliydi. Dolayısıyla verdiğiniz yanıt oldukça zekiceydi, çünkü Trump’ı doğrudan reddetmiyordu ama “bütün Filistinlilerle müzakere edilmesi gerekir” diyordu. Trump’a verdiğiniz yanıtta izlediğiniz bu stratejiyi anlatır mısınız? Yani bir yandan, “Evet, direniş bu esirler, çekilme ve ateşkes konularını müzakere edebilir,” dediniz ama “diğer meseleler ulusal düzeyde ele alınmalı” dediniz. Bu stratejiyi biraz açar mısınız?

Musa Ebu Merzuk: Bu strateji, arabulucularla ilk görüştüğümüzde ve onlar öneriyi bize sunduklarında başladı. Hemen onlara şunu söyledim: Başkan Trump’ın önerisinin büyük bir kısmı Hamas’ın onaylama yetkisinin dışında. Filistin halkının geleceğini belirlemek bizim yetkimizde değil. Bunun için fraksiyonlar, sivil toplum güçleri, Filistin Yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve tüm halk karar verecektir: Geleceklerini nasıl belirleyeceklerine, liderlerini nasıl seçeceklerine, coğrafi ve siyasi olarak kendilerini nasıl konumlandıracaklarına onlar karar verir. Bu konuda yetkimiz yok. Bu nedenle biz de yalnızca yetkili olduğumuz alanlarda konuşmayı önerdik. Yetkili olmadığımız ve tek taraflı konuşamayacağımız konularda ise sorumlu biçimde hareket edeceğimizi belirttik.

İşte bu yaklaşımdan, yanıtın iki eksende verilmesi fikri doğdu: Birincisi, Hamas hareketiyle ilgili olan kısımdır — yani savaş, esirler, insani yardım, Gazze’den çekilme ve Hamas’a doğrudan bağlı diğer somut meseleler.

İkinci eksen ise Filistin’in tümüne, yani yurda dair olan kısımdır: fraksiyonlar, El Fetih, Halk Cephesi, diğer tüm gruplar, Filistin Yönetimi ve FKÖ. Ve FKÖ’nün şemsiye örgüt olması da bizim için sorun değil. Ama Gazze Şeridi’nin geleceğine dair tüm konularda karar verecek olan, yalnızca Hamas değil, tüm Filistin halkıdır.

Mesela, Gazze’nin geleceğini tartışırken biz Filistinliler olarak, partizan olmayan, ehil ve bağımsız bir teknokratlar komitesinin Gazze’yi yönetmek üzere oluşturulması gerektiği konusunda mutabakata vardık. Bu komite Gazze’den olmalı ve esas bağlılığı Filistin Yönetimi’ne olmalı. Biz bu konuda anlaştık. Herhangi bir siyasi eğilimi temsil eden Filistinli kardeşlerimizin “ertesi gün” sahada bulunması bizim için sorun değil.

Dolayısıyla bu strateji, Filistin yurdunu birleştirebilmek için geliştirildi; böylece Gazze’nin geleceğine dair kararı tüm Filistin halkı birlikte verebilsin. Uluslararası acil müdahale güçleri, bölgeler, “tampon bölge” gibi tüm başlıklar tartışılmalıdır, çünkü bunlar sadece Hamas’a değil, tüm Filistinlilere aittir. Fikir böyle doğdu. Başkan Trump’ın açıkladığı ilk eksen, İsrail’in çekilmesi ve savaşın sona ermesi karşılığında esirlerin takasını içeriyor. İkinci eksen ise Gazze’deki tüm sivil kurumların ve siyasi yapının nasıl inşa edileceği meselesidir.

Hamas’ın Geleceği ve 7 Ekim’in Mirası

Jeremy Scahill: Sizce Hamas’ın geleceği nedir? Bildiğiniz gibi, Netanyahu sürekli Hamas’ı yok edeceğini söylüyor. Amerikan medyasında da Hamas çoğu zaman neredeyse Filistin’e dışarıdan gelmiş bir virüsmüş gibi yazılıyor — sanki buraya ait olmayan bir yapıymış gibi. Oysa gerçek şu ki — ve siz bunu en iyi bilenlerdensiniz çünkü hareketin en başından beri içindesiniz — Hamas, Filistin toplumunun dokusunun bir parçası. Evet, bir direniş hareketidir ama aynı zamanda neredeyse yirmi yıl boyunca Gazze’de yönetici otoriteydi. Hamas şu anda Gazze’nin idaresinden feragat etmeye hazır olduğunu söylüyor olsa da, sizin bakış açınızdan Hamas’ın geleceği nedir, Dr. Ebu Merzuk?

Musa Ebu Merzuk: Son seçimlere bakarsanız, Hamas meclisteki 120 veya 130 sandalyenin neredeyse 66’sını kazanarak çoğunluğu elde etmişti. Bu, Hamas’ın Yasama Konseyi’ndeki sandalyelerin çoğunu kazandığı anlamına gelir; diğer fraksiyonlar — Fetih de dahil olmak üzere — 34 sandalyeden daha az kazanmıştı. Artık Hamas öyle herhangi bir devletin — ister büyük ister küçük — Filistin’den silip atabileceği küçük bir örgüt değil. Hamas Batı Şeria’da da var — orada en güçlü örgüt — yurtdışında var, 1948 toprakları içinde var. Hamas her yerde mevcut; kimse onun varlığını ortadan kaldıramaz.

Ama Hamas artık sadece bir örgüt değil. Hamas artık bir umut. Hamas bir fikir haline geldi. O yüzden Arap ve Müslüman halkların çoğunun Hamas lehine slogan atmasına şaşırmayın.

Bugün, ABD Hamas’ın finansal kaynaklarını hedef aldığında ve Arap ülkeleri Hamas’a yönelik yardımlarını kestiğinde bile, Hamas’ın varlığını silemediler. Söz konusu olan, Hamas’ı Müslümanların kutsal mekânlarını — özellikle Mescid-i Aksa’yı — savunan bir umut olarak gören bir milyardan fazla Müslüman. Her Müslüman için Hamas, Mescid-i Aksa’nın savunucusudur. Bu nedenle, Hamas artık sadece Gazze, Batı Şeria ya da işgal altındaki topraklarla sınırlı olmayan; tüm Arap ve İslam âlemine yayılmış bir fikir haline gelmiştir.

Manhattan, New York’ta hapisteyken — o dönemde siyasi büro başkanıydım — İslam dünyasının dört bir yanından mektuplar alıyordum. Her gün devasa bir posta çuvalı gelirdi, içinde 300’den fazla mektup. Cezaevi müdürü bile şaşırıyordu: “Kim bu her gün 300 mektup alan kişi?” Rusya’dan, Kanada’dan, Avustralya’dan ve tüm İslam âleminden gelen mektuplar… FBI soruşturma başlattı: “Eğer onu içeride tutarsak, Amerikalılar için ne olur?” İslam dünyasının farklı bölgelerinde yüzlerce kişiyle görüşüp şunu sordular: “Falanca kişiyi tanıyor musunuz? Musa Ebu Merzuk’u tanıyor musunuz? Eğer tutuklanır ya da İsrail’e teslim edilirse tepkileriniz ne olur?” Yani bir hareket olarak Hamas’tan değil, bir kişi olarak bahsediyorlardı — tüm Arap ve İslam dünyasında ve hatta ABD, Kanada, Avustralya, Britanya gibi ülkelerde.

Burada, Müslümanların en kutsal mekânı olan Mescid-i Aksa’yı savunan Hamas’tan söz ediyoruz. En kutsal toprak olan Filistin’i savunan Hamas’tan. Hamas artık sadece Gazze Şeridi’nde, Batı Şeria’da, işgal altındaki topraklarda ya da yurtdışında mevcut olan bir yapı değil; bütün Arap ve İslam âleminde var olan bir fikir.

Peki onlar ne diyor? Hamas, el-Kaide değil. El-Kaide, ABD istihbaratının başka amaçlar için kurduğu bir yapıydı, ama Hamas farklı bir oluşumdur. Farklı bir yaratım — tüm Müslümanların vicdanından doğmuş bir oluşum. Dolayısıyla Hamas, diğer Filistinli örgütler gibi de değildir. Hamas’la en iyi şekilde başa çıkmanın yolu, onu anlamak ve sorumlu bir biçimde muhatap almaktır.

Aksi hâlde, bugün dünyada olup bitenlere ve iki yıldır tanık olunan direnişe bakın. İsrail gerçekten Hamas’la mı savaşıyor? Hamas’ı, diğer Filistinli örgütler gibi silahlı bir yapı olarak tanımlarken lütfen biraz düşünün. İsrail bu örgütü iki yıllık bir savaşta yok edemedi. 100 binden fazla insanı öldürdü, 150 ila 200 bin kişiyi yaraladı — Filistin halkının %12’sinden fazlasını katletti. Ve Hamas hâlâ ayakta. Beyaz bayrak çekmedi, çekmeyecek. Neden? Bir halk, eğer bir hareketi bu denli kucaklıyorsa, onu “yabancı bir unsur” olarak görmesi mümkün mü?

Bu yüzden Hamas’la ilgili güvenlik ve geleceğe dair siyasi bir anlayışa varmak, Hamas’ı izole etmeye çalışmaktan bin kat daha iyidir. Hamas’ı izole etmek imkânsızdır. Hamas yalnızca Şin Bet’in ya da İsrail istihbaratının tanıdığı birkaç isimden ibaret değildir — o isimler öldürülebilir, yok edilebilir — ama Hamas, tüm Filistin halkının içine kök salmış bir fikirdir. Batı Şeria’daki, Gazze’deki ya da yurtdışındaki tüm Filistin halkını sürmek mi istiyorsunuz? Bence bu imkânsız. O hâlde en doğru yol, Hamas’la güvenlik, istikrar ve Filistin hakları temelinde bir anlayışa varmaktır.

7 Ekim’in Mirası ve Hamas’ın Geleceği Üzerine

Jeremy Scahill: Size son bir soru sormak istiyorum, Dr. Ebu Merzuk. Bu hafta 7 Ekim’in ikinci yıl dönümüne büyük bir odaklanma olacak. Batı medyasının önemli bir kısmı, bu yıldönümünde 7 Ekim’de İsrail’de yaşananlara odaklanacak. Size şunu sormak istiyorum: El Aksa Tufanı Operasyonu’nun mirası veya etkisi sizce nedir? Filistinli direniş gruplarının iki yıl önce İsrail’e karşı düzenlediği bu operasyon tarihsel olarak nasıl hatırlanacak? Sizce bu operasyonun etkisi ne oldu?

Musa Ebu Merzuk: Bu büyük bir soru. Her zaman etkisi büyük olan olaylar vardır ama stratejik sonuçları küçüktür. Bazen de çok küçük bir olayın stratejik etkisi büyük olabilir. Mesela Japonya, Pearl Harbor’a saldırıp ABD donanmasını yok ettiğinde… Operasyon Japonlar açısından iyi planlanmıştı ama stratejik olarak Japonya savaşı kaybetti çünkü ABD’yi çatışmaya dahil etti.

Bugün bu savaşta İsrail, Gazze Şeridi’nde yaşanan küçük ve sınırlı bir savaşı, Filistin halkını hedef almak ve onları yerinden etmek için araç olarak kullandı. Bu, Siyonist projenin daha geniş amaçlarıyla bağlantılı bir savaştı. İsrail; soykırım, aç bırakma, rastgele öldürme, yıkım ve toplu cezalandırma gibi tüm insani hukuk normlarını ihlal eden sınırsız araçlar kullandı. Gerçekte ise İsrail, daha önce bolca sahip olduğu küresel desteğini kaybetti.

İkinci nokta ise İsrail anlatısıdır. Yani, İsrail Avrupa’daki Yahudi sorununun çözümüydü, ve bu sempati Avrupa’nın Yahudilere karşı işlediği suçlar nedeniyle oluşmuştu. Siyonist hareket bu Yahudi sorununu çözmüş gibi gösterildi. İsrail, Avrupa’dan ve ABD’den yoğun sempati aldı. Bugün ise İsrail’in Filistin halkına yaptıkları bu anlayışı tamamen yerle bir etti: “mağduriyet” anlatısını, antisemitizme karşı mücadele iddiasını, ve İsrail’e yönelik ahlaki sempatiyi. Artık İsrail; Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden gelen baskılara, boykotlara ve Batı’da düzenlenen kitlesel protestolara maruz kalıyor. Eskiden anlatısını hem Batı halklarından hem de hükümetlerinden destek gören İsrail, bugün artık hükümetler nezdinde bile kararsızlıkla karşılaşıyor; halklar ise açıkça Filistin davasının arkasında duruyor.

Bu anlatının değişimi 7 Ekim’de değil, Netanyahu’nun yaptığı bir şeydir. Netanyahu’nun ve İsrailli ekibinin, Filistin halkını katletmeyi haklı göstermek için ürettiği bir anlatıdır bu. 7 Ekim’de olan şey, İsrail’in anlattığı gibi değildi. O gün harekete geçenler, 1.200 ila 1.500 Kassam savaşçısından ibaretti; bunlar Gazze Tugayı ile savaştılar. Gazze Tugayı çöktü ve bu savaşçılar, ön cephedeki yerleşimlere ilerlemek zorunda kaldı. Bu yerleşimlerde kendilerini savunmak için barikat kurdular, ardından İsrail ordusu geldi. İsrail ordusundan kaçmak ve Gazze’ye geri dönmek için bazı sivilleri yanlarına aldılar. Ancak uçaklar ve topçu atışlarıyla bombalandılar ve çoğu bu şekilde öldü. Müzik festivalinde ölen insanların çoğu, içeri giren 1.500 hafif silahlı kişi tarafından değil, İsrail’in uçakları ve tankları tarafından öldürüldü. Sadece hafif silahları, birkaç araçları ve neredeyse şaka gibi olan planörleri vardı. Ellerindeki mühimmat ya da silahlar, o kadar sayıda insanı öldürecek düzeyde değildi. Ölümlerin büyük bölümü İsrail kaynaklarına göre de İsrail’in kendi saldırılarıyla oldu.

Şimdi farklı görüntülerle “tecavüz” iddiaları ortaya attılar. Bu doğru değil. Yer yer bazı tanıklıklar sunulsa da biz şunu talep ettik: Lütfen bu vakaları gerçekten inceleyin. Tarafsız bir heyet gelsin, “şurada bir tecavüz vakası olmuş” desin. Size kesin olarak söylüyorum: Olmadı. Sonra “kafası kesilen çocuklar” ve benzeri yalanlar uydurdular. Bunlar, Holokost anlatısına benzer bir anlatı yaratmak için üretildi. Şimdi kalkıp “Hamas 7 Ekim’de bir Holokost gerçekleştirdi” diyorlar ama bu gerçek değil. Size söylüyorum, operasyon çok daha basitti. 1.500 kişilik bir ekibin kalkıp İsrail’i yok etmeye çalıştığını iddia etmek gerçek dışı. Biraz düşünün: 1.500 kişi, gerçekten İsrail için varoluşsal bir tehdit oluşturan bir savaş mı başlattı? Bu bir esir takası için başlatılan bir hareketti. Hepsi bu.

Esirler, Filistin halkı için çok büyük anlam taşır. Bu nedenle, Marvan Barguti gibi biri halkı için savaştıktan sonra hayatı boyunca hapiste kalamaz; insanlar onun hayatını kurtarmak için bir şey yapmak zorunda. İşte 7 Ekim budur.

Devamında yaşananlara gelince, çok açık bir şey var: İsrail kendini savunamıyor. O yüzden ABD, Britanya ve Fransa’dan yardım istedi — örneğin İran füzelerine karşı. Bütün Batı, tankları ve donanmalarıyla İsrail’in yardımına koştu.

Şunu da bilin ki, Batılı ülkelerin bu kör tutumu sayesinde 7 Ekim, bölgede çok büyük stratejik değişimlerin fırsatına dönüştü. Mesela Rusya–Ukrayna savaşında, bu değişim Rusya lehine oldu çünkü Batı, Ukrayna’yı destekleyeceğine tüm kaynaklarını İsrail’e yönlendirdi ve Ukrayna savaşı kaybetti. Amerika’nın Çin’in yükselişini frenleme stratejisi de sekteye uğradı. Bu yüzden Çin iki sebepten memnun: İlki, ABD Usame bin Ladin’i ana düşman ilan edip onunla uğraşırken Çin ekonomik olarak büyüdü ve ABD’nin artık üretemediği şeyleri üretmeye başladı. Sonra ABD, kendi yarattığı DEAŞ’ı merkez düşman ilan etti ve yine Çin’in büyümesini izlemekle yetindi.

Şimdi ise ABD’nin stratejik planı, her şeyi bitirdikten sonra Çin’e yönelmekti. Ama bir anda her şey değişti ve stratejik tüm kaynaklar İsrail’i korumaya yöneldi. Kimden? İsrail’i kimden koruyorsunuz? İsrail’in çevresindeki tüm ülkeler onun müttefiki. Coğrafi yapı itibariyle İsrail’in yok edilmesi zaten mümkün değil. Ne Ürdün ne de Mısır İsrail’in yok edilmesine izin verir. O hâlde siz neden tüm dış politikanızı değiştirip tüm stratejik kaynaklarınızı İsrail’e yönlendirdiniz?

Bu yüzden Çin bu savaştan en çok memnun olan ülke; Rusya da öyle. ABD, Netanyahu adındaki bir deli uğruna stratejik olarak kaybetti. İşte bu, 7 Ekim’in gerçek tablosudur.

Jeremy Scahill: Kısaca sorayım, şu anda Başkan Trump’a ve Amerikan halkına mesajınız nedir?

Musa Ebu Merzuk: Başkan Trump’a tek cümlelik bir mesajım var: Savaşı durdurma ve esirleri serbest bırakma yönündeki çabanız ve sözünüz için teşekkür ederiz. Biz bu taahhüde bağlıyız. Sadece savaşı durdurun. Savaşın durması demek, Gazze Şeridi’nden tam çekilme demektir. Trump’tan verdiği sözü yerine getirmesini istiyorum.

Kaynak: https://www.dropsitenews.com/p/senior-hamas-leader-mousa-abu-marzouk-gaza-ceasefire-israel